“Eğer kış, ‘Bahar yüreğimdedir’ deseydi, ona kim inanırdı...” [1] Toplumsal yanını dışlamadan, gerçeğe sarılmış isyanın sözüyle başl...
“Eğer kış, ‘Bahar yüreğimdedir’
deseydi, ona kim inanırdı...”[1]
Toplumsal yanını dışlamadan, gerçeğe sarılmış isyanın sözüyle başlayan edebiyat için “Scribere est agere/ Yazmak yapmaktır.”
“Neden” mi? Egemen(ler) yalanların “gerçek” diye dayatılıp, biçimlendirdiği vahşetler(in)e boyun eğmemizi isterken; edebiyatın işi gücü yalanın egemenliğini sorgulamak, kafaları karıştırmak, sorular sokmaktır da ondan…
İş bu nedenle edebiyat da; Andrei Tarkovsky’nin, “Sanatçı, insanlığın manevi içgüdüsünün temsilcisidir”; Chuck Palahniuk’nin, “Sanat asla mutluluktan doğmaz”; Honoré de Balzac’ın, “Sanatın en son noktası bir iğnenin ucunda bir saray inşa etmektir,” diye tarif ettikleri gerçeğin bir parçasıdır.
Tam da bunun için sanat da, edebiyat da yaşanan dönemin çürümüşlüğünü, kokuşmuşluğunu işaret ederken; aynı solukta o çürümüşlüğe meydan okuyup, umudu inşa eder; “Gerçek ahlâk özgürlük ahlâkıdır. Gerçek sanat etkinliği özgür eylemde gerçekleşir,”[2] vurgusuyla…
Bunlardan neden mi söz ediyoruz?
Tekirdağ ve Edirne’de iki yıl tutuklu kalan Hüseyin Edemir’in, kendi yaşam öyküsünden hareketle kaleme aldığı ve F tipi zindanlarındaki zulüm ve zorbalıkları gözler önüne seren ‘C-84’ başlıklı romanından…[3]
* * * * *
Düzmece belgelerle tutuklanan Hüseyin Edemir’in yaşam öyküsü, Türk(iye) adalet(sizliğ)inin somut kanıtlarından biridir; çoğu siyasi tutuklu gibi o da iki dijital delile dayalı olarak örgüt üyeliğiyle suçlanıp, tutuklandı.
ODTÜ mezunu olan ve Almanya’da yüksek lisans yapan Edemir’in hayatı nişanlanacağı gün polisin GBT kontrolüne takılmasıyla değişti. Hakkında örgüt üyesi olduğu için arama kararı bulunduğu gerekçesiyle tutuklanan Edemir’e, kendi faaliyetleri değil, biri 12, diğeri 10 yıl önce hazırlanmış iki belge nedeniyle suçlama yöneltildi. 12 yıl önce Belçika ve Hollanda makamlarının ülkelerinde yaptıkları aramada ele geçirilen bir bilgisayar çıktısından hareketle…
Suçlanmasına dayanak oluşturan “deliller”(?) ve “hukuki sürecin”(!) kamuoyunda tepkilere yol açmasıyla serbest bırakılmak zorunda kalınan Edemir için daha sonra 6 yıla hapse mahkûm edildi. Üstelik Anayasa Mahkemesi’nin Balyoz davasında verdiği “sadece dijital verilerle mahkûmiyet kararı verilemeyeceği”ne ilişkin karara rağmen...
Ardından yeniden yargılanma talebi de reddedildi...
* * * * *
F tipi hapishanede hücreye kapatılan birinin yaşamındaki değişimlere, kendi deneyimleri üzerinden değinen Edemir’in, ‘C-84’ündeki en sarsıcı bölümlerinden birisi, hiç kuşku yok ki, cezaevi telefonundan evlenme teklif eden genç mahkûmla ilgili satırlar. Ve yazar, her yönüyle çarpıcı bir sorgulamaya yol açan romanında, F tipi bir hapishanede hücreye kapatılan bir tutsağın hâlini, sade bir dille ve akıcı bir üslûpla ele alıyor.
“Bazen sana yakın olmak için havalandırmaya çıkıyorum. Sonra, kafamı kaldırıp gökyüzüne bakıyorum. Yüreğim doluyor, gökyüzü soluyor. Susuyorum. Gözlerimi yumuyorum özgürlüğün tatlı düşü, açıyorum esaretin soğuk yüzü... Hayat grileşiyor. Oysa yüreğimde kocaman bir gökkuşağı var ve ben o renklerin koynunda yaşamak istiyorum. Buradaki insanlara özgürlüğü sorsan, çoğu özlemlerini anlatır. Kimi bir dağ başı der, kimi balık tutmaktan bahseder. Kim ne derse desin, birazcık kazınca altından bir sevda çıkar, bir de kendi hayatını kaldığı yerden sürdürme hayali... Bana sorarsan; özgürlük, özgür insanların fark etmediği eşsiz bir lezzettir,” satırlarıyla da insanın kalbine dokunup, soru(muzu) sorma ve yanıt(ımızı) bulma olanağı sunuyor “Emre(‘n)” imzasıyla…
* * * * *
“Zindan” deyip geçmeyin!
Daha çok “zindan yapmakla” övünülen; Burhaniye’nin Börezli köyünde 118 bin metrekarelik birinci sınıf tarım arazilerine T tipi cezaevi yapılmasına Toprak Koruma Kanunu’na aykırı olduğu gerekçesiyle Danıştay’dan iptal kararı gelse de, dava sürerken inşaatın tamamlandığı[4] coğrafyamızda zindanlar kanayan yaralarımızdandır…
Zeytinliği zindan yapan zihniyet esası itibariyle bir sistematik bir zülümdür…
Mesela… 3 yaşında bir çocuk; cezaevinde bir koğuşta... Günde iki kere sayıma gelen gardiyanları görünce ağlıyor. O çocuk Poyraz Ali; bir yıldır annesi Zeynep Bakır’la Bakırköy Cezaevi’ndeler. Poyraz Ali “atipik otizmli”. İstikrarlı bir ebeveyn bakımı ve ev düzeniyle iyileştirilecekken; annesiyle zindanda…[5]
Mesela… Ankara 2 Numaralı F Tipi; Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi’nde mahkûmlar ya da tutuklular hücrelerinde ancak on kitap bulundurabiliyorlar. Fazlası yasak. Yeni bir kitap istiyorsanız eldekilerden birinden vazgeçeceksiniz...[6]
Mesela… Sadece 2014 yılı içerisinde 40 hasta tutsağın yaşamını yitirdiği Türkiye cezaevlerinde, 247’si ağır olmak üzere toplam 649 hasta tutsak hâlâ ölümün kıyısında beklemede…[7]
Mesela… Behçet hastalığı (damarların iltihaplanmasına, ileri safhalarda körlüğe neden olan ve nedeni bilinmeyen bir bağışıklık sistemi hastalığı) nedeniyle gözlerini kaybetmek üzere olan 44 yaşındaki Adnan Öztel’in, “Kör olmaktansa, kanser olmayı tercih ederim,” derken, Öztel’in sağlık dosyası, ihmaller zincirinin çarpıcı bir örneği…[8]
Mesela… İstanbul Silivri 6 Nolu Cezaevi’nde tutulan Ferhat Diri isimli adli tutuklu, 8 aydan bu yana pençesinde bulunduğu verem hastalığı nedeniyle 30 Kasım 2014 tarihinde sabaha karşı cezaevinde yaşamını yitirdi. Koğuşunda fenalık geçiren Diri’ye herhangi bir müdahalenin yapılmadığı belirtildi…[9]
Mesela… Her gün bir hak ihlâli ve işkence haberinin geldiği Şırnak cezaevinde onlarca ağır hasta tutsak olmasına rağmen revirde düzenli bir doktor bile yok. Hastane sevklerinin de aylar sonra yapıldığı cezaevinde hasta tutsakların ilaçları da kendilerine verilmiyor…[10]
Mesela… Kocaeli Kandıra F Tipi Cezaevi yönetiminin, tutsakların gazetecilere yaşadıkları hak ihlâllerini ve yargılandıkları davalar hakkında gönderdiği mektupları “sakıncalı” diyerek engellediği ortaya çıktı. Bu skandal uygulamayı aylar sonra ulaştırmayı başardığı mektupla aktaran tutsak Cihan Kirsiz’in, bu keyfi engellemeler yüzünden aylardır yaşadıkları zulmün duyulmadığını vurguladı…[11]
Mesela… Mahkemeye çıkmak için bekletildikleri Silivri Cezaevi’nde kameraların görüntü almasını engelledikleri gerekçesiyle Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) Başkanı Selçuk Kozağaçlı ile Taylan Tanay ve Günay Dağ’a 1 ay ziyaretçi yasağı cezası verilirken; Dağ, ayrıca hücre cezası aldı…[12]
Mesela… Tekirdağ 2 No’lu F Tipi cezaevinde İbrahim Er ve Erhan Kaya isimli tutsakların darp edilerek zorla çıplak arama işkencesine tabi tutulduğu ortaya çıktı…[13]
Mesela… Adıyaman Kapalı Cezaevi’nden, Osmaniye T-2 Kapalı Cezaevi’ne sürgün edilen siyasi tutukluların, çıplak arama dahil birçok hak ihlâli ve keyfi uygulamaya maruz kaldı. Gardiyanlar tarafından darp edilenlerle görüşen avukat Tugay Bek, yeni açılan ve yönetim kademeleri yenilenen cezaevinde diğer cezaevlerindeki “rutin uygulamaları” aşan bir hak ihlâlinin olduğunu ifade etti…[14]
Mesela… Ceyhan M Tipi Cezaevinde bir mahkûmun tecavüzüne uğrayan 15 yaşındaki F.O. skandalında, hakkında disiplin soruşturması açılan 9 kamu görevlisinden 7’sine hiç ceza verilmediği, 2’sine ise sadece “uyarı” cezası verildiği ortaya çıktı…[15]
Mesela… Pozantı tecavüzcülerine takipsizlik, mağdur çocuklara müebbet verildi! Onlarca çocuğu yüzlerce yıl hapis cezası verilirken, aileleri de para bir milyonu aşkın para cezalarıyla karşı karşıya bırakıldı. Bu çocuklara Toplam: 578 yıl, 11 ay 6 gün hapis cezası ve 978.180.00 T.L. adli para cezası verilmiştir. Yine 2012 yılı içerisinde Mersin Valiliği tarafından Pozantı çıkışlı çocukların ailelerine toplam olarak 1.270.000.00 (Bir milyon iki yüz yetmiş bin) T.L. idari para cezası verilmiştir,” dedi…[16]
Kolay mı? ÇHD ‘İstanbul Şubesi Cezaevi İzleme Komisyonu’nun, zindanların durumunu inceleyen raporunda, tutuklu ve hükümlülerin yaşamsal ihtiyaçlarının yeterli düzeyde karşılanmadığı gibi, sağlık hizmetlerinin eksikliğine de dikkat çekilip, “Çocuklar zulüm görüyor; keyfi uygulamalar yaygın” denmesi,[17] elbette boşuna değildir!
* * * * *
Tam da böylesi bir ortamı tasvir eden Edemir, “- Biraz anlatsana hapishaneyi” (s.263.) sorusunu şöyle yanıtlar:
“- Hapishanede değişen çok az şey olur. Onun için hapishaneyi bir defada anlatır bitirirsin ama mahpusluğu bir türlü anlatamazsın, anlatsan da bitiremezsin sanırım. Çünkü insanın içine işleyen, ruhuna sinen bir yanı var.” (s.263.)
Nasıl olmasın?! İşte Kemal’in, “Ne olursa olsun… umudunuzu kaybetmeyin. Ruhun yegâne gıdası umuttur,” (s.20.) uyarısını “es” geçmeyen ‘C-84’ romanından kimi satırlar…
“Koridorda yeniden ayak sesleri duyuldu, mazgal açıldı. Yeni gelen için battaniye, nevresim ve yastık verildi.” (s.34.)
“Burnundan kan sızan, esmer, kısa boylu, kirli sakallı, kalın sesli genç, yanına yaklaşıp elini uzattı. - Hoş gördük, nasılsın? - İyiyim sağ ol. - Ne oldu sana dövdü mü o… çocukları? - Biraz hırpaladılar, çıplak aramaya karşı çıkınca…” (s.107.)
“… Bir şey soracağım? - Sor. - F tipi nasıl bir yer? Buradaki gardiyanlar ‘Sizi F tipine göndeririz,’ diye tehdit ediyorlar da… - Sanki sizi boğaza nazır villadan, hapishaneye atıyorlarmış gibi… Oranın mimarisi farklı, iki tip hücre var; üç kişilik ve tek kişilik. Gerisi aynı, haftada iki kere sıcak su, iki saat sürüyor. Haftada bir ziyaret, bir telefon, bir kantin… Ayda bir kere açık görüş…” (s.241-242.)
“Emre tekrar zemine bırakılmış battaniyenin üzerine oturdu. Rutubet ve küf kokusuna aldırmamaya gayret ederek…” (s.52.)
“Hastanedeyken şiddete maruz kaldığın, midene darbe aldığın doğru mu?” (s.257.)
Mahpusluk kolay değildir. Hele bir de, “Sevgilim, Bu mektubumu boyu beş buçuk, eni iki buçuk adım olan bir hücreden yazıyorum.” (s.155.) “Sevgilim, ‘Acaba şimdi neredesin, ne yapıyorsun?’ soruları aklımda, mektubun koynumda sana yazıyorum. Her satırda kokun var, her hecede bakışın,” (s.61.) satırlarındaki hâldeysen…
Gerçekten de zindandaki insan(lık)ı anlatan ‘C-84’deki tasvir gücü, Edemir’in romanına çarpıcı özellikler katıyor.
“Haziran ayı bittiğinde saçağın altındaki yuvadan tüylenen kırlangıç yavrularının sesleri daha bir duyulur oldu. Rögar kapağının etrafındaki iki yabani çiçek, her gün biraz daha uzadı, Emre’nin beline ulaştı. Çiçek açan domates fidesine ve nane çiçeğine ilk hücre aramasında tutanak tutularak el konuldu.” (s.236.)
“Sırtında bisküvi kırıntısıyla işçi karınca gri demir dolabın altından çıkıp mozaik zemindeki kırıklardan, çatlaklardan sakına sakına yürüyerek ranzanın altına girip gözden kayboldu. Az sonra bir başka karınca çıktı, sırtında kırıntı… Bir güvercin camın önüne kondu. Birkaç gaga darbesinden sonra havalandırmaya düşen kurumuş ekmek parçasının peşinden yere indi. Bir bulut büyüyerek, gittikçe kararan hapishanenin üzerine ulaştı,” (s.111.) örneklerinde ve daha fazlasında olduğu gibi…
* * * * *
Zindanın gayri insanî karakterinden kimsenin şüphesi olmamalı…
Buna Edemir gibi ve ondan çok önceleri hapishane yaşamının bireyin iç dünyasına, düşüncelerine ve bedenine yaptığı etkiyi çarpıcı bir dille getirenlerden Victor Serge de tanık ve taraftır. Çünkü O da, yazar, şair, çevirmen, gazeteci, devrimci ve asi olmanın bedelini 57 yıllık hayatının on yılını çeşitli hapishanelerde geçirmekle, oradan oraya sürülmekle ödeyenlerdendi.
Fransız hapishanelerinde geçirdiği beş yılı anlattığı ‘İçerdekiler’ romanını, hapishaneden çıkışından yaklaşık on üç yıl sonra yazdığı ilk romanına ilişkin olarak Serge, “Bu kitap ‘ben’im hakkımda değil, bu kitap birkaç adam, adamlar, toplumun karanlık bir köşesinde ezilmiş tüm insanlar hakkında,” deyip, şu notu düşer: “Görevi cani ve insan artığı yaratmak olan bu mekanizma”nın hakikâtine ulaşıyoruz. Ve anlıyoruz ki; “Modern hapishaneler daha fazla mükemmelleştirilemezler. Mükemmel oldukları için onları yok etmekten başka yapacak bir şey yok.”[18]
Evet, suç, ceza, gözaltı, zindan kavramlarını ve kurumlarını topyekûn reddetmek gerek.
Tam da bunun için yıllar öncesinden, “Devlet toplum içinde bireyin suçlu olmasına yol açan nedenlerle savaşarak onları ortadan kaldırmak veya etkilerini azaltmak zorundadır. Şu hâlde devleti, yasa aracılığı ile kurulmak istenen düzeni korumak için suçluyu cezalandırmak yetkisine sahip bir kuvvet olarak değil, onu topluma yeniden kazandırmakla görevli bir organ saymak gerekir,” vurgusuyla, “Toplumsal savunma önlemleri nerede yerine getirilecek?” sorusuna şu yanıtı vermekteydi Gramatica: “Cezaevi dışında her yerde! Taştan ve demirden yapılmış cezaevleriyle birlikte insan yaşamını bunaltan öbür cezaevleri de yıkılacaktır.”[19]
Foucault’nun, “Cezalandırıcı bir sistemde yaşıyoruz. Tartışılması gereken budur,” uyarısı eşliğinde Edemir’in romanındaki acıları yaşamamak ve yaşatmamak için zindanların (ve “cezalandırıcı sistem”in) yıkılması gerekiyor…
24 Şubat 2015 19:17:39, Ankara.
N O T L A R
[*] Newroz, Yıl:8, No:266, 22 Nisan 2015…
[1] Halil Cibran.
[2] Afşar Timuçin, Estetik, İnsancıl Yay., 1998, s.64.
[3] Hüseyin Edemir, C-84, NotaBene Yay., 2015, 294 sayfa.
[4] Olgu Kundakçı, “Zeytinliklere T Tipi Cezaevi”, Birgün, 13 Şubat 2015, s.16.
[5] Esra Açıkgöz, “Poyraz Ali’yi de Mahkûm Etmeyin”, Cumhuriyet, 8 Şubat 2015, s.7.
[6] Güray Öz, “On Kitap Yasağı”, Cumhuriyet, 1 Şubat 2015, s.7.
[7] Ömer Çelik-İsmail Eskin, “Hasta Olan Tutsaklar Değil, Devlet ve Adalet”, Gündem, 27 Ocak 2015, s.12.
[8] Hilal Köse, “Karanlığa Mahkûm Olmasın”, Cumhuriyet, 23 Şubat 2015, s.7.
[9] “Bir Hasta Tutuklu Daha Yaşamını Yitirdi”, Evrensel, 1 Aralık 2014, s.3.
[10] Nilgün Yıldız-Erdoğan Altan, “Şırnak T Tipi İşkencehane!”, Gündem, 16 Şubat 2015, s.5.
[11] Zeynep Kuray, “Mahkûmun Gazeteciye Mektubu Sakıncalı”, Birgün, 9 Kasım 2014, s.7.
[12] Elçin Yıldıral, “Kamera Engellemesine 1 Aylık Ziyaretçi Yasağı”, Birgün, 28 Ocak 2014, s.9.
[13] Zeynep Kuray, “Tekirdağ’da Yine Çıplak Arama”, Birgün, 19 Temmuz 2014, s.6.
[14] “Osmaniye Cezaevi’nde Baskı ve İşkence”, Evrensel, 1 Aralık 2014, s.3.
[15] Eda Yıldırım, “Sadece Uyarı Cezası Verildi”, Evrensel, 13 Kasım 2014, s.3.
[16] Abidin Yağmur, “Pozantı Tecavüzcülerine Takipsizlik, Mağdur Çocuklara Müebbet”, Cumhuriyet, 24 Şubat 2015, s.15.
[17] Ezgi Sevinç, “Gayri İnsani Uygulamalar”, Birgün, 19 Temmuz 2014, s.6.
[18] Victor Serge, İçerdekiler, Çev: Gülen Aktaş, Ayrıntı Yay., 2015.
Yorum Ekle