“İktidar yolsuzlaştırır. Mutlak iktidar mutlaka yolsuzlaştırır.” [1] XX. yüzyılın son onyıllarında, Dünya Bankası ve diğer ul...
“İktidar
yolsuzlaştırır.
Mutlak iktidar
mutlaka
yolsuzlaştırır.”[1]
XX. yüzyılın son onyıllarında,
Dünya Bankası ve diğer ulusaşırı finans kurumları, özellikle “yükselen
pazarlar” olarak kutsanan neo-liberal korsan devletlerdeki rüşvet ve
yolsuzlukların maliyetinin, onlara dayattıkları “yapısal uyum programları”nın
getirilerini asgarîleştirdiğini gördüğünden bu yana, “yolsuzluklar” başlığını,
özellikle UNDP (Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı) gibi “şefkat” aygıtları
eliyle gündeminde tutmakta.
Öyle ya, Çokuluslu Şirketler, el
sürülmemiş ya da pek az el sürülmüş uçsuz bucaksız yeni kaynaklara (petrol,
doğalgaz, su, yer altı zenginlikleri, orman, tarımsal ürünler ve de aklınıza ne
gelirse), el sürülmemiş ya da pek az el sürülmüş pazarlara erişmek, neo-liberal
rüzgârları arkasına alıp bir an önce köşeyi dönme hırsındaki sınır tanımaz
iktidarların giriştiği “çılgın” (ve ballı!) projelerden pay kapmak için ulusal
bürokrasilere, siyasetçilere, aracılara, yerel yönetimlere tonla rüşvet
yedirmek zorunda kalıyor; bu da yatırım maliyetlerini fena hâlde yükseltiyor.
BM’nin kurumları son zamanlarda bunun derdinde…
Neo-liberal iklimin her derde
deva formülü malûm, bu gibi “sosyal projeler”i olabildiği kadar sivil toplumun
sırtına yıkmak. Bu alanda da büyük ölçüde öyle yapıyorlar.
BM ve paralel kuruluşların
“yolsuzluk” vaazlarında popüler temalardan biri de, “toplumsal
cinsiyet-yolsuzluk ilişkileri”. Konu en azından 2000’lerin başından bu yana,
DB’nin gündeminde. Dönemin gözde saptaması, kadınların yolsuzluğa daha az
yatkın oldukları yolunda. Örneğin Banka’nın toplumsal cinsiyet eşitliği
konusundaki siyasa önerilerini kapsayan Engendering
Development (Dünya Bankası, 2001: 96)’da, kadınların siyasete katılımıyla
yolsuzluk arasında ters orantı olduğu, bunun ise kamuda kadın mevcudiyetini
güçlendirme konusunda yeni bir itki sağlayacağı belirtiliyor. Williams College,
Kalkınma Ekonomisi Merkezi’nden Anand Swamy ve arkadaşları da benzer bir
araştırmada aynı sonuca varıyorlar (“Gender and Corruption”, Ağustos 2000):
kadın kamu görevlileri, yolsuzluğa daha az bulaşıyor!
Bu teze dayalı politikaları
hayata geçiren ülkeler yok değil; örneğin Peru’nun eski devlet başkanı Fujimori
1998’de Lima’da trafiğin denetimini kadın trafik polislerinin eline bırakacağını
açıklamış; Meksika’da 2003’de kara ve deniz sınırlarındaki gümrük denetimi
tümüyle kadın personelin eline terk edilmiş. Uganda’da ise, yerel yönetim
sisteminde muhasebeye ilişkin görevler, büyük ölçüde kadınlara tevcih
edilmekteymiş.
Ancak kadınların yolsuzluğa daha
az karıştığı yolundaki görüşe yönelik ihtiyat payları ve eleştiriler de
gecikmeksizin dile getirilmeye başlandı. Örneğin, Rice Üniversitesi’nden Justin
Esarey ile Ulusal Demokratik Enstitü’den Gina Chirillo,[2] bu saptamanın kısmî bir doğru
olduğunu, ancak sorunun siyasal bağlamdan soyutlanarak ele alınmaması
gerektiğini vurguluyorlar. Yazarlara göre kadınların siyasal görev ve
sorumluluklar üstlenmesindeki yoğunlukla yolsuzluk arasındaki ters orantı,
ancak şeffaf ve “demokratik” sistemlerde geçerlidir. Otokratik yönelimli
ülkelerde ise, kadınlarla erkeklerin rüşvet ve yolsuzluk karşısındaki
tavırlarında bir farklılaşma gözlemlenmemektedir. Sussex Üniversitesi Kalkınma
Araştırmaları Enstitüsü’nden Anne Marie Goetz ise,[3] kadınların yolsuzluklara daha az
karıştıkları vb. yollu genellemelerin kadınların “daha iffetli, daha ahlâklı”
vb. olduğu yolundaki sağcı söylemlerin yeniden üretilmesinden öte bir anlam
ifade etmeyeceği gibi, bunun biyolojik-temelli bir önerme olduğu, kadınlar
arasındaki etnik, sınıfsal vb. farklılaşmaları gözlerden gizlediği itirazlarını
dile getiriyor.
Kadınların -doğaları gereği-
yolsuzluğa daha uzak oldukları yönündeki saptamaya katılmak, Kösem Sultan’lara,
Hürrem Sultan’lara, Semra Özal’ın Papatyaları’na, Tansu Çiller’lere ve son
demlerde de kirli çamaşırları her gün internet sitelerine, gazete sayfalarına
ve ekranlara saçılan Chanel tesettürlü 4x4’lü yeni sosyeteye yataklık etmiş bir
ülkede, çok zor… Sorun elbette ki sınıfsal ve sınıfsal olarak ele alınmalı.
Talan, yolsuzluk ve rüşvetin bir sermaye birikim rejimini desteklediği ülke ve
evrelerde, politikada görünür ve (en azından görünüşte) hesap verebilir konumda
olan erkeklerin, eşleri ve evlatları(nın kurduğu şirketler, üzerine yapılan
gayrımenkuller sayesinde devasa servetler devşirebildiği, yabancımız değil!
Zaten, kadınlar yolsuzluklara
daha az mı, daha çok mu bulaşıyorlar tarzı bir sorunun kendisi bir mugalata.
Soru, yolsuzluklardan hangi toplumsal kesim(ler)in en fazla etkilendiği şeklinde
sorulduğundaysa, işin rengi değişiyor.
Ergin Yıldızoğlu, rüşvet ve
yolsuzluğun “bir ekonomik modelden diğerine geçerken oluşan belirsizlik
ortamında, ‘yasal boşluklarda’ aniden çoğal”dığını[4] belirtirken, haklıdır. Bir adım
daha atalım, yolsuzluk ve rüşvet, kapitalist sistemin farklı birikim rejimi
evrelerini açan “ebelik” görevini üstlenmektedir adeta. Bizatihi kapitalizm,
“ilkel birikim”ini talan, yağma ve korsanlıkla sağlamış değil midir? (Batı
Avrupa kapitalizmi varlığını İspanyol, Portekiz, İngiliz korsan gemilerinin
Amerika kıtasından taşıdığı altınlara borçlu değil midir?) Rüşvet ve yolsuzluk
ise, iç talan biçimleridir. Ya da şöyle söyleyeyim; günümüzde yolsuzluk ve rüşvet, bürokrasinin, burjuvazinin talan
aracılığıyla sermaye birikimi sağlayan kesimleriyle kurduğu ortaklığın adıdır.
Sosyalist sistemin çöküşünün ardından Rusya’nın mafyatik kapitalizmi,
birikimini çeteleşmiş bir bürokrasinin sınır tanımayan talanından sağlamadı mı?
Türkiye kapitalizminin ithal ikameci rejimden neo-liberal rejime geçişi, Turgut
Özal önderliğinde bir kleptokrasiyi “küreselleşen” Türkiye burjuvazisine
eklemlemedi mi? Ve günümüzde, beş-on yıl öncesine dek Karayolları’ndan elektrik
direği ihalesi aldıklarında bayram yapan müteahhitlik firmalarının bugün Kanal
İstanbul, üçüncü havaalanı, üçüncü köprü, otoyollar gibi işleri kapmada
yarışması, yolsuzluklardan, rüşvetten arî düşünülebilir mi?
[Başbakan’ın talimatıyla
Sabah-atv’nin satışı için “salma” çıkartılıp iki ayda 630 milyon dolar toplanan
şirketlere bakar mısınız: “İstanbul’un ‘Çılgın Projesi’ Kanal İstanbul’un en
önemli ayağı olarak tanıtılan 3. havaalanının yapımını üstlenen müteahhitler
Cengiz İnşaat, Limak İnşaat ve Kolin İnşaat, demiryolu projelerinde aldığı
ihaleler ile tanınan Makyol İnşaat, IC İçtaş İnşaat ve Özaltın İnşaat, vb.”[5] Onlar bile isyan ettiklerine
göre…[6]]
Hâl böyle olunca,
Başbakan’ın “Ben yolsuzluk dendiğinde
şunu anlarım; devletin kasası soyuluyor mu soyulmuyor mu? Ayakkabı kutusu
içerisinde söylenen olaylar, Halk Bankası’ndan alınan ya da soyulan para
değildir,”[7] demesi, laf-ı güzaftan
ibarettir; çünkü ayakkabı kutusundan çıkan paralar, siyasal iktidar ve onunla
iç içe geçmiş bürokrasinin, ormanları, havayı, suyu, ekosistemi, iklim
dengesini talan, bunu yaparken de mevcut yasal düzenlemeleri (ihale yasası, ÇED
önlemleri vb.) delik deşik eden müteahhitlerden (ya da genel adıyla
burjuvaziden), bu talanın önünü açmak karşılığında aldığı paydır; ve tümü de
halkın cebinden çıkmaktadır: vergi ve artı emek olarak.
Bir başka deyişle,
yolsuzluk, emekçi sınıflardan sermaye sınıfına kaynak aktarımından başka bir
şey değildir. Şu an ete kemiğe büründüğü haliyle ise, halk kesimlerinde,
bırakın kalkınmayı, nisbî yoksulluğun daha da artmasına, sermaye ile emek
arasındaki servet uçurumunun daha da açılmasına yol açmaktadır.
Kısacası, onlar
çaldıkça, rüşvet yedikçe, yolsuzluk yaptıkça biz yoksullaşıyoruz: biz
emekçiler; en çok da kadınlar.
Onlar çalıp
çırptıkça, kadınlar, büzülen, küçülen aile bütçelerini sürdürebilmek adına,
ucuzlayan sebze artıklarını alabilmek için akşam vakti pazar yerlerine koşuyor,
ekmeği üç kuruş daha ucuza alabilmek için Halk Ekmekler önünde uzun kuyruklar
oluşturuyor; doğalgazdan tasarruf için kaloriferi iptal edip sobaya dönüyor,
soba zehirlenmesinden ailece can veriyor; onlar yolsuzluklarla semirdikçe,
kadınlar küçülen iş yerlerinde işten çıkartılıyor, ya da boğaz tokluğuna ter
atölyelerinde günde 14 saate, taşeronluğa mahkûm ediliyorlar…
Onlar bir
yerlerimize “koydukça”, iflas eden esnaf, işten çıkartılan işçi, gününü kahvede
pinekleyerek geçiren işsiz, hırsını evdeki karısından, çoluk-çocuğundan
çıkartıyor; kadına yönelik şiddet, dizginlerinden boşanıyor…
Onlar SİT
alanlarındaki yalılarının, villalarının sayısını katladıkça, icralık
kiracıların sayısı artıyor; konutlar, dükkânlar boşaltılıyor…
Onlar rüşvet
yedikçe, halkın kaynaklarını “haramîler”in cebine aktardıkça nedense hep bir
“pasta” olarak tahayyül ettikleri “millî gelir”den aldıkları dilimler büyüdükçe
büyüyor, işçileri, işsizleri, emekçileri, dargelirlileri, köylüleri ile büyük
çoğunluğun payına düşen kırıntılar seyreliyor.
Ve büyüyen, genleşen
yoksulluk, dönüp dolaşıp kadınları vuruyor. Toplumsal-cinsiyet duyarlı bütçe
analizleri, örneğin, pek çok ülkede erkeklerin kamu harcamalarından kadınlara
göre daha fazla yararlandığını gösteriyor. Kadınlara hasredilen programlara
tahsis edilen bütçelerin, genel bütçe içindeki payı zaten “ihmal edilebilir”
bir düzeyde. Onlar kamu kaynaklarını yağmaladıkça, bu pay daha da küçülüyor.[8]
Ve nihayet, kamu
görevlileri rüşvetten, yolsuzluktan beslendikçe, gündelik işleri yürütmek için
trafik polisinden hastane görevlisine, adliye memurundan karakoldaki polise
rüşvet şebekeleri gündelik kamusal yaşamı sarmaladıkça, kadınların çocuklarını
okutması, adlî işlerini çözümlemesi, sağlık hizmetlerinden yararlanması güçleşiyor
- çocuğu için istenen kayıt parasını karşılayamadığı için okul temizletilen,
yatak bulamayıp hastane hastane dolaştırılan kadınları düşünün lütfen…
Evet, sorun
“çalıyorsa benden çalıyor; elâleme ne?” sığlığına sığdırılamayacak kadar
boyutlu. Çünkü yolsuzluk ve rüşvet salt “siyasal etik” ile ilişkili değil, aynı
zamanda sermaye birikim stratejileriyle ilgili görüngüler…
Ve birileri,
elimizdeki vakada “Anadolu Kaplanları” küresel kapitalizme açılabilmek için
sermaye biriktirdikçe hepimiz yoksullaşıyoruz; hele ki kadınlar!
12 Şubat 2014 09:24:35, Ankara.
N O T L A R
[*] Tüm Bel-Sen Kadın Dergisi, Mart
2014.
[1] Emerich Acton.
[2] Justin Esarey, Gina Chirillo “
‘Fairer Sex’ or Purity Myth? Corruption, Gender and Institutional Context” Politics & Gender, 9 (2013), ss.361-389.
[3] Anne Marie Goetz, “Political
Cleaners: How Women are the New Anti-Corruption Force. Does the Evidence Wash?”
2003.
[4] Ergin Yıldızoğlu, “Yolsuzluğun
Ekonomi Politiği”, Cumhuriyet, 11
Şubat 2014.
[5] “Sabah ve ATV
İçin İşadamlarından İhale Karşılığı Para Toplanmış”, Zaman, 1 Şubat 2014.
[6] “Havuz”a 115 milyon dolar veren
işadamı Nihat Özdemir şu tepkiyi gösteriyor: “Ben eve geldim var ya, hanımın
falan kimsenin yüzüne bakmadım. Doğru böyle soyundum yatağa girdim. Sabah
uyandım. Ya bak benim burama geldi ya. Dün bana işkenceydi ya.” (Zaman, 1 Şubat 2014.)
[7] “Başbakan
Erdoğan Yolsuzluk İddialarına Cevap Verdi”, Cafesiyaset http://www.Cafesiyaset.com/basbakan-erdogan-yolsuzluk-iddialarina-cevap-verdi_400926.html#ixzz2t2hDelCp
[8] “Gender and
Corruption: Are Women Less Corrupt?”, Uluslararası Şeffaflık Örgütü, 7 Mart
2000.
Yorum Ekle