SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER “Biz ki bildikten sonra sevmeyi Bütün sabahlar Acı renginde olsa ne çıkar?” [1] (C)ezaevi hâllerinin yabanc...
SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER
“Biz ki bildikten sonra sevmeyi
Bütün sabahlar
Acı renginde olsa ne çıkar?”[1]
(C)ezaevi hâllerinin yabancısı değiliz, yaşamışlığımız da vardır, yazmışlığımız da[2]… Halen 600 civarında kardeşimizle düzenli yazışarak izliyoruz bu coğrafyanın “F Tipi halleri”ni…
George Bernard Shaw’ın, “Cezaevleri var oldukça hangimizin içerde, hangimizin dışarıda olduğunun hiç bir önemi yoktur,” uyarısına önem atfedenlerdeniz.
Aksi mümkün mü? Elbette değil!
Kolay mı? Son 6 yılda en az 103 hasta tutuklunun zindanlarda yaşamını yitirdiği;[3] Adalet Bakanlığı’na göre cezaevlerindeki toplam öğrenci sayısının 69 bin 301’i bulduğu coğrafyamızda;[4] 355 hapishanede 282 bin 703 tutuklu mevcutken![5]
Bir de 2021 yılında ‘Hukuk Üstünlüğü Endeksi’ sıralamasında Türkiye 139 ülke arasında 117’nci sırada yer alıyorken![6]
Bu nedenle mahpustakiler deyince, yadımıza ilk düşen Yannis Ritsos’un, “Şiire, aşka ve ölüme inanıyorum, diyor,/ işte bu yüzden ölümsüzlüğe de inanıyorum,” dizelerindeki düşünce ve davranıştır; direncin, umudun kızıl karanfilleridir onlar.
* * * * *
Farklı hapishanelerde 10 ila 30 yıldır içeride olan 38 yazar ve şairin ‘Firari Yazılar-İçerideki Yazarlarla Söyleşiler’[7] başlıklı yapıt hapishane duvarlarını aşarak kitaplığımızın onur köşesindeki yerini aldı.
“Devlet kimi kez bireyden yaşamasını, çalışmasını, üretmesini ve tüketmesini ister; kimi kez de ölmesini,” notunu düşen Michel Foucault’nun, “Modern iktidar büyük gözaltıdır,”[8] ifadesiyle betimlenen koşullarda Siverek 1 No’lu T Tipi Hapishane’deki Ayhan Kavak ile Adil Okay’ın hazırladığı; A. Selam Baran, A.Celil Keskin, Abdullah Öngüllü, Adnan Öztel, Ahmet Bilge, Ahmet Gerez, Bahattin Cesur, Bejdar Ro Amed, Ergül Çiçekler, Erol Zavar, Fecriye Benek, Erhan Mordeniz, Gülazer Akın, Gültan Kışanak, Hayrettin Ekinci, Hasan Şahingöz, Hüseyin İlbeyci, İbrahim Şahin, İzzethan Aykut, Laleş Çelikel, Leyla Atabay, Murat Türk, Nevzat Çapkın, Nevzat Güngör, Nusret Yıldız, Orhan Çaçan, Ömer Raman Özdurak, Sadık Aslan, Sami Özbil, Selahattin Demirtaş, Serdar Koç, Seyit Oktay, Sıddık Kıvanç, Soydan Akay, Siya Çınar, Yakup Güneş, Yüksel Yiğitdoğan, Zeki Kayar’ın imzalarını taşıyan yapıt zindanlar(ımız)a dair bir hafıza ve cesaret örneğidir.
* * * * *
“Hapishane” deyip geçmeyin!
Orada “Son 16 yılı tek kişilik hücrede olmak üzere, 27 yıldır hapisteyim,” (HŞ, s.171) diyen Tekirdağ 1 Nolu F-Tipi’deki ‘Ümüş Eylül Hapishane Dergisi’ editörünün, ya da 2. Nolu T-Tipi Aliağa-İzmir’den “8 kişilik koğuşta 18 kişi kalıyoruz. Sadece 14 ranza olduğundan 4 arkadaş yerde yatıyor,” (NY, s.278) sözlerinde dile getirilen gerçek, ete kemiğe bürünüyor.
Onlara göre, “Cezaevleri aynı zamanda ‘yoksulluk’ yokluk ve de yoksunluk mekânlarıdır. Dışarıda hava almak kadar doğal olan şeyler, içeride mutlaka çözülmesi gereken hayati sorunlara dönüşebiliyor.” (NG, s.266-267)
“Zindan çok farklı bir mekân. Bir giz ve çözümlenmesi gereken bir şifre misali. Bambaşka bir dünya…” (ASB, s.41)
Bu ortamda “Mahpusun en çok yaptığı şey hayal kurmaktır.” (SD, s.323) Hani Sait Faik Abasıyanık’ın, “Yine hayal etti. Hayal etmek kadar güzel şey yoktu. İnsanı insan eden hayal etmekti,” ifadesindeki üzere…
* * * * *
Hayal (ve umut) edenler, dünyayı değiştirme ütopyalarına sarılanlar için sanat, edebiyat kilit önemdedir…
Hayal (ve umut) edenler, dünyayı değiştirme ütopyalarına sarılanlar için sanat, edebiyat kilit önemdedir; “Gerçekler yüzünden, ölmemizi önleyecek bir şey varsa o da sanattır,” saptamasındaki üzere Friedrich Nietzsche’nin…
George Bernard Shaw’ın, “Sanat, sevginin en saf, katıksız biçimidir”; Carlos Fuentes’ün, “Sanat tarihin öldürdüğüne can verir. Sanat tarihin inkâr ettiğine, susturduğuna ya da kovuşturduğuna ses verir. Sanat tarihin yalanlarına hakikâti getirir.” “Riskle yaşıyorum. Risk olmazsa sanat olmaz. Her zaman bir kayanın tepesinde, düşüp boynunu kırma tehlikesi yaşamalısın,” diye tarif ettikleri sanat konusunda Albert Camus ekler:
“Devrimci düşünce, tam anlamıyla insanın, insanlık durumuna karşı çıkışıdır. Bu anlamda, çeşitli görünümler altında, sanatın ve dinin süregiden tek temasıdır.
Bir devrim her zaman tanrılara karşı gerçekleştirilir- Prometeus’tan başlayarak. Bu, insanın yazgısının üstünde hak iddia etmesidir, zorbalar ve soytarı burjuvalar bunun bahanesinden başka bir şey değildir.
Kuşku yok ki bu düşünce, tarihsel eylemi içinde kavranabilir. Bunu kanıtlama iradesini göstermek, boyun eğmemek için Malraux’nun coşkusu gerekir. O coşkuyu kendi özünde ve kendi yazgısında bulmak çok basittir. Bu anlamda, mutluluğun fethini dile getiren bir sanat yapıtı devrimci bir yapıt olabilir.”
Devam eder “İster şair, ister heykeltraş, ister besteci, ister şancı olsun sanatın gerçek hizmetçisi, barış için verilen kavgaya kayıtsız kalamaz. Sanat ancak, gerici, faşist düşüncelere karşı kavga verdiği, halkların kardeşliği, işbirliği ve insan sevgisi gibi ilerici düşünceleri önüne koyduğu zaman sanat olabilir. Bütün çağların ve halkların en büyük sanatçılarının eserleri hümanizmle doludur.”[9]
Zindanlardan ulaşan satırlar bizlere bunları hatırlatırken, belirtmeden geçmemeliyiz: Yaşama bakışımız açısından sanat bir çeşit turnusol kâğıdı gibidir; kişi ya da toplulukların asıl rengini bir güzel açığa çıkarırken; o topluma görmediğini, görmek istediğini gösterir; Luis Buñuel’in, “Her toplumda sanatçının bir sorumluluğu vardır,” uyarısındaki üzere!
Kolay mı? Faşistlerin katlettiği Federico García Lorca’nın, “Hep hiçbir şeyleri olmayan ve sahip oldukları hiçbir şeyin tadını çıkarmalarına da izin verilmeyenlerin yanında olacağım,” sözleri kulağına küpedir içerideki yazarların.
* * * * *
Bu çerçevede “Hapishane Edebiyatı” tartışmalarına dikkat çeken yapıt, “1920’lerden günümüze” uzanan ol hikâyeyi irdeleyip, “Hapishanede Üretilen Eserler” ya da “Hapishanede Doğan Eserler” kavramsallaştırmasını tercih ediyorken; (AK-AO, s.12-24) “Bazı çevrelerce küçümsenen ‘hapishane edebiyatı’ diye hakir görülen çalışmalar, burada yazılan bazı eserler, dışarıda o ‘çok satanlar’ listesinde yer alan kitaplardan çok daha kaliteli ve niteliklidir,” (SO, s.346) diye haykırırken; hiçte haksız sayılmaz!
Zindandaki yazarlara göre, “Edebiyat hayatın en yalın rengidir.” (ACK, s.34)
“Edebiyat hayatın soluğudur.” (FB, s.136)
“Edebiyatı, hayatın bizzat kendisi olarak görüyorum.” (SD, 324)
“Edebiyat hayatın gerçek resmidir. Hayatı tadı tuzuyla anlatabilmenin yoludur.” (GA, 154)
“Hayat edebiyatı; edebiyat da hayatı besler.” (AB, s.76)
“Edebiyatın olmadığı bir yaşamı düşünelim: En iyi hâli bile en korkunç distopyalardan birine dönüşüyor değil mi?” (EÇ, s.116)
“Sınıflı toplumda hiçbir şey sınıfsallık dışında değildir. Edebiyatı da sınıfla birlikte düşünmek gerekir; ezilen sınıfların elinde edebiyat kapitalizmin saldırılarına karşı bir savunmadır demek doğru olacaktır. Buna bu saldırıları püskürtmek ve yeni bir hayat kurmak için bir silah diye ek yapmak da gerekir.” (EZ, s.127)
“Edebiyat -sanat- sadece bir savunma aracı değildir… Edebiyat -sanat- güçlü bir saldırı aracıdır da… Edebiyat -sanat- bir yıkma ve yapma eylemidir.” (İŞ, s.198)
“Hayat kopuk olmayan edebiyat devrimcidir.” (LÇ, s.215)
“Tüm bir hayatı kucaklayan edebiyatın esas malzemesi de doğal olarak hayatın kendisidir.” (SA, s.307)
“Sanatın, özellikle edebiyatın, hayatı yansıtmak kadar onu üretmek, belli duygu ve fikirleri kodlayarak yaşamı değiştirmek gücü vardır.” (LA, 228)
“Edebiyat bir insanlık savunmasıdır.” (SK, s.336)
Edebiyat, onlar için unutmaya karşı bir duruştur, isyan, ütopyalarının savunulması ve bugünde geleceğin biçimlendirilmesiyken; Theodor Adorno’nun, “Artık bir vatanı olmayan bir adam için, yazmak yaşamak için bir yer hâline gelir,” diye tarif ettiğinin ta kendisidir.
* * * * *
Hakkını verip, hakikâte sarılarak yazmak, yaşamsal önemde zorlu bir iştir. İçeriden dışarıya hatırlatılan, “Toplumsal gerçekçilik akımına adını yazdıran dünyaca ünlü yazarların birçoğunun cezaevi deneyimi yaşamış olması bir tesadüf olmasa gerek” (GK, s.161) saptamasındaki üzere…
Kolay mı? Ray Bradbury’un, “İyi yazarlar genellikle hayatın gerçeklerine dokunurlardı. Bu bakımdan kitaplardan neden bu kadar nefret edildiğini, korkulduğunu anlıyor musunuz? Hayatın gerçek yönlerini veriyorlar,” betimlemesindeki üzeredir hemen her şey… Cezaevlerindeki yazarların derdi tam da budur: hayatın gerçekliğine dokunmak…
“Yazmak, dediğiniz şey bir tutku, merak, bazı şeylerin farkına varılmasıdır. Yaşamın varlığını dolu dolu iliklerine dek hissetmekle alâkâlıdır.” (BC, s.94)
“Yazmak benim için hem derttir, hem dermandır.” (HE, s.182)
“Hapiste yazmak başlı başına bir sorun hâline gelmiş. Yazmakla iş bitmiyor, bir de yazdıklarınızı gardiyanlardan saklamak da gerekebiliyor. Günlerce uğraşıp onlarca sayfa yazıyorsunuz, bir baktınız aramada aramalarda bunlara el konuldu.” (AG, s.84)
Her türlü baskıya, olumsuzluğa karşın “İyi yazmak aynı zamanda iyi de düşünmek demek”ken;[10] yarattığı, kurduğu, hayal ettiği, mücadelesini verdiği şeyle müsemmadır o.
Malum: “Sanatçı zamanı ve yeri arkasında bırakır, onları aşar”ken;[11] yazmak bir yolculuktur, yola düşme eylemidir. Gitmek, görmek, gerçekleştirmektir.
Yani “Yazmak, düşünceyi biçimlendirmek/ biçimlendirerek dışa vurma eylemidir.”[12]
Bu da “umutsuz ol(a)maz…
* * * * *
Ve içerideki yazarların; “Umut her insanda olması gereken temel var oluş sebebidir.” (ACK, s.37)
“Umut: Zorluklar, yokluklar, çaresizlikler karşısında yaşama güvenle bakmanın duygusu. Karanlıkta bir ışık gibi.” (AG, s.87)
“Acının içinde bile gülebiliyorsanız yaşıyorsunuz demektir.” (AÖz, s.69)
“Umut; anlamlı yaşam, yaşamın anlamı.” (LA, s.231)
“Umut:… Hâlen seni ayakta tutandır.” (ÖRÖ, s.291)
“İyimser olmak için biraz deli olmak gerek gibime geliyor… Karamsarım ama kararsız değilim,” (AÖn, s.55) diye tarif ettiği umut, cesur olduğunda kuvvettir. Kuşkulu olduğunda korkaklıktır. Korkulu olduğunda zayıflıktır.
Ancak nihayetinde umudun cesaretin yarısı demek olduğu; hayatın umutsuzluğun öteki tarafında başladığı; mücadelenin olduğu her yerde umudun da hazır ve nazır olduğu unutulmamalı. José Saramago’nun, “Umut tuz gibidir. İnsanı doyurmaz ama ekmeğe tat verir”; William Shakespeare’in, “Hayatımızı yok eden yaşlılık ve mutsuzluk değil. Umutsuzluktur”; Farid Farjad’ın, “Biraz vicdan, biraz bahar, biraz yağmur, biraz hayal, bir kaç kitap, çokça umut herkese iyi gelir,” saptamaları içerideki yazarların hâlet-i ruhiyesini anlatıyor bizlere.
* * * * *
Zindanlarda edebiyat ve umudun ne olduğunu bize öğreten ‘Firari Yazılar’ın Nâzım Hikmet’cesi, “Yok öyle umutları yitirip/ karanlıkta savrulmak./ Unutma; aynı gökyüzü altında,/ bir direniştir yaşamak,” dizeleri ise…
Julius Fuçik’cesi de, “Güneş! O sihirli ışınlarını ne kadar cömertçe salıyor, insanların gözleri önünde ne mucizeler yaratıyor! Oysa günışığında o kadar az insan yaşıyor ki! Güneş ışıyacak, evet bir gün hepimiz için ışıyacak ve hepimiz onun içimizi ısıtan ışınlarında yaşayacağız,”[13] satırlarıdır…
Nâzım Hikmet de, Julius Fuçik de bizimkiler gibi mahpushane rahle-i tedrisinden geçmiş militan edebiyatçılardı… Adları, yapıtları zindan duvarlarını çoktan aştı, yeryüzü emekçilerinin yüreklerinde, dillerinde özgürce dolaşıyor…
24 Ekim 2021 23:21:57, İstanbul.
N O T L A R
[*] Newroz, Kasım 2021…
[1] Adnan Yücel.
[2] Bkz: 1) Sibel Özbudun, “Susma! Sustukça Sıra Sana Gelecek...” Kaldıraç, No:175, Şubat 2015, s.94-99… https://kaldirac.org/susma-sustukca-sira-sana-gelecek-1/ 2) Sibel Özbudun, “Çiçeği, Böceği, Şiiri, Resmi ve de Dayanışmayı Yasaklamak”, Newroz, No:206, 24 Mart 2012, s.6… http://www.yenikapitiyatrosu.com/index.php/2012/04/cicegi-bocegi-siiri-resmi-ve-de-dayanismayi-yasaklamak/ 3) Sibel Özbudun, “F-Tipi ‘A La Turca’dan ‘Son’ Haberler!”, Kaldıraç, No:115, Kasım 2010, s.45-48... www.ivmedergisi.com/f-tipi-“a-la-turca”dan-“son”-haberlersibel-özbudun 4) Sibel Özbudun, Zapatistalar Tekirdağ F Tipi'ne nasıl Girdi? Esmer, No:51/5, Mayıs 2009… https://www.atik-online.net/blog/zapatistalar-tekirdag-f-tipine-nasil-girdi 5) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Yıkılası Zindanlar(ımız)ın Gerçeği”, Newroz, Yıl:6, No:223, 30 Ekim 2012… https://temeldemirer.wordpress.com/2012/10/30/yikilasi-zindanlarimizin-gercegi/ 6) Temel Demirer, “Hak(sızlık)lar ve (C)ezaevleri”, https://temeldemirer.wordpress.com/2012/04/07/haksizliklar-ve-cezaevleri/ 7) Temel Demirer, “Hapishane(lerin) Hâl(ler)i”, Newroz, Şubat 2020… https://temeldemirer.wordpress.com/2020/03/22/hapishanelerin-halleri/ 8) Temel Demirer, “Türk(iye) Patentli Panoptikon Hâli”, Arasöz, Temmuz 2016… https://temeldemirer.wordpress.com/2016/07/15/turkiye-patentli-panoptikon-hali1/ 9) Temel Demirer, “Zindanlardaki Çığlık, Büyük Çığı Oluşturacak…”, https://temeldemirer.wordpress.com/2012/11/09/zindanlardaki-ciglik-buyuk-cigi-olusturacak/
[3] Gökhan Altay, “Cezaevlerinden Son 6 Yılda 103 Cenaze Çıktı: Veda Hakkı Bile Tanınmadı”, 9 Eylül 2021… http://mezopotamyaajansi35.com/tum-haberler/content/view/146040
[4] “Cezaevlerindeki Öğrenci Sayısı 4 Yılda 25 Kat Arttı”, Cumhuriyet, 11 Mayıs 2021, s.6.
[5] “Tahliye Olan Çocukların Yüzde 60’ı Cezaevine Geri Dönüyor”, Cumhuriyet, 21 Ekim 2020, s.3.
[6] “Yolsuzluk ve Hukuksuzlukta En Kötüler Arasındayız”, 15 Ekim 2021… https://www.dokuz8haber.net/turkiye-yolsuzluk-ve-hukuksuzlukta-en-kotuler-arasinda
[7] Künye: Firari Yazılar-İçerideki Yazarlarla Söyleşiler, Hazırlayanlar: Ayhan Kavak- Adil Okay, Klaros Yay., 2021, 418 sahife.
[8] Michel Foucault, Hapishanenin Doğuşu, çev: Mehmet Ali Kılıçbay, İmge Yay., 2001.
[9] Dimitriy Şostakoviç, Bir Sovyet Sanatçısı Olarak Tarihe Tanıklığım, çev: Volkan Terzioğlu, Yazılama Yay., 2010.
[10] Friedrich Nietzsche, Gezgin ve Gölgesi/ İnsanca, Pek İnsanca-2, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., 2014, s.56
[11] Vladimir Nabokov’la Konuşmalar, Derleyen: Robert Colla, çev: Osman Akınhay, Agora Kitaplığı, 2018.
[12] Max Frisch’in Sorular, Sorular, Sorular adı verilen “soruşturma” kitabına (Max Frisch, Sorular, Sorular, Sorular, çev: Ogün Duman, YK, 2021.
[13] Julius Fuçik, Darağacından Notlar, çev: Celal Üster, Yordam Kitap, 2015, s.52.
Yorum Ekle