“Actum est, ilicet.” [1] Önce şu haberi dikkatlice okuyalım: “ Sözcü’nün haberine göre Gezici araştırma şirketi, Suriye’de hava ...
“Actum est, ilicet.”[1]
Önce şu haberi dikkatlice okuyalım:
“Sözcü’nün haberine göre Gezici araştırma şirketi, Suriye’de hava sınırı ihlâli gerekçesiyle düşürülen Rus uçağının ardından yaşanan kriz sonrası yaptığı ilk kamuoyu araştırmasının sonuçlarını açıkladı. 16 il ve 26 ilçede 18 yaş ve üstü seçmen nüfusunu temsil eden, toplam 1264 katılımcı üzerinde yapılan araştırmaya göre başkanlık sistemini destekleyenlerin sayısı yüzde 50’yi geçti. (...) 7 Haziran ve 1 Kasım seçimleri öncesinde Başkanlık sistemine desteğin yüzde 32 - 35 civarında olduğu hatırlatılan araştırmada rakamlar arasındaki büyük fark dikkat çekti. Başkanlık sistemine AKP seçmeninden sonra en büyük desteği MHP seçmeni verdi.”[2]
Aynı haberde yer alan tablolarda, başkanlık sistemine “evet” diyenlerin oranı yüzde 53.5 olarak görülürken, “hayır” diyenler yüzde 40.2’de seyrediyor. Aynı araştırmada, Rus uçağının düşürülmesine olumlu baktığını söyleyenlerin oranı yüzde 91.6 çıkarken, ankete katılanların yüzde 8,4’ü doğru bulmadığını söylüyor.
Öyle görülüyor ki AKP iktidarının Türkiye’yi küresel nitelik kazanma olasılığı gittikçe yükselen bölgesel savaşın içine çekme yolunda kararlı bir adım oluşan “Rus uçağı düşürme” hamlesi, “halkımız”ın çok büyük bölümü tarafından coşkuyla karşılanmış ve olay etrafında, son yıllarda eşine pek rastlamadığımız bir “millî mutabakat” oluşmuş! İşin ilginç yanı, bu “millî heyecan”, bu ülke insanlarının uçak düşürme hadisesinin “gerçek faili” olarak gördüğü Cumhurbaşkanı’nı, “ebedî şef” konumuna getirecek Başkanlık Sistemi önerisine desteğinin katlanmasına da yol açmış...
En azından, “halkımız”ın Recep Tayyip Erdoğan’a desteğinin, “barışçıl” bir beklentiye dayanmadığını gösteren bir tablo. Bir başka deyişle, Türkiye insanı, Erdoğan’ı bir “barış adamı” olarak değil, (hem içeride hem dışarıda) “dünyaya kafa tutan” bir lider olarak görüyor ve bu kafa tutmaların sonuçlarını (ne olursa olsun) sahipleneceğini anlatıyor.
Erzurumlular (Rusya doğalgazı keserse) “biz tezek yakmaya hazırız!” mesajı veredursunlar,[3] Türkiye insanları Erdoğan ve partisinin ülkeyi sürüklemekte olduğu serüvenin sonuçlarını sahiplenir mi, sahiplenmez mi; umarım ki hiç görmez, hiç bilmeyiz! Umarım ki bu serüven hiç yaşanmaz; ölümlerle, toplu tecavüzlerle, evinden-barkından olma, yerinden yurdundan koparak sürüklenme tehdidiyle, İslâmcı katil çeteleriyle... kısacası savaşın olanca yıkımıyla baş etmek durumunda kalmayız...
Burada üzerinde durmak istediğim, bu ülke insanlarının Erdoğan’ın kişiliğinde, “vurma-kırma”ya, savaş naralarına, öldürmelere, kıyımlara bu denli ram olması... Öyle ya, AKP’ye 7 Haziran seçimlerinde yüzde 40 dolaylarında seyreden destek, Suruç’ta, Ankara’da patlayan canlı bombalar, Kürdistan’da “terörle savaş” gerekçesiyle yürütülen kanlı operasyonlar, şehit cenazeleri, yani ülkenin bir ayda kan deryasına çevrilmesiyle birlikte, yüzde 50’lere tırmanmadı mı?
O zaman, ister istemez, bir “rezonans”ı araştırmak durumundayız. Türkiye halkıyla şimdilerde “tavizsiz, saldırgan, katı, ceberut bir lider” portresi çizen Erdoğan arasındaki rezonans...
Bu “rezonans”ın en somut görüntüleri, hiç kuşku yok ki, Batı kentlerindeki, çoğunlukla “şehit haberleri”ni izleyen ve büyük ölçüde kentte yaşayan Kürtlere yönelik linç girişimleri. Kırşehir’de kentin tek (ve sahibi Kürt ve solcu olan) kitabevini, içindekilerle birlikte yakma girişiminin görüntüleri, belleklerimizde henüz taptaze.[4]
Ve hiç de “münferit” değil. Örneğin Erzurum/Aşkale’de birinin parmağında HDP amblemli bir yüzük var diye Kürt işçilere saldıran, içlerinden üçünü yaralayan, hızını alamayıp Erzurum-Erzincan karayolunu kesen, Kürt kentlerine giden otobüsleri taşlayan güruh...[5] Afyon’da, “inşaatta PKK bayrağı açtılar” söylentisi üzerine işçilerin sığındığı barakaların etrafını sarıp, saatlerce ecel teri döktüren ırkçılar...[6] Ağır yaralı göstericilerin dahi linççi güruhların elinden kurtulamadığı ve polisin olayı kameralara çekmekle yetindiği görüntüler...[7] Kimi zaman “hedef şaşıran” şiddet...[8] “Vigilante”ler öylesine pervasızlaştılar ki, linçlerini videoya çekip sosyal medyada paylaşmakta hiçbir sakınca görmüyor, işin dehşeti, binlerce “like” alıyorlar, izleyicilerinden.[9]
Linç eylemleri, sadece Kürtlere yönelik değil, üstelik. CHP İstanbul milletvekili Barış Yarkardaş’ın hazırladığı ‘Alevîlere Yönelik Güncel Hak İhlâlleri’ başlıklı raporda, 7 Haziran-1 Kasım tarihleri arasında, yani AKP’nin, “Duçe”si önderliğinde seçimleri boşa düşürüp ülkeyi yeni bir seçime yönelttiği kan ve gözyaşı günlerinde, farklı illerde Alevî yurttaşlara yönelik 25 ev işaretlemesi, 11 mezar, üç heykel saldırısı ve Alevî STK yöneticilerine dört silahlı saldırı meydana geldiği bildirilmekte ve “İktidarın her fırsatta kullandığı ayrımlaştırıcı, ötekileştirici ve düşmanlaştırıcı dil nedeniyle bir linç kültürü oluşmuş ve bu sokağa taşınmıştır. Bu, Alevî vatandaşlarımıza yönelik saldırıların temel nedenlerinden biridir” denilmektedir.[10]
Ve Suriyeliler,[11] 2010’da Manisa/Selendi’de,[12] 2013’te Bursa/İznik’te[13] lince maruz kalıp kenti terk etmeye zorlanan Romanlar, kimsenin “duymadığı, görmediği, bilmediği” travesti, trans cinayetleri...[14] Kadınlara yönelik, deyim yerindeyse “sürek avı”...
Evet, Kürtler, Alevîler, Suriyeliler, travesti/trans bireyler, kadınlar... Bir başka deyişle, “Türk-olmayanlar”, “Sünnî-olmayanlar”, “erkek-olmayanlar”... Kendini en çok “Türklük”le, “Sünnî İslâm”la ve evet, “eril”likle tanımlayan (kültürel açıdan) hâkim unsurun “ötekiler”i, gün geçtikçe gözükaralaşan, pervasızlaşan ve dozajı yükselen bir şiddetle sınanmaktalar gün be gün.
Şunu vurgulamak gerek: Türkiye halkının ortalama bilinci, son yüzyıl boyunca “Türklük” ve “(Sünnî) İslâm”la tanımlana gelmiştir. Bu, büyük ölçüde 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında bölgeyi altüst eden savaşların eşlik ettiği nüfus hareketleri sonucu Anadolu’da yoğunlaşan, itikaden Müslüman, ancak etnik açıdan heterojen nüfusa bir millî kimlik edindirme gayretlerinin sonucudur: bir yandan, yeni ulus-devletin Müslümanlıktan başka bir ortak paydası olmayan (Çerkes, Laz, Boşnak, Arap, Kürt...) etnik grupları “Türklük” potasında eritme yolunda, ilkokul tedrisatından geçirdiği her yurttaşının bilinçaltına kazıdığı kaziyeler... bir yandan da “gavur”un hışmından kaçarak Anadolu’ya sığınmış karma halkların atadan toruna muhafaza, irili ufaklı iktidar odaklarınınsa (eşraf, erkân, siyaset erbabı) sık sık manipüle ettiği dinsel düsturlar.
Devletin ulusunun dünyalığını büyük ölçüde o toprakları kendilerinden önce işgal eden Osmanlı gayrımüslimlerinden gaspettiği menkul ve gayrımenkul değerlerle doğrulttuğu gözönünde bulundurulduğunda; bu “Türklük/ İslâmlık” karışımının bir mağdurluk/saldırganlık hissiyatıyla bezenmiş olması, anlaşılacaktır.
Ve tüm bunlar, erilliği yüksek ölçüde abartılı bir hilafet-devlet geleneği ile karılmıştır. Şu hâlde idealinde millet, “Türk, Müslüman (Sünnî) ve erkek”tir.
Bu, bu coğrafyada 19. yüzyıl sonlarından itibaren, kendisini ancak güçlü bir “raison d’état”ya, büyük ölçüde “etrafı düşmanlarla çevrili” (bu “düşman”ların gayrımüslim, ya da en azından gayrı-Sünnî” olmaları son derece yararlıdır), ve de büyük (emperyal) güçlerin her an parçalayıp yutmayı arzuladığı kuşatılmış bir devlet olarak önce kendisinin, sonra milletinin bekasını sağlamakla yükümlü olma iddiasına dayanan bir devlet geleneği tarafından biçimlendirilmiş bir milletin halet-i ruhiyesidir: devletiyle her an dayanışma içinde olma, kendisine aktarılan millî değerleri fazla sorgulamadan içselleştirip gerektiğinde saldırgan bir bileşime dönüştürebilme yetisini haiz...
Hiç kuşkusuz ki bu, “karşılıklılığa dayalı” bir ilişkidir: millet (daha doğrusu kendini onunla en çok özdeşleştiren “Türk, Müslüman (Sünnî) ve erkek[15]” kesimi) “tehlike” momentlerinde devletinin saflarında mobilize olurken, sair durumlarda devletten kendisine olabildiğince arka çıkmasını beklemektedir: bütün sorunlarının otoriter ve muktedir babası tarafından çözümleneceğini bilmenin rehaveti içerisinde bir türlü özerkleşemeyen tohuma kaçmış evlat misali, sorumsuz, kayıtsız, fazla düşünmesini, kaygılanmasını, kendisiyle hesaplaşmasını gerektirmeyecek, talepkârlık düzeyi düşük, asgari, ama güvenceli bir yaşam arzusunda... 1980’lerden sonra ülkenin yöneldiği neo-liberal istikrarsızlaşma/ güvencesizleşme koşullarında dahi ekmek için ayaklanmaktansa, “adamını bulup işini yürütme” çabasına girmeyi yeğlemesi, bundandır. Sıradan, ortalama yurttaşın devletle kurduğu ilişki, bu bakımdan, hak ve sorumlulukları tanımlı, haklar alanını örgütlü mücadeleyle genişletmeye yönelik formel bir ilişkiden çok; ağasına sırtını yaslayan, yeri geldiğinde onun için dayılanan, ama çoluk çocuğun iaşe-ibadesini, hastalandığında tedavi masraflarını karşılamasını, kendisini düşmanlarından korumasını ondan bekleyen bir yanaşma ilişkisini andırmaktadır. Siyaset sosyolojisi tabiriyle, kliyentalist bir ilişkidir.
Siyasal iktidarlar bu ilişki tarzından, hiç kuşku yok ki fazlasıyla hoşnutturlar. Yöneticiler, oyla işbaşına gelmiş, yurttaşların ödedikleri vergileri şeffaf bir biçimde yönetmekten sorumlu, hesap vermekle yükümlü seçilmiş yöneticilerden çok, paternalist/otoriter ve keyfî hane reisleri gibi davranmayı, siyasal rakiplerini kliyantel ağları manipüle ederek alt etmeyi ve özellikle kaynaklar üzerindeki erklerini yandaş bir kesimi desteklemede kullanarak hem onların hem de kendi servetlerini arttırmayı yeğleye gelmişlerdir...
AKP iktidarı, özellikle de onun “Duçe”si, Türk siyasal kültürünün muktedirlere sağladığı bu avantajları ustaca kullanmasını bildiğini dünya aleme gösterdi. Öncellerinden (Menderes- Demirel-Özal hattı) devraldığı popülist-paternalist tarza, “bu topraklarda (Sünnî) İslâm’ın gerçek hamisi/temsilcisi” olma imajını, “vesayet rejimini tasfiye ediyorum” görüntüsü altında yönetim kadrolarını tümüyle ele geçirip, malî baskı ve müsaderelerle medyayı tümüyle denetim altına alarak parti-devlet özdeşliğini kurma ceberutluğunu ekledi. Ve bu süre içerisinde, kendine “râm” ettiği kitleler üzerinde hem “içimizden” hem de “üzerimizde” biri imgesini pekiştirdi: Kasımpaşalı, imam-hatipli, samimi, bazen küfürbaz, tatlı-sert bir “baba/usta”, ama gerektiğinde cümle aleme kafa tutmasını bilen, tavizsiz, gözükara bir lider... Millî eziklik duygusunun tersyüz, giderek süblime edilmiş hâli...
Kürtlerle yürüttüğü barış sürecinin (Kürtlerin talep eşiğinin beklediğinden çok daha yüksek olması nedeniyle - öyle ya, AKP durumu “Kürt kardeşlerim, anadilinizi konuşun, yazın, film-kaset yapın, hatta dilerseniz dershane açın; alın size bir de devlet TV kanalı; ileride yer isimlerini de belki değiştirebiliriz...”le idare edebileceğini sanıyor, “ihsan”larının biatla karşılanmasını bekliyordu) duvara toslamasının ardından, direksiyonu milliyetçiliğe kırınca, AKP bugüne dek ihmal ettiği damarı da yakalamış oldu: Türk milliyetçiliği... Türk, (Sünnî) Müslüman, erkek üçgeni, AKP iktidarında da böylece tamamlanıyordu...
AKP’nin Haziran 2015’den bu yana tırmandırdığı Kürt savaşı, bölgesel gerilimin -kendi hamlelerinin de katkısıyla- yükseldiği bir momente denk düşünce, bu üçgenin, “yeni-Osmanlı” düşlerinin yeniden canlandırılmasında işlevsel kılma girişimleri sokuldu devreye. Milliyetçi-muhafazakâr halet-i ruhiye, galeyanın eşiğinde tutulmalıydı: hem gerektiğinde Kürtlere “haddini bildirmek” hem toplumu bölgesel savaş olasılıklarına hazır tutmak, hem de -Gezi kalkışmasına benzer bir “ötekiler” ayaklanma durumunda iktidarı payandalayacak bir “para-militer” aygıtı elde tutmak açısından... Arama yapmak için girdiği evde hızını alamayıp galoş giymesini isteyen genç kadına kurşun yağdıran polisin de, Kürdistan’da hayatı sıradan insanlar için cehenneme çeviren paramiliterlerin de, Suriye ve Irak sınırlarını kevgire çeviren İslâmcı ve Türkçü militanların da, Kırşehir’in tek kitabevini, sırf sahibi Kürt diye içindekilerle birlikte ateşe veren kundakçıların da, camına kartopu çarptığı için dışarı fırlayıp gençlerin üzerine bıçakla saldıran esnafın da, hatta hâkim karşısında boynunu kırıp el pençe divan duran kadın katilinin de devlet katında büyük bir şefkatle karşılanıp sırtının sıvazlanmasının nedeni, budur...
* * *
Ortalama “Türk insanı”nı yüzde 53 oranında RTE’yi ebedî şefe dönüştürecek bir başkanlık sisteminin, yüzde 90’ları bulan oranda Rus uçağının düşürülmesinin arkasına dizen “iç dünya”nın -adaleti, eşitliği ve barışı talep edenlerce dikkate alınması gereken- şifreleri, özetin özetiyle böyle...
Ve ne yazık ki, İkinci Dünya Savaşı eşiğinde Alman ve İtalyan halklarının “iç dünya”larını fena hâlde çağrıştırıyor...
23 Aralık 2015 09:57:14, Ankara.
N O T L A R
[*] Yeniden Sanat ve Hayat Dergisi, No:46/02 Kış 2016…
[1] “Oyun bitti, gidebiliriz.”
[2] “Rus Uçağı Düşürüldü, Erdoğan’a Destek ‘Şaha Kalktı’: Yüzde 53, ‘Başkanlık’ İstiyor”, Diken, 7 Aralık 2015… http://www.diken.com.tr/rus-ucagi-dusuruldu-erdogana-destek-saha-kalkti-yuzde-53-baskanlik-sistemi-istiyor/
[3] “Dadaşlardan Putin’e Cevap Tezek Yakarız” , http://www.kanalahaber.com/haber/gundem/dadaslardan-putine-cevap-tezek-yakariz-270145/
[4] İsmail Saymaz, “Kırşehir’deki Madımak Görüntüleri”, Radikal, 19 Ekim 2015.
[5] “Aşkeleh’te Irkçılar İşçileri Linç Etmek İstedi”, Özgür Gündem, 30 Temmuz 2015.
[6] “Afyon’da Kürt İşçilere Linç Girişimi” ”, Özgür Gündem, 11 Haziran 2015.
[7] “İzmir’de Kobanê protestoları sırasında, silahla vurulduktan sonra kaldırıldığı hastanede hayatını kaybeden Ekrem kaçeroğlu’nun, ağır yaralı hâlde yerde yattığı sırada ırkçı gruplar tarafından linç edilmesinin polis kameralarınca kaydedildiği ortaya çıktı.” (“Kaçeroğlu’nun Linç Görüntüleri Ortaya Çıktı”, Evrensel, 8 Mart 2015)
[8] “Antalya’da Ülkü Ocaklarının çağrısıyla Dağlıca saldırısını protesto bahanesiyle Cumhuriyet Meydanında toplanarak HDP binasına yürümek isteyen yaklaşık 1500 kişilik grup, Kürt zannettikleri Amasyalı vatandaşı linç etti.” (“Bu Sefer de Kürt Sanıp Amasyalıyı Linç Ettiler”, Evrensel, 9 Eylül 2015.)
[9] “Muğla’nın Seydikemer ilçesinde İbrahim Ç. İsimli Kürt yurttaş, sosyal medyada peşmerge kıyafetli fotoğrafı olduğu gerekçesiyle Atatürk büstü öpmeye zorlandı ve linç edilmek istendi. (...) İbrahim Ç.’ye yönelik saldırı cep telefonuyla da görüntülenip sosyal paylaşım sitelerinde paylaşıldı.” (“Kürt Yurttaşa Zorla Atatürk Büstü Öptürüp, Linç Etmeye Kalktılar”, Evrensel, 8 Eylül 2015.)
[10] “Alevîlere Yönelik Hak İhlâlleri”, Milliyet, 11 Aralık 2015.
[11] “Ankara’da Suriyelilere Linç Girişimi”, Evrensel, 8 Mayıs 2014.
[12] “Selendi Raporu: Linç ve Sürgün Edilen Romanlar Huzur Bulamadı”, Bianet, 4 Kasım 2015… http://bianet.org/bianet/toplum/168964-selendi-raporu-linc-ve-surgun-edilen-romanlar-huzur-bulamadi.
[13] “İznik’te Romanlara Linç Girişiminde Herkese Beraat”, Bianet, 23 Ekim 2015… http://bianet.org/bianet/toplum/168585-iznik-te-romanlara-linc-girisiminde-herkese-beraat.
[14] “Avcılar’da, travesti olduğu belirtilen Fatih K. boş bir arazide boğazı kesilerek öldürüldü.” (“Avcılar’da Travesti Cinayeti”, CNN Türk, 3 Aralık 2015… http://www.cnnturk.com/turkiye/avcilarda-travesti-cinayeti). “İstanbul Maltepe’de M.C. isminde bir travesti, 10 yerinden bıçaklanmış şekilde evinde ölü bulundu.” (“İstanbul’da Travesti Cinayeti, Haber Türk, 25 Kasım 2015… http://www.haberturk.com/gundem/haber/1158192-istanbulda-travesti-cinayeti.) “Saldırı sonucu Çağla Joker takma adlı travesti hayatını kaybederken, arkadaşı da ağır yaralandı.” (“Beyoğlu’nda Travesti Cinayeti”, 22 Nisan 2014… http://www.dailymotion.com/video/x1qeo9w_ beyoglu-nda-travesti-cinayeti_news) vs. vs.
[15] “Erkek(lik)” kavramını burada bir cinsiyetten çok, eril bir değerler sistemine gönderme yapacak tarzda kullanıyorum.
Yorum Ekle