“Ve bizim en güzel öldüğümüzdür bu: yaşamak.” [1] Teşekkür ediyorum sevgili Zeynep, [2] Dilersen önce küçük bir “tavzih”l...
“Ve bizim en güzel öldüğümüzdür
bu:
yaşamak.”[1]
Teşekkür ediyorum sevgili
Zeynep,[2]
Dilersen önce küçük bir “tavzih”le
başlayalım, bu ülkede Kürt kimlikleriyle yaşamak isteyen ve bunu ihsas ve ifade
eden Kürtlere yönelik saldırganlık, “yeni” bir şey değil. Dahası, salt Kürtlere
özgü bir durum da değil, kökü “Kurucu Baba”ların “Bu ülkenin aslî unsuru
Türklerdir, diğer anasır ancak Türklere kölelik etmek için vardır” söylemlerine
dayanan bu etnik merkezcilik, Kürdün olduğu gibi Ermeni’nin, Rum’un, Yahudi’nin,
Roman’ın, zamanı gelir Laz’ın, Çerkes’in, Boşnak’ın, Alevî’nin üzerine boşanır
zincirlerinden. Başlangıçta mesele bu coğrafyayı, ama asıl olarak da sermayeyi “Türkleştirmek”
(bütün “laiklik” iddialarına karşın, Sünnî-İslâm “Türk” olmanın mütemmim cüz’üdür)
o zamanın rüyası “milli burjuvazi”yi yaratabilmekti -gayrımüslim unsurların
etnik-merkezci söylemlerin eşliğinde şu ya da bu biçimde tasfiye edilmesi, “milli”
bir kapitalist sınıf yaratabilmenin olmazsa olmazı olarak görülüyordu. Halk,
yağmadan aldığı payla bu suça ortak edildi: bu ülkede yaşayıp da varidatında
gayrımüslimlerden gasp edilmiş bir ev, bir dükkân, bir değirmen, birkaç altın
ya da bir kadın bulunmayan kaç aile vardır ki?
Demek ki etnik-merkezci (ya da dilerseniz “ırkçı”) söylemin
tarihi, en azından Cumhuriyet tarihi, hatta bir miktar gerisine dek uzanır bu
topraklarda. Ve egemenler/yönetenlerle yönetilenlerin suç ortaklığına dayanır.
“Peki sermaye artık büyük
ölçüde Türkleştiğine ve ortada nefret söylemine hedef kılınacak Rum, Ermeni vb.
kalmadığına göre bu tip olaylar neden devam ediyor?” diye sorduğunuzu duyar
gibiyim.
Kürtlerin 1990’lı yıllardan
itibaren başlattıkları kalkışma, bu “millet”in
nicedir en diplere bastırılmış, en derinlerde yatan paranoyasının
suyüzüne vurmasını tetikledi: kendisinin tahayyül ettiği kadar homojen,
kaynaşmış vb. bir kitle olamayabileceğinin açığa çıkması. Egemenlerin yıllardır
kitlelerin bilinçaltına işlediği “bölünme/ parçalanma” korkusu...
Din (burada İslâm’ın Sünnî
versiyonu), milliyetçilik ve erkek egemenliği, egemenlerin, yöneticilerin
halkın kendisini homojen bir kitle olarak algılamasını sağlayabilmek için
başvurduğu en yalın, kaba ve vasati söylemlerdir. Temelde Sünnî-Müslüman-Türk
erkeğinin T.C. yurttaşı olmanın kendisine sağladığı avanta(j)ları (belki başını
sokabileceği bir ev, belki üç kuruş kazandığı bir iş, belki küçük bir dükkân,
evde çamaşırlarını-bulaşıklarını yıkayan bir kadın...) yitirebileceği gizil
tehdidine yaslanan söylemler. Vasattan
olmanın, çoğunluktan olmanın avantajlarından vazgeçmenin olanaksızlığına
seslenirler. Özellikle orta alt ve orta sınıfların kendilerini (iktisaden ya da
siyaseten) risk altında hissettikleri zaman bu söylemler, “vasat-dışı”nda, “sürüden
ayrı olan”da, “öteki”nde patlak veren dizginsiz bir öfkeyi tetikler...
Kürtçe konuşan, Kürtçe
türkü söyleyen ya da Kürtlüğünü şu ya da bu biçimde açık edenlerin
milliyetçi-ırkçı saldırıların hedefi olması, AKP iktidarını “demokrat, liberal,
açılımcı, vb.” bulanlar dışında bu bakımdan hiç de şaşırtıcı değil.
Çünkü AKP iktidarı,
kendisinin ya da “liberal” ideologlarının kendisi için söyledikleri ne olursa
olsun, hiç de “demokrat, liberal, açılımcı, vb.” değil; tam tersine, Marx’ın “Tarihi
üreten kötü yanıdır” aforizmasını doğrularcasına, bu toplumun en vulger, en
milliyetçi-muhafazakâr, en eril merkezci, en ötekileştirici vasatından
türemekte... Türk sağının İslâmcı-faşizan kanadını besleyen damarla süregen bir
rezonans içinde... (Bir süre önce Cumhurbaşkanlığına seçilmiş zatın “Bana afedersiniz
Ermeni bile dediler” sözü hâlâ kulaklarımızda çınlamıyor mu?)
Bana kalırsa AKP iktidarı, “açılım”
adı altında Kürtlere “verebileceklerini” (seçmeli Kürtçe dersleri, Kürtçe TV,
yer isimlerinin iadesi, Kürtçe isimler vb.) bir “limit”e bağlamıştı. Beklentisi,
Kürtlerin bu “lütuf”ları sevinç ve minnetle kabullenip, AKP’ye tam destek
sağlamalarıydı. Böylece, AKP toplumun kronikleşmiş bir yarasını “çözüm”e
kavuşturmuş olacaktı.
Ancak evdeki hesap çarşıya
uymadı. Kürtlerin AKP’nin kendilerine “bahşettikleri”yle yetinmediğini, kendi
gündemlerini izlediklerini görmek, AKP için acı bir düşkırıklığı oldu. Kuzey-Batı
(Türkiye) Kürdistanı’nda Kürt partisinin etkisini kıramayacağını anlamak da
öyle.
Bunun üzerine AKP yönetimi
hızla (“Kürt açılımı” nedeniyle zemin kaybetmekte olduğu) “vasat”a doğru dümen
kırdı - çünkü vasata ayarlı bir dil, iktidarda tutunabilmenin güvencesidir.
Böylelikle bir yandan “devletin süregenliği ve bekası”nın artık kendi
omuzlarında bir görev olduğuna dair mesaj vermeyi, bir yandan MHP’ye kaymakta
olan milliyetçi-muhafazakâr kesimleri zaptetmeyi, bir yandan da Kürt siyasetine
(sopa göstererek) gözdağı vermeyi hesaplıyorlar.
Ben bu gelişmelerin, son
zamanlarda “ekolojik-demokratik cumhuriyet”/ “demokratik özerklik” vb.
söylemlerin etkisiyle, AKP karşısında “hayırhah” bir tutum benimseyen Kürt
kesimleri için uyarıcı olmasını umuyorum. Nihayetinde kimsenin kimseyi
ötekileştirmediği, aşağılamadığı, vurup-kırmadığı kardeşlik coğrafyası,
milliyetçilikten ya da dincilikten nemalanmayan mülksüzlerin, Kürt ve Türk
emekçilerin özgür iradesi ve mücadelesiyle biçimlenebilecektir...
15 Eylül 2014, Ankara.
N O T L A R
[*] Kaldıraç, No:161, Kasım 2014…
[1] Edip Cansever.
[2] Hocam,
Türkiye’de son zamanlarda Kürtçe konuşan, Kürtçe şarkı söyleyen ya da Kürt
olduğu tespit edilen yurttaşlara dönük saldırılar gerçekleştiriliyor.
Saldırılar sonucu insanlar yaşamlarını yitiyor. Siyasi parti ve STÖ
temsilcileri saldırıların, iktidarın Kürt siyasetçilerine dönük zaman zaman
kullandıkları ırkçı söylemlere bağlıyor. Hükümetin, Kürt politikası da yine bu
saldırıları meşru kılacak bir pozisyonda oluyor. Saldırganlar yargılanmıyor,
yargılansa bile adeta teşvik edici, yeni saldırılara davetiye çıkarıcı bir
cezalandırma sistemi uygulanıyor.
Zaman zaman
görüştüğümüz ve yerlerinden ekonomik nedenlerle göç etmek zorunda kalmış Kürt
kökenli işçi yurttaşlar, çalıştıkları kentlerde kimliklerini saklamak durumunda
kaldıklarını ifade ediyorlar. Ülkede yaşam haklarının gasp edildiğini ve can
güvenliklerinin olmadığını savunuyorlar. Daha çok soru cevap şeklinde değil
ancak, siz tüm bunları nasıl değerlendirirsiniz?
İktidarın kullandığı ırkçı ifadeler, saldırıları perçinliyor mu?
İktidarın kullandığı ırkçı ifadeler, saldırıları perçinliyor mu?
Bir yandan
“çözüm süreci” konuşuluyor, diğer yandan hâlen Kürtçe okulların açılması,
Kürtçe harflerin kullanılması, Kürtçe şarkıların söylenmesi dahi ülkede “sorun”
olarak görülüyor. Diyarbakır’ın Lice ve Bağlar kaymakamları, Kürtçe için “yasa
dışı Kürtçe” şeklinde ifadeler kullandı. Bu ifadeler de saldırıları körüklemez
mi?
Bu yaşanılanlar üzerinden bir değerlendirme yazabilirseniz çok
sevineceğim. Zeynep Kuriş, DİHA, 15 Eylül 2014.

Yorum Ekle