“sana her zaman söylüyorum senin yüzünde gülmek var bakınca bir yaşama ordusu çıkıyor aydınlığa.”[1] Yine “buyurdu”: “Dünyanın m...
“sana her zaman söylüyorum
senin yüzünde gülmek var
bakınca bir yaşama ordusu çıkıyor aydınlığa.”[1]
Yine “buyurdu”: “Dünyanın makamları nerede kalıyor? Burada kalıyor. Paran pulun her şeyin nerede kalıyor? Burada kalıyor. Cumhurbaşkanı olsan ne yazar, başbakan olsan ne yazar, multimilyarder olsan ne yazar? Hepsi geçici. Ne diyordum size hatırlayın, biz bir gün ölmeyecek miyiz? Öleceğiz. Bir adam gibi ölmek var, bir şey söyleyecektim ama onu söylemeyeceğim, bir de madam gibi ölmek var. Ölelim ama adam gibi ölelim...”[2]
“Adam gibi ölmek”ten ne anladığı açık. Bu konuşmayı 15 Temmuz “şehitleri” anısına yaptığına göre, “şehitler” kavramının zihninde tetiklediği imgeler uyarınca, korkusuzca, mertçe, çatışarak ölmek anlamını yüklüyor olmalı…
Her ne ise, söylemekten son anda imtina ettiği şeyin yerine kullandığı “Madam gibi ölmek”i ise tariflememiş. “Mevhum-u muhalif”inden çıkarmak durumundayız: “Kadın gibi ölmek - yani korkarak, aman dileyerek, yalvararak, kaçarak, saklanarak…”[3]
İstihza işte; oysa başında bulunduğu iktidar, hazretin “adam gibi” dediği tarzda yaşayan, mücadele eden ve ölmeyi seçen kadınlardan hiç mi hiç haz etmiyor. Bunlardan bir tanesinin, Membiç’de IŞİD’e karşı savaşırken yaşamını yitiren o küçük dev kadının, Eylem Ataş’ın cenazesini 101 gün bekletmediler mi sınır kapısında?
Ya da başka isimleri anımsayalım: 2013’te MİT operasyonuyla Paris’te katledilen üç Kürt kadın: Sakine Cansız, Fidan Doğan, Leyla Söylemez…
Kasım 2014’de IŞİD’e karşı savaşmak üzere Kobanê’ye geçmeye çalışırken sınırda vurulan Kader Ortakaya…
Temmuz 2015’te İstanbul - Bağcılar’da polisle girdiği çatışmada ölen DHKP-C militanı Günay Özarslan…
Ekim 2015’te İstanbul-Sarıyer’deki evinde arama yapmak isteyen polislere “Galoş giyin” dediği için vurularak öldürülen Dilek Doğan…
Aralık 2015’te İstanbul Gaziosmanpaşa’da polisin bir eve yaptığı operasyon sırasında vurularak öldürülen MLKP militanları Şirin Öter ve Yeliz Erbay…
Ağustos 2015’te ölü bedeni çıplak, Muş sokaklarında sürüklenen HPG gerillası Ekim Wan (Kevser Eltürk)…
Ya da Temmuz 2015’de Suruç’ta patlayan canlı bombanın aramızdan aldığı Polen Ünlü, Hatice Ezgi Sadet, Nazlı Akyürek, Fikriye Ece Dinç, Ferdane Kılıç, Nazegül Boyraz, Dilek Bozkurt, Büşra Mete, Aydan Ezgi Şalcı…
Ekim 2015’te barış ve insanca bir yaşam talebini haykırmak için geldikleri Ankara Garı önünde, polis takibatında oldukları hâlde müdahale edilmediği ortaya çıkan iki IŞİD’li canlı bombanın parça parça ettiği kadınlar: Gülhan Karlı Elmascan, Elif Kanlıoğlu, Ayşe Deniz, Berna Koç, Fatma Esen, Gülbahar Aydeniz, Başak Sidar Çevik, Nilgün Çevik, Sezen Vurmaz, Sarıgül Tüylü, Dilan Sarıkaya, Emine Ercan…
Eylül 2016’da Dersim’de bir çatışmada yaşamını yitiren Berfu Dilan Canbay (Arjin Selçuk)…
Mitinglere katıldıkları için saçlarından yerlerde sürüklenen, tekmelenen, kolu-bacağı kırılan, gözaltında ya da cezaevlerinde işkencelere uğratılan yüzlerce kadın…
Ya da muhalif duruşlarından taviz vermedikleri, barış talebinde ısrar ettikleri, AKP’nin “tektipleştirici” söylemine, yalanlarına karşı direndikleri, gerçekleri haykırmakta ısrar ettikleri için kovuşturulan, kürsülerinden kovulan, tutuklanan, yargılanan, cezaevlerine konulan gazeteci, akademisyen, aydın kadınlar: Zeynep Kuray, Gurbet Çakar, Meltem Oktay, Esra Mungan, Meral Camcı, Şebnem Korur Fincancı, Necmiye Alpay, Aslı Erdoğan, Eren Keskin…
Eksik liste, biliyorum. Ama bu kadarı dahi, AKP’nin eleştiren, karşı çıkan, direnen, mücadele eden, yani hazretin yüklediği anlamla “adam gibi” yaşayan ve ölen kadınlardan ne denli nefret ettiğini gözler önüne sermeye yeter.[4]
Söylemlerindeyse “madam gibi” yaşayan kadınları yüceltirler: şahitliğini yaptıkları nikâhlarda gelinlere kocalarına itaat etmelerini öğütler, en az üç çocuk tavsiye ederler. Yüksek sesle gülen kadınlardan, gebe kadınların sokaklarda dolaşmasından haz etmezler… Örtünmüş kadın, tercihleridir: örtülü olmayan kadınların “ya kiralık ya da satılık” olduğunu ima etmekten çekinmezler… Ama bununla da yetinmezler; örtülü genç kadınlar dahi, makyaj yapar, erkeklerle chat’leşir, namazı ihmal ederlerse şeytanın hükmü altında demektir… Kız çocukların bir an önce evlendirilmesinden yanadırlar… 10-11-12 yaşlarında evlenmelerinde pek de mahzur yoktur… Kadının en önemli kariyeri anneliktir, tecavüz sonucu bile olsa çocuğu doğurmalıdır. Çalışmasa da olur, zaten çalışarak erkeklerin işsiz kalmasına yol açmaktadır! Yani kadın, politikayla uğraşmak, sokaklarda hakkını aramak, elde silah, IŞİD karanlığına karşı savaşmak, polisle çatışmak, devlete, otoritelere kafa tutmak ne kelime; mümkün olduğunca “görünmez” olmalı, “fıtrat”ına aykırı işlerle uğraşmamalı, tercihan evde oturup birbiri ardısıra doğurduğu çocuklarla ilgilenmeli, sokağa çıktığında örtünmeli, kocasına itaat etmeli… kırıp dizini oturmalı, edilgin bir yaşam sürdürmelidir.
Son dönemlerde AKP’nin hedef tahtasına “adam gibi” yaşayıp ölmesini bilen kadınları yerleştirmesinin bir nedeni olmalı. Bu kadınlar, onların hiç de kendilerini sunmaya çabaladıkları gibi güçlü olmadıklarını gözler önüne serdiği için olmasın?
Öyle ya, kadınlığa ilişkin tahayyülü, evde börek, reçel yapan, çocuk doğurup çocuk yetiştiren, namaz kaçırmayan, mukabelelere giden, geliniyle çekişen, yeri geldiğinde çocuklarından yakınan, ama kesinlikle kocanın/erkeğin karşısındaki konumunun ikincilliğini kabullenmiş kadınla[5] sınırlı Sünnî-Müslüman erkekler olan iktidar partisi erkânı ve onlara ram olmuş bürokrasi için kendilerine boyun eğmeyen, itiraz eden, meydan okuyan, sokaklara dökülen kadınlar bir bozgun alameti değil mi?
Toplumu dökmeye çalıştıkları dindar, muti, kanaatkâr kalıba karşı bir engel oluşturmuyorlar mı?
Cesaretleri, gözünü budaktan sakınmayışları, cüretleri, keskin akılları, sivri dilleri, ısrarları, direngenlikleri ile toplumu etkileyecek, “fitne”ye sürükleyecek birer kötü örnek değiller mi? Ya-hafazanallah!- kendi “mahalle”lerinin kadınları da onların örneğinden etkilenip “Bey, yetti artık Allah korkusuyla hayatıma şekil-şemal verdiğin. Ben de iki ayağım üzerinde durabilirim” diye kıyam ederse? Ya da, daha kötüsü, camiyle, ezanla, bayrakla, iftar çadırlarıyla, “büyük devlet” olma, Osmanlı’yı diriltme hayalleriyle efsunlanmış emekçiler, yoksullar, esnaf, “bunlar kadın başlarına bu işlere kalkışıyorlar, bizim neyimiz eksik?” diye düşünecek olursa?
Kendi deyişleriyle “adam gibi” yaşamasını ve ölmesini bilen kadınlar, bu nedenle tehlikeli onlar için. Saldırılarını bu nedenle özellikle onlara yöneltiyorlar. Bu nedenledir ki güvenlik güçleri, istihbarat görevlileri, savcılar, dikkatlerini hiç olmadığı kadar itiraz eden kadınlar üzerinde yoğunlaştırmış durumda. İslâmcı ideologların kadınları biçimlendirmeye öncelik veren bir “toplum mühendisliği”ne soyunmuş olmalarının nedeni de bu. İslâmcı, eril, tahakküm ve sömürüye dayalı tasavvurlarının “Aşil topuğu”nu kadınların oluşturduğunu biliyor, en azından seziyorlar.
Bu “Aşil topuğu”ndan vurulacakları günler ise, fazla uzak değil!
18 Ekim 2016 14:41:40, Ankara.
N O T L A R
[*] Kaldıraç, No:184, Kasım 2016…
[1] Edip Cansever.
[2] Recep Tayyip Erdoğan’ın Trabzon havaalanında kendisini karşılayanlara yaptığı konuşmadan, 15 Ekim 2016. http://www.diken.com.tr/erdogan-olumu-tarif-etti-bir-adam-gibi-olmek-var-bir-de-madam-gibi/
[3] Öyle olmalı… Yoksa adını duyurmamak için özel bir çaba sarf eden Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan “Reis”ini tevil etmek için kendini ortaya atar mıydı? “Kadın-erkek ayrımı yapmaksızın, genciyle yaşlısıyla yediden yetmişe, bu milletin kadınları bu Meclis çatısı altında da. Ben hükümetin bir kadın bakanı olarak, burada bombaların altında oturdum ve milletin iradesine sahip çıktım ve kadın vekillerimiz sahip çıktı ve Türk kadını tankların önünde meydan okudu, Boğaziçi Şehitler Köprüsü’ndeki kadınlarımızı size hatırlatmak isterim. Türk kadını adam gibi ölmesini çok iyi bilir. 15 Temmuzda da bunu gösterdik, 8 tane kadın şehidimiz var. Allah’tan hepsine rahmet diliyorum,” diyor bakan… (19 Ekim 2016, http://www.cnnturk.com/turkiye/fatma-betul-sayan-turk-kadini-adam-gibi-olmesini-cok-iyi-bilir)
[4] Sadece AKP mi? Eski bir solcuymuş galiba… Şimdilerde Türkiye gazetesinde yazan Fuat Uğur, devrimci-sosyalist kadınlara yönelik bu nefrete bakın nasıl benzin döküyor: “İlk sol örgütlenmelerde yer almaya başladığımda… ağır psikolojik travmaları olan, en ufak sorunu devasa bir meseleye dönüştüren kadınlarla karşılaşacağım da aklıma gelmemişti doğrusu. Bezdirici derecede fazla konuşan, hatta hiç susmayan ve otomatiğe bağlamış kadınlar. Tartışmalarda o denli ’şiddete dayalı çözüm’ önermesi yaparlardı ki ’bu neyin öfkesi’ diye sormaktan kendimi alamazdım. Çirkin ördek yavrusu oldukları duygusu çok fazla baskındı üzerlerinde. Kötü giyinir, kadınlıktan soyunur, erkek gibi davranırlardı. Böylece kadın-erkek eşitliğinin sağlanacağına inanırlardı. Her türlü normal kadın kıyafetini ise burjuva alışkanlığı diye yerin dibine batırır, yeni katılmış kızları doğduklarına pişman ederlerdi.” (Fuat Uğur, “Figen Yüksekdağ ve Ruh Kanseri Kadınlar”, Türkiye, 13 Ağustos 2015.)
[5] Bakın bir İslâmcı kadın, “Allah’ın emri” olduğunu söylediği “kocaya itaat”i nasıl yorumluyor: “Benim erkeğe itaatten anladığım, ‘Kadın kocasına saygısızlık etmeyecek, onunla mücadeleye girmeyecek, erkeğin ailedeki otoritesini kabul edecek.’
Kadın istediklerini kocasına tatlı tatlı yaptırabilir. Kadın yine itaat etmiş olur. Kadının sözleri önemsiz olacak, kadının istedikleri yapılmayacak diye bir şey yok. Kadının erkeğin karşısına dikilmesi, bağırması çağırması, kavga etmesi, inatlaşması yasaklanmış. Kadın psikolojisini düşündüğünüz zaman bu tavır, öncelikle duygusal yaratılmış kadını yorar, yıpratır.
Fakat günümüzde maalesef ki kadınların çoğu, erkeklerle mücadele etmeyi bir maharet zannediyorlar. Erkeğe itaat bir geri kalmışlık gibi addediliyor. Bu da aile kurumuna ciddi zararlar veriyor. Sonuç kadınlar mutsuz, erkekler kırgın.
Allah (c.c) bu ayette saliha kadınları ‘kanitat’ olarak vasıflandırmıştır. ‘Kunut’ severek isteyerek itaat üzere olmak, demektir. Zoraki, hoşlanmayarak, içinde sıkıntı duyarak ara sıra yapılan bir itaat değil, tam aksi isteyerek, severek, içinden gelerek itaat edilmesi Rabbimizin emridir.
Bu da ancak nefsine tapınmayan ve Allah’ın rızasını isteyen mü’min hanımlar için mümkündür. Çünkü evin reisini erkek olarak Allah (c.c) tayin etmiştir. Sonuçta kocaya itaat Allah (c.c) itaattir.
Âyeti Kerîme itaat emrinden sonra şöyle devam ediyor: “Hem de Allah’ın korunmasını emrettiği şeyleri gizlide de (kocalarının olmadığı yerde de ırzlarını ve kocalarının mallarını) koruyanlardır.”
Kadınlar, namuslarını ve kocalarının mallarını korur, kocalarının sırlarını ifşa etmez ve kocalarıyla kendileri arasında gizli hâlleri başkasına anlatmazlar. Allah’tan korktukları için kocaları olmadığı zaman bile onların haklarını korurlar.
Maalesef ki günümüzde itaatin tam aksi eşitlik davası ile karı koca arasında mücadele körükleniyor. Ne de olsa bir toplumu yıkmanın en iyi yolu aileyi yıkmaktır. Biz de bu tuzaklara çok çabuk düşüyoruz. Bir türlü mutlu olamıyoruz.” (Sema Maraşlı, “Tüylerimizi diken diken eden emir”, Haber7.com, 13.05.2011, http://www.haber7.com/yazarlar/sema-marasli/743347-tuylerimizi-diken-diken-eden-emir)
Yorum Ekle