“Doğruları tekrar etmekten zarar gelmez.”[1] Hıristiyanlık Aziz Paulus’un eliyle kurumsallaşmasının ardından, Roma İmparatorluğu’nun ...
“Doğruları tekrar
etmekten zarar gelmez.”[1]
Hıristiyanlık Aziz Paulus’un eliyle kurumsallaşmasının ardından, Roma İmparatorluğu’nun
“resmî din”i hâline geldiğinde, aynı zamanda bir “iktidar aygıtı”na da dönüşmüştü… Bundan böyle Roma
İmparatorluğu’nun yayılma/nüfuz alanına giren pagan topraklar, aynı zamanda Hıristiyanlaştırma çabalarının
da hedefi hâline gelmekteydi. Bu girişimin araçlarından biri de, paganların kutsal mekânlarına kiliselerin inşa
edilmesi, pagan topluluklar için kutsal sayılan günlerin Hıristiyan azizlere tahsis edilmesiydi.
Söz konusu strateji Avrupa dışına yelken açan sömürgecilerce de benimsenecek, tacirleri, askerleri,
yerleşimcileri Afrika’ya, Güneydoğu Asya’ya, Amerika’ya taşıyan gemilerde çeşitli tarikatlardan misyonerler,
rahipler de yerlerini alacaktı. Mekânları ve zamanları Hıristiyanlaştırılırken bedenleri plantasyonlara, maden
ocaklarına, yoksulluk ve yoksunluğa sürgün edilen yerli halkların ruhları, böylelikle bu dünyada çektikleri
azaba alternatif bir ebedî mutluluk vaadi ve bir tas pirinç karşılığında teslim alınacaktı.
Zamanın ve mekânın (yeniden-) fethi… Zihinlerin (ya da “ruhların” mı demeli) fethine giden ve o
gün bugündür bir egemenlik stratejisi olarak başvurulagelen bir uygulama... Yerel gelenekleri temellük edip
dönüştürerek zihinleri yeni egemenlik biçimlerine açmanın bir yolu; bir hegemonya oluşturma tekniği.
Ulus-devlet kuruculuğu süreçleri de bu teknikten yararlanmazlık edememiştir. Robespierre, örneğin,
Fransız İhtilali’nin hemen ardından “kilise ve monarşi ritlerinin yerine kutsal bir devrimci devlet ritleri
sistemini geçirme” adına “Yüce Varlık Festivali”ni ihdas ederken “devlet ritlerini düzenleme ve rejimi
kutsallaştırma” gereğinden söz ediyordu.[2]
Türkiye’de de Ulus-devletin kurucu iradesi, zaman ve mekânı yeniden fethetme ya da tanımlama/
anlamlandırmadaki işlevselliğin bilincindedir. Kurucu iktidar, zaman ve mekânı bir dizi “devrim”le (yazı,
dil, takvim, ölçüm sistemleri vb. vb.) “sekülerleştirirken”, Cumhuriyet’in takvimi de, 23 Nisan/ 19 Mayıs/
30 Ağustos/ 29 Ekim/ 10 Kasım “gündönümleri”yle yeniden biçimlendirilecek, rejimin yeni “kutsallar”ı ile
donanacaktır (1 Mayıs’ın “Bahar Bayramı”, 21 Mart’ın da “Türk dünyasının Nevruz bayramı” olarak resmî
tescili aynı mantığın gecikmeli sonuçlarıdır.)
Öyle görülüyor ki, kendini İslâmcı/Neo-Osmanlıcı olarak tanımlayan ve Cumhuriyet rejiminin
kurucu iradesi, yani Kemalizm’le yıldızı barışmamış bir kesimin temsilcisi olarak hükümet olan AKP,
iktidarın bu gizil eğiliminden kaçınamıyor. Türkiye İslâm’ının (Kemalist rejim tarafından) bastırılan sesi
olarak, Kemalizm’in “laikleştirdiği” zaman ve mekân(lar)ı yeniden tanımlama işine soyunalı hayli zaman
oluyor. Heykelleri kaldırmak, tiyatroları kapatmak, boş bulduğu her alana cami inşa etmek, liseleri İHL’ye
dönüştürmek, sokakların/meydanların adlarını değiştirmek, idarî merkezi Ankara’dan İstanbul’a kaydırma niyet
ve girişimleri… mekânı (İslâmî değerler doğrultusunda) yeniden tanımlama çabalarının örneklerinden bir kaçı
yalnızca. [Kuşkusuz, AKP iktidarı mekân(lar)ı yalnızca İslâmî doğrultuda dönüştürmekle kalmıyor; “kentsel
dönüşüm” etiketi altında devasa rant alanları yaratırken, aynı zamanda “neoliberalleştiriyor” da…]
Öte yandan, iktidarın takvime müdahaleleri de süregitmekte… Cumhuriyetin “bayramları” törensel
yükleri her yıl biraz daha “hafifletilerek” unutuluşa terk ediliyor, ya da (23 Nisan’a denk düşürülen) “Kutlu
Doğum haftası”, (19 Mayıs’ı kapsayacak şekilde yayılan) “Istanbul’un fethi” gibi “bid’at”larla temellük edilip
dönüşüme uğratılıyor.
***
Nicedir birkaç günden birkaç haftaya dek yayılarak neredeyse tüm bir Nisan ayını istila eden Kutlu
Doğum haftası konusunda “Bu da nereden çıktı?” diye düşünmezlik etmiş olamazsınız. Çocukların portakal,
çilek, muz kılığına sokulup piyesler oynatıldığı “Yerli Malları Haftası” tamam, hamasî savaş şiirleriyle
“kutlanan” NATO haftası filan anladık da, çocuklara ilahîlerin söyletildiği, hadislerin dinletildiği, Veda
hutbesi videolarının izletildiği, Peygamberin hayatı konusunda bilgi yarışmalarının düzenlendiği, İl Eğitim
müdürlerinin talimatıyla öğrencilerin camilere taşındığı yoğunlaştırılmış “irşad” faaliyeti olarak “Kutlu Doğum
Haftası” pek azımızın ilk-ortaokul anılarında yer alıyor.
Alamaz da, çünkü yeni… İlk kez 1989’da “icat edilmiş”. Dönemin (ANAP’ın MHP’den transfer
ettiği) kültür bakanı Namık Kemal Zeybek’in isteği üzerine Diyanet İşleri Başkanlığı ile Türkiye Diyanet
Vakfı’nın istişareleri sonucu (fikrin, Diyanet Vakfı’nın Mümtazer Türköne’nin ifadesiyle “milliyetçi düşünce
geleneğinden gelen toplam altı ilim ve fikir adamından” oluşan yayın kurulunda biçimlendiği anlaşılıyor,)
Muhammed Peygamber’in ay takviminde Rebiülevvel ayının 12’si olarak kabul edilen doğum günü miladî
takvimde 20 Nisan olarak saptanmış. Böylelikle, Türkiye, Muhammed Peygamberin doğum gününü, kamerî
hicrî takvime göre Mevlit kandili, miladî güneş takvimine göre ise 20 Nisan’da “kutlama” garabetini sergileyen
ilk “İslâm ülkesi” olma sanını da elde etmiş.
AKP iktidarının yaptığı ise, o güne dek “gayrıresmî” bir şekilde, genellikle anaakım medyaya pek
yansımayan tarzda çeşitli etkinliklerle mevzi olarak kutlanan[3] bu etkinlikler dizisini resmîleştirmek oldu.
Resmi Gazete’nin 13 Şubat 2010 tarihli sayısında yayımlanan bir genelgede Kutlu Doğum Haftası’nın
kutlanmasına ilişkin usul ve esaslar sıralanacak, ertesi yıl Milli Eğitim Bakanlığı bir genelgeyle okullarda Kutlu
Doğum Haftası etkinlikleri düzenlenmesini sağlayacaktı.
Türkiye’nin İslâmcıları esnek ve pragmatiktir. 2007’deki Genelkurmay “muhtıramsı”sı, “icadından”
sonraki yıllarda (23 Nisan’ı da içerecek tarzda) 20-26 Nisan tarihleri arasında kutlanan Kutlu Doğum
Haftasının, 2008 yılında 14-20 Nisan tarihleri arasına alınmasına yol açacaktı. Ne ki, anlaşıldığı kadarıyla
bu “öne alma”nın tek nedeni Kemalist refleks değil. İktidarın göz bebeği, en güçlü “velayet-i fakih” adayı
Fethullah Gülen Efendi Hazretleri’nin doğumgününün de “mutlu bir tesadüf” sonucu 27 Nisan’a denk düşüyor
olmasının İslâmî kesimde nurcular/Fethullahcılar dışındaki çevrelerin dikkatini/tepkisini çekmiş olması bu
“tebdil-i takvim”in etkenlerinden biri olmalı.
Ancak, dedim ya, Türkiye’nin İslâmcıları esnek ve pragmatiktir… Bu “sıkıntı”yı, haftayı tüm bir
Nisan boyunca bir aya yayarak bypass etmeyi başardılar. Böylelikle, çocuklar, yaşlılar, engelliler, kimsesizler,
kadınlar, hastalar… yani devletin en kolay erişebildiği kesimler, isteyip istemedikleri sorulmaksızın, Nisan
ayı boyunca AKP iktidarının “gönüllü maneviyat ordusu”nun: İHL’li öğrencilerin, imamların, cemaat
mensuplarının, parti il-ilçe yöneticilerinin, Diyanet görevlilerinin, mülkî amirlerin… tasalluduna uğrayarak
“irşad ediliyor”, şiirlere, müsamerelere, ilahî dinletilerine maruz kalıyor, halkın üzerine panzerlerden gülsuyu
sıkılıyor…
Evet… “Atam, sen kalk da ben yatam” hamasetinden kurtulduk… Ama sevinmeyin: yağmurdan
kaçarken doluya tutulmaktayız. Kağıttan bayraklı, krepon süslü, rondolu 23 Nisanlar, “doysun kara topraklar”lı
10 Kasımlar, yerini, “Ümmetin oluşumuzla övünürüz/ Kaybetmiş oluşumuza üzülürüz/ Miski amberdir dokun
ve kokun/ Hâlâ, üzerimizdedir ölüm şokun/ Nebilerin piri, ölmedi yaşıyor dipdiri / O’nun gelmesiyle silindi
beşerin kiri”ne[4] bıraktı bile…
Üstelik, bir önceki nasıl “Atatürk’ü koruma kanunu”nun kutsallık şemsiyesi altında dokunulmaz
kılınmış idiyse, bu da, “halkın bir kesiminin benimsediği dinî değerleri alenen aşağılama”yı yasaklayan TCK
maddesinin koruması altında ne de olsa…
26 Nisan 2013 13:44:09, Ankara.
NOTLAR
[*] Newroz, Yıl:7, No:233, 2 Mayıs 2013…
[1] Eflatun.
[2] D. I. Kertzer, Ritual, Politics and Power, New Haven & Londra: Yale University Pres, 1988, ss.157-8.
[3] Tabii bu “mevzi” kutlamaların çapı ve boyutu, 1989’dan itibaren hızla genişleyecekti. Öyle ki, TSK’nın son
“muhtıramsı”larından biri bu konuda geldi: 2007 yılında Genelkurmay Başkanlığı’nın resmi sitesinde yayınladığı 27 Nisan
muhtırasında “…Ankara’da 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamaları ile aynı günde Kur’ân okuma yarışması
tertiplenmiş, ancak duyarlı medya ve kamuoyu baskıları sonucu bu faaliyet iptal edilmiştir. 22 Nisan 2007 tarihinde Şanlıurfa’da;
Mardin, Gaziantep ve Diyarbakır illerinden gelen bazı grupların da katılımı ile o saatte yataklarında olması gereken ve yaşları ile
uygun olmayan çağdışı kıyafetler giydirilmiş küçük kız çocuklarından oluşan bir koroya ilâhiler okutulmuş, bu sırada Atatürk
resimleri ve Türk bayraklarının indirilmesine teşebbüs edilerek geceyi tertipleyenlerin gerçek amaç ve niyetleri açıkça ortaya
konulmuştur. Ayrıca, Ankara’nın Altındağ İlçesi’nde ‘Kutlu Doğum Şöleni’ için ilçede bulunan bütün okul müdürlerine katılım emri
verildiği, Denizli’de İl Müftülüğü ile bir siyasî partinin ortaklaşa düzenlediği faaliyette ilköğretim okulu öğrencilerinin başları kapalı
olarak ilâhiler söylediği, Denizli’nin Tavas İlçesi’ne bağlı Nikfer Beldesi’nde dört cami bulunmasına rağmen, Atatürk İlköğretim
Okulu’nda kadınlara yönelik vaaz ve dinî söyleşi yapıldığı yolunda haberler de kaygıyla izlenmiştir,” deniliyordu. (“1989’da icat
edilen kutlu doğum haftası sadece Türkiye’de kutlanıyor!” Medya Tutkunu, http://www.medyatutkunu.com/2013/04/16/ 1989da-icad-
edilen-kutlu-dogum-haftasi-sadece-turkiyede-kutlaniyor/)
[4] “Peygamber Sevgisi” şiiri, http://www.dersimiz.com/esiir/siir.asp?id=1522.
Yorum Ekle