$type=slider$cate=5$meta=0$cate=4$show=home$rm=0

NEO-LİBERAL TÜRKİYE’NİN “EN ALTTAKİLER”İ: İŞÇİ SINIFI KÜRTLEŞİRKEN[*]

“Solan renkleri boyamakta o boyasız boyacı.” [1] “onları genelde inşaatlarda çalıştiran da kürt müteahhitlerdir. bir de bunlar...



“Solan renkleri boyamakta
o boyasız boyacı.”[1]

“onları genelde inşaatlarda çalıştiran da kürt müteahhitlerdir. bir de bunlar asgari ücretin bile altında çalışmaya razı olduklarından vede sayıca bol olduklarından emek piyasasının da içine sıçmış memlekette asgari ücretten fazla para alınabilecek iş bulunamaz olmuştur.”
Nefret söylemi bakımından oldukça münbit bir sanal ortam oluşturan “Uludağ Sözlük”te “Kürt işçiler” başlığı altında karşınıza çıkan “tanım”lardan biri, noktası virgülüne, böyle. İtiraf etmek gerekir ki, olanca imla ve niyet bozukluğuna karşın, sınıf ile etnisite ilişkileri konusunda son derece verimli bir düşünme alanı sağlıyor bu iki cümle…
 Öncelikle, Kürtler arasındaki dayanışma ve ulus bilincine ilişkin bir varsayım: “onları genelde inşaatlarda çalıştıran da kürt müteahhitlerdir.” İki anlamı aynı anda aktaran bir hüküm: 1. “Kürtler birbirini tutar, Kürt müteahhitler Kürt işçilerden başkasını çalıştırmaz”; 2. “Türk müteahhitler Kürt işçi çalıştırmazlar.”
İkinci cümle ise daha çarpıcı: “asgari ücretin bile altında çalışmaya razı” bol sayıda Kürt, inşaat işçiliğine hücum edince emek piyasasının DA (başka alanlara yaptıkları gibi) içine etmiş, memlekette asgari ücretten fazla para alınabilecek iş bulunamaz olmuştur. Yani boğaz tokluğuna çalışmaya razı çok sayıda Kürt, birden bire emek piyasasına hücum etmiş, böylece, (memleketin gerçek sahibi olan) Türklerin ücret düzeyini düşürmüşlerdir. Kendini memleketin sahibi sayan Türk güruhların, Kürt işçi gördüler mi, artık, [“bayrağa saygısızlık ettiler” mi olur, “markete parayı eksik verdiler” mi, “kadınlara sarkıntılık ettiler” mi, “Kürtçe konuştular/türkü söylediler mi…] ne bahaneyle olursa, saldırmaları, linç girişiminde bulunmaları için, bundan iyi neden olur mu?
Tıpkı… Tıpkı 3 Eylül 2008’de Mersin (Tepeköy); 19 Mayıs 2009’da Sakarya’da (Akyazı); 10 Ağustos 2009’da Bursa’da (Nilüfer/Kayapa köyü);16 Ağustos 2009’da Rize’de; 22 Ağustos 2009’da Samsun’da (Canik); 12 Aralık 2009’da Antalya’da (Serik/Kozaağacı); 21 Şubat 2011’de Trabzon’da (Beşikdüzü); 15 Temmuz 2011’de Aydın’da (Germencik/Bozköy); 17 Temmuz 2011’de Erzurum’da (Aziziye); 18 Temmuz 2011’de Trabzon’da; 26 Temmuz 2011’de Eskişehir’de (Mihalıççık/Ömerköy); 27 Temmuz 2011’de Eskişehir’de (Mihalıççık); 28 Temmuz 2011’de Aydın’da (Nazilli); 1 Aralık 2011’de Tokat’ta; 15 Mart ve 10 Haziran 2012’de Kütahya’da (Simav); 6 Nisan 2012’de yine Aydın’da (Nazilli); 19 Nisan 2012’de Isparta’da (Şarkikaraağaç); 29 Nisan 2012’de Bursa’da (Gürsu); 18 Haziran 2012’de İstanbul (Ormanlı köyü); 31 Temmuz 2012’de yine İstanbul’da (Şişli/Ayazağa); 2 Ağustos 2012’de Muğla’da (Ortaca/Dalyan); 29 Ağustos 2012’de Sakarya’da (Kocaali/Ortaköy) ve İstanbul’da (Çatalca); 2 Eylül 2012’de Çanakkale’de (Ayvacık/ Küçükkuyu); 3 Eylül 2012’de Afyon’da (otogar); 6 Kasım 2012’de İstanbul’da (Gaziosmanpaşa)[2]… olduğu üzere…
* * *
Neo-liberalizm 12 Eylül askerî darbesinin ardından bütün acımasızlığıyla Türkiye’ye giriş yaptığında, giriştiği ilk işlerden biri, tüm dünyada olduğu gibi istihdam alanının deregülarizasyonuydu. Yani patronların gözünde “aşırı örgütlü ve politize” işçi sınıfını atomize ve terörize, haklar mücadelesini kriminalize ederek, sınıfı örgütsüzleştirerek, emekçileri kayıtdışılaştırarak, taşeronlaştırarak işgücü maliyetlerini alabildiğine düşürmek… Ne de olsa, tarımda sübvansiyonların ve desteklerin kaldırılarak, ihracata yönelik monokültür desteklenerek ve tarım arazileri toplulaştırılarak kırsal alanın uluslar arası sermayeye açılması sonucu açığa çıkacak kırsal nüfusun kentlere göçerek işgücü fiyatlarını daha da ucuzlatmasına yönelik genel bir “iyimserlik” de hâkimdi sermaye çevrelerinde.[3]
Ama 80-90’lı yılların “Kirli Savaş”ı, zücaciyeci dükkânına girmiş fil gibi “emek piyasası”na dalan neo-liberal kapitalizm için, olasılıkla hesap etmediği bir “hayat öpücüğü” olacaktı. 1984-99 arasında Kürt topraklarındaki “özel harp” uygulamaları sonucunda köy ve mezralarından sürülen bir milyona yakın vasıfsız Kürt köylüsünün bir kısmı, hayatını marjinal işlerle ya da geçici tarım işçisi olarak kazanmak üzere bölgede kalırken, önemli bir bölümü de, her türlü güvenceden yoksun, kayıtdışı, taşeron, vasıfsız, düşük ücretli, “batak” işlerde çalıştırılacağı Batı metropollerine göçtü… Neo-liberal rejime dört elle sarılan Türkiye’nin kapitalist sınıfı da sigortasız/ kayıtsız/güvencesiz boğaz tokluğuna, ölümüne çalıştırarak “uçuşa geçeceği”[4] yüzbinlerce işçiye böylelikle kavuşmuş oldu.
Bu ise, Türkiye işçi sınıfının bütününün değilse bile, en yoksun ve en kırılgan kesiminin, “en alttakiler”in Kürtleşmesi anlamına gelmektedir. Üstelik emek sektörüne ilişkin birbirini izleyen düzenlemelere (taşeronlaştırma, sözleşmeli işlere geçiş, sosyal hakların durmaksızın budanması, reel ücretlerdeki düşme eğilimi, örgütlenme girişimlerinin kriminalize edilmesi…) bakıldığında, onlar, işçi sınıfının marjlarında değil, neo-liberal “emek ideali”nin tam merkezinde yer almaktadırlar. Neo-liberal kapitalizmin yeni “işçi sınıfı” tahayyülünü, tam da yersiz-yurtsuzlaştırılmış, çoğunlukla aynı etnik/yerel kökeni paylaştığı taşeronların insafına terk edilmiş, örgütsüz, boğaz tokluğuna çalışmaya razı, talepkârlık düzeyi düşük, kaldığı bekâr evlerinde kaynattığı tencereyi nimet belleyen, sindirilmiş ve bastırılmış, sosyal haklarını ücretinden değil de, yerel destek ağlarından sağladığı için az masraflı Kürt emekçiler temsil etmektedir.
İşçi sınıfı içerisinde, hatırı sayılır bir kesimin yoksulluk sınırı altında yaşaması, ücretlerin toplam maliyet girdileri içindeki payının topyekûn olarak aşağıya çekilmesine yol açar. Hele ki “en alttakiler” diğer emekçilerin öfke ve etnik nefretlerinin hedefi hâline getirilebilirse, bir başka deyişle sınıf etnik temelde bölündüğünde, denetim ve sömürü çok daha yoğunlaştırılabilecektir.
Bugün Türkiye’de “Kürt sorunu”, sol cenahta genellikle sınıfsal bağıntılarından soyutlanarak bir “kimlik/etnisite” ve/veya “ulusal” sorun(u) bağlamında ele alınırken, bu (son derece önemli) sınıfsal boyut, ne yazık ki genellikle ihmal edilmekte. Bu ise, Türkiye sosyalist hareketinde, bir kutba yakın duranların kendilerini Kürt sorunundan uzak tutmaya gayret gösterirken, diğerlerinin Kürt sorununa salt kimlik perspektifinden baktığı ve Kürt hareketinin önerileri dışında bir perspektif üretemediği “emek-kimlik” eksenli bir polarizasyona yol açıyor.
Oysa isteyerek ya da istemeyerek kendini bir “Kürt partisi” olarak kurgulayan ve Kürt girişimcilerin, müteahhitlerin, esnafın, tüccarların da temsilciliğini üstlenen BDP açısından bu durum ne denli “anlaşılır” olsa da, Kürt sorununa sorgusuz angajmanın emekçi sınıflar arasında çalışmanın ihmaline yol açtığı Türkiye sosyalistleri açısından bu tablo, hiç de iç açıcı değil. Sosyalist etkilenimin böylelikle uzağına düşen “Türk” işçi sınıfı ve emekçiler, böylelikle “İslâmcı-milliyetçi” propagandanın tam boy hedefi hâline gelirken, sınıfsal konumlarını daha da geriletmekten başka bir “hayrı” olmayan bir etnik rekabete/çatışmaya taraf kılınmaktadır.
Kürt proleterleşmesinin ve proletaryanın (en alt kesimleri itibariyle) Kürtleşmesinin anlam ve içerimleri konusunda düşünmeye başlamadan önce, dilerseniz somut duruma bir göz atalım.

KÜRT PROLETERLEŞMESİNİN KAYNAĞI: KÜRT COĞRAFYASINDA YOKSULLAŞMA

“Zorunlu Kürt göçü” ile birlikte nüfusları katlanan büyük Kürt illeri[5] böylelikle de büyük bir hızla onmaz bir yoksullaşma sürecine sürüklendiler. Hem meslek örgütleri, hem insan hakları kuruluşları ve diğer sivil toplum örgütleri, hem de akademisyenlerin bu konudaki çalışmaları, tek bir yöne işaret ediyor: Kürt bölgeleriyle ülkenin geri kalanı arasındaki gelir uçurumunun, 1990’lı yıllarda devasa ölçüde açıldığı.
 Örneğin ODTÜ’den iki akademisyen, Doç. Dr. Tarık Şengül ile Prof Dr. Melih Ersoy’un 2002’de Diyarbakır ve Urfa’da yürüttükleri “kentsel yoksulluk” temalı çalışma, iki Kürt kenti ile Ankara verilerini karşılaştırma olanağını sunuyor bize:
Diyarbakır ve Şanlıurfa yoksulluk sorununun diğer iki kente göre çok daha yoğun biçimde yaşandığı kentlerimizdir. İşsizlik oranının yoksulluk düzeyinin en temel göstergelerinden birisini oluşturduğu görüşü benimsenirse, Zonguldak ve Ankara kentleriyle karşılaştırıldığında, Diyarbakır ve Şanlıurfa kentlerinde söz konusu sorununun ulaştığı boyut daha anlaşılır hâle gelmektedir. Ankara ve Zonguldak kentlerinde seçilen örneklem içinde “işsiz” olduğunu belirten deneklerin oranı sırasıyla, yüzde 12.4 ve yüzde 12.2 iken, bu oran Diyarbakır ve Şanlıurfa kentleri örneklemlerinde beş kat artarak sırasıyla yüzde 62.8 ve yüzde65.8 düzeyine ulaşmaktadır. İşsizlik oranının özellikle, Diyarbakır ve Şanlıurfa kentlerinde ulaştığı boyut, söz konusu yerel toplulukların yaşadığı yoksulluk ve toplumsal bunalımın ciddiyetinin en belirgin işareti olarak görülmelidir. (…) Ancak hemen belirtmek gerekir ki, iş sahibi olanların hepsinin düzenli işlerde çalıştığı varsayılmamalıdır. İş sahibi görünenlerin önemli sayılabilecek bir kısmı da enformel sayılan işlerde çalışmaktadır. İşsizler ve enformel işlerde çalışanlar birlikte değerlendirildiğinde, Ankara ve Zonguldak için örneklem içinde çalışabilir yaştaki nüfusa oranı sırasıyla 28.2 ve 15.3 tür. Diyarbakır ve Şanlıurfa için bu oran yüzde 72. 7 ve yüzde 73 tür. Diğer bir anlatımla bu iki kentteki örneklem içindeki çalışabilir nüfusun sadece yüzde 27 si düzenli işlerde çalışmaktadır. Bu çerçevede çarpıcı olan bir başka bulgu Ankara ve Zonguldak kentlerinde ücretli maaşlı kategorisinde yer alanların oranının, sırasıyla yüzde 42.3 ve 35.0, Diyarbakır ve Şanlıurfa kentlerinde göre, sırasıyla 12.4 ve 11.7, oldukça yüksek olmasıdır.[6]
Bu saptamaları aylık hanehalkı harcamaları, konutlarda temel kentsel hizmetlere erişim olanakları ve yeşil kart kullanımı gibi tablolarla desteklersek, durum daha açık bir tarzda gözler önüne serilecektir.

Tablo 1: HANEHALKI AYLIK HARCAMALARI (2002)[7]
Kent
Hanelerin aylık harcaması (milyon TL)
Hane büyüklüğü
Kişi başına aylık harcama
(milyon TL)
Kişi başına günlük harcama (USD)
Ankara
474.6
4.31
110.1
2. 62
Urfa
201.5
7.06
28.5
0.67
Diyarbakır
238.74
7.06
26.9
0. 64

Görüldüğü üzere, Urfa ve Diyarbakır’da kişi başına günlük harcama, Ankara’nın dörtte birinin altında kalmaktadır ve her iki kent de, Dünya Bankası’nın belirlediği açlık sınırı olan kişi başına günde1 USD’nin altında kalmaktadır. Kentsel hizmetlere erişime gelince:

Tablo 2: KENTSEL HİZMETLERE ERİŞİM (HANELERİN YÜZDESİ) (2002)[8]
Kent
İçme suyu yok
Elektrik yok
Kanalizasyon yok
Ev içi tuvalet yok
Ankara
0
0
0
0
Urfa
58.6
28.6
34.3
57.1
Diyarbakır
49.1
14.4
88.5
42.6

Ve 2002 yılında yeşil kartlıların oranı, Ankara’da yüzde 8.3 iken, Diyarbakır’da yüzde 39.3, Urfa’da ise yüzde 43.5’i bulmaktaydı!
“Bu veriler eskidi,” diyebilirsiniz. Doğrudur. O zaman gelin, Diyarbakır’dan “dumanı üstünde” bir haber:
 “17 Ekim ‘Dünya Yoksullukla Mücadele Günü’ nedeniyle açıklama yapan ‘Sarmaşık Yoksullukla Mücadele ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği’ Genel Sekreteri Mehmet Şerif Camcı, Diyarbakır’da 29 bin ailenin, yani yaklaşık olarak 180 bin kişinin açlık sınırında olduğunu, 5 bin ailenin ise yardım almadığında geceyi aç geçirdiğini, kentteki işsizlik oranının da yüzde 60’ın üstünde olduğu açıkladı.
Diyarbakır merkezli Sarmaşık Yoksullukla Mücadele ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği Genel Sekreteri Mehmet Şerif Camcı, yoksulluğun Diyarbakır ve bölge illerinde çok daha fazla hissedildiğini belirtti. Son 6 yıl içerisinde 29 bin ailenin başvuru yaptığını dile getiren Camcı şu bilgileri verdi:
* Bu ailelerin başvurusu bize şunu söylüyor: ‘Temel gıda gereksinimlerimi karşılamakta güçlük çekiyorum’. Bu 29 bin ailenin, yaklaşık olarak 180 bin kişinin yani kentin dörtte birinin açlık sınırında olduğunun başvurusudur.
* Bunun da ötesinde Afrika’daki yoksullukla eşdeğer düzeyde olan yaklaşık 5 bin aile var. Bu da yaklaşık olarak 30 bin kişi ediyor. Bu aileler, bir öğün destek sunulmadığında o geceyi aç geçirmek zorunda kalan kesim.”[9]
Diyarbakır ve Urfa’nın da “en alttakiler”i olan bu Kürt yoksullarının ana gövdesini, devletin “Düşük yoğunluklu savaş” konsepti çerçevesinde yerlerinden edilen, geçim temelleri tahrip edilen, mülksüzleştirilmiş (ev-barkları yakılmış ya da korucularca el konulmuş, hayvanları telef edilmiş…) zorunlu göç mağdurları[10] oluşturmaktadır. Ve Kürt bölgelerinde kalanlara düşen ender işlerden biri, kamyon kasaları ya da minibüslere doluşup, mevsimine göre Orta Anadolu’da soğan, şeker pancarı, kayısıya, Çukurova’da pamuğa, Ege’de yaş sebze, zeytine, Karadeniz’de fındığa gitmektir.

MEVSİMLİK TARIM İŞÇİLERİ

Çiftçi Sendikaları Konfederasyonlaşma Platform Sözcüsü Abdullah Aysu’ya göre resmî istatistikler sayılarını 190-200 bin olarak verse de, kayıtdışı kalanlar ve çocuklar hesaba katıldığında bir milyonu bulmaktalar.[11] Yine Aysu’nun aktarımıyla, “TÜİK verilerine göre, 2005’te erkek bir mevsimlik işçinin ortalama günlük ücreti 18,06, kadın mevsimlik işçininkiyse 13,62 YTL’ydi. En düşük ücret kadınlar için Hatay’da 10,83, erkekler için Aydın’da 12,82 YTL’ydi. Devlet işletmelerindeki erkek mevsimlik işçininki 25,60, kadın mevsimlik işçininkiyse 23,12 YTL oldu.”[12] (Bu parayı çalıştıkları dört ay boyunca aldıklarını, yılın işsiz olarak geçirdikleri sekiz ayında da bununla geçinmeye çalıştıklarını vurgulayalım!)
Alabildiklerinde, bu ücretlerin hepsinin onların cebine gitmediği de malûm: Mevsimlik işçiler ücretlerinin bir bölümünü "elci", "dayıbaşı", "çavuş" denen aracılara komisyon olarak veriyor. İşçilerin yaşadıkları yerden çalışacakları yerlere ulaşımını, nerede, hangi işlerde çalışacağını da bu aracılar düzenliyor.
Mevsimlik tarım işçilerinin yaşam koşullarıysa Etiyopya standartlarında: Çoğunlukla kamyonların kasalarına doldurulup, istif şeklinde taşınıyorlar. Genellikle (çoğunlukla naylondan yapılma, derme çatma) çadırlarda kalıyor. Sağlıklı su ve kanalizasyona erişemiyor. Sağlık sorunlarını kendileri çözmek, maliyetini üstlenmek zorundalar. Bu süre çalışma süresinden sayılmıyor. Sosyal güvenceleri, sigortaları yok. Köylüler mevsimlik işçileri genellikle içine kabul etmez.[13] Çadırlar genellikle su kaynaklarının yanıbaşında kurulduğu için sivrisinek kaynaklı hastalıklar, güneş çarpması, tarım ilacı zehirlenmesi, akrep sokması da cabası[14]
Mevsimlik tarım işçileri, bunun yanı sıra, hem yerel halkın hem de idarî amirlerin ayrımcı davranış ve uygulamalarının hedefi. Gittikleri bölgelerde “terörist” muamelesi görürken genellikle yerli halk tarafından da dışlanıyor, aşağılanıyorlar.
Diyarbakır’dan Sakarya’ya gelen 7 çocuk babası Fevzi, “Gelir gelmez muhtar bizim bütün kimliklerimizi topladı,” diyor örneğin. “Bize burada suçlu gibi davranıyorlar. Geçen yılda Ordu’ya gitmiştim, orda da bize aynı davranmışlardı. Biz 12 saat çalışıp 18 YTL alırken buralı insanlar 8 saat çalışıp 25 YTL alıyorlar bu Allah’a reva mı? Bundan sonra kendi topraklarımda ölürüm açlıktan ama buralara gelmem.”[15]
Böylelikle geçici tarım işçileri, gittikleri her ilde mülkî erkânın farklı bir sürpriziyle karşılaşıyorlar. İşçiler kent sınırlarına varmadan vilayette toplantılar düzenlenerek “aralarına sızabilecek bölücü mihrakların bu insanların arasına fitne ve nifak sokması”na karşı önlemler düşünülüyor örneğin.[16] Ya da daha “radikal” önlemlerle, Kürt işçilerin il ve ilçelere girişleri yasaklanıyor; başka ülkelerden mevsimlik işçi ithal ediliyor.[17] Ve işçilere seyyar tuvalet çok görülürken, çadır alanlarının hemen yakınına mobil polis merkezlerinin kurulması ihmal edilmiyor[18] … Ya da işbaşı yaptıktan birkaç gün sonra, “istihdam fazlası var,” diye işten çıkartılıp, birkaç gün sonra yerlerine -örneğin- Doğu Karadenizli işçilerin alındığını öğreniyorlar![19]
Kuşku yok ki, mevsimlik tarım işçisi Kürtlere mülki erkânın nasıl davranacağı, bir “keyif” meselesi değil. Bu konudaki temayüller, merkezî düzlemde alınan kararlar doğrultusunda biçimlenmekte. Nitekim, 24 Mart 2010 tarihli Resmî Gazete’de bu konuda bir Başbakanlık genelgesi yayınlandı. Bakın Başbakanlık, mevsimlik tarım işçilerinin sorunlarını nasıl “gidermeyi” öngörüyor:
Görünüşte bu genelgenin amacı mevsimlik işçilerin “sorunlarının giderilmesi”dir. Ama asıl amacı işçilerin hem kendi memleketlerinde hem de gittikleri bölgelerde oluşturulacak “izleme kurulları”yla kontrol edilmesidir. Bu izleme kurullarında toprak sahipleri, tarım işverenleri, yerel ve merkezi otoritenin temsilcileri, işverenin temsilciliğini yapmaktan başka bir işi olmayan İş-Kur temsilcileri ile sendika temsilcileri olacaktır. “Aracılar”, yani işçileri pazarlayan “dayıbaşı” ve “elçi”ler, bu insan simsarları da burada bulunacaktır. Genelgeye göre devlet işçi temini için “ihtiyaca göre” (yani tarım kapitalistlerinin, toprak sahiplerinin ihtiyacına göre) tren seferlerini artıracaktır. Bu işçiler il ve ilçe merkezlerinde ancak “geçici olarak” ve “ihtiyaç hâlinde ve imkânlar dâhilinde” konaklayabileceklerdir. Bunun dışında şehir merkezlerinde “gelişi güzel konaklama ve beklemelerine fırsat verilmeyecektir”. Mevsimlik işçiler “toplulaştırılmış uygun yerleşim yerleri”nde kalmaya zorlanacaktır. Bu yerlerin elektrik, su vb. ihtiyaçları için “kullanım bedelleri” yine işçilerden alınacaktır. Bu yerleşim yerlerinde kalan işçilerin ve ailelerinin kimlik bilgileri Kimlik Bildirme Kanunu’na göre alınacak, ayrıca, bu yerlerde polis ve jandarma tarafından gece ve gündüz "güvenlik amaçlı devriye faaliyetleri” yapılacaktır. Herhâlde polis ve jandarma tarım işverenlerinin “ihtiyacı” doğrultusunda, bu insanların gereği gibi sömürülmelerini ve olay çıkarmamalarını kontrol edecektir. Sefalet ve açlık ücretinin altında çalışan işçiler, bir de masrafı kendilerinden olmak üzere toplama kampı koşullarında kalacak ve fişleneceklerdir. Yerel halkla ve işçilerle temasları asgariye indirilecektir. Bu da “ihtiyaca” uygun olsa gerek.[20]

YA BATI METROPOLLERİNDE?

Tarım işçisi Kürtlerin durumu bu. Ya Batı’daki kentlere geldiklerinde?
Emin olun, koşullar değil, sadece sahne değişiyor. Naylon çadırların yerini sekiz on işçinin birlikte kaldığı bekar odaları, sık sık tutuşan işçi barınakları, elcilerin, dayıbaşıların yerini taşeronlar, orağın, çapanın yerini ise çekiç, mala, fırça, matkap, İngiliz anahtarı alıyor, o kadar. Ücretler yine açlık düzeyinde yerli işçilerinkinden düşük, işler yine güvencesiz, çalışma koşulları sağlıksız, çalışma temposu yoğun.
Örneğin, çoğunlukla Kürt ve Karadenizli 30 bin kadar işçinin çalıştığı Tuzla Organize Deri Sanayi… (Adı “deri” olsa da bölgede metal, kimya, boya, otomotiv yan sanayi, ambalaj, gıda, inşaat, makine, basım, tekstil, mermer granit, demir çelik, plastik ve lojistik gibi diğer işkolları ağırlık kazanmış. Bu fabrikalar yabancı firmalara ve büyük markalara yan sanayi üretimi yapıyor. Bir başka deyişle, neo-liberal “küresel” dünya ekonomisine eklemlenmiş, “çağdaş” standartlarda işletmeler.
 “Genel ücret asgari ücret 739 liranın biraz üzeri. Ancak asgari ücretin altında ücretle işçi çalıştıran fabrikalar da var. Çalışma süreleri günlük 9 saat. Cumartesi de çalışma günü. Çoğu fabrikada zorunlu fazla mesai yaptırılıyor ve işçiler 12 saate kadar çalıştırılıyor. Sigorta primleri ise alınan ücret üzerinden değil asgari ücret üzerinden ödeniyor.
Ücretlerin düşük olduğu fabrikalarda, çalışma koşulları da ağır. Birçok fabrikada tuvalete gitmek yasak. Çay molaları 10 dakika, yemek molaları ise yarım saatle sınırlı. İşe gelinmeyen bir gün için işçilerin 3 günlük yevmiyesi kesiliyor. Üretimde hata yapılması hâlinde bu işçilerin ücretinden kesiliyor. Kamera sistemiyle işçiler gün boyu izleniyor. Özellikle metal iş kolunda iş kazaları çok yaşanıyor. Parmaklarını makineye kapatan işçiler, hiçbir tazminat ödenmeden işten atılıyor. Tekstil iş kolunda ise iş adeti usta tarafından belirleniyor. Gün içinde bu sayıyı tutturamayan işçiler ücretsiz fazla mesaiye kalarak rakamı tamamlamak zorunda bırakılıyor. Özellikle boya, kimya, tekstil, plastik gibi işkollarında meslek hastalıkları fazlaca görünüyor. Verem, solunum yolu hastalıkları, kıl dönmesi ve bel fıtığı sık görülen rahatsızlıklar arasında. Patron ve ustabaşlarının küfür ve hakaretleri olağanlaşmış. ‘Bizim fabrika cennet gibi’ diyen bir işçi şunları anlatıyor: ‘Asgari ücret alıyoruz. Çalışma saatleri de uzun ama bizim fabrikada küfür yok. Bir de ücretler zamanında ödenir.’”[21]
Batı kentlerinde zorunlu göç mağduru Kürtler, en yoğun olarak çalıştırıldıkları inşaatın[22] yanı sıra, imalat sektöründe, tersanelerde, tekstilde büyük ölçüde vasıfsız işgücü olarak istihdam ediliyor. Genellikle akrabalık, etnisite ya da hemşehrilik bağlarıyla dahil oldukları enformel taşeron ağlar aracılığıyla devşirilen bu işçiler, kentsel işçilerin de “en alttakiler”ini oluşturmakta.
Türkiye’de 1990’lı yıllardan itibaren yoğun biçimde uygulanmaya geçilen neo-liberal esnek sermaye birikimi siyasaları, bilindiği üzere üretimin dikey ve yatay olarak parçalanarak büyük üretim birimlerinin tasfiyesini öngörüyor. Böylelikle, “artık büyük tekstil fabrikaları yok, ama varoşlardaki her sokakta bir apartmanın 2. ya da 3. katı bir tekstil atölyesi olarak çalışıyor…”[23]
Çalışma koşulları mı? Köylerine gönderilmiş, silikozisten ölmeyi bekleyen Kürt kot taşlama işçileri çalışma koşullarının ne olduğunu anlatmıyorsa eğer, şu birkaç gün içine sığan haberler anlatmalı:
● Bursa’nın Yıldırım ilçesinde çalıştığı inşaatın dördüncü katından düşen işçi hayatını kaybetti. (7 Kasım 2012)
Bunlar sadece bu tebliğin kaleme alındığı Kasım 2012’nin 17 gününe sığan iş kazaları[24] … İş güvenliği önlemlerinin söz konusu bile edilmediği, denetimlerin -oluyorsa eğer- baştan savma yapıldığı, işçilerin sürekli daha fazla çalışmaya zorlandığı, molaların yetersiz, iş araçlarının, makinelerinin bakımsız ve eski, tahkimlerin derme çatma olduğu, taşerona teslim iş yerleri… Tuzla Araştırma Grubu, Türkiye’de neo-liberalizm ile “Kürt Sorunu”nun kesiştiği titiz çalışmalarında, Tuzla Tersaneler Bölgesi’nde ardı arkası kesilmeyen iş cinayetlerini tetikleyen etkenleri şöyle sıralıyorlar, örneğin:
“Tuzla’da 1992 yılından bu yana yaşanan 100’ü aşkın sayıda iş cinayetini tetikleyen en önemli faktörler, iş güvenliğine yatırım yapmayan, taşeronluk sistemiyle işçi ücretlerini minimum düzeye indiren, parça başı çalışma sistemi yüzünden sürekli bir zaman sıkışmasını işçilere dayatan, artı değer hırsından müteşekkil kapitalist büyüme itkisinin Tuzla’daki yansımasıyla şekillenmiştir… Tuzla Tersaneler Bölgesi’nde tersanecilik faaliyeti gösterilen tersanelerin alanları 2126 m2 ile 196 376 m2 arasında değişirken, dünya gemi inşa sanayisi sıralamasında ilk üçte yer alan Güney Kore’de sadece bir tersanenin kapladığı alan 500 bin metre kare olduğu altı çizilmesi gereken bir gerçektir. Bu karşılaştırmanın Tuzla örneğinde ortaya koyduğu çok net bir sonuç vardır: Üretimin dar alanda yoğunlaşması. Farklı bir ifadeyle, alınan siparişlerin boyutları dikkate alındığında, Tuzla Tersaneler Bölgesi’nin kapasitesi haddinden oldukça fazla bir şekilde aşılarak, bariz bir şekilde üretim için mekân sıkışmasının yaşanmasına yol açmaktadır.”[25]

SINIF ÖRGÜTLERİNDEN CEMAAT ÖRGÜTLERİNE

Yanı sıra, taşeron işçiler, örgütsüzdür. Örneğin Tuzla sanayi bölgesinde çalışan 100 bini aşkın işçiden sendikalı olanların sayısı, 3200 olarak bildirilmektedir.[26] Sendikaların terk ettiği alanlarda boşluğu çoğunlukla ataerkil temelde işleyen “informel dayanışma ağları” (akraba dayanışması, hemşeri dernekleri, dinsel cemaatler…) doldurmaktadır. Dahası, bu tip örgütlenmeler, yapıları gereği, sermayenin çıkarlarına eklemlenebilmektedir:
“Sendikalaşmanın az olduğu bu bölgede işçiler daha çok yöre dernekleri üzerinden bir araya geliyor. Buralar daha çok iş ve işçi bulma kurumları gibi çalışıyor. Her işçi kendi memleketlisi için arayışa giriyor. Yerel yönetimler yoluyla dağıtılan yardımlarda da yöre dernekleri etkin. Belediye yönetimleriyle kurulan dirsek temasları nedeniyle, yöre derneklerinin işaret ettiği kişilere yardım paketleri gönderiliyor. Hatta bu konuda muhtarlıkları bile geride bıraktığı söyleniyor. Ancak bu etkinin karşılığı olarak da seçim dönemleri için pazarlıkların yapıldığı yine söylenenler arasında.
Yöre derneklerinin bu etkin durumu nedeniyle hangi işçiyle konuşulursa konuşulsun, birlik olmak ya da sanayi bölgesinde bir şey yapmak için dernekler işaret ediliyor. Bu konuyu konuştuğumuz işçi kökenli bir dernek yöneticisi şunları anlatıyor: ‘Aslına bakılırsa yöre derneği sınıf anlayışını dağıtıyor. İşçinin yöre derneğini işaret etmesi de aslında kavgadan kaçmanın başka adı. Sistem de bunu kışkırtıyor. 89 Bahar Eylemleri döneminde bir dernek kurabilmek çok zordu. O zamanlar dernek filan da yoktu. Şimdi bilerek yaygınlaştırıldı.’ (…)
AKP’nin işçiler içindeki ağırlığından güç alan cemaatlerin de etkinliği hızlanmış. Hemen her fabrikada bir cemaat örgütlenmesinden söz ediliyor. Ekonomik olarak AKP’ye bağlanan işçiler, bir süre sonra muhafazakâr bir yaşama yöneliyor ve burada karşısına cemaatler çıkıyor. Gerçek cemaatçi işçi sayısının bu kadar olmadığını, cemaatlerin çevresinde toplanan bazı işçilerin borç bulmak, iş bulmak için böyle davrandığı ve çocuklarını bu cemaatlerin Kuran kurslarına gönderdiği de söylenenler arasında. Ancak her ne sebeple olursa olsun bu yönelme bir süre sonra işçinin yaşamını, aile hayatını ve bir süre sonra düşünce yapısını da belirler hâle geliyor. Bir işçi cuma namazlarına katılanların sayısındaki artışı buna kanıt olarak sunuyor: ‘Cuma günleri sanayideki cami tıka basa doluyor. Öğlen saatlerinde trafik kilitleniyor. Bu durum daha önce böyle değildi.’
Kimi yerlerde bu örgütlenme sendikal çalışma ve fabrika içi işleyişe engel olmuyor. Ama, cemaatler güçlendikçe bu konulara da el atıyorlar. Kimi cemaat toplantılarında ‘sendikalaşmanın günah’ olduğu yönünde vaazlar verildiği söyleniyor. Kurultay çalışmalarına da katılan bir işyeri temsilcisi böyle bir durumu bizzat yaşamış: ‘Bir üyemiz ‘haram’ diye sendikadan istifa etti.’ Bazı fabrikalar da bu örgütlenmeyi patronlar açıktan destekliyor. Cuma namazlarını kıldırmak için fabrikaya cemaatten imam getiren patronlar var.”[27]
Öte yandan, ana gövdesi Kürt göç mağdurlarından oluşan taşeron işçiler, çoğu neo-liberal uygulamaların dayattığı esnek istihdam formlarına uyarlanmakta ayak direyen geleneksel sendikaların ilgi alanının dışında kalmakta. Ferda Koç bu durumu,
“Sendikal bürokrasi, toplu sözleşme düzeninin çekirdek bir işçi grubuyla sürmesi karşılığında deregülasyon politikalarına teslim oldu. Güvenceli işçi gurubu daralıyor, ama sendikaların aidat gelirlerinde ciddi bir düşme yaşanmıyordu. Kimi yerlerde sendikacıların taşeron şirketlerin gizli ortakları olarak yetkili oldukları işyerlerinin taşeronlaştırılan hizmetlerini sağladıkları dahi görüldü. Örgütlü işçiler ise zaman içinde sendikal bürokrasi ile çıkar birliği oluşturdular. Güvencesiz işçilikle mücadele etmek yerine, sendikal bürokrasinin kuyruğuna takılarak, güvencesiz işçiliği, kendi ‘ayrıcalıklı’ konumlarının güvencesi saymaya yöneldiler. Sendikal bürokrasi açısından güvencesiz işçiler, örgütlenmesi imkânsız, ‘işçi’ niteliği taşımayan ‘geçici’ unsurlardan ibaretti.”[28]
sözleriyle açıklıyor.

SINIF-İÇİ ETNİK ÇATIŞMALAR

İşçilerin sömürülme deneyimlerini paylaşacağı ve buna karşı ortak stratejiler geliştireceği sınıf mekanizmalarının yokluğu ve örgütlenmelerin daha çok yerel/etnik temelli olarak gerçekleşmesinin kaçınılmaz getirisi, işçi sınıfının çeşitli unsurlarının etnik temelde karşı karşıya getirilmesi olmuştur. “Şehit cenazeleri”nden, “sefalet ücretlerine razı olarak yerli işçileri işlerinden eden, ücret düzeylerini aşağıya çeken Kürt işçiler”e, “Kürtler geldi kadınlarımız-kızlarımız sokağa çıkamaz oldu”ya, galeyana gelmek için bir küçük kıvılcım bekleyen bir dizi “millî hassasiyet” kamuoyunun genelinde olduğu kadar, kendilerini “Türk” hisseden işçiler arasında da yaygındır ve gündelik olarak deneyimlenmektedir. Etnik işbölümü, durumu daha da vahimleştiriyor.[29]
Öte yandan, formel işe alma mekanizmalarının etkisizleşerek ilksel bağlara dayalı ilkeler doğrultusunda işleyen (hemşerilik, akrabalık, komşuluk, cemaat bağları, bölgesel/etnik bağlar) taşeronluk sistemi, aynı işyerinde çalışan işçi gruplarını birbirine kapalı entiteler hâlinde örgütlemektedir.[30] Ayrımcılık ve baskı, Kürt işçilerin gündelik deneyimleri arasındadır.
İşçiler arasındaki bölünme ve rekabet, her zaman olduğu gibi patronlar tarafından manipüle edilmekte ve daha da ballı bir kâra dönüştürülmektedir. Hem de birkaç yoldan.
Örneğin işçilerin örgütlenme girişimleri, özellikle Kürt işçiler ön planda rol alıyorsa, patronlar tarafından “bölücü/terörist faaliyet olarak kriminalize edilirken Kürt ve militan işçiler diğerlerinden tecrit edilmektedir.
Yanı sıra, işyerlerindeki etnik gerilimler, üretimi arttırma motifi olarak kullanılabilmektedir. Örneğin Tuzla Sanayi Bölgesinde:
“Patronlar da bu ayrımı sonuna kadar kullanıyor. Türk işçilere, Kürt işçiler için ‘Bunlar terörist’ diyen patronlar var. Ama bu kadar kavgaya, tartışmaya, suçlamaya rağmen Kürt olduğu için işten atılan işçi neredeyse yok. Bölgedeki ileri işçiler patronların bunu bilerek yaptığını söylüyor. ‘Adam parasına bakar gerisi laf’ diyen bu işçiler, yaşanan ayrımın sonuçlarını şöyle anlatıyorlar: ‘İşçiler birbirine düşman ediliyor. Sonra da bunlar bandın başına geçiyor. Türk işçi Kürt işçi zor duruma düşsün, Kürt işçi de Türk işçi zor duruma düşsün diye üretimi ha bire artırıyor. Bundan kazanan ise sadece patronlar oluyor.’ (…)
Ayrım yapılan bir başka konu ise mezhepsel farklılıklar. Patronlar bu konuda da işine geldiği gibi davranıyor. CHP’li bir patron, sendikalaşan cemaat üyesi işçileri toplayarak ‘Siz namazında niyazında insanlarsınız. Ne işiniz var komünist işi sendikalarda’ diye konuşabiliyor. Bunun örnekleri farklı görüş, milliyet ve dinden patronların kurduğu ortaklıklarda da yaşanıyor. İşçiler şunları anlatıyor: ‘Her patron kendine yakın işçileri işe alıyor. Sonunda kurulan sistem nedeniyle fabrikadaki işçiler birbirleriyle rekabete girerken, tartışırken hatta kavga ederken patronlar da kârlarını bölüşüyor.’”[31]
Bir başka deyişle, Ferda Koç’un kırsal emekçiler için söylediklerini kentsel işçilere uyarlayacak olursak, ırkçılık/etnik nefret, Türk işçiler açısından “düşük ücretli Kürt emeği ile rekabet” stratejisiyken, patronlar için bir “emek denetimi yöntemi”dir.[32]
Ve tüm bunlar, 1980’li yıllardan bu yana “küresel sisteme entegre olmak” için çabalayan Türk sermayesini “uçuşa geçiren” etkenlerin başına yerleşmektedir: Tersanecilik,[33] tekstil, inşaat… hasılı kayıtdışına açık, deregülarize, taşeron, ucuz, vasıfsız işgücüne dayalı sektörler, ana gövdesi zorunlu göç mağduru Kürt işçilerin oluşturduğu ucuz işçi ordusu sayesinde zirveye koşmaktadır… Evet, Türkiye Çin’le rekabet eder duruma gelmiştir: ucuz işgücü kaynakları açısından…

TOPARLAYACAK OLURSAK…

Evet, Türkiye’de işçi sınıfının alt katmanlarında belirgin bir Kürtleşme yaşanıyor. Bir yandan Kürt bölgelerinde 1980’li yıllardan itibaren düşük yoğunluklu savaşın da etkisiyle yatırımların durması, hayvancılığın bitirilmesi vb. sonucu yoğunlaşan yoksullaşmanın, bir yandan da devletin bir “savaş taktiği” olarak kırsal halkı göçe zorlamasının etkisiyle mülksüzleşen ve yerlerinden edilen Kürt köylü yığınları, kırsal ve kentsel proletarya saflarına katılarak onun en alt katmanlarını oluşturdu.
Bu sürecin neo-liberal iktisadî politikalar doğrultusunda emek sektörünün çeşitli yollardan deregülarize edilmesiyle çakışması, yeni Kürt proleterlerin durumunu hem ücretler, hem çalışma koşulları, hem de örgütlenme olasılıkları açısından çok daha kırılgan kılacaktı. Neo-liberal istihdam siyasalarının getirileri olan taşeronlaşma, kayıtdışılaşma, sözleşmelileşme, örgütsüzleşme süreçleri, işçi sınıfının bu yeni üyelerini alabildiğine (ve tabii son derece olumsuz yönde) etkiledi.
Ancak Kürt emekçiler, yaşam koşullarını daha da zorlaştıran ekstra bir durumla karşı karşıyalar: sınıf içinde boyveren ve patronlar tarafından sınıfı denetleme ve mücadeleciliğini kırma stratejileri için taşıdığı paha biçilmez değer kısa sürede fark edildiği için hemen temellük edilen ırkçılık ve ayrımcılık.
Bu tablo, hem emek, hem de Kürt hareketinin önüne koyduğu engellerin yanı sıra, aynı zamanda da zengin olasılıklar sürüyor.
Öncelikle, Türkiye sosyalist hareketi içerisinde yer alan bizler, Kürtlerle dayanışmayı salt “enternasyonalist dayanışma” formatında algılamaktan vazgeçmek durumundayız. Halkların kendi kaderini tayin hakkı elbette sosyalistler açısından ilkesel ve tartışmasızdır. Ancak bu, ne Batı metropollerindeki (ve de kırsalındaki) Kürt emekçilerin sorunlarının Kürt hareketine havale edilmesi anlamına gelmez. Sınıfın birliği için mücadele etmek, aynı zamanda hepimizin soluğunu kesen ve altında ne emek ne de özgürlük mücadelesi verilmesini olanaksız kılan şoven iklime karşı mücadele etmektir.
Bir başka deyişle, “sınıf”ın soyut ve homojen bir biçimleniş olmadığını, her biri kendi zorluklarını yaşayan ve özgün talepleri bulunan Kürt-Türk-Laz-Arap-Alevi vb. etnik unsurlardan oluştuğunu, yani sınıf ile kimliğin bir madalyonun birbirinden ayrılmaz iki yüzü olduğunu aklımızdan çıkarmamalı, “ekonomik” taleplerle “kültürel” olanları kaynaştırarak “sınıfı siyasallaştırma” hedefini önümüze koyabilmeliyiz.
Kürt Hareketi de sınıfsal tabanının artan ölçülerde yoksullara ve emekçilere dayandığının bilincinde olarak davranmalı, ana gövdesini ve en alttakileri Kürtlerin oluşturduğu emekçilerin sorun ve mücadelelerini daha fazla gündemleştirmelidir.[34]
Eğer çok geç kalınmadıysa, bu ülkeyi Yugoslavya’laşmaya götüren süreç, ancak böyle önlenebilir, taşeronlardan, elcilerden, patronlardansa birbirlerine güvenmeyi öğrenen Kürt ve Türk emekçiler, nasıl yaşamak istediklerine böylece birlikte karar verebilirler…

17 Kasım 2012 17:24:44, Ankara.

NO T L A R
[*] Newroz, Yıl:6, No:225, 24 Kasım 2012…
[1] Özdemir Asaf.
[2] Olaylar internet kaynaklarından derlenmiştir.
[3] Nitekim, 2000’li yılların başından beri tarımda uygulanan neo-liberal reçeteler çerçevesinde, yalnızca destekler değil, destekleme sisteminin üzerine oturtulduğu tüm kurumlar tasfiye edilmiş; 2000-2006 tarihleri arasında 1.7 milyon insan tarımsal üretimden kopmuştur. (Necdet Oral, “Tarımın Ücretli Köleleri”, http://bianet.org/bianet/emek/101015-tarimin-ucretli-koleleri)
[4] John Hopkins Üniversitesi’nden doktora öğrencisi Erdem Yörük’ün şu sözleri bu saptamayı ete-kemiğe büründürmektedir:  “Şöyle ki, uzun süredir ‘Çin geliyor, Çin geliyor’ diye feryat figan içerisinde olan Türk tekstil ve konfeksiyon sektörü, dünya liginin ilk üç sırasındaki yerini bir türlü bırakmamaktadır. İhracat oranlarının sürekli artmasıyla, Türk firmaları Avrupa’nın en büyük tekstil ve konfeksiyon tedarikçisi olmuşlardır. Aynı şekilde, daha düne kadar boğaza köprü bile yapamayan Türk inşaat firmaları 2006’da Çin ve ABD’nin ardından dünya üçüncüsü hâline gelmiştir. Türk mütahitlerinin yevmiyesi 50 TL’den kayıtdışı Kürt işçileri çalıştırmadan bu ‘başarıyı’ yakalamaları, üzgünüm ama, mümkün değildir.” (İsmet Kayhan, söyleşi, “Türkiye’de işçi sınıfı Kürtleşti”, ANF, 1 Aralık 2009, http://www.firatnews.org/index.php? rupel=nuce&nuceID=17765)
[5] Göç sonucunda, Diyarbakır’ın nüfusu üçe katlandı. 1990 nüfus sayımına göre 380 bin dolayında olan Diyarbakır nüfusu, 5 yıl içinde 1 milyonu geçmişti. (N. Temeltaş, “Diyarbakır’ı Nasıl Bilirdiniz?” TMMOB, Bölgeiçi Zorunlu Göçten Kaynaklanan Toplumsal Sorunların Diyarbakır Kenti Ölçeğinde Araştırılması, Ankara, 1998: 19).
[6] T. Şengül ve M. Ersoy, “Kentsel Yoksulluk ve Geçinme Stratejileri: Ankara, Diyarbakır, Şanlıurfa Ve Zonguldak Kentlerine İlişkin Karşılaştırmalı Bir Değerlendirme”, Sosyal Hizmet Sempozyumuna sunulan bildiri, Antalya 2003.
[7] Kaynak: Şengül ve Ersoy, 2003.
[8] Kaynak: Şengül ve Ersoy, 2003.
[9] Mahmut Oral, “Yoksulluk Kasıp Kavuruyor”, Cumhuriyet, 18 Ekim 2012, s.13
[10] Hükümetin Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü’ne yaptırdığı ve sonuçları 6 Aralık 2006’da kamuoyuna duyurulan araştırmaya göre, zorunlu göç mağdurlarının sayısı 950 bin ila 1 milyon 200 bin arasında. (Dilek Kurban, “Mevsimlik İşçiler: Zorunlu Göç Mağdurları”, BİA Haber Merkezi, 10 Ağustos 2007, http://bianet.org/bianet/bianet/100867-mevsimlik-isciler-zorunlu-goc-magdurlari)
[11] ANF ise Kürt mevsimlik tarım işçilerinin sayısını 3 milyon olarak veriyor. Ve yüzde 99’unun “ne sendikadan ne sosyal haklardan ne emeklilikten ne de toplu iş sözleşmesinden haberi” olmadığını ekliyor. (İbrahim Açıkyer, “Kürtler kayıtdışı çalıştırılıyor”, 4.8.2012, Özgür Gündemhttp://www.ozgur-gundem.com/index.php?haberID=46420&haberBaslik=K%C3%BCrtler%20kay%C4%B1td%C4%B1%C5%9F%C4%B1%20%C3%A7al%C4%B1%C5%9Ft%C4%B1r%C4%B1l%C4%B1yor&action=haber_detay&module=nuce.
[12] İHD raporuna göre, geçici tarım işçilerinin ücretleri, aynı işi yapan yerli işçilerin ücretlerinin 2/3’ü ile ½’si arasında değişiyor. Örneğin 2007’de Karadeniz’e fındık toplamaya gelen Kürt işçilerinin yevmiyesi 11 saatlik işgünü için 20-27 TL iken yerli işçilere aynı aynı iş için 35-40 TL verilmekteydi. (Nilay Vardar, “Mevsimlik İşçi Yoksulluğun Yanında Ayrımcılıkla Uğraşıyor”, http://bianet.org/bianet/toplum/109106-mevsimlik-isci-yoksullugun-yaninda-ayrimcilikla-ugrasiyor) Dahası, geçici tarım işçilerinin ücretiyıllardır sabitlenmiş gözüküyor. Örneğin 2012 yılı itibariyle Diyarbakır Ziraat Odası’nın açıkladığı yevmiye ücreti, 26 TL.’dir! (“Mevsimlik İşçilere İnsanlık dışı Koşullar”, 10 Ağustos 2012, http://www.sinifmucadelesi.net/spip.php? article759)
[13] Tolga Korkut, “Mevsimlik İşçiler: Dışlananların En Dışlananı”, Bianet, 8 Ağustos 2007, http://bianet.org/bianet/bianet/100752-mevsimlik-isciler-dislananlarin-en-dislanani
[14] Bkz. Ezgi Sanlı, “Dört Mevsimlik Dram”, Marksist Tutum, sayı 85, Nisan 2012.
[15] Nilay Vardar, “Mevsimlik İşçi Yoksulluğun Yanında Ayrımcılıkla Uğraşıyor”, http://bianet.org/bianet/toplum/109106-mevsimlik-isci-yoksullugun-yaninda-ayrimcilikla-ugrasiyor.
[16] “Bursa Valisi’nin Kürt İşçi Tedirginliği”, 15 Mayıs 2012, http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=45002
[17] “Doğu ve Güneydoğu’dan yaz sezonunda Karadeniz’e fındık toplamaya gidenler için bu umut kapısı da kapandı. Karadeniz Bögesi’nde fındık toplamak için bu yıl Gürcistan’dan işçi getirilecek. Fındık toplama işlerinde çalışmak üzere Doğu Karadeniz bölgesine giden mevsimlik tarım işçisi Kürt kökenli yurttaşların, Ordu ve Trabzon ile ilçelerine girişi yasaklandı. Valiliklerin GBT taramasını geçebilen ve çalışma karnesi olan işçiler de herhangi bir yerde toplanmadan ve kent merkezlerine girmeden doğrudan çalışmak üzere anlaşma yaptığı yere gidecek.
Kararın geçtiğimiz ay Giresun’da toplanan “PKK zirvesinde” alındığı bildiriliyor. Buna göre, fındık toplamak için gelecek tarım işçilerinin kente girmeden önce kimlikleri polis ya da jandarmaya verilerek GBT sorgulaması yapılacak. İşçiler çalışacakları yeri İl Tarım Müdürlüğü ve Ziraat Odası Başkanlığı’na da bildirecek.” (Evren Barış Yavuz, “Şüpheli, Hastalıklı, İşçi ve Kürt!”, http://www.haberfabrikasi.org/s/?p=4171)
[18] Evren Barış Yavuz, “Şüpheli, Hastalıklı, İşçi ve Kürt!”, http://www.haberfabrikasi.org/s/?p=4171
[19] “Kovulan Kürt işçilerin yerine Karadenizli işçiler alındı”, http://www.diyarbakirhaber.gen.tr/haber-576-Kovulan-Kurt-iscilerin-yerine-Karadenizli-isciler-alindi.html
[20] Vedat Özgür, “Kürt Tarım İşçilerine Karşı Sermayenin Politikası”, İşçi Birliği, 2010, sayı: 5.
[21] “İşçilerin Bölünmesi Patronlara Yarıyor”, http://www.ntvturk.com/demokrasi/12276-iscilerin-bolunmesi-patronlara-yariyor.html
[22] “Geçici inşaat işçiliği, Kürtlerin işçileşme sürecinin ikinci büyük alanıdır. Yüzde 90’lar seviyesinde taşeronlaştırılan ve geleneksel olarak güvencesiz çalışmanın en köklü ve ‘sarsılmaz’ alanı olan inşaat sektöründe de ‘Geçici Kürt işçiliği’nin özel bir konumu bulunmaktadır.
Hızlı ve yüksek oranlı kentleşme, iç ve dış ticaret hacmindeki büyüme, dev enerji nakil hatlarının ve baraj komplekslerinin yapımı, Türk inşaat firmalarının dışa açılması ile inşaat sektöründe, vasıfsız ve düşük vasıflı geçici işçi ihtiyacı patlaması yaşanmaktadır.
‘Taşeronlaştırma’nın bu en geleneksel sektöründe Kürtler, kan bağına veya köylülük, hemşehrilik gibi cemaat bağlarıyla küçük taşeron timleri oluşturmakta ‘üstün bir başarı’ göstermektedir. Ataerkil bağların güçlülüğüyle ve genellikle biraz daha iyi Türkçe bilen bir “çavuş”un yönetimiyle sağlanan iş disiplini, kalabalık ailelerin sağladığı istihdam esnekliği ve zor ve tehlikeli işlere uyum sağlamakta sergilenen ortak yetenek bu “başarı”da rol oynayan etkili unsurlardır.” (Ferda Koç, “İşçi sınıfı hareketi, yeniden kardeşleşme sürecinin motoru olabilir mi?” 26 Haziran 2010, Sendika.Org, http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=31247)
[23] Erdem Yörük, İsmet Kayhan ile söyleşi, “Türkiye’de İşçi Sınıfı Kürtleşti”, ANF, 1 Aralık 2009, http://www.firatnews.org/index.php? rupel=nuce&nuceID=17765.
[24] Resmî rakamlara göre Türkiye’de 2002-2011 yılları arasında 706 608 iş kazası (“kaza” olayın resmî adı. Gerçekte bunlar birer “cinayet”…) meydana geldi. Bunlarda 10 297 işçi yaşamını yitirirken, 15 961 işçi de iş göremez hâle geldi. Sadece 2010 yılında iş kazalarında yaşamını yitiren işçi sayısı 1500, iş göremez hâle gelenlerin sayısı ise 2000… (“Vicdan Nöbeti’ne Ramazan Arası”, Radikal, 16 Temmuz 2012, s.7)
[25] Tuzla Araştırma Grubu, “Türkiye’de Neo-liberalizm, Kürt Meselesi ve Tuzla Tersaneler Bölgesi”, Toplum ve Kuram, Kitap dizisi, sayı 1, Mayıs 2009, s.155.
[26] “İşçilerin Bölünmesi Patronlara Yarıyor”, http://www.ntvturk.com/demokrasi/12276-iscilerin-bolunmesi-patronlara-yariyor.html.
[27] “İşçilerin Bölünmesi Patronlara Yarıyor”, http://www.ntvturk.com/demokrasi/12276-iscilerin-bolunmesi-patronlara-yariyor.html.
[28] Ferda Koç, “İşçi Sınıfı Hareketi, Yeniden Kardeşleşme Sürecinin Motoru Olabilir mi?” 26 Haziran 2010, Sendika.Org, http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=31247
[29] Örneğin Tuzla tersaneler bölgesinde, “Nispeten erken bir zamanda Tuzla’ya göç etmiş Samsunlular raspa ve boya, Sivas, Tokat ve Kastamonulular montaj ve kaynak, az yevmiyeli ve daha ‘pis işler’ olan taşlama ve gemi temizliğinde ise en son zorunlu/ekonomik göç dalgasıyla kopup gelen, anadili Arapça olan Urfalılar ve anadili Kürtçe olan Batmanlılar, Hakkârililer, Diyarbakırlılar ağırlıktadır. Farklı göç dalgalarının yarattığı hiyerarşi, tersanelerdeki iş hiyerarşisiyle bu şekilde ilişkilidir.” (akt.: Tuzla Araştırma Grubu, a.y. s.173).
[30]Karadenizli Karadenizliyi tutar,” diyor bir görüşmeci işçi Tuzla Araştırma Grubu üyelerine. “Acil olmadığı zaman bir güneydoğulu insanı tutmaz. Tanıdık ustabaşılar sayesinde iş buluyoruz. (…) Biz altı yedi tane yabancı vardık, onları çıkardı. Ustabaşı Kastamonulu olduğu için yakınlarını, Ordulu, Rizeli olanları çıkarmadı, bizi çıkardı.” (Tuzla Araştırma Grubu, a.y. s.174)
[31] “İşçilerin Bölünmesi Patronlara Yarıyor”, http://www.ntvturk.com/demokrasi/12276-iscilerin-bolunmesi-patronlara-yariyor.html.
[32] Ferda Koç, a.y.
[33] “2003 yılından bu yana dünya gemi inşa sanayi yüzde 89 büyüme gösterirken, Türkiye’de bu oran yüzde 360’dır. Türkiye’deki tersaneler 2002 yılında dünya sıralamasında 23. sırada iken, 2007 yılında 4. sıraya yükselmiştir.” (Tuzla Araştırma grubu, a.y. s.155)
[34] Tuzla Araştırma Grubu’nun görüşmelerinde bir Kürt tersane işçisinin, “Newroza gidiyor musunuz?” sorusuna, “Kesinlikle kaçırmıyorum. Kürt bayramı olduğu için, yanıtını verirken, “1 Mayıs’a gidiyor musunuz?” sorusuna ise, “İşi olmayan gider yani. Boşta kalsak gidiyoruz,” yanıtı vermesi (s.181) bu konuda alınacak çok mesafe olduğunu gösteren, çarpıcı bir örnektir.

Yorum Ekle

BLOGGER

|/fa-clock-o/ Başlıklar$type=list-tab$c=5$date=1$au=0$page=1$sn=1

/fa-star-o/ Öne Cıkanlar$type=list-tab

/fa-comments/ Yorumlar$type=list-tab$com=0$c=5$src=recent-comments$pages=1

/fa-history/ Arşivden $type=list-tab$source=random-posts$author=0$c=5

/fa-users/ TAKIP ET

Ad

“HOŞGÖRÜDEN EŞİTLİĞE: TÜRKLERLE ERMENİLER ARASINDAKİ GÜÇ İLİŞKİLERİNİ BİR SİVİL HAKLAR MODELİ ARACILIĞIYLA DEĞİŞTİRMEK,1,“KOBANÊ’NİN ‘BİZ’İMLE NE ALÂKÂSI VAR?,1,“NEFRET SUÇLARI” VE “ZEHİRLİ KAN” ÜZERİNE,1,1 MAYIS 2015’DE İSTİKAMET(İMİZ) -2014’TE OLDUĞU GİBİ!- TAKSİM,1,1 MAYIS 2016 DERS(LER)İ,1,1 MAYIS’A GİDERKEN: AKP KADINLAR İÇİN NE YAPTI,1,1 mayis,14,100. YAŞINDA EKİM DEVRİMİ’NİN ANIMSATTIKLARI,1,100’E 1 KALA ERMENİ GERÇEĞİNİN TOPOĞRAFYASI,1,12 eylul,4,12 EYLÜL 2010 SONRASI,1,12 EYLÜL KİME KARŞIYDI?,1,12 EYLÜL YARGILANDI… MI?,1,12 EYLÜL’Ü YARGILAMAK...,1,1915- HRANT VE ADALET,1,1968’İN 50. YILINDA SARI YELEKLİLER,1,2013,1,2014,1,2014 İÇİN 2013’ÜN 1 MAYIS DERSLERİ,1,2015,1,2015 1 MAYIS’INDAN 2016’YA YİNE YENİDEN ISRARLA TAKSİM,1,2016,1,2018,1,2019: YERKÜREDE VE COĞRAFYAMIZDA İŞÇİ SINIFI(MIZ),1,23 NİSAN BİTTİ ‘KUTLU DOĞUM’ VERELİM,1,24 HAZİRAN SEÇİM(LER)İ VE TAVIR(IMIZ),1,7 HAZİRAN 2015 SEÇİMLERİ’NE DAİR -GEREKÇELİ- TAVRIMIZ,1,7 HAZİRAN’DAN 1 KASIM’A HDP NOTLARI,1,8 mart,3,A-UTOPYA’YA UNUTULMAZ BİR YOLCULUK,1,ABD EMPERYALİZMİ VE VENEZÜELLA 2019,1,AÇIK SÖZLÜ OLMAK İYİDİR (7 HAZİRAN SONRASINA DAİR DEĞERLENDİRME),1,ADALET: ANTROPOLOJİK BİR BAKIŞ,1,afis,1,AFRİN (VE SURİYE’N)İN ÖTESİDİR,1,AFRİN (VE SURİYE),1,AKADEMİNİN ÖZGÜRLÜĞÜ İÇİN,1,akademisyen,2,AKADEMİSYEN SORUMLULUĞU,1,AKLIMIZDA TAŞIYORUZ SİZLERİ,1,akp,36,AKP İKTİDARI VE GÜNDELİK HAYATIN İSLÂMİLEŞTİRİLMESİ,1,AKP İSLÂM FAŞİZM ve KADINLAR,1,akp.kriz,1,AKP’NİN ‘KÜLTÜR POLİTİKALARI’?,1,AKP’NİN “DERİN DEVLET”İ,1,AKP’NİN “KINDER KUCHE KIRCHE”Sİ,1,AKP’NİN “MUHAFAZAKÂR”LIĞI NEYE DENK DÜŞER,1,AKP’NİN “ORGANİK AYDINLARI” VE HAZİRAN KALKIŞMASI,1,AKP’NİN BAŞKAN”LIĞI,1,AKP’NİN EĞİTİM SİSTEMİ Mİ DEDİNİZ,1,AKP’NİN EĞİTİM SİSTEMİ: MİLLİYETÇİ MANEVİYATÇI VE PİYASACI,1,AKP’NİN EĞİTİM SİSTEMİYLE İMTİHANI,1,AKP’NİN KADINLARA KARŞI SAVAŞI: MADAM GİBİ ÖLMEK,1,AKP’NİN MUHAFAZAKÂRLIĞI İSLÂMCILIĞI NEOLİBERALİZMİ VE KADINLAR,1,aktuel,4,aktüel,2,ALEVÎLİK VE SINIF MÜCADELESİ: KÜLTÜR VE EKONOMİ POLİTİK,1,aleviler,1,amerika,1,ANADOLU’NUN “YA BASTA”SI,1,antropoloji,10,ANTROPOLOJİ: NASIL VE NİÇİN,1,arkeoloji,1,ARSIV,1,ATAERKİ” ÜZERİNE,1,ATAERKİL PAZARLIK BOZULDU,1,AVM’LER,1,AVRUPA BİRLİĞİ: ÇOKKÜLTÜRCÜLÜĞÜN “KRİZİ”,1,aydinlar,9,aydinlar devrimciler,27,AYŞE ÖĞRETMEN “DAVA”SININ ANIMSATTIĞI,1,Barış Bildirimi metni,1,baris,7,basin,3,BAŞKALDIRIDIR MİZAH YA DA HİÇ!,1,BE ZİMAN JÎYAN NA BE,1,BEJDAR’IN TUTSAK ALINAMAYAN ŞİİRLERİ,1,BEKLE BİZİ -YENİDEN- TAKSİM,1,BELLEKLE GELECEĞİN KARŞILAŞMASI,1,bilim,3,BİR “ELEŞTİRİ”YE KISA KENAR NOTLARI,1,BİR “İMKÂNSIZ AŞK” HİKÂYESİ: “AKADEMİ VE ÖZGÜRLÜK,1,BİR “PRAKSİS ANTROPOLOJİSİ” İÇİN,1,BİR AYDIN(LIK) HÂLİ FİKRET BAŞKAYA,1,BİR DAHA ASLA DİYEBİLMEK İÇİN: GÖZALTINDA KAYIPLAR,1,BİR İKTİDAR (YENİDEN-)ÜRETME ARACI OLARAK MOBBİNG[*],1,BİR İKTİDAR ARACI OLARAK KORKU,1,BİR KEZ DAHA “TERÖR” MÜ,1,BİR KİMLİK SİYASETİ OLARAK MİLLİYETÇİLİK VE IRKÇILIK,1,BİR MİLAT: REFERANDUM VE SONRASI,1,BİYOLOJİ KADER Mİ? ya da “FITRAT”A DAİR,1,BİZİM DELİLERİMİZ,1,BM DB VE IMF’NIN DILINDE KADIN YOKSULLUĞU,1,bölge,3,BU 12 EYLÜL REJİMİ… BURADAN ÇIKIŞ YOK,1,BU NE ŞİDDET BU CELÂL? (YA DA “GULYABANİ” KİM),1,BUGÜN ADNAN YÜCEL KONUŞACAĞIZ,1,CELLATLARIN DÖKTÜKLERİ KAN,1,cevre,12,CHARLIE HEBDO’YA SALDIRI TE’VİLLERİ VE TAVRIMIZ,1,chd,1,cinayetler,12,CUJUS REGIO EJUS RELIGIO,1,CUMHURBAŞKANLIĞI SİSTEMİ VEYA BU KADAR YETKİYİ BABANIZA VERİR MİYDİNİZ,1,Çile'nin Antropolojisi: Bir Anı Bir Gözlem ve Bir Tahlil Girişimi,1,ÇOCUKLAR ÖLMESİN DEMEK TERÖR SUÇU MU,1,ÇOCUKLARININ ETİYLE BESLENEN ÜLKE,1,ÇÖZÜMÜN SOSYO-EKONOMİK YANI,1,DAĞLAR ERİRSE – ZEVEBÂN,1,DAİMA YAŞAYACAKTIR İSMİYLE MÜSEMMA YAŞAR KEMAL,1,DARBE GİRİŞİMİ VE SONRASI,1,dava,13,davalar,1,DELİ DUMRUL’UN “KENTSEL DÖNÜŞÜM”Ü ya da YOLSUZLUK RANTIN İKİZ KARDEŞİDİR,1,DEMİRİN TUNCUNA İNSANIN...,1,demokrasi,1,DEMOKRATİKLEŞ-ME PAKETİ,1,dersim,2,devlet,12,DEVLETİN ERKEKLERİ YA DA KADINA ŞİDDET NASIL ÖNLENMEZ,1,DEVLETİN KÜRTAJI: ROBOSKÎ,1,DEVLETLÛLAR,1,devrim,8,DİĞERLERİ VE KENT HAKLARI…[*],1,dinler,7,DİNLER İSLÂM VE KADIN BEDENİ,1,dinleti,1,DİRENEN DAMAR[*] ÇÜRÜMEYEN,1,direnis,3,dunya,5,dünya,53,düsünce özgürlügü,2,EGEMENLERİN “PYRRHUS ZAFERİ”: F-TİPİ,1,egitim,11,EKİM DEVRİMİ SOSYALİZM KADINLARIN KURTULUŞU,1,ekoloji,10,ekonomi,7,elestiri,1,ELEŞTİRİ HAYATTIR; YAŞATIR,1,emek,15,emekciler,3,EMEKÇİLER İŞSİZLER YOKSULLAR NEREDE,1,emperyalizm,7,EMPERYALİZM- T. “C” VE AFRİN,1,enternasyonalizm,1,ENTERNASYONALİZM ÜZERİNE NOTLAR,1,ERCAN BİNAY’DAN (BAFRA T TİPİ) MEKTUP VAR: ABDULLAH KALAY’A ÖZGÜRLÜK,1,ermeniler,4,ESKİ(MEYEN)/ YENİ TÜRKİYE”DE BARIŞ (MI),1,etnoloji,2,EVET ÇIKSA DA “HAYIR”,1,EVLAT YOLDAŞ,1,fasizm,6,FAŞİZM VE KADINLAR,1,felsefe,1,feminist,1,FİDEL İÇİN SANCAĞI YARIYA İNDİRMEYİN DAHA DA YÜKSELTİN,1,FRIEDRICH ENGELS VE AİLENİN,1,genclik,2,GERÇEKTEN DE NEDİR TERÖR,1,GÖBEKLİTEPE BİZE NEYİ ANLATIYOR,1,güncel,3,gündem,11,GÜNDEM’E DÜNE VE BUGÜNE DAİR,1,HAFIZASINI YİTİRMEYEN “DERSİM’E AĞIT,1,hakkinda,1,HÂL ÜLKEYİ KUTUPLAŞTIRIYOR,1,HÂL VE GİDİŞ(İMİZ),1,HANGİMİZ ÖZGÜRÜZ Kİ,1,hareketler,1,Hasta Tutsak Abdullah Kalay 2. Heyet Raporuna Rağmen Tahliye Edilmiyor!‏‏,1,HAVADIR SUDUR ATEŞTİR YANİ HAYATTIR GRUP YORUM,1,HER GÜN DÖRT İŞÇİ BEŞ KADIN,1,HER KÖYDE BİR “KÖPEK” VARDIR,1,HİÇLEŞTİRİLME KAYGISINDAN ÖFKEYE SARI YELEKLİLER,1,HRANT,1,hrant dink,4,hrant dink'in katline 2015 perspektifinden bakmak,1,hukuk adalet,31,IŞILTILI VE “TEHLİKELİ” BİR KADIN: SUAT DERVİŞ,1,IŞİD VE İSLÂMCI “FEMİNİSTLER”,1,ibrahim kaypakkaya,1,İFADE ÖZGÜR(LÜĞÜ) MÜ,1,İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ VAZGEÇİLEMEZ ÖNCELİKLİ DEĞERDİR,1,iktidar,10,iletisim,2,inanc,7,insan haklari,1,isci-sendika,11,islam,14,islam.ortadogu,1,İSLÂMCI-MUHAFAZAKÂRIN ZİHİN HARİTASINDA BİR GEZİNTİ: “NASIL BİR KADIN(LIK),1,İSTANBUL SEÇİMİ - BİR DEĞERLENDİRME,1,isyan,15,İŞÇİ SINIFI 2017 1 MAYIS(’IMIZ) VE KATLİAMIN 40. YILINDA TAKSİM,1,İŞÇİ SINIFININ KADINLAŞMASI,1,İTİRAZ VE ELEŞTİRİ “HAZIROL”DA DURMAZ,1,İYİ Kİ YAŞADILAR İYİ Kİ YAZDILAR,1,KADIN(LAR) VE DEVRİM(LER),1,KADINLAR KAPİTALİZM FAŞİZM VE AKP,1,KADINLAR GERÇEKTEN DE “SINIFLAR-ÜSTÜ” MÜ,1,KADINLAR İÇİN OLABİLECEK EN KÖTÜ ALAŞIMIN ORTASINDAYIZ,1,KADINLARA KENTLERE GECELERE DAİR,1,KADINLARIN KURTULUŞU: MARKSİZM’SİZ OLUR MU,1,kadin,55,kadinlar,11,KALBİM(İZ) CİZRE’DEDİR,1,kapitalizm,19,KAPİTALİZM KÜLTÜR DİRENİŞ,1,KAPİTALİZMİN KENDİNİ İMHASI: NEOLİBERALİZM,1,kart,1,katlamlar,1,katliamlar,7,KELLE FIYATINA HÜRRIYET ESIRLIK BEDAVA,1,KENTİ (YOKSULLARINDAN) TEMİZLEMEK,1,KEŞFEDİLMEMİŞ GELECEĞİN BİÇİMLENMESİ İÇİNDİ SAMİR AMİN,1,kitap,35,KOBANÊ BİZİMDİR BİZ KOBANÊ’YİZ,1,KOLEKTİF BİR DEVLET CİNAYETİ: HRANT DİNK,1,komünizm,4,kriz,49,KRİZ SAVAŞ VE İŞÇİ SINIFI ÜZERİNE GÖRÜŞLER,1,KRİZDEN İNSAN MANZARALARI[*],1,KÜLTÜR “YERLİ VE MİLLİ” MİDİR?YA DA NEDİR,1,kültür sanat,29,KÜRESEL KÜLTÜR” MÜ,1,kürt sorunu,1,laiklik,1,LAİKLİK Mİ HANGİSİ,1,latin amerika,11,LATİN AMERİKA: SAĞIN GERİ DÖNÜŞÜ - 1/ BREZİLYA ÖRNEĞİ,1,LATİN AMERİKA: SAĞIN GERİ DÖNÜŞÜ-2/ PARAGUAY: “TEKNİK DARBE,1,LATİN AMERİKA’DA BARIŞ SÜREÇLERİ,1,LATİN AMERİKA’DAN “BARIŞ SÜREÇLERİ”: EL SALVADOR ÖRNEĞİ,1,LATİN AMERİKA’NIN DESAPARECIDO’LARI,1,leninizm,2,LÜZUM” ÜZERE: BİR KEZ DAHA İSTANBUL SEÇİMİ,1,MAĞLUP MU DENİR ŞİMDİ ONLARA?,1,MARKSİST-LENİNİST ROMAN YAZARI : VEDAT TÜRKALİ,1,marksizm,5,MARKSİZM + V. İ. LENİN = EKİM DEVRİMİ (NOTLARI),1,MARKSİZM AİLE AŞK CİNSELLİK ÜZERİNE SÖYLEŞİ,1,MARKSİZM VE KADIN ÜZERİNE,1,Marksizm ve Kadın: Emek Aşk Aile,3,MARKSİZM VE KADINLARIN KURTULUŞU,1,MARX’IN DÜŞÜNCE DÜNYASINA BİR SEYAHAT: ETNOLOJİ DEFTERLERİ,1,MARX’TAN ÖĞRENEN BİR ÇUKUROVALI: OKTAY ETİMAN,1,MASKELİ FAŞİZM: “POPÜLİST AŞIRI SAĞ,1,medya,1,MEVTAYI İYİ BİLMEZDİK,1,milliyetci,2,mizah,2,MURAT’IN DÜŞÜ LAMBORGHİNİLER VE DÜNYAYI DEĞİŞTİREBİLMEK,1,mücadele,12,MÜCADELE BOYU BİR YAŞAM: SCHAFIK JORGE HANDAL,1,MÜCADELEYE DEVAM”[1] “BU DAHA BAŞLANGIÇ,1,NE OLDU O “İMTİYAZSIZ SINIFSIZ KAYNAŞMIŞ KİTLE”YE,1,NEO-FAŞİZM(LER) “FEMİNİST” Mİ,1,NEO-LİBERAL TÜRKİYE’DE MUHAFAZAKÂRLAŞMA/ DÜŞKÜNLEŞME DİYALEKTİĞİ,1,NEO-LİBERAL TÜRKİYE’NİN “EN ALTTAKİLER”İ: İŞÇİ SINIFI KÜRTLEŞİRKEN,1,neoliberal,9,newroz,1,NİCE ONYILLARA ‘YENİKAPI’LI YOLDAŞLAR,1,O GÜN BU ÜLKEDE. O GÜN O ALANDA,1,OĞLUM(UZ) ÖLÜMSÜZDÜR,1,ohal,4,OKTAY AĞABEY(İMİZ,1,ONLAR ÇALIP ÇIRPTIKÇA BİZ YOKSULLAŞIYORUZ,1,ORÇUN,1,ortadogu,8,ORTADOĞU’DA BİR KARABASAN: IŞİD,1,OSMANLI’YI “İHYA” ETMEK: AKP’NİN TÖRENLERİ,1,OTUZÜÇ KOR DÜŞTÜ YÜREĞİMİZE…,1,ÖFKELENİNCE ÇOK GÜZEL OLUYORSUN TÜRKİYE,1,ÖFORİNİN ORTASINDA,1,ÖĞRETTİKLERİ HATIRLATTIKLARIYLA GREİF DİRENİŞİ,1,ÖLÜMSÜZ ABİ(MİZ) OKTAY ETİMAN,1,ÖRGÜTLÜ MÜCADELE ETİĞİ VE SOSYALİST DEMOKRAS,1,öteki,25,ÖZEL MÜLKİYETİN DEVLETİN KÖKENİ ÜZERİNE,1,ÖZERKLİKÇİ ANAYASA SONRASINDA BOLİVYA DERSLERİ,1,ÖZGECAN’IN KATLİNİN AKP’YLE NE İLGİSİ VAR,1,özgeçmis,1,özgürlük,2,panel,3,PARANOYA VE MEGALOMANİNİN (“YENİ”) REJİMİ,1,PARİS KATLİAMI “BARIŞ SÜRECİ” VE HESAPLAŞMA,1,politika,11,POPÜLER KÜLTÜRE ELEŞTİREL BAKIŞLAR - KISA BİR TARİHÇE,1,protesto,2,RECEP’İN TÜRKÜ(/ŞİİR)LERİ,1,referandum,3,rejim,1,roboski,1,ROBOSKİ’NİN KANAYAN KARANFİLİ,1,röportaj,12,SAHİ “VESAYET (REJİMİ)” KALKTI MI,1,SAHİCİ OLMAK,1,savas,3,savas-baris,1,SAVAŞ ŞIDDET ÜZERINE EKONOMI-POLITIK VE ANTROPOLOJIK NOTLAR,1,SAYGI VE HAYRANLIKLA ÇHD GENEL KURULU’NA,1,secim,17,secimler,4,seçim,5,SEÇİMLERİN SONRASINDA,1,seminer,1,sempozyum,1,SEN ÇÜRÜMENİN RESMİNİ ÇİZEBİLİR MİSİN ABİDİN?YA DA MEMLEKETTEN EĞİTİM MANZARALARI,1,SEN MİSİN “BARIŞ” DİYEN,1,sibel özbudun,1,sinifsal bakis,8,SİVAS KATLİAMI O GÜN ORADA BİTMEDİ,1,siyonizm,2,SİYONİZM ANTİ-SEMİTİZM VE BİR “MUGALATA” ÜZERİNE,1,SOMA “SON” OLSUN; AMA DEĞİL,1,sosyal bilimler,4,SOSYAL BİLİMLER: BİR ŞEY YAPMALI,1,sosyalizm,10,SOYKIRIM ÜZERİNE RESMÎ SÖYLEMLER ya da T.C. SOYKIRIMI NEDEN TANIMALIDIR,1,SOYKIRIMA TANIKLIK(LAR),1,soykirim,2,söylesi,1,söyleşi,2,SÖYLEŞİ: OKURYAZARLIK ÜZERİNE,1,suriye,2,SURUÇ’UN İŞARET ETTİĞİ,1,SUSMA SUSTUKÇA SIRA SANA MUTLAKA GELECEK,1,SUSMA! SUSTUKÇA SIRA SANA GELECEK,1,SUYUN DELİ DUMRULLARI: ÖZELLEŞTİRMELER,1,SÜREKLİLEŞTİRİLEN OHAL VE,1,ŞİDDET Mİ MEŞRUİYET YİTİMİ Mİ,1,ŞİDDET NEDEN KAPİTALİZMİN “OLMAZSA OLMAZI”DIR,1,taksim,3,tanitim,11,TANTALOS’U YARATMAK,1,tarih,14,tck,2,tck301,1,temel demirer,17,tercüme,2,terör,1,TIMEO HOMINEM UNIUS LIBRI/ TEK KİTAPLI İNSANDAN KORKARIM,1,TOTALİTARYANİZMİ SOKAKTA ALT EDEBİLMEK,1,TOTALİTERLEŞMEYE İHVAN’LAŞMAYA KARŞI,1,TÖREN ULUS-DEVLET İKTİDAR[*],1,Turkey a Beauty When Angry,1,tüketim,1,Türk Akademiası: Gerçekten kadınlar için Bir Cennet mi,1,TÜRK HALKI BARIŞÇI MI,1,TÜRK(İYE) İSLÂMI’NDA KADIN OLMAK,1,türkiye,76,ULAŞ ULAŞ’TIR,1,UNUTMAYACAĞIZ UNUTTURMAYACAĞIZ: ŞAHİT OL ANKARA GARI,1,UNUTULMAMASI GEREKENLER,1,üniversite,6,ÜNİVERSİTEYİ ÖLDÜRMENİN SEKİZ YOLU (YA DA ÜNİVERSİTE PİYASAYA NASIL ENTEGRE OLUR,1,VAHŞETİN ALTERNATİFİ VAR ELBETTE,1,VAR OLANDAN KOPMAK İÇİN YEREL SEÇİM VE SORU(N)LARI,1,VENEZÜELLA VE EMPERYALİZM KONUSU,1,VESAYET REJİMİ” ÖLDÜ YAŞASIN “İLERİ DEMOKRASİ,1,video,24,VURUN “ÖTEKİ”NE,1,YA SEV YA TERKET: BİR BİAT ARACI OLARAK MOBBİNG,1,YA SOSYALİZM YA BARBARLIK,1,YANIT: OLAN VE GELEN[*],1,YARGI BAĞIMSIZLIĞI” MI DEDİNİZ,1,yasam,17,YENİ TOPLUMSAL HAREKETLER NE KADAR “YENİ”,1,yeni yil,2,YENİ YÖK YASA TASLAĞI ÜZERİNE: PİYASA ÜNİVERSİTEYİ YUTARKEN,1,YENİDEN HAYKIRABİLMEK: “YERİMİZ MUTFAK DEĞİL DÜNYA,1,YERELİ BİRLİKTE YÖNETMEK - NASIL BİR DÜNYA İSTİYORSAK ÖYLE BİR YEREL YÖNETİM,1,YILDIZLARIN GÜNCESİNİ TUTAN ADAM: CENGİZ GÜNDOĞDU,1,yök,3,yönetim,1,YÜREĞİMİZDE,1,ZAPATİSTALARIN 33. YILI: BİR DEĞERLENDİRME,1,ZEYTİNLİĞİ ZİNDAN YAPAN SİSTEMATİK ZULME DİRENENLER,1,ZİNDAN(LAR)IN TÜRKÇESİ,1,ZORUNLU BİR AÇIKLAMA (II)… VE BİR EKLEME,1,
ltr
item
sibel🍂özbudun: NEO-LİBERAL TÜRKİYE’NİN “EN ALTTAKİLER”İ: İŞÇİ SINIFI KÜRTLEŞİRKEN[*]
NEO-LİBERAL TÜRKİYE’NİN “EN ALTTAKİLER”İ: İŞÇİ SINIFI KÜRTLEŞİRKEN[*]
https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMErNV6mmzCOOU-sHMYIw4m9G-BfBPTZJayArPhDzs1OfOn7qS7jLh7J0ykaxCO8mtHOgA3TBUzXwPR7_MO_XRdMFJuh5u4ywN3hsiFGIwoQ1x5SNICkmmP26VJCfMplA2LELIQKR33_s/s320/imgres.jpg
https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMErNV6mmzCOOU-sHMYIw4m9G-BfBPTZJayArPhDzs1OfOn7qS7jLh7J0ykaxCO8mtHOgA3TBUzXwPR7_MO_XRdMFJuh5u4ywN3hsiFGIwoQ1x5SNICkmmP26VJCfMplA2LELIQKR33_s/s72-c/imgres.jpg
sibel🍂özbudun
https://sibelozbudun.blogspot.com/2012/12/neo-liberal-turkiyenin-en-alttakileri.html
https://sibelozbudun.blogspot.com/
https://sibelozbudun.blogspot.com/
https://sibelozbudun.blogspot.com/2012/12/neo-liberal-turkiyenin-en-alttakileri.html
true
1739006321341950428
UTF-8
Loaded All Posts Not found any posts Diger daha fazla Yanıtla Cancel reply Sil Ana Sayfa Sayfa Posta Hepsini Gör BUNA BENZER Etiket Arsiv Ara Bütün Yayinlar İsteğiniz gönderi bulunamadı Ana Sayfaya Dön Sunday Monday Tuesday Wednesday Thursday Friday Saturday Paz Pts Sal Car Per Cum Cmt January February March April May June July August September October November December Oca Sub Mar Nis May Haz Tem Agu Eyl Eki Kas Ara simdi 1 dakika önce $$1$$ minutes ago 1 saat önce $$1$$ hours ago dün $$1$$ days ago $$1$$ weeks ago more than 5 weeks ago Followers Follow THIS CONTENT IS PREMIUM Please share to unlock Copy All Code Select All Code All codes were copied to your clipboard Can not copy the codes / texts, please press [CTRL]+[C] (or CMD+C with Mac) to copy