SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER “Akıllılık çoğunluğa bakılarak ölçülmez.” [1] Nihai kertede “erken seçim” talep ve telaşıyla devreye sokulup...
SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER
“Akıllılık çoğunluğa
bakılarak ölçülmez.”[1]
Nihai kertede “erken seçim” talep ve telaşıyla devreye sokulup, -tartışmadan çok- monologlara yaslanan “ittifak izah(at)ları” üzerine çok söz edilebilir, edilmelidir de.
“Kopuş olmadan girişilecek yapısal reformların başarısızlığı kaçınılmazdır,”[2] bakış açısından hareketle; Karl Marx’ın, “Eleştirimiz ne kendi sonuçlarından ne de var olan güçlerle düşeceği çelişkiden korkmaz,” saptaması üzerine temellenen tutum(umuz)[3] ile “Kasapların tartışmasında koyunların taraf tutması, koyunların kaderini değiştirmez,” diyen Sümer atasözünü kulağımıza küpe ettik, edeceğiz de!
Friedrich Engels’in, “İhtiyaç, icadın anasıdır”; Jack London’un, “Hayat iyi kartlara sahip olma değildir,” uyarıları eşliğinde hayaller(imiz) sınırsızdı bizim için.
Hayaller(imiz)den vazgeçmediğimiz sürece, kanatlarımız gerçeğin duvarlarına çarpsa da kırılmazdırlar…
Çünkü dünyayı değiştirme serüveninin de, serüvencilerinin de umudu tükenmezdi; umutlarımız hayal, hayallerimiz umut olsa da...
DURUM(UMUZ) MU?
Bir ucunda Orhan Veli Kanık’ın, “Kelle fiyatına hürriyet!/ Esirlik bedava” dizeleriyle; öte ucunda da Jack London’ın, “Kılıçla yükselenler yine kılıçla düşer,” saptamasındaki paradoksun orta yerindeyiz.
Durum(umuz) buyken; “Bizi kendi labirentimizden kurtaracak güç, masumiyet ve saflıktır,” diyen Pablo Picasso’un altını çizdiği düşünce ve davranışa büyük değer verilmeli.
Uluslararası ilişkilerde tansiyon yükselirken; Joe Biden’ın “ABD geri dönüyor” tutumu emperyalistler arası çelişkiyi derinleştirerek yaygınlaştırıyor.
Söz konusu dizaynda “Amerikan imparatorluğu bugün dünyada kapitalist gücün başköşesidir ve konu bu gücün “çıkarlarını” korumaya gelince militarist ahlâksızlıkları emsalsizdir. Afganistan’a karşısında yürütülen 20 yıllık bir savaş ve Irak’ın enkazı bunun en büyük kanıtlarındandır. Fakat Güney ve Orta Amerika’daki toplu mezarlar da, hesaplı ve politik hegemonyasına karşı çıkma cesareti gösterenler karşısında imparatorluğun orantısız barbarlığını göstermektedir. Özet olarak, biz Amerikan idare eden sınıfının neleri yapabileceğini iyi biliyoruz. Ve işler daha da kötüye gidince, heybetli hazinelerini gözetmek için cephanelerindeki her şeyi kullanmayacaklarını göz önünde bulundurmak aptallık olur.”[4]
Bu işin bir yanı ve ‘The Financial Times’dan Camilla Cavendish’e göre “Parlamentoyu kenara itip dikta ile yönetmeye doğru gidiyor”larsa da; “Süreç olarak faşizmin” tipik örneği bazı “adamlar” zor durumda. Çünkü karşılarındaki parçalı muhalefet birleşmeye, varlığını ve gücünü meydanlarda sokaklarda göstermeye başladı.[5]
Yani tehdit ile imkânın iç içe geçtiği patlamalı bir güzergâhtayız; Karl Marx’ın, “Devlet, en eski biçimine, kılıncın ve rahip cübbesinin aşırı basit egemenliğine dönüştü,” biçiminde tarif ettiği kapitalist totaliterlik ile özgürlük talep(ler)i arasındaki yaman çelişki ilekarşı karşıyayız…
Jorge Luis Borges’in, “Diktatörlük rejimleri; baskı, biat ve gaddarlık doğurur. Ama en kötüsü, aptallığı yaygınlaştırmasıdır,” tanımıyla müsemma yerkürenin (ve elbette coğrafyamızın) hâli, “demokrasi” (denilen şey)i hayalete (verili durumda da kâbusa) dönüştürüyor.
Tam da Hannah Arendt’in izahındaki üzere:
“Totaliter örgütlerin üst yönetiminde herkes şefin yalan söylediğini bilir. Ama şef kaybederse hepsi kaybedeceğinden susarlar. İlke, şefin yanılmazlığı değil, yenilmezliğidir, buna olan inanç biterse, totalitarizmin hayal dünyası bir anda çökecek ve gerçek kazanacaktır. Herkes sürekli yalan söylediği zaman sonuçta buna inanmazsınız ama hiç kimse de hiçbir şeye inanmaz. Böyle bir toplum, hiçbir konuda fikir sahibi olamaz. Giderek düşünme, yargılama ve eylem yetisini kaybeder. Böyle bir topluma her istediklerini yaptırabilirler!
Diktatörlerin o kadar göz göre göre yalan söylemelerinin sebebi, tabanlarının ahlâkını bozmak ve suç ortağı hâline getirmektir. Biliyorlar ki ertesi gün o yalanın tam tersini söyleyecekler ve taban bunu ‘ne büyük bir taktik deha’ diyerek bir kez daha alkışlayacak.”[6]
Bunların ne demek olduğunu kapitalizmin coğrafyamızdaki “tek adam/ şahsım” iktidarında gördük, yaşadık…
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 10 Aralık 2021’de İslâm İşbirliği Teşkilâtı Parlamento Birliği XVI. Konferansı’nın açılışında, “Dünya hayatını imtihan olarak gördüğünü” belirttikten sonra, Bakara Suresi’nden, “Muhakkak ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle deneriz. Sabredenleri müjdele,” ayetini anımsattı!
Döviz kurlarındaki bitmek bilmeyen ataklar, yaşanan stagflasyon, durdurulamayan yoksullaşma, ucuzlayan emek gücü ve artık anlık zamlarla düşen alım gücünün tahammül sınırlarını çoktan aşmış olması, Erdoğan’ı “Bakara Suresi’ne” sığınmaya götürürken; eski TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk’un bile, “Cumhuriyet niteliğini yitirdi,”[7] notunu düştüğü koordinatlar; kaotik bir sürdürülemezlik halidir.
Her ne kadar, “Hem Türkiye’de hem Batı’da gördüğümüz gibi bir anlamda devletleri otoriterleştiriyor” saptamasının altını çizen, “Yetmez ama evet”çi Orhan Pamuk gibileri, “45 yıldır bu konularla meşgulüm ama asla aklıma gelmezdi ülkemin hem siyasi olarak hem de ekonomik olarak bu kadar kötü olacağını hayal edemezdim. Allah millete sabır versin, direnme gücü versin diyorum,”[8] türünde “liberal şifa” dağıtmaya kalkışsalar da; “Şahsım” rejiminin geldiği noktada karşımızda Kriz (Kaos), Panik ve Hezeyan var. Öyleyse, “zamanların hem en kötüsüdür hem de en iyisi” ...
Kriz”, bir organizmanın yaşamındaki birleştirici ve çözücü eğilimlerin arasındaki diyalektiğin getirdiği “yaşamla ölüm arasında bir karar anını”, “Kaos” da bu karar anı içinde, düzenin hızla kaybolmaya, sürecin hızla anlaşılamaz olmaya başladığı durumu betimler. “Panik”, korkuya ve bu durumun içinden çıkma telaşına, “hezeyan” da bu telaşın dilde kendini açığa vuran hallerine ilişkindir. Kriz (kaos), panik ve hezeyan birleştiğinde denge “ölümden” yana döner. Organizmanın telaşı, içinde bulunduğu toplumsal eko sistemi yakıp yıkarak gidişi hızlandırır. “Zamanların en kötüsü” işte bununla ilgilidir. “En iyisi” ise yeni bir düzen yaratma olasılıklarıyla...
Yıl başlarken “istikrarsızlıkların istikrarı bozuldu” diyerek, rejimin, birleştirici ve çözücü eğilimlerin diyalektiğini artık kontrol edemediğine, diğer bir deyişle bir krizin içine girmeye başladığına işaret ediyordum. Kriz derinleşmeye devam etti, kaosa dönüşmeye başladı…
Rejim, krize karşı önlem üretemediği gibi, uyguladığı politikalarla “kaos” eğilimlerini daha da derinleştiriyor…
Ekonominin kaderi bir şahsın iki dudağının arasındayken “serbest piyasaya” sadakat ilan eden, sonra büyük sermayenin temsilcilerini toplayıp “yüzer milyon dolar öksürün çorba içelim” gibisinden bir çağrı yaptığı aktarılan, “siyasal İslam az daha devleti ele geçiriyordu” gibi açıklamalarda bulunan komik tipler de “şahsımı” temsilen ortalıkta dolaşmaya başladı. Sanırım, “Siyah Kuğular” zamanına girdik.[9]
“Siyah Kuğu” metaforu, kimsenin aklına gelmeyen, ihtimal bile vermediği, hatta ihtimaller içinde saymadığı ama gerçekleşen olaylar için kullanılır.
Zindandaki DTK Eşbaşkanı Leyla Güven’in, “Olağanüstü değil olağan ötesi günlerden geçiyoruz. Kafka’nın George Orwell’ının düş gücü dahi yeterli değildir bugünleri anlatmaya… Toplum her anlamda derin bir anlaşma, kutuplaşmayı yaşamaktadır. Görünen o ki; bir umutsuzluk yeli ortalığı kasıp kavuruyor,” diye tarif ettiği durum(umuz)da yine şöyle uyarıyor hepimizi:
“Bizi birleştiren şeyler ayıran şeylerden fazla”![10]
İTTİFAK ÇERÇEVESİ
Evet, kapitalizm karşısında biz(ler)i yani ezilenleri, sömürülenleri -restorasyon değil, radikal (kesintisiz) yeniden inşa güzergâhında- birleştiren şeyler ayıran şeylerden fazla…
Murat Belge’vari, “Sosyalizmin liberalizmin her türlüsüne açtığı savaş öncelikle kendisi açısından olumlu sonuç getirmemiştir; onun için bundan böyle varlığını devam ettirmesi için sorunlara liberal yaklaşımı ihmal etmemelidir,”[11] türünden kof varsayımlara yaslanmış “Yüksek Siyaset Yapmayın” ikazlarını ciddiye almıyoruz.
Buradan hareketle: İttifak(lar) masa başında, otel lobilerinde kurulmaz.
İttifak farklı güç odakları arasında olur: Farklı toplumsal sınıflar, farklı ideolojik yönelimler, tabanları farklı, talepleri ayrı toplumsal hareketler vb. ile.
Gücü olmayanların ittifak şansı olmaz; olsa olsa bir şemsiyenin altına iltihakından söz edilebilir.
İttifaklar programatik hedeflerine ulaşana dek (en azından kuramsal olarak) dağılmamak kastı/niyeti ile oluşturulurlar.
İttifakların elbette bir programı vardır; olmalıdır da!
Verili konjonktürde seçim ittifakları adına devrimci/sosyalist solun büyük bölümünde, kendi irade ve müdahaleleri dışında biçimlenen iki seçenekten birini tercih zorunda olduğuna dair bir kanı var.
Bir yanda CHP ve onun (başta Kemalist laiklik olmak üzere) “ilkeleri”nin ardında dizilerek AKP’ye karşı durmak ve AKP’nin tahrif edip kadükleştirdiği “Eski Rejim”in (kimi değişikliklerle) restorasyonunun bir unsuru olmak!
Öte yanda ise ‘Millet İttifakı’nın yan yana durmaktan korktuğu için dışladığı HDP ile blok oluşturmak - bugüne dek yaşanan deneyim, bu “blok”un daha çok HDP önceliklerinin ardına dizilip, onun manevralarına eklemlenmek (iltihak) biçiminde yaşandı…
Biz, gözünü TBMM’de temsile dikmemiş, toplumun özgürlükçü-eşitlikçi ütopyamız doğrultusunda köklü biçimde dönüşmesinden, yani sosyalist bir düzenden yana olan güçlerin, bağımsız bir “Devrimci Halkçı Seçenek” oluşturması gerektiği ve bugün bunun koşullarının mevcut olduğu kanısındayız.
Ancak, bir kez daha altını çizelim, bu, bir “seçim bloku” değil, coğrafyamız için “Devrimci Halkçı Seçenek” oluşturmayı hedefleyen bir güç ve eylem birliği olmalı.
Eylemin alanı ise, başta “Artık Yeter!”e dair pek çok sinyal veren işçi sınıfı olmak üzere tüm sömürülen ve ezilenler, kapitalizmin tarihin çöplüğüne gömülmesinden çıkarı olan yığınlardır: Köylüler, küçük esnaf, Kürtler, Alevîler, kadınlar, göçmenler, çevre hareketi ve kimliğinden dolayı ezilen tüm gruplardır.
“Birlik”e ilk adım, AKP iktidarının baskıları ve AKP’nin semirttiği burjuvazinin katmerli sömürüsüne karşı, Millet İttifakı’nın muhalefeti parlamentoya ve sandığa kilitleyen yaklaşımına prim vermeyen ve sınıfı sosyalist hat doğrultusunda örgütlemeyi hedef alan unsurların, kendi seçtikleri alanlardaki uğraşlarını yan yana getirmeleri olacaktır.
‘Birikim’ci Ahmet İnsel’in bile, “Kimlik politikaları alanında özgürlükçü olmak, solda olmak için yeterli değil. Hele yaşanan kriz ortamında hiç değil!”[12] demek zorunda kaldığı evrede; “Devrimci Halkçı Seçenek” için özgürlük bir bütündür ve bir bütün olarak, herkes için savunulması gerekir.
İnsan(lık)ın yaşamını daraltan, varlığını yok eden, özgürlüğünü kısıtlayan totaliter kapitalist uygulamalar, doğrudan doğruya halkın varlığına yönelik bir saldırıyken; buna karşı çıkacak hat için -ESP Eş Başkanı Şahin Tümüklü’nün ifadesiyle-, “İşçi mücadelesi bir araya gelmek zorunda”dır.[13]
Çünkü dünyayı değiştirmek için emek eksenli kaldıraca muhtacız; ne olduğu müphem bir “genel demokrasi” söylencesine değil…
Evet, evet “Birleşik emek cephesi… “Bugün kimi dostlara çok gerçekçi gelmese de en gerçekçi ve olanaklı yoldur,”[14] Kaldıraç Hareketi temsilcisi Hakan Dilmeç’in işaret ettiği gibi…
Ancak kimileri, o müthiş cevvallikleriyle, “Sosyalistlerin ‘sınıf politikası’, ‘emek eksenli politika’, ‘sosyalist politika’ dedikleri, işçi sınıfını kendi iktisadi sorunlarına hapseden, özünde sendikalist politika yapmayı ve bugünkü devlete fiili destek vermeyi bırakıp, ‘kimlik politikası’ yapmaya, bunun için öncelikle kendi içlerinde bu bölünmeyi başlatmaları gerekiyor… Sosyalistler, tüm kimlikleri kişilerin özel soru yapan, ulusun ve devletin tek kimliği olarak kimliksizliği hedefleyen bir politikayı temel programatik eksenlerine koyduğunda bu ‘emek eksenli’ veya ‘Sınıf eksenli’ politika değil, gerçekten işçilerin demokrasi eksenli politikası ortaya çıkmış olur,”[15] diye “buyuruyorlar”!
Bu kadar da değil! “Marks’ın sözü: “Başka ulusları ezen bir ulus özgür olamaz”dır… Marks’ın sözü, iki gizli ve yanlış varsayıma dayanır… Marksistler Marks’ın önermesinin bir gerici ulusçuluk önermesi olduğunu görmeden ve Marksizm’in bu açıdan eleştirisini yapmadan, yani özünde bir Marksist ulus teorisi geliştirmeden ne bu gerici ulusçuluğun ne de genel olarak ulusçuluğun kapanından çıkma olanağı bulunmuyor,”[16] diye Karl Marx’a “ayar veren”(?) “orijinalite merakı”ndan muzdarip savrulma tam da budur; böyledir! Malum hikâye: Deveye sormuşlar: “Boynun niye eğri?” Yanıtı, “Nerem doğru ki?” olmuş ya öyle bir şey işte!
“DEMOKRASİ” Mİ?
“Demokrasi” üzerine çok söz edilir; sınıfsal özü karartılmamak kaydıyla, edilmelidir de!
Devlet gerçeğinden arî bir demokrasi yoksa; soyut bir demokrasi genellemesinden söz etmek de abes ile iştigaldir.
Tıpkı HDP Meclis Grup Başkanvekili Saruhan Oluç’un, “HDP’nin öncüsü olduğu Demokrasi İttifakı’nın içinde Kürtlerin ulus olmaktan kaynaklı haklarını kabul eden, inançların eşitliğini savunan, ayrımcılık yerine birlikteliği esas alan tüm kurumlar ve kişiler Demokrasi İttifakı içinde yer alabilir,”[17] ifadesindeki üzere!
“Ulus olmaktan kaynaklı haklar”, tanımı itibariyle “ayrılma hakkı”nı da içerdiğine göre, aynı cümle içinde “birlikteliği esas alma” paradoksu bir yana, sormadan geçmeyelim. Sözü edilen neyin “demokrasi”si ve “ittifakı”dır? Eşyayı adıyla çağırmak gerekirken; “genellemeler”le yol almak mümkün değildir!
Kaldı ki HDP’den ayrılan Ayhan Bilgen de, Türkiye’de, 150 yıl önceyi ya da 68 kuşağını, 1980’li yılları taklit eden siyaset anlayışının olduğunu, ancak yeni sorunların eski formüllerle çözülemeyeceğini vurgulayarak, “Herkesin sadece kendi kimliği ile ilgili taleplerde bulunduğu bir atmosferde ortak demokratik zemin kurulamıyor,”[18] ifadesiyle devrimcileri dışlayan bir demokrasi havariliğine soyunmaktadır!
Açık liberal özellikleriyle, birbirlerinden ayrıldığı “iddia” edilen Saruhan Oluç ile Ayhan Bilgen’in arasındaki fark nedir ki?!
Hayır böylesine bir müphemlik “HDP’ye yakınlığınız faşizmle aranızdaki mesafe kadardır,” vurgusundan hareketle rasyonalize edilemez!
HDP liberallere, Mehmet Metiner, Altan Tan vb’i düzen içi “yol arkadaşları”na, yani pragmatik reel politikerliğe teslim olmadığı sürece, elbette ittifak tarafıdır.
Aksini “Elbette HDP’siz ittifaklar mümkün ama HDP’ye yaklaşım kurulacak herhangi bir ittifakın karakterini de belirler. Şimdiye kadar kurulan resmi ittifakların tamamı HDP’siz kuruldu, HDP’ye karşı kuruldu,”[19] türünden “maruzatlar”la estetize edemezsiniz!
Selahattin Demirtaş’ın, “HDP’nin, bizlerin solun neresinde durduğunu merak edenler önyargı ve kronik üsttenci bakıştan arınarak bulundukları yerin soluna bakarlarsa bizi orada göreceklerdir. Bu sol için kaygılanacak değil, gurur duyulacak bir durumdur,”[20] ifadesine önem atfetmek istiyoruz; ancak sözü edilen “solun” Mehmet Metiner, Altan Tan vb’leri nereye koyduğunu/ koyacağını da öğrenmek/ bilmek istiyoruz.
Bir şeyleri demiş olmak; yapmış olmak anlamına gelmez!
Mesela T(B)KP’nin son Genel Sekreteri Nabi Yağcı’nın, “Tarihin gerçek dilini çözdüğümde görüyorum ki, biz dün farkına varmadan ‘Türkiye Komünist Partisi’ değil ‘Türk Komünist Partisi’ olmuşuz. Oysa komünist olmanın ayrıksı yanı en başta enternasyonalist olmasıdır. Hem enternasyonalist hem ulusalcı olunamaz, olunursa da komünist olunamaz.
Bu nedenle dünün TKP genel sekreteri ve aynı zamanda bir Türk olarak geriye dönüp Kürt halkından, Ermeni halkından, bu topraklarda soykırıma, tehcire, asimilasyona, baskıya ve tenkile (yok etmeye) uğramış bütün halklardan özür diliyorum.
Türk halkından da özür diliyorum, zira bütün halklar özgür olmadan halkım da özgür olamazdı.
Ve ancak şimdi, bu yüzleşmeyle kendimi gerçekten komünist olarak hissediyorum. Bir komünist dindar olabilir, başka şey de olabilir ama asla milliyetçi/ ulusalcı olamaz,”[21] ifadesindeki üzere…
O bunları söyledi tamam; ancak, o, Erdoğan’ı, AKP’sini destekleyenlerden[22] ve bunun da özeleştirisini yapmayanlardan değil miydi?
Bir şey daha, siz bu kocaman lafları eden zatı mücadelenin neresinde gördünüz?
Andrey Tarkovski’nin, “İlkelerine bir kez olsun ihanet eden insan, hayat ile olan saf ilişkisini yitirir,” uyarsını “es” geçmek yok; laf yetmez; “demokrasi” demekle “demokrat” olunmuyor. Daha doğrusu lafla hiçbir şey olunmuyor!
Çıtayı yükselttiğimiz falan yok; gerçekleri aktarıyoruz ve kimse de rahatsız olmasın!
Friedrich Engels, “Modern devlet, biçimi ne olursa olsun, özü itibariyle, kapitalist bir makine’dir, kapitalistlerin devleti’dir, toplam ulusal sermaye’nin ideal kişileşmesidir”; Michel Chossudovsky, “Çağımız kapitalizminde demokrasi illüzyonu ile kitleler yönetilir. Yerleşik toplumsal düzeni tehdit etmediği sürece ‘muhalefet’, egemen elitlerin çıkarınadır. Amaç muhalefeti bastırmak değil muhalefetin sınırlarını belirlemek, muhalif hareketi şekillendirmek ve kalıba sokmaktır,” diye uyarırlarken; “Demokratik Cumhuriyet kapitalizmle ‘mantıksal olarak’ çelişir, çünkü demokratik Cumhuriyet, zenginle yoksulu ‘resmi olarak’ eşitler,”[23] diye ekler V. İ. Lenin…
“Sermaye, (…) pratikte insan soyunun yaklaşmakta olan çöküşü ve sonunda kuruyup gitmesi ihtimalini, en fazla dünyanın güneşin içine düşmesi ihtimalini ettiği kadar dert eder. (…) Benden sonra tufan -bu her kapitalistin ve her kapitalist ülkenin düsturudur,”[24] vurgusuyla “Kapitalizm der Marx, bir avuç azınlığın ekseriyet üzerinde hâkimiyet kurduğu ekonomik modellerin ötesine geçememiştir. Kapitalizm, efendi/ esir ve lord/ serf ikiliklerini yenisiyle değiştirmiştir. Hükmeden ve sömüren bir azınlık tekrar vardır, ancak yeni bir isimle: İşveren”![25]
Eğer “hükmeden ve sömüren bir azınlık”a karşı demokrasi istiyorsanız bu anti-oligarşik bir duruştur; doğası gereği oligarşik kapitalist düzen(sizlik)e karşı çıkışta ifadesini bulur.
Sözünü ettiğim duruş; “Bizim istediğimiz halklarımızın ortak demokratik değerlerde buluşmasıdır. Biz olabildiğince adil, eşit bir yönetim anlayışının gelişmesini istedik. Nasıl bugün Türkiye’de ‘parlamenter demokratik sistemde’ herkes buluşuyorsa, Kürt sorununun barışçıl yöntemlerle çözümü de, bir diyalog ve siyasetçilerin ortak bir akılla hareket etmesiyle ancak mümkün olabilir. Burada önemli olan demokrasidir, katılımcı bir demokrasi olmasıdır. Avrupa’da biliyorsunuz Yerel Yönetimler İlkesi var, bu bile uygulansa Türkiye’de birçok sorun kendiliğinden çözülür. Yani burada bir ‘ayrışma’ politikasını değil, ‘bütünleşme’ politikasını esas alıyoruz. Bütünleşme politikası için de hak ve özgürlüklerin esas alınacağı bir anlayışın egemen olması gerekir,”[26] zeminiyle sınırlanamaz ya da böylesi bir çerçeveyi aşıp; yeni(lenen) bir kurucu meclis talebinde ifadesini bulur.
Yeri geldi belirtmeden geçmeyelim: İnsan(lık) tarihi açısından “temsili” yerine, doğrudan yönetime katılma açısından zirve 1871 Paris Komünü idi; karşı devrim tarafından terörle bastırıldı.
Bu ütopya yerine temsili liberal demokrasi yaygınlaştı; ardından da “demokrasi eşittir liberalizm” algısı tezgâhlandı.
Egemenlere göre demokrasi kapitalist üretim sınırlarında mümkündü ve SSCB’nin likidasyonu ise “tarihin sonu”na denk düşen liberal demokrasinin “zaferi” idi! Bu, elbette yalandı; insanlık için halk(çı) demokrasisi, sosyalist demokrasi ihtiyacı hâlâ tarihin gündemindedir...
Kuşkusuz V. İ. Lenin’in ifadesiyle sınıflı toplumlarda “saf demokrasi” yok; sınıf demokrasisi vardı.
O nedenle “demokrasi” deyince aslî mesele, hangi sınıfın yönettiğidir. İktidara hangi sınıfın kumanda ettiğidir, bir başka deyişle mülkiyetin kime, hangi sınıfa ait olduğudur...
“İttifak(lar)”dan söz edince; bunları “es” geçemezsiniz; geçmemelisiniz!
CHP Mİ?!
Bu tabloda CHP (ve İYİ Parti) ile “ittifak” mı?
Siz bakmayın “Profesör” Taner Akçam’ın Artı-TV’de yaptığı konuşmada “‘Helalleşmeye karşı hesaplaşma’ diyenlerin bir şey bilmediğini, gereksiz kabadayılık yaptıklarını” söyledikten sonra, bu girişiminden “dolayı da Kemal Bey’e teşekkür edilmeli” ifadesindeki sinizme![27]
Hayır, “CHP’nin ‘hayır’ oyu, halk arasındaki muhalefet dinamiklerinin birbirlerine yaklaşmasını olumlu etkileyecek. Bütün kitlesini iktidar karşısında ayağa kaldırmak için muhtaç olduğu enerjiyi kendi saflarının en radikal unsurlarının söylem ve geleneklerinde arayışı Kemal Kılıçdaroğlu’nun söylemini Alevî-Bektaşî damarının diline yaklaştırıyor,”[28] türünden ifadelerin hiçbir karşılığı yoktur!
“Tuhaflık şuradadır: CHP kendisine sol ve demokratik dememekte, gidip İyi Parti gibi bir güçle ittifak yapabilmektedir; fakat bazı sol güçler ısrarla CHP’yi sol ve demokrasi hareketi içinde saymaktadır.”[29]
Bu müthiş (ve maalesef) kronik bir yanılgıdır!
CHP, devleti kuran (İttihat ve Terakki artıklarının) partisidir. Yani ne yaparsanız yapın CHP, CHP’dir!
Tam da bu güzergâhta CHP Adana milletvekili Turgay Develi’nin, “Türkiye’nin devrimci birikiminin legalize olabileceği, diğer sınıfsal katmanlarla buluşabileceği en elverişli zemin -kimilerine göre ilk evre- geçmişte olduğu gibi şimdi de Cumhuriyet Halk Partisi olamaz mı?”[30] ya da “Kılıçdaroğlu değişen Türkiye’nin ihtiyaçlarına uygun yeni bir atılımın yükselen aktörlerinden biri olma şansını kullanabilir mi?”[31] sorularının kesin ve tek kelimelik yanıtı “Hayır”dır!
Ayrıca “Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu koşullar ancak ve ancak solun, sosyal demokratların mücadelesi ve müdahalesi ile değişebilir. Devrimci bir ayağa kalkışın bu ülke için tek kurtuluş ve çıkar yol olduğu ortadadır”;[32] “CHP’nin davası XXI. yüzyıl için Batı tipi bir çağdaş toplum davası olmalıdır”; “CHP artık sokakta olacak,”[33] lafazanlıklarına, “platonik aşklar”a prim vermek de mümkün değildir.
Çünkü “Yarın sana göz açtırmayacak olanlar, bugün göz yumduklarındır,” diyerek hepimizi bir kez daha uyarır Can Yücel…
CHP zihniyeti ile kim “ittifak” kurursa kursun; bir kere daha dememek için bu oyunda biz yokuz!
“Neden” mi?
MS 632’de ölmüş bir kişi için “En büyük devrimci Hz. Muhammed. Mütedeyyin insan Hz Muhammed’e inanıyorsa artık o da devrimcidir,”[34] diyen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun genişliği; “Artık 1970’lerin modeliyle sol olmaz,”[35] diyebilmektedir!
Ha bir de Ankara Elmadağ’da katıldığı muhtarlar, sivil toplum kuruluşu temsilcileri ve kanaat önderleri buluşmasında soruları yanıtlayan Kılıçdaroğlu, “Hangi dine inanıyorsunuz?” sorusunu “Elhamdülillah Müslümanız” diye cevaplayarak; “Kimileri ‘Kürdistan’ diyor, rahatsız oluyor musunuz?” sorusunu da Kılıçdaroğlu, “Kürdistan lafından ben de rahatsız oluyorum. Benim ağzımdan hiç bugüne kadar böyle bir şey duydunuz mu?” diyerek yanıtladı![36]
Bir saptama daha yapıp duralım: Bu ülkede işçi-emekçi kitlelerin, ezilenlerin, sömürülenlerin kendi talepleriyle harekete geçmesi, CHP dahil muhalif unsurları radikalleştirir. Ama bu, geçmişte olduğu gibi “sol yükselişi kontrol altına almak için” olur. Ancak, sağın hegemonyası altında daha da sağcılaşmış bir CHP’den medet ummak, bu coğrafyanın siyasal deneyimlerinden tümüyle bihaber olmaktır…
KÜRT MESELESİ VE HDP
“İttifak(lar)” açısından Kürt (ulusal) dinamiği önemlidir. Bu tartışmasızken; tartışılması gereken söz konusu dinamiğin HDP’ye eşitlenmeye kalkışılmasıdır.
“Devrimci bir parti değildir. Sosyal demokrat, ilerici bir partidir. Ancak bu hâliyle bile düzen için tehdit unsuru olarak görülmektedir,”[37] biçiminde tarif edilen bir odak olarak HDP, Kürt meselesinin bir parçasıdır; tümü değil.
Bu saptamamız kimi itirazların muhatabı olacağa benzer. Lakin Rosa Luxemburg’un, “Özgür insan, başka türlü karar verme imkânı olan insandır… Asıl özgürlük, başkaları gibi ya da herkes gibi düşünmeye mecbur olmama özgürlüğüdür,” ifadelerine itirazı olmayanlar için böyledir bu.
“Çoğunluk” gibi düşünmek zorunda değiliz. Kaldı ki bunun böyle olduğunu doğrulayan bir diğer veri de HDP, DTK, KDP-T, KDP-Bakûr, İnsan ve Özgürlük Partisi, Kürdistan Komünist Partisi, DDKD, DBP ve Azadî Partisi 2018’de kurup, sonra kalıcılaştırdıkları Kürdistanî İttifak’tır. Dikkat, HDP bu “ittifak”ın unsurlarından biridir.
Kaldı ki HDP’nin (farklı tonlardaki) ittifak arayışları konusunda; Kürdistan Komünist Partisi Genel Başkanı Sinan Çiftyürek, “Kürt seçmenin yeni adresi Kürt partileri olmalı,”[38] deyip; “Kürdistanî İttifak sayesinde, Kürt partileri arasındaki kırk yıllık soğuk savaş duvarını yıkmayı hedefledikleri” açıklamasıyla farklı bir tutum ortaya koymaktadır.
“İttifak tartışmalarına ilişkin Abdullah Öcalan, Türkiye için mağdurların, mazlumların, ezilen kesimlerin ve halkların oluşturduğu demokrasi ittifakını önermiş”ken;[39] Kürtlerin ulusal ittifakını nasıl kuracağı onların uhtesindedir elbette… Lakin ortada böyle bir soru(n) olduğu da gerçektir.
Bununla bağıntılı olarak şunun da görülüp/ kavranması gerek: “Kürt meselesini de kapsayan, genel bir demokrasi mücadelesi verildiğinde bunun bir doğal sonucu olarak, işçi hareketinin kendiliğinden gelişeceği tezi haklı çıkmadı. İşçi sınıfının hareketini, siyasetini ve örgütünü yaratmak üzere özellikle bu alana odaklanmış bir çaba gerekiyor. O nedenle işçi hareketi, demokrasiye amaç edinen mücadeleden ayrı olarak kurgulanmalı. Bununla birlikte kendi varlığını ortaya koyabilen hareket, kendisini ayrı olarak ifade edebilme olanaklarına sahip bir biçimde Kürt hareketiyle ittifak etmeli”dir.[40]
Biz bunu çok önemli buluyoruz; hem de “HDP’ye düşen sosyalist solu içinde eritmeye çabalamak değil, tam tersine sosyalist solun içinde erimektir,”[41] türünden bir fanteziyi de elimizin tersiyle iterek!
O hâlde; “Emekçi sol ve Kürt hareketinin mücadele birliğinde ısrar etmek gerekir,”[42] Doğru ve gereklidir; ama mutlak değil!
Evet Efe Dağlı’nın ifadesiyle, “HDP de emekçi sol perspektiften eleştirileri kuvvetle hak ediyor... Türkiye emekçi solu ve Kürdistan özgürlük hareketi, berrak bir bilinçle, karşıdevrim cephesinin hiçbir bileşeniyle etkileşimi öngörmeyen halkçı-sosyalist-demokratik yelpazedeki bir çeşitlilikle on milyonları kucaklayan bağımsız bir hatta ilerlerse… gerçek bir alternatif olarak sunabilir ve kurabilir.”[43] Olabilirse, buna kimsenin itirazı olmaz; ancak aksinin olmaması koşuluyla değil mi?! Çünkü başta da belirtmiştik, bir şeyi söylemek başka bir şey, hayata geçirmek başka şey!
YANILGI(LAR), BOŞ İTİRAZ(LAR) VE TUTUM(UMUZ)!
Birbirimizi itiraz etmeyi, eleştirmeyi “düşmanlık” olarak algılama, sunma kolaycılığından kurtulmamız “gerek”; hatta “olmazsa olmaz”! Malum; “Sorgulanmayan, gözden geçirilmeyen, incelenmeyen bir hayat yaşamaya değer değildir,” diye uyarır hepimizi Sokrates…
Örneğin “Bir partinin “sistemle uzlaşıp uzlaşmadığı” sadece onun programında dile getirdiği ‘ilkelere’ bakarak anlaşılamaz,”[44] saptaması yanlıştır. Reformist düşünce (ve davranışın) devrimci sonuçlara yol açması mümkün mü? Bu nerede görüldü?
“İttifak” yaparken elbette, birbirimizin ne dediğine halka nasıl hitap ettiğine bakıp, bunu dikkate alacağız…
Bunu yaparken; “7 Haziran’da, HDP’nin program ve tüzüğünün tek satırını okumadım, gerek duymadım. Program okuyarak oy veren birine de rastlamadım şimdiye kadar ama kendi adıma konuşuyorum. Okumadım, çünkü -benim için- HDP’ye oy vermenin öyle bir manası yoktu. HDP, örneğin iktidarı alması kuvvetle muhtemel bir parti olsaydı, satır satır okurdum, beğenirsem oy verirdim elbette ama böyle bir durum yoktu. Sorun AKP’yi durdurmak, iktidarı yıkmaktı benim açımdan; öyle de oldu zaten. Sonrası ayrı hikâye,”[45] demeden; her oyun önemsiz de olsa bir tercih ve dolayısıyla bir sorumluluk olduğunu unutmayacağız!
Bunun yanında “Ezcümle ‘anti emperyalizm ve laiklik’ ‘şekerine’ bulanmış ‘ortak hedef’e yürüyenler hedefe değil, CHP’nin kapısına dayanır. Oysa mesele CHP tabanını ‘demokrasi kapısına’ yöneltmektedir. O halde demokrasi ittifakının ‘ortak hedefi’ nedir?
Birincisi, faşist diktatörlüğü devirmektir; ikincisi, Kürdistan’ın tümüne karşı yürütülen ve bölgedeki pazarlara el koymayı amaçlayan savaşa son vermektir; üçüncüsü, ekonomik krizin yükünü işçi ve emekçi sınıfına yüklemek yerine her şeyden önce banka sermayesine, silah sermayesine ve örneğin ‘beşli çete’ denilen vurguncu inşaat sermayesine yüklemek için savaşmaktır.
Buradan çıkarılan ilk temel sonuç, ittifak güçlerinin ne olduğudur.
Demokratik ittifak faşist rejimin sınıf temeli olan vurguncu oligarklar, mali sermaye zirvesi, askeri-endüstriyel sermaye patronları, bunlarla iç içe geçmiş asker-sivil üst bürokrasi ve mafya-kontrgerilla dışında Türkleri, Kürtleri, bütün etnik grupları, laikleri, Müslümanları, Alevîleri, Hıristiyanları, Musevileri, kısaca halkın ezici çoğunluğunu kucaklar ve kucaklamalıdır,”[46] diyenlere neden “radikal demokrasi”ye itiraz etmediğini, bunda eleştirilecek bir şey bulup bulmadığı sorulacaktır.
Ayrıca dünyanın doğrudan demokrasi örneği olan Paris Komünü’nün, “Aklın özgürleştirilmesi”nden başka bir anlamı olmayan laikliği savunmasının doğru olup da, şimdilerde niye CHP’ye ihale edilmeye kalkışıldığının izahı istenecek.
Anti-emperyalizme gelince; darağacında “Yaşasın Türk ve Kürt Halklarının Kardeşliği” diye haykıran Deniz’in yoldaşları olarak ondan niye vazgeçelim…
Hayır, pragmatik hesaplar için devrimci birikim ve hafızamızı kaybedecek değiliz…
Yeri gelmişken: “Faşist diktatörlüğü devirmek”ten, bunların “rejimin sınıf temeli olan vurguncu oligarklar, mali sermaye zirvesi, askeri-endüstriyel sermaye patronları, bunlarla iç içe geçmiş asker-sivil üst bürokrasi ve mafya-kontrgerilla”yla hesaplaşmaktan söz ediyorsanız nasıl olur da anti-emperyalizme karşı çıkarsınız?!
Anti-emperyalizmin, 1960’lar, 1970’ler Anadolu’sundaki gibi (verili şartlara güncelleyerek) bugün de eşitlik ve özgürlük mücadelesinin ayrılmaz bir enstrümanı olarak görülmek gerek.
“İyi de ne diyoruz” mu?
Gayet basit: Emma Goldman, “Milyonlarca insanın bir hiçlik gibi, başkalarına servet yığarken, bunun faturasını solgun, donuk ve perişan hâle gelmekle ödeyen etten kemikten makineler olmalarını talep eden şey, özel mülkiyettir,” derken ekler Rosa Luxemburg da: “Irzına geçilmiş kirletilmiş kanda yuvarlanan pislik akan; işte burjuva toplumun hâli bu,” ifadesiyle işaret ettiği gerçeği “es” geçen hiçbir tarz-ı siyasetin karşılığı yoktur ve olamaz da!
Bu bağlamda, “Kalıcı devrimci sonuçlar peşinde koşmakla reformist gelgeç hevesleri ayrıştırmak zorunluluğu”ndan[47] söz eden ‘Alınteri Gazetesi’nin tutumu doğrudur!
Çünkü ne seçim, ne hükümet değişikliği ne de düzen içi reformlar kapitalizmin yapısal krizini çözemez…
Halkevleri YK üyesi Ferda Koç’un ifadesiyle, “Akılcı tek alternatif devrimci olan”ken;[48] çözüm(ümüz): Kendi çözümünü yaratan bir devrimci praksisin örülmesinden geçiyor!
Kürtlerin kendi kaderlerini tayin taleplerini, Alevîlerin hak talepleriyle, işçi sınıfının kurtuluş mücadelesini, kadınların erkek egemenliğinden özgürlük kavgasıyla birleştirmek güzergâhında emek, demokrasi, bağımsızlık, Kürt sorununda demokratik çözüm, gerçek laiklik, antiemperyalist duruş için ilk adım kapitalizmin restorasyonuna karşı yeni ve eşitlikçi-özgürlükçü bir Anayasa için halk(ların) ittifakı oluşturmaktır.
NİHAYET!
ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü emekli öğretim üyesi Doç. Dr. Galip Yalman, tek başına bu sistemden vazgeçip parlamenter sisteme dönüşün ülkeye istenilen demokratikleşme ortamını kazandırmayacağını vurgulayarak, “Toplumsal dengeleri değiştirecek bir devlet biçimi değişikliğini de tartışmalıyız,” deyip; “Sınıf temelli siyaset” gerekliliğinin altını çizerken;[49] bu yolda yapılması gerekenleri Amerika Yerlileri’nin, “Ölürsek doğrularımızla öleceğiz!” sözü yeterince net anlatır!
Çünkü Franz Kafka’nın, “Herkes sürüye katıldığından ötürü güven içerisinde, kentlerin yollarından geçip işe, yemliklerin başına ve eğlenceye gidiyor. Tıpkı büroda olduğu gibi, sınırları iyice çizilmiş bir yaşam. Böylesi bir yaşamda mucizeler değil, yalnızca kullanma talimatları, doldurulacak başvuru formları ve kurallar var. Özgürlükten ve sorumluluktan korkuluyor. O nedenle insanlar, kendi yaptıkları parmaklıkların ardında boğulmayı yeğliyorlar,”[50] diye tarif ettiği bugünlerde yalana/yanlışa sessiz kalmak, yaşanan rezilliğe ortak olmak anlamına gelirken; itirazın, özgür irademizle “Hayır” diyebilmenin bizi insan kılan değer olduğunu unutmamak gerekiyor.
O hâlde Aleksandr Soljenitsin’in, “Çok eski çağlardan beri cesaretsizliğin, sonun başlangıcı olarak kabul edildiğini söylemeye gerek var mı acaba?” sorusu eşliğinde geleceğimizi biçimlendiren bugünlerde, emekçilere Cumhur ve Millet İttifakı arasındaki kutuplaşmayı dayatan düzen içi siyasetinin karşısına, halk ittifakının Kurucu Meclis talebini dikme zamanıdır!
27 Aralık 2021 20:54:11, İstanbul.
N O T L A R
[*] Kaldıraç, No: 246, Ocak 2022…
[1] George Orwell.
[2] Samir Amin, Entelektüel Yolculuğum, çev: Fikret Başkaya, Ütopya Yay., 1999, s.163.
[3] Bkz: i) Temel Demirer, “Tarihin Sıkıştığı Andayız: Özgürlük ve Emek Cepheleri Birleşmeli”, MA/ Kadir Güney, 11 Kasım 2021… https://www.gaziantephaberler.com/makale/8229296/temel-demirer/tarihin-sikistigi-andayiz-ozgurluk-ve-emek-cepheleri-birlesmeli ; ii) Temel Demirer, “Türbülanstan Sert Düşüşe Devletin Siyasal Hâl(ler)i”, Newroz, Ekim 2021… https://www.nupel.tv/temel-demirer-turbulanstan-sert-dususe-devletin-siyasal-halleri-199782.html ; iii) Temel Demirer, “Karanlığa ve Çürümeye Karşı Ekmek, Adalet, Özgürlük İçin İleri”, Kaldıraç, No:243, Ekim 2021… ; iv) Temel Demirer, “Haklar(ımız) İçin Devlete Karşı Özgürlük Mücadelesi”, Görüş 21, Haziran 2021... https://gorus21.com/haklarimiz-icin-devlete-karsi-ozgurluk-mucadelesi/ ; v) Temel Demirer, “İktisadî Çöküş, Beşerî Çözülme”, Newroz, Mayıs 2021… https://rojnameyanewroz3.com/iktisadi-cokus-beseri-cozulme-16670.html ; vi) Temel Demirer, “Alayına İsyan, Hepsine ‘Hayır’!”, Kaldıraç Dergi, No:188, Mart 2017… ; vii) “Temel Demirer: Felaketin Sorumlusu İflas Eden Rejim!”, Yeni Yaşam Gazetesi, 26 Aralık 2021, s.8-9.
[4] Kenn Orphan, “Kapitalizm Ölüyor, Tanıyı Reddediyor”, Birgün, 17 Kasım 2021, s.17.
[5] Ergin Yıldızoğlu, “Bazı ‘Adamlar’ Zor Durumda”, Cumhuriyet, 6 Aralık 2021, s.9.
[6] Hannah Arendt, Totalitarizmin Kaynakları 3/ Totalitarizm, çev: İsmail Serin, İletişim Yay., 2014.
[7] “Cindoruk: Cumhuriyet Niteliğini Yitirdi”, Cumhuriyet, 29 Kasım 2021, s.5.
[8] “Orhan Pamuk: Ülkemin Bu Kadar Kötü Duruma Geleceği Hiç Aklıma Gelmezdi”, 13 Aralık 2021… https://artigercek.com/haberler/orhan-pamuk-ulkemin-bu-kadar-kotu-duruma-gelecegi-hic-aklima-gelmezdi
[9] Ergin Yıldızoğlu, “… ‘Siyah Kuğular’ Zamanı”, Cumhuriyet, 16 Aralık 2021, s.9.
[10] Şehriban Aslan, “Leyla Güven: Bizi Birleştiren Şeyler Ayıran Şeylerden Fazla”, Yeni Yaşam, 12 Kasım 2021, s.8-9.
[11] Murat Belge, “Sol ve Liberalizm”, 1 Kasım 2021… https://birikimdergisi.com/haftalik/10769/sol-ve-liberalizm
[12] Ahmet İnsel, “Fransa’da ‘Sol’ Sola Karşı”, Cumhuriyet, 18 Haziran 2016, s.11.
[13] “Tümüklü: Kürtler ve İşçi Mücadelesi Bir Araya Gelmek Zorunda”, Atılım, Yıl:1, No:35, 5 Kasım 2021, s.15.
[14] Esra Çiftçi, “Sol İttifakı Tartışıyor”, 5 Aralık 2021… https://artigercek.com/haberler/uuuu
[15] Demir Küçükaydın, “Sosyalistler ve Demokratlar Niçin ve Nasıl ‘Sınıf’ Değil de ‘Kimlik’ Politikası Yapmalıdırlar?”, 30 Kasım 2021… http://artigercek.com/haberler/sosyalistler-ve-demokratlar-nicin-ve-nasil-sinif-degil-de-kimlik-politikasi-yapmalidirlar
[16] Demir Küçükaydın, “Demirtaş’ın Yazısının Düşündürdükleri”, 5 Aralık 2021… https://www.adilmedya.com/demirtasin-yazisinin-dusundurdukleri/
[17] İnan Kızılkaya, “Saruhan Oluç: Başarının Sihri Demokrasi İttifakı”, Yeni Yaşam, 17 Aralık 2021, s.8-9.
[18] Sefa Uyar, “Ayhan Bilgen: Kimlik Siyaseti Sorunu Çözmüyor”, Cumhuriyet, 14 Aralık 2021, s.10.
[19] Kenan Kırkaya, “HDP’ye Yakınlığını Faşizmle Aranızdaki Mesafe Kadardır”, Yeni Yaşam, 3 Aralık 2021, s.7.
[20] Selahattin Demirtaş, “Aynı Halaya Durmak İçin”, 5 Aralık 2021… http://yeniyasamgazetesi2.com/ayni-halaya-durmak-icin/
[21] Nabi Yağcı, Elele Özgürlüğe-Zarlar Atıldı Geri Dönüş Yok, Belge Yay., 2018, s.568.
[22] “Yetmez Ama Evetçi’lerin Listesi”… http://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:gjLbb2rfGooJ:yetmezamaevetciler.blogspot.com
[23] V. İ. Lenin, Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm, çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yay., 1979.
[24] Karl Marx, Kapital, Sermayenin Üretim Süreci, Cilt: I, çev: Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1965.
[25] Richard D. Wolff, “Marksizmi Anlamak”, çev: Cem Kamözüt, Praksis Dergisi, No:10, s.123-134… http://www.praksis.org/wp-content/uploads/2011/07/010-06.pdf
[26] Ruhat Mengi, “Ahmet Türk: Biz, ‘Bütünleşmeyi’ Esas Alıyoruz ‘Ayrışmayı’ Değil”, Sözcü, 28 Eylül 2021, s.4.
[27] İ. Metin Ayçiçeği, “Ben Ne Bilem, Prof. Değilem!”, 3 Aralık 2021… https://www.avrupademokrat.com/ben-ne-bilem-prof-degilem-i-metin-aycicek
[28] Ertuğrul Kürkçü, “CHP’nin ‘Hayır’ından Çıkan Vazife”, Yeni Yaşam, 28 Ekim 2021, s.14.
[29] Selahattin Erdem, “Söz Değil Pratik Zamanı”, 18 Aralık 2021… https://yeniyasamgazetesi2.com/selahattin-erdem-soz-degil-pratik-zamani/
[30] Turgay Develi, “Kızıldere, Kürkçü ve CHP”, Radikal İki, 30 Ekim 2011, s.11.
[31] Oral Çalışlar, “Kılıçdaroğlu, Dersim Katliamını Savunanları Aşabilir mi?”, Radikal, 22 Şubat 2012, s.12.
[32] Ali Haydar Fırat, “Devrimci Demokrasiye Doğru”, Cumhuriyet, 16 Ocak 2016, s.16.
[33] Meltem Yılmaz, “CHP Milletvekili Engin Altay: CHP Artık Sokakta Olacak”, Birgün, 19 Haziran 2017, s.13.
[34] Ercan Sarıkaya, “Kılıçdaroğlu: En Büyük Devrimci Hz. Muhammed’dir”, Akşam, 20 Ağustos 2012, s.10.
[35] Fikret Bila, “Kılıçdaroğlu: 70 Model Sol Olmaz”, Milliyet, 27 Nisan 2012, s.20.
[36] “Kürdistan Lafından Ben de Rahatsız Oluyorum”, 23 Aralık 2021… https://artigercek.com/haberler/kurdistan-lafindan-ben-de-rahatsiz-oluyorum
[37] “İttifaklar Şekillenirken Bilindik Olana Dönmek: Kitle Siyasetine Hız Vermek”, 15 Aralık 2021… https://ozgurgelecek30.net/sentez-ittifaklar-sekillenirken-bilindik-olana-donmek-kitle-siyasetine-hiz-vermek/
[38] Feryat Yaşar, “Sinan Çiftyürek: Kürt Seçmenin Yeni Adresi Kürt Partileri Olmalı”, 21 Aralık 2021… https://rojnameyanewroz3.com/ciftyurek-kurt-secmenin-yeni-adresi-kurt-partileri-olmali-17023.html
[39] “Öcalan: Ezilenlerin ve Halkların İttifakı”, Yeni Yaşam, 14 Aralık 2021, s.6.
[40] Hakan Öztürk, “Yenilgi Sonrasında Yorumlamanın ve Politik Programın Yitimi”, 13 Aralık 2021… https://elyazmalari.com/2021/12/13/yenilgi-sonrasinda-yorumlamanin-ve-politik-programin-yitimi-hakan-ozturk/
[41] Ümit Aslanbay, “HDP ve ‘Sol’ Yanılgı”, Cumhuriyet, 11 Aralık 2021, s.2.
[42] Ziya Ulusoy, “TKP: İttifak Bozan Ulusalcı”, Atılım, Yıl:1, No:40, 10 Aralık 2021, s.9.
[43] Efe Dağlı, “Güldük Eğlendik Peki Sonra?”, Atılım, Yıl:1, No:41, 17 Aralık 2021, s.15.
[44] Veysi Sarısözen, “HDP Dışında İttifak mı Konfederal İttifak mı?”, Yeni Özgür Politika, 28 Kasım 2021… https://www.ozgurpolitika.com/haberi-hdp-disinda-ittifak-mikonfederal-ittifak-mi-156689
[45] M. Ender Öndeş, “Dördüncü Yol Gerekli mi?”, Yeni Yaşam, 3 Aralık 2021, s.4.
[46] Veysi Sarısözen, “Konfederal İttifakın A, B, C’si”, 3 Aralık 2021… https://www.aktuelsanat.net/konfederal-ittifakin-a-b-csi/
[47] https://elyazmalari.com/2021/12/14/kalici-devrimci-sonuclar-pesinde-kosmakla-reformist-gelgec-hevesleri-ayristirmak-zorunlulugu-alinteri-gazetesi/
[48] Ferda Koç, “Akılcı Tek Alternatif Devrimci Olan”, 8 Aralık 2021… https://elyazmalari.com/2021/12/08/akilci-tek-alternatif-devrimci-olan-ferda-koc/
[49] Hüseyin Şimşek, “Galip Yalman: Yeni Bir Devlet Biçimi Tartışılmalı”, Birgün, 24 Kasım 2021, s.11.
[50] Franz Kafka, Dönüşüm, çev: Çiğdem Canan Dikmen, Versus Kitap, 2011.
Yorum Ekle