SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER I. AYRIM: CORONA YERKÜRESİ II. AYRIM: SÜRDÜRÜLEMEZ KAPİTALİST YIKIM II.1) DÜNYA HÂL(LER)İ ...
SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER
I. AYRIM: CORONA YERKÜRESİ
II. AYRIM: SÜRDÜRÜLEMEZ KAPİTALİST YIKIM
II.1) DÜNYA HÂL(LER)İ
III. AYRIM: TÜRK(İYE) EKONOMİSİ
III.1) EŞİTSİZLİK COĞRAFYASI
III.2) BORÇ + İŞSİZLİK = İNTİHAR
IV. AYRIM: İŞÇİLERİN HÂLİ VE MÜCADELESİ
IV.1) SINIF: DURUM VE MÜCADELE
IV.2) DEVLET VE İŞÇİLER
IV.3) SENDİKAL MÜCADELE (Mİ?)
V. AYRIM: 1 MAYIS BAHSİ
V.1) COĞRAFYAMIZIN TARİHİ
V.2) 1 MAYIS 2019
V.3) 2019 1 MAYIS’I YORUMLARI
V.4) 2020’NİN 1 MAYIS’I
VI. AYRIM: NİHAYET
COVID-19 YERKÜRESİ İLE COĞRAFYAMIZDA 1 MAYIS 2020[*]
SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER
“Biz Aykırıya
Ayrıntıya
Ayıksıya
Azınlığa
Tutkunuz.”[1]
Covid-19 yerküresi ile coğrafyamızda 1 Mayıs 2020’yi konuşabilmek, hem “kolay”, hem de “zor”.
“Kolay” elbette; eğer Theodor W. Adorno gibi, “Gözümüzdeki kıymık en iyi büyüteçtir,” diyenlerdenseniz.
Ve “zor” kuşkusuz; yine Theodor W. Adorno’nun, “Gerileyici ilerleme karşısında akıllılık da aptallığa dönüşür,” biçiminde tarif ettiği tabloda…
Ancak Leonardo da Vinci’nin, “Küçük bir gerçek, büyük bir yalandan iyidir”; Komutan Yardımcısı Marcos’un, “Hayallerimizde başka bir dünya, dürüst bir dünya, yaşadığımız dünyadan kesinlikle daha adil bir dünya gördük,” demekteyseniz ve ABD’nin Missouri eyaletindeki, “Imperialism is the real virus socialist revolution is the cure!/ “Emperyalizm gerçek virüstür. Tedavisi sosyalist devrimdir!” duvar yazısını görmek sizi hâlâ heyecanlandırıyorsa soru(n) yok(tur)!
Evet, malum: İnsanlık bir bütün olarak, son derece tehlikeli boyutlara ulaşan bir felaketle karşı karşıyayken; coronavirüs salgını, küresel kapitalist krizin çözülmemiş tüm çelişkilerinin patlayışını da tetikledi.
Pandemi sadece Üçüncü Büyük Depresyon’un beklenen derinleşmesini hızlandırmakla kalmadı; nitel sıçramaları devreye sokması muhtemel bir eşiğe taşıdı.
Yerkürede ve coğrafyamızda kaotik görüntü öne çıkıp; sürdürülemez kapitalizm içinde zemin kayarken; zeminin üstündeki her şeyin çökmesi imkânı devreye giriyor.
Artık, pek çok şey yönetilebilir olmaktan çıktı ve daha da çıkacak!
Yönetilenler de bu hâl karşısında -daha fazla!- sessiz, tepkisiz kalmayacak, kalamayacak. Başka türlü de mümkün değil. Kaos ve yıkım sarmalının tarihi hızlandıracağı, eşyanın tabiatı gereğidir…
Bugünlerde, -süreklilik arz eden- “olağan görünümlü” olağanüstü bir kapitalist dünyanın olağanüstü rejimleriyle yüzleşirken; “tarihin sonu”nu ilan edenlerle, onların peşine takılanlar için denizin tükendiği bir ufuktayız. Bu hakikâti görmeyenlerin, kavrayamayanları bir geleceği yok artık.
Hüseyin R. Gürpınar’ın, “Kurtların içinde ceylan masumiyetiyle hayat sürülmez”; Erich Fromm’un, “Karanlıkta ıslık çalmak ortalığı aydınlatmaz… Gerçekleri görmek, ‘Hayır,’ diyebilme cesaretidir. Güçlülerin emirlerine karşı gelebilmektir. Uyanış ve insan oluştur,” diye tarif ettiği koordinatlarda aslî olan itaatsizliğin kendisidir.
Çünkü biat ettiren alışkanlıklar, insan(lık)ı duyarsızlaştıran, müthiş bir susturucuyken; mücadelelerin gerçek gücü itirazın sarsılmaz duruşundadır...
Tam da bunun için Hermann Hesse, “Kuş, doğmak için, dünyası olan kendi yumurtasını kırmak zorundadır,” derken ekler Can Yücel de, “Ağlayanı güldürebilmek; ağlayanla ağlamaktan daha değerliymiş,” uyarısıyla…
Zorbalık karşısında, duyarsız kalan bir toplum da, birey de egemen ideolojiyle zehirlenmişken; insan(lık)ı aydınlatan, sadece soru(n)lar değil, itirazın yanıt(lar)ıdır. Çünkü icraat konuştu mu, söylevlerin parlak kelimeler hiçbir şeydir.
O halde 1 Mayıs 2020 eşiğinde Antonio Gramsci’nin, “Kayıtsızlık tarihin ölü ağırlığıdır”; Walter Benjamin’in, “Tarihi güncelleştirmek için bugünü tarihselleştirmek gerekir”; Pyotr Kropotkin’in, “Tembeller tarih yapamaz. Tarihe boyun eğerler,” saptamalarını anımsayıp/ anımsatmak “olmazsa olmaz”dır.
I. AYRIM: CORONA YERKÜRESİ
Corona bir felakettir; felaket ise bir sonuç; sonucu devreye sokan neden ise, Elealı Zenon’un, “Mal sevgisi, şerrin başıdır; çünkü diğer bütün kötülükler, mal sevgisine bağlıdır,” tarifindeki sürdürülemez kapitalizmdir.
Bunda anlaşmadan Covid-19 üzerine konuşmaya kalkışmak, nafile bir lafazanlıktır.
Tam da bunun için Samuel Beckett’in, “Gerçekliği öldürme gücü olmayanın, onu yaratacak gücü de yoktur”; Albert Camus’nün, “Özgür olmayan bir dünyayla baş etmenin tek yolu, mutlak olarak, bizatihi var oluşun bir başkaldırıya dönüşecek kertede özgür olabilmektir,” uyarılarını “es” geçmeden; verili soru(n)ların aşılabilmesinin, yeni bir dünya yaratma hedefine yönelik devrimci praksislerle mümkün olduğu görülmelidir.
Covid-19’un tetiklediği kriz için, IMF’nin eski başekonomisti Prof. Kenneth Rogoff’un, son ”150 yılın bütün resesyonlarından daha büyük ve derin olacak gibi görünüyor”; Nouriel Roubini’nin ”daha büyük bunalım” saptamaları elbette önemlidir.
150 yıl geriye, 1870’lere, baktığımızda, kapitalizmin ilk uluslararası kriziyle, 15 yıl sürmüş “Uzun Bunalım”ıyla karşılaşıyoruz. O dönemde, ikinci “teknolojik devrim” başlıyordu; bir uluslararası para sistemi (altına dayalı) şekilleniyordu; kapitalizm tekelci aşamaya giriyor, sanayi üretimi, finansallaşmayla birleşiyor (finans-kapital), bugüne kadar gelen firma modelleri, işletme ilkeleri doğuyordu. Finansallaşma, kitlesel üretim, tekelci kapitalizm ve teknolojik gelişmeler birleştiğinde ilk kez tam anlamıyla kapitalist ilkelere göre şekillenen bir küreselleşme başlamıştı. Bu küreselleşme, esas olarak sermaye ihracına (modern emperyalizme), gıda ve hammadde üretimi kapitalizmine dayalı bir sömürgeleştirme dalgasına (hegemonyacı devletler sistemine) yol açmıştı.
İlginç olan şu ki, bunların hepsine, farklı biçimlerde de olsa bugünkü kapitalizmde tanık oluyoruz. Bu nedenle, bugünkü kapitalizmin köklerinin 150 yıl önceki “Uzun Bunalımda” yattığını düşünebiliriz. Sakın, kapitalizmin 150 yıl sürmüş bir “Uzun Dönemi/ Long Durée” kapanıyor olmasın?
Karşı karşıya olunan soru(n) budur ve mevcut manzara, kapitalizmin bir “Uzun Döneminin” kapanmakta olduğunu düşündürüyor.[2]
Coronavirüs salgını dünya ekonomisinin çok kırılgan olduğu bir dönemde patlak verdi. Devletlerin salgına karşı almaya başladığı önlemler dünya ekonomisinin sorunlarını, kolaylıkla “küresel depresyon” olarak tanımlanabilecek bir düzeyde ağırlaştırdı.
Dünyanın önde gelen ekonomistlerinin ve tarihçilerinin yorumları da bu yöndeyken; bir gıda krizi olasılığı da giderek tartışmaların gündemine giriyor.
Coronavirüs ve neden olduğu Covid-19 hastalığının tetiklediği sert ekonomik sarsıntılar önce akla, 2007-2008 finansal krizini getiriyor ancak bu benzetmenin yeterli olmadığı hemen anlaşılınca, sıra 1929’da başlayan ve etkileri 1930’lu yıllar boyunca devam eden “Büyük Buhrana” geliyor.
IMF’nin eski baş ekonomisti olan Harvard Üniversitesi’nden Prof. Kenneth Rogoff, Project Syndicate sitesindeki yazısında, coronavirüs salgınını, “uzaylı istilası” filmlerindeki felaketlere benzetirken, ekonomi teorileri dalına “depresyon” kavramını sokan 1873-88 krizine kadar uzanıyor.
‘The Financial Times’ın ekonomi editörü Martin Wolf da sözünü sakınmayarak, “Dünya ekonomisi çöküyor,” diyorken;[3] ‘Dünya Ekonomik Forumu’ (DEF) öncesi ‘Edelman Trust Barometer’ tarafından dünya çapında yapılan “güven” araştırmasına göre, dünya nüfusunun yarıdan fazlası kapitalizme güvenmiyor.[4]
DEF’in Davos toplantısına katılanların nihayet kafasına dank etmiş: Hem demokrasiyi, hem de kapitalizmi aynı anda kurtarmak mümkün olacak gibi görünmüyor!
‘The Time’ magazinin en etkili 100 kişisinden birisi, Oxford, Dünya bankası, ‘The Financial Times’ baş ekonomisti ve editör Martin Wolf’a göre, demokrasi ve kapitalizm tehlikede. Böyle giderse ya faşizm ya sosyalizm...[5]
Gerçekten de coronavirüs salgını dünya ekonomisinde, kapitalizmin tarihinde benzeri olmayan etkiler yaratırken; verili hâlin sürdürülemezliğini de açığa çıkardı!
Yani “kapitalist gerçekçilik”, Covid-19 salgını toplumun görülen görülemeyen tüm çelişkilerini hızla derinleştirmeye, fantezilerini işlevsizleştirmeye başlayınca sarsıldı. Aslında son 10 yılda ortaya çıkan, ebola, N1H1, MERS, zika virüsleri, “Meydan işgal” hareketleri, Arap Baharı, IŞİD, “Gezi olayı”, devletlerin hızla artmaya başlayan güvenlikçi önlemleri, “olağanüstü hâl” uygulamaları, yeni ırkçı/dinci faşist hareketler, liderler, bu sarsıntının ilk işaretleriydi. 2019 yılı Cezayir, Sudan, Ürdün, Irak, Beyrut’ta patlak veren isyanlar, potansiyelin yok olmadığını gösteriyordu. Ne “kapitalist gerçekçilik” virüs salgınlarından, ne de antikapitalist sol toplumsal hareketlerden gereken dersleri çıkarabildi, “yeni zamanlara” hazırlanabildi. Birincisi sermayenin tutsağıydı, ikincisi de kendi tarihinin.
Bir taraftan Covid herkesi evine kapanmaya zorluyor. Diğer taraftan, bu kapanma sınıf çelişkilerini derinleştiriyor. Gelir dağılımındaki bozukluğun düzeyine indeksli adaletsiz mekân dağılımı, yaşama ve ölme olasılıklarının ölçütü oluyor.
Kendi başının çaresine bakmaya alıştırılmış olanlar, başlarını kaldırıp bakınca hazırlıksız, yeteneksiz politikacılarla, sadaka toplumunu (hayır kurumlarını, bağış yapan zenginleri) yücelten bir kültürle karşılaşıyorlar. Çoktan, “soysal devlet” yerini “sadaka toplumuna” bırakmış, sağlık sistemleri sermayeye teslim edilmiştir!
Şimdi bütün krizler (ekonomik, ekolojik, iklim, sağlık) birden ilerliyor. Uğruna savaşlar çıkarılan, darbeler düzenlenen petrole, şimdi kimsenin eline sürmek istememesi anlamlıdır.
İşsizlik, yoksulluk görülmemiş bir hızla artıyor. Yoksullaşma, eve kapanmayla daha da derinleşiyor. Küresel tedarik zincirleri kopar, taşımacılık felç olur, mevsimlik, göçmen işçi kaynakları kururken açlık tehlikesi hızla artıyor. Petrol gelirlerindeki çöküş, Covid-19 karşısında neredeyse tamamen korunaksız (ne yeterli sağlık altyapısı, ne yeterli solunum cihazı, ne de doktor...) Ortadoğu-Kuzey Afrika, kimi Latin Amerika ülkelerini adeta dipsiz biri uçuruma doğru sürüklüyor. Körfez ülkelerinin sadakasıyla beslenen Mısır, Ürdün, Fas rejimleri, dinci ve kinci bir entelijansiyanın elinde Türkiye şimdi meçhule bakıyor.
Yönetenler, yönetilenlerin uzun süredir huzursuz olduğunun, “rıza almanın” ne kadar zorlaştığının farkındaydılar. Bölüşüm ilişkilerindeki ani değişimlerin, gıda fiyatlarındaki ani artışların sert toplumsal çalkantılara hatta isyanlara yol açtığının bilgisi de tarihsel hafızalarında var.[6]
O hâlde Covid-19, kapitalizmin artık çözümü ertelenemez soru(n)lara merhem olmak bir yana; bir bela olduğunu ortaya koyarken; çözümün yarına ertelenemeyeceğinin de altını çizdi.
Evet yarının bugün olduğunu algılayamazsak eğer, yarın diye bir şey olmayacaktır!
II. AYRIM: SÜRDÜRÜLEMEZ KAPİTALİST YIKIM
“Neden” mi söz ediyoruz?
BM raporuna göre, dünya genelinde her 45 kişiden birinin yiyecek, barınma, sağlık hizmeti, korunma ve diğer temel yardımlara ihtiyacı olduğu; UNICEF verilerine göre de 5.1 milyon çocuğun gıdaya ulaşamadığı…[7]
BM ‘Dünya Gıda Programı’ yöneticisi David Beasley’in, pandemi nedeniyle açlık sınırında yaşayan dünya nüfusunun iki katına çıkabileceğini belirttiği…[8]
‘BM Afrika Ekonomik Komisyonu’nun (UNECA) raporunun, kıta genelinde nüfusun yaklaşık yüzde 36’sının evlerinde kullanılabilir su olanağından yoksun olduğuna, bin kişi başına sadece 1.8 hastane yatağı düştüğüne dikkat çektiği[9] dünyadan!
Ya da Theodor W. Adorno’nun, “Bu dünyanın insanı irkilten tarafı korkunçluğu değil, olağan görünüşüdür”!
Charles Bukowski’nin, “Afrika’ya ilaç göndermeye karar vermiştik; fakat hepsinin üzerinde ‘tok karnına’ yazıyordu”!
Morgan Freeman’ın, “Afrika’da bir anne çocuğuna, ‘Tabağını bitir’ diye bağırana kadar dünyanın bütün tabaklarını kırmak istiyorum”!
Thomas Sankara’nın, “Emperyalizm yalnızca bir bölgeyi fethetmek amacıyla ellerinde silahlarla gelenler vahşetinde gerçekleşen bir sömürü sistemi değildir. Emperyalizm genellikle daha incelikli biçimler alır: Borç, yiyecek yardımı, şantaj”!
Martin Heidegger’in, “Şu düşündürücü çağımızda, daha da düşündürücü olan, bizim hâlâ düşünmüyor olduğumuzdur”! diye haykırdıkları kapitalizmin yarattığı tablodan söz ediyoruz…
II.1) DÜNYA HÂL(LER)İ
Paris Ekonomi Okulu’ndan (Paris School of Economics) Lucas Chancel’ın verilerine göre, 1970-1980 kesitinde Batı Avrupa’nın yüzde 1 nüfusa denk gelen en zenginlerinin gelirden aldıkları pay yüzde 8 iken, bu pay 2010’ların sonuna doğru yüzde 10.5 ila yüzde 20’ye çıkıyor!
ABD’de en zengin binde birlik nüfusun gelirden aldığı pay 1980-2016 kesitinde yüzde 650 artış gösteriyor. Bu esnada 1980-2017 dönem aralığında Batı Avrupa ve ABD’de en yoksul yüzde 50’nin gelirden aldıkları pay ise yüzde 20’den yüzde 12.5’a iniyor. Çevre ekonomilerinde ise gelir eşitsizliğindeki sıçramanın boyutları daha büyük. Örneğin Rusya ve Hindistan’da en zengin yüzde 1’in gelirden aldığı pay 1970’lerin sonunda yüzde 5 ila yüzde 7 aralığında yer alırken, günümüze doğru bu pay yüzde 20’lere çıkıyor!
‘2018 Dünya Eşitsizlik Raporu’na göre en zengin yüzde 10’luk kesim Sahra-altı Afrika, Brezilya ve Hindistan gelirin tek başına yüzde 55’ini, Ortadoğu’nun en zengin yüzde 10’u ise yüzde 61’ini eline tutuyor. Türkiye ise OECD hesaplamasına göre bugün Meksika, Şili, Kosta Rika ve Güney Afrika’nın ardında gelir eşitsizliğinin en yüksek olduğu beşinci ülke olarak sıralanıyor![11]
‘Oxfam’ın 2019 için hazırladığı raporda, en zengin 2 bin 153 kişinin servetinin en yoksul 4.6 milyar insanın toplam servetinden daha fazla olduğu kaydedilirken;[12] küresel servetin 2008’de yaşanan finansal krizden beri, 10 yılda yüzde 27’lik artış göstererek 280 trilyon dolara ulaşıp; en zengin yüzde 1’lik kesimi zenginliğine zenginlik kattığı[13] bir dünyadır konuştuğumuz!
2019 itibarıyla, dünyadaki en zengin 26 kişinin toplam varlığı, dünyadaki 3.8 milyar insanın toplam varlığına eşdeğer hâle gelirken;[14] ‘Oxfam’ın açıkladığı rapora göre, dünyanın en zengin yüzde 1’lik kesimi küresel servetin yüzde 82’sine sahip![15]
Aynı raporda, “Eğer herkes 100 dolarlık banknotlardan oluşan servetlerinin üzerinde otursaydı, dünyanın büyük kısmı yerde oturuyor olurdu. Gelişmiş bir ülkede yaşayan orta hâlli bir kişi bir sandalye yüksekliğinde otururken, en zengin iki kişi uzayda olurdu,” denirken; dünyanın en zengin kişisi Amazon kurucusu Jeff Bezos’un toplam serveti[16] 116.4 milyar dolar; yine en zengin ikinci kişi Fransız Bernard Arnault ise 116 milyar dolar![17]
Böylesi bir zenginlik, elbette, derin ve yaygın eşitsizliklerin ürünü olabilir ve oluyor da!
Yine ‘Oxfam’ın ‘Küresel Eşitsizlik’ raporuna göre, dünyadaki en zengin yüzde 1’in serveti en yoksul 6.9 milyar kişinin tam 2 katı![18]
En zengin 22 erkeğin serveti, Afrika kıtasındaki tüm kadınların servetiyle denk![19]
Uzatmaya gerek var mı? Bölme işlemini bilen her okul çocuğunun, en zengin yüzde birlik kesimin mülksüzleştirilmesiyle dünyada açlık ve yoksulluğun ortadan kaldırılabileceğini hesaplayabileceği bir zaman diliminde yaşıyoruz.
III. AYRIM: TÜRK(İYE) EKONOMİSİ
Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Simone Kaslowski’nin, “Ciddi anlamda endişelendi”ğini[20] ya da 51 yıllık Kiğılı’nın sahibi Abdullah Kiğılı’nın, ‘Capital Dergisi’ne, yaşanan sürecin gördüğü en büyük kriz olduğunu dahası 450 AVM’nin iflasın eşiğinde olduğu anlattığı[21] tabloda; Yakup Kepenek, “Kurumsal çöküş derinleşiyor!”[22] tespitini dile getiriyor.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) verilerine göre, 2019 Ocak’ında kapanan şirket sayısı, 2018 Ocak’a göre, yüzde 9.91 artarken;[23] yine TOBB’nun açıkladığı ‘Aralık 2019 Kurulan ve Kapanan Şirketler’ verilerine göre, ülke genelinde, kapanan şirket sayısı Aralık 2019’da aylık bazda, yüzde 112.66, kapanan kooperatif sayısı yüzde 30.88 ve kapanan gerçek kişi ticari işletme sayısı ise yüzde 28.15 arttı.[24]
Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu (TESK) verilerine göre, Türkiye’de sadece 2019’da 114 bin 977 esnaf iflas bayrağını çekerken; bu 9 yılın en yüksek rakamı oldu ve toplam esnaf sayısı ise yaklaşık 1 milyon 791 bin 201’e geriledi.[25]
Ocak 2020’de Merkez Bankası’ndan yapılan 40.5 milyar liralık aktarmaya karşın Mart 2020’de bütçe, yüzde 78.6 artışla 43.7 milyar lira açık verdi. Vergi gelirleri yüzde 10.1 azaldı.[26]
Yani hükümet, 2019’da yaşanan ekonomik kriz nedeniyle vergi gelirlerinde hedefi tutturamadı. 2019 bütçesinde vergi geliri hedefi 756.4 milyar liraydı. Gerçekleşme 673.3 milyar lirada kaldı.[27]
2019 yılı bütçe açığı 80.6 milyar lira olarak hedefleniyordu ancak hedef saptı ve yüzde 50 artışla 123.7 milyar lira oldu. Açığı kapatmanın en kolay yolu ise vergiyi ekonomik gücü olmayan halkın sırtına yıkmak oldu… Asgari ücretliden alınan Gelir Vergisi, 13 milyar lirayı bulmaktadır. Bu düzende verginin gerçek rekortmeni asgari ücretli işçilerdir.[28]
Türkiye’de 2018 yılı itibariyle dolaylı vergilerin ağırlığı yüzde 66 gibi çok yüksek bir düzeydedir. Oysa henüz 1980’lerin ortalarında bu ağırlık yüzde 45 düzeyindeydi. Yalnızca Gelir Vergisini (GV) alsaydık, bu verginin toplam vergi gelirleri içindeki payı 1989-1993 döneminde yılda ortalama yüzde 41 iken, 2015-2018 döneminde yüzde 19.8’e gerilemiştir. ANAP ve onun yolunu izleyen AKP politikaları, bu adaletsiz dolaylı vergilerin ağırlığını yıldan yıla arttırmıştır. Bu, iktidardakilerin hem sınıfsal aidiyetleri bakımından sermaye sınıfını dolaysızlarla vergilendirmeye cüret edememelerinden, hem de hep kolaycı yolu seçmelerinden kaynaklanmıştır. Özetle Türkiye’de GV’nin büyük bölümünün, milli gelir payı çok düşük olan ücretliler tarafından ödeniyor olması, bu verginin adaletsizliğinin en önemli kanıtıdır.[29]
Devletin vergi gelirinin yüzde 80’i emekçilerden sağlanırken, şirketlere ise 2002’den beri sekiz kez vergi affının geldiği[30] coğrafyamızda hükümetin sınır tanımayan harcamaları nedeniyle bütçe 2019’da 123.7 milyar lira açık verdi…
Cumhurbaşkanlığı’nın kullanımında bulunan ve nereye harcandığı gizli tutulan “örtülü ödenekten” 2019’da yapılan toplam harcama 2018’i katlayarak 2 milyar 73 milyon liraya ulaştı…
Cumhurbaşkanlığı’nın giderleri bütçe başlangıç ödeneği olan 2.8 milyar lirayı aşarak 3.9 milyar liraya çıktı…
Dev bütçesi ile birçok bakanlığı geride bırakan, hükümetin yeni yeni birçok görevler verdiği Diyanet İşleri Başkanlığı 2019 yılında 10.2 milyar lira harcadı. Diyanet’in başlangıç ödeneği 10.4 milyar liraydı…
Kiralamalar için de bütçeden 2019’da toplam 1.5 milyar lira çıktı. Kiralanan taşıtlara 424.1 milyon lira ödendi. Kiralanan binalara da 494.8 milyon lira kira ödemesi yapıldı…
Temsil ve tanıtma harcamaları için toplam 159.2 milyon lira ödeme yapıldı…[31]
Bunların yanında 2020 yılı genel bütçesi kapsamındaki Saray’a 3 milyar lira, Diyanet’e 11.5 milyar lira ödenek verilecek...
Kamu özel işbirliği projeleri ile yapılan köprüler, tüneller, otoyol ve şehir hastanelerine 18.9 milyar TL ödenecek...
139 milyar lira faiz ödemesi yapılacakken;[32] coğrafyamızda, geçim sıkıntısı nedeniyle yaşamına son vermeye çalışanların sayısı 2013-2019 kesitinde altı kat arttı; Diyanet İşleri Başkanlığı ise, yurtdışındaki camiler için 500 milyon dolar harcadı. Moskova’da 170 milyon dolar maliyetle inşa edilen caminin su ile zemin ısıtma sistemine sahip olduğu öğrenildi.[33] Hani bir atasözü vardır, “Köy yanar, deli kız saçını tarar,” diye!
Özetle kriz derinleşirken; ekonomi daha da dışa bağımlı ve borçlu hâle gelmektedir. Özel sektör ve hanehalkları ciddi borç yükü altına girerken; tarımsal üretim geriledi. İşsizlik ve özellikle de genç işsizlik arttı. Ulaşılan koordinatlarda borç, işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk açmazı çürümenin kapısını açmıştır.
“Nurlu ufuklar”dan söz edenlere gelince, Irvin D. Yalom’un, “O fıkrayı bilirsin değil mi? Ameliyat başarılı geçti, yalnız… hasta öldü!” deyişindeki üzeredir hemen her şey…
III.1) EŞİTSİZLİK COĞRAFYASI
İktidarın en yakınındaki iş insanlarından Ethem Sancak’ın BMC’sinin satışlarının 2 yılda yüzde 234, şirketinin varlık büyüklüğü ise yüzde 220 arttığı[34] coğrafyamızın 2020 yılında, ‘The Forbes Türkiye’nin yayımladığı milyarderler listesine göre, 29 dolar milyarderi daha çıktı.
Kadir Has Üniversitesi’nin ‘Türkiye Eğilimleri’ başlıklı çalışmasına göre, “Kutuplaşma zenginle fakir arasındadır” diyenler 2017’de yüzde 9.5’ken, 2019’da yüzde 20.5’e yani iki katın da üstünde bir artış kaydettiği;[36] 2019’da DİSK’in, Türkiye’de 16 milyon kişinin yoksul ve 18 milyon kişinin de yoksulluk riski ile karşı karşıya olduğunu duyurduğu ve gelir eşitsizliğinin 8.7 katı bulduğu coğrafyamız; 33 OECD ülkesi arasında gelir dağılımı eşitsizliğinde 32. sırada.
2018-2019 kesitinde “Ekonomik olarak daha kötü durumdayım,” diyenlerin oranı yüzde 11’e yaklaştı.[37]
Sıralayarak ilerleyelim: Türkiye’de asgari ücret, 2019 yılında Avro cinsinden dört yıl öncesine kıyasla yaklaşık yüzde 33 değer kaybetti…[38]
‘Avrupa İstatistik Kurumu’ (Eurostat) verilerine göre, Türkiye’de nüfusun yüzde 20’si evinde yeterince ısınamıyor. Avrupa’daki 34 ülke ülke arasında Türkiye, 2017 verilerine göre, evini yeterince sıcak tutamayan ülkeler sıralamasında 6’ncı basamakta yer aldı. 2017 ile 2018 arasında 14 milyon 314 bin kişinin elektrikleri borcundan dolayı en az bir kez kesildi…[40]
2 bin 324 lira olarak belirlenen asgari ücret yine sefaleti aşamadı. Türk-İş’in açıkladığı açlık sınırı ile zamlı tutar arasında sadece 162 lira fark var. BİSAM’a göre ise 4 kişilik bir aile, yapılan zam ile her öğüne sadece 32 kuruş ekleyebilecek…[41]
Türkiye Kamu-Sen ‘Araştırma Geliştirme Merkezi’nin araştırmasına göre, 2019 yılında memur ailesinin geliri aylık ortalama 595 lira artarken, giderleri 730 lira zamlandı. Memur maaşları harcamalar karşısında aylık yüzde 4 eridi...[42]
Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu, Türkiye’de bir öğretmenin 5 yılda 108 dolar, 162 Avro ve 8 çeyrek altın kaybettiğine dikkat çekti. 950 bine yakın öğretmenin tamamının yoksulluk sınırının altında yaşadığı ve yüzde 70’inin borçla boğuştukları vurgulandı…[43]
Birleşik Metal-İş Sendikası Sınıf Araştırmaları Merkezi’nin verilerine göre, resmi enflasyon 16 yılda yaklaşık 4.25 kat artarken açlık sınırı yaklaşık 4.6 kat artış gösterdi…[44]
“8 milyon 647 bin 283 kişinin aylık geliri 673 liranın altında. Aylık geliri 2 bin liranın altında olan emekli sayısı ise 6 milyon 850 bin 513. Asgari ücretin yarısı ve onun altında gelir elde eden kişi sayısı ise 2 milyon 136 bin”ken;[45] yine Türk-İş’e göre, 2020 Ocak 4 kişilik ailenin yoksulluk sınırı 7 bin 229 lira oldu…[46]
‘Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde Kadının Sosyo-Ekonomik Durumuna Dair Saha Araştırması’na göre, Kürtlerin yüzde 63.2’si açlık sınırında,[47] kadınların yüzde 87.1’i işsiz durumda…[48]
Kriz derinleşirken yoksulluk doğuda da batıda da en çok çocukları vuruyor. İstanbul İstatistik Ofisi’nin araştırmasına göre kentteki yoksul hanelerin neredeyse yarısında çocuklar yeterli beslenemiyor. 3 bin TL’nin altında hanehalkı gelirine sahip aileler arasında yapılan araştırmaya göre hanelerin yüzde 44.7’sinde çocuklar yeterli beslenme olanaklarına sahip değil. ‘Türkiye’de Okul Çağı Çocuklarında Büyümenin İzlenmesi (TOÇBİ) Araştırma Raporu’na göre, Doğu ve Güneydoğu’da çocukların kronik açlık sonucu gelişme geriliği yaşadığını ortaya koyan rapora göre, kronik açlık nedeniyle Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki çocukların yüzde 3.5’i, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki çocukların ise yüzde 5.4’ü bodur kaldı…[49]
Maddi yoksunluk içindeki ailelerdeki korunmaya muhtaç çocuk sayısı 5 yılda iki katına çıktı. İşsizlik ve yoksulluktaki artışla birlikte sosyal korunmaya olan gereksinim artıyor. Yurttaşın ocağında aş yerine yoksulluk kaynıyorken; 18 yaşını doldurmuş, öğrenci olmayan 9 milyon kişi işsiz, aç ve muhtaç…
2018-2019 Kasım arasında bir yıllık süre içerisinde 1.337.201 kişi sosyal güvenceden yoksun hâle düşmüş ve işini kaybetmiştir…[50]
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2018 verilerine göre, bebek ölüm hızının en yüksek olduğu il binde 15.3 ile G. Antep. Kent genelinde her bin bebekten 15’i ölüyor...[51]
Zengin-fakir kutuplaşmasıyla müsemma eşitsizliğe gelince; mesela, 191 bin 916 kişinin milyoner olduğu Türkiye’de 65 milyon kişi yoksul…[52]
Kolay mı? AKP iktidarının açıkladığı Covid-19 salgın paketinde patronlara para, işçi ve emekçiye dua düşen coğrafyamızda 17 milyon kişi yardıma muhtaçken, milyoner sayısı yüzde 29 arttı…
Corona günlerinde dar gelirlinin ayakta kalması daha da zor hâle gelirken, milyonerler ise bir yılda servetlerini 319 milyar 510 milyon TL yükselterek 1 trilyon 456 milyon liraya çıkardı.
Açlık sınırının 2 bin 345 TL, yoksulluk sınırının ise 7 bin 639 TL’ye yükseldiği Türkiye’de yaklaşık 10 milyon çalışan aylık 2 bin 324 TL asgari ücretle, yani açlık sınırında geçimini sağlamak zorunda. Cumhurbaşkanlığı 2020 Yıllık Programı’na göre, Türkiye’de yoksulluk oranı yüzde 21.2. Toplumun en zengin yüzde 20’sinin gelirinin, en yoksul yüzde 20’sinin gelirine oranı 7.8. Toplam 16 milyon 831 bin 210 kişi, aldığı sosyal yardımlarla ayakta durabiliyor. Buna karşın ülkenin milyoner sayısı da servetleri de hızla artıyor.
Hesabında 1 milyon lira veya üzeri parası olan mudi sayısı, 2020 Şubat döneminde 2019 yılının aynı dönemine göre 52 bin 763 kişilik artışla 236 bin 370 kişiye yükseldi.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) verilerine göre, yurt içinde ve yurtdışında yerleşik milyonerlerin toplam sayısı 2020 Şubat döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 29 arttı.
Söz konusu milyonerlerin toplam mevduatı son bir yılda 319 milyar 510 milyon TL yükselerek 1 trilyon 456 milyon 549 bin liraya çıktı.
Milyoner başına düşen ortalama mevduat tutarı, 2020 Şubat döneminde 6 milyon 161 bin lira seviyesinde gerçekleşti.
Yurt içinde yerleşik milyonerlerin sayısı 2020 Şubat’ta bir önceki 2019 yılının aynı dönemine kıyasla 46 bin 884 kişilik artışla 211 bin 754 kişiye fırladı. Aynı dönemde yurt içinde yerleşik milyonerlerin toplam mevduatları 1 trilyon 354 milyar liraya çıktı.
2020 Şubat ayı itibarıyla yurt içinde yerleşik milyonerlerin mevduatlarının 582 milyar 58 milyon lirası yerel para cinsi, 753 milyar 815 milyon lirası döviz tevdiat hesabı, 18 milyar 960 milyon lirası da kıymetli maden depo hesaplarından oluştu.
BDDK verilerine göre, yurt dışında yerleşik mudi sayısı 2020 Şubat sonu itibarıyla 24 bin 616’ya yükseldi. Yurt dışındaki milyonerlerin sayısı 2019 Şubat sonuna göre 5 bin 874 kişi artarken, bu kişilerin hesaplarındaki para miktarı 17 milyar 313 milyon TL artışla 101 milyar 717 milyon liraya yükseldi.
Yurt dışında yerleşik mudilerin bankalardaki mevduatlarının 11 milyar 160 milyon lirası yerel para, 89 milyar 919 milyon lirası yabancı para ve 638 milyon lirası da kıymetli maden depo hesaplarından oluştu.[53]
Alın size 1 Mayıs 2020 eşiğindeki coğrafyamızın hâli…
III.2) BORÇ + İŞSİZLİK = İNTİHAR
John Maynard Keynes’in, “İçinde yaşadığımız ekonomik toplumun göze çarpan hataları, tam istihdamı sağlamadaki başarısızlığı ve servet ve gelirlerin keyfi ve adaletsiz dağılımıdır,” itirafındaki üzere en büyük sorunu yine kendisi olan kapitalist vahşetin Türk(iye) cephesine ilişkin olarak Dünya Bankası, “Rekor borç artışlarının sonu kötü bitecek. Türkiye özel sektör borcu en hızlı artan ülkelerden,”[54] saptamasını yaparken; unutulmasın, “Kamu da borç zengini”[55] ve “Kısa vadeli dış borç 118 milyar dolar”ı[56] aşmış durumda…
Devamla: Türkiye Bankalar Birliği verilerine göre, 2019’da yaklaşık 2 milyon 500 bin kişi bireysel kredi borcunu, 2 milyon 700 bin kişi de kredi kartı borcunu ödeyemedi…[57]
Bireysel kredi veya bireysel kredi kartı borcundan dolayı yasal takibe intikal etmiş kişi sayısı 2019 Aralık ayında önceki Kasım ayına göre yüzde 3 artarak 154 bin kişiye yükseldi…[59]
Şubat 2020 sonu itibariyle bireysel kredi borcu olan kişi sayısı 32 milyon 101 bin kişiye çıktı…[60]
Yurttaş çektiği kredileri zamanında ödeyemedi, bankalar gayrimenkul zengini oldu. Toplam 19 bankanın elinde “batık kredi” nedeniyle satışa hazır 15 bin 898 gayrimenkul bulunuyorken; batık krediler ikiye katlandı…[61]
Sömürülenler açısından borçluluğun etmenlerinden birisi de işsizlik sorunudur.
Bahçeşehir Üniversitesi ‘Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi’ (BETAM) Direktörü Prof. Dr. Seyfettin Gürsel, işsizlik tehdidinin tsunami boyutlarında olduğunu belirtip, ”En az 3 milyon çalışan daha işini kaybedecek. İşsizlik oranı büyük olasılıkla yüzde 24-25’i bulacak. Genç işsizlik oranı yüzde 40’a ulaşabilir” vurgusu ve “Toplumsal çöküntü” uyarısıyla ekledi: “Devletin göğüsleyecek kaynağı yok.”[62] “İşsizler bir buçuk yıl daha iş bulamaz”![63]
İş arayanlar eve dönüyor, umutsuzluk toplumsallaşıyor. İşsizlerin yüzde 27’si artık 1 yıldan uzun süredir iş arıyor. Ümitsizlik yüzünden 2 ayda 925 bin kişi çeşitli gerekçelerle iş aramaktan vazgeçti. İşsizlik artık sosyal bir kriz![64]
İşsiz sayısı 2019 yılı Eylül döneminde 2018 yılının aynı dönemine göre, 817 bin kişi artarak 4 milyon 566 bin kişi oldu. İşsizlik oranı 2.4 puanlık artış ile yüzde 13.8 seviyesinde gerçekleşti. Genç işsizlik oranı ise 4.5 puan artışla yüzde 26.1 olarak gerçekleşti![65]
Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştakilerde işsiz sayısı Ekim 2019’da bir önceki 2018’in aynı dönemine göre, 608 bin kişi artarak 4.4 milyon kişiye yükseldi. Üniversite mezunu işsiz sayısı 928 bini aştı![66]
2019’da bir yıldan uzun süredir iş arayan üniversite mezunu sayısı, 2018’den yıldan yüzde 470 fazla… 1 yıldan uzun süreli işsiz sayısı yüzde 341 arttı: İşsizlik kronikleşiyor![67]
90’lı yıllarda doğan gençlerin üçte biri ne eğitim görüyor ne de çalışıyor.[68] Kayıtlı işsizlerin yarısı ise 20’li yaşlarında. İşsizlik ve düşük ücretler yüzünden aileye bağımlılar. Bir kısmı üniversite sıralarında şimdilik vakit geçiriyor, mezun olduklarında borç, işsizlik ve yoksulluk onları bekliyor![69]
TÜİK verilerine göre, bir ayda 145 bin kadın işten ayrılıp ev kadını olmaya karar verirken; çalışma çağına girmesine karşın bir yılda iş aramayan kişi sayısı 833 bin oldu. Erdoğan Toprak, “Gizlenen gerçek işsiz sayısı 6 milyon 571, gerçek işsizlik oranı ise yüzde 20.9,” dedi![70]
Bu tabloda Ege Üniversitesi İktisat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Osman Aydoğuş’un, “İşsizlik faciaya dönüşecek,”[71] vurgusu Covid-19 ile bir üst boyuta sıçrarken; 2019 sonu itibarıyla 4.4 milyon işsizin olduğu Türkiye’de, salgının yarattığı krizle birlikte işsizlik artacak. Üçüncü çeyrekte 10 milyonu aşan yeni işsiz sayısı ile karşılaşılabilir.[72] Coronavirüs salgınına 4.5 milyon işsizle yakalanan Türkiye’de işsizlik yüzde 13.8’den yüzde 30’a çıktı.[73]
Tüm bunlar çaresizlikle örtüşünce, Karl Marx’ın , “İnsanın kendi varoluşu üzerine söyleyebildiği son sozüdür,” diye betimlediği intihar illeti ortaya çıkıyor.
Kapitalist cehennemde işsizlik de, intiharlar da artarken;[74] intihar denilen cinayetlerin faili kapitalist düzen(sizlik)den başka bir şey değildir![75]
1845’de kaleme aldığı ‘İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu’[76] başlıklı yapıtında Friedrich Engels’in, kötü yaşam koşullarının insanları ölüme sürüklemesini “sosyal cinayet” tanımlaması boşuna değildir. Tıpkı devlet yöneticilerinin -gerçeği yansıtmayan-, “Psikolojik sorunları vardı, intihar etti,” yaklaşımına; “İntiharı kişinin içsel, psikolojik durumu değil, toplumsal, ekonomik bağlamda olduğunu söylemeliyiz ki gerçek yüzünü gösterelim,”[77] diye itiraz eden Doç. Dr. Burhanettin Kaya gibi…
Çaresizlik ve yalnızlık da geçici ve kapristen veya geleneklerden kaynaklanan hisler değildir. Sürekli işsizlik ve sürekli açlık, yoksunluk; manastıra çekilen ve inziva içindeki yaşamı tercih eden keşiş değilseniz eğer, bunlara kuşkusuz benliğinizi kemirecek yalnızlık ve çaresizlik eşlik edecektir. Açlık, yalnızlık, çaresizlik ve işsizlik; sanki mahşerin dört atlısıyken; ‘Sarayın Ekonomisi Toplumu Bunalıma ve İntihara Sürüklüyor’ başlıklı çalışmaya göre, 4 yılda 53 bin şirket iflas etti, 3 yılda takibe düşen ticari kredi tutarı 128 milyar lira oldu. Mutluluk oranı 8 yılda yüzde 10 azalırken, psikiyatri kliniklerine başvuranların sayısı 8 milyona yükseldi. 16 yılda geçim zorluğu ve ticari başarısızlık nedeniyle intihar eden kişi sayısı 5 bin 485 oldu. Çalışmada, “Depresyon vakalarının artışı, Saray rejiminin Türkiye’yi içine ittiği kişisel ve toplumsal buhranla doğrudan ilgilidir,” denildi.[78]
Ekonomik krizin ortaya çıkmasında en küçük bir sorumluluğu olmayan emekçiler, giderek artan hayat pahalılığı karşısında mum gibi eriyen ücretleri/maaşları ile krizin bedelini en ağır şekilde ödemeye devam ediyorlar. Önceki krizlerden farklı olarak, uzun süredir belirgin bir iyileşme görülmemesi, kriz sürecinin adım adım derin bir toplumsal bunalıma doğru ilerlediğini gösteriyor.
IV. AYRIM: İŞÇİLERİN HÂLİ VE MÜCADELESİ
Buraya kadar değindiğimiz tabloda işçilerin hâli ve mücadelesi meselesine gelince…
Öncelikle altı çizilmesi gereken; Samuel Fielden’in, “Bir işçi günde sekiz saat ya da on saat çalışsa dahi yine de köledir”; Karl Marx’ın, “Ücret düzeninin temelleri üzerinde kalınarak, eşit ya da hatta adil ücret talebini haykırmak, kölelik düzeninin temelleri üzerinde özgürlük istemeye benzer,” uyarılarıdır.
İşçilerin verili hâlden, kurtuluş mücadelesi Georges Bataille’ın, “Özgürlük daima isyana açılan bir kapıdır”![79]
Komutan Yardımcısı Marcos’un , “Her şey hüküm sürmekle ilgiliyse, bırakın isyan hüküm sürsün”!
Emma Goldman’ın, “Bugün dünyada ne özgürlük var, ne de güvenlik, zengin olsun yoksul olsun, toplumsal statüsü yüksek ya da alçak olsun hiçbir insan, dünya üzerinde tek bir köle kalmayana dek güvende değildir,” saptamalarını kulağına küpe etmelidir. Çünkü verili hâlden, başka türlü, yani isyansız bir kurtuluş mümkün değildir.
IV.1) SINIF: DURUM VE MÜCADELE
DİSK-AR’ın ‘Türkiye İşçi Sınıfı Gerçeği’ raporuna göre, işçi sınıfının yani 15 milyon insanın manzarası şöyle: Ücretler düşük, geçim sıkıntısı çok... Çalışma süreleri uzun, sendikalaşma zayıf... İşyerlerinde sağlık ve güvenlik önlemleri yetersiz... Sendikalı işçilerin çalışma ve yaşam koşulları sendikasızlara göre az daha iyi...
Rapora göre: İşçilerin yüzde 71’i erkek, yüzde 29’u kadın…
İşçilere çalışma hayatına dair 8 önemli sorun arasında en önemli gördükleri sorun, ücret. İşçilerin yüzde 77’sin ücretlerin düşük olduğunu beyan etti...
Çalışanların bile ikinci en büyük sorun olarak gördükleri nokta yüzde 75 ile işsizlik. Yüzde 46 ile sigortasızlık, yüzde 43 ile uzun çalışma saatleri geliyor. Güvencesizlik, taşeron çalışma, işçi sağlığı ve kıdem tazminatı daha sonra sayılan sorunlar…
Kiracı olanların oranı yüzde 23 iken, bu oran işçilerde yüzde 54. Konut sahipliği de yine Türkiye ortalamasının oldukça altında. Ülkedeki konut sahipliği oranı yüzde 60 iken, bu oran işçilerde yüzde 44…
İşçilerin yüzde 36’sı kendisini bir toplumsal sınıfa ait hissederken kalan yüzde 64’ünün sınıf bilinci de bu konuya ilişkin herhangi bir fikri de yok...[80]
Bunlara ‘Küresel Sanayi İşçileri Sendikası/ IndustriALL’ Avrupa Genel Sekreteri Luc Triangle’ın, “Avrupa’da sendikal örgütlenme konusunda Türkiye kadar sert ve kötü başka ülke yok,”[81] tesbitiyle şunlar da eklenebilir…
AKP iktidarı döneminde ülkedeki toplam gayrisafi milli hasıladan (GSMH) emeğin aldığı pay yarı yarıya düştü. 2002’de GSMH’nin yüzde 35’i maaş ve ücretti. Bir bakıma emeğin payı bu kadardı. 2018’de bu oran yüzde 18’e kadar düştü...[82]
Türkiye’de işçi, memur, esnaf, kendi hesabına aile işletmelerinde çalışanlar, taşeron işçilerini de kapsayan kayıt dışı çalışanlar olmak üzere 2018 verilerine göre 25 milyon insan çalışmaktadır…[83]
‘Curiocity’in araştırmasına göre, işçiler arasında 10 yıl öncesine kıyasla, “Çalışmanın daha stresli olduğu” düşüncesine katılanların oranı yüzde 86, “Yoğun stresin iş değişikliklerinde en büyük etken olduğu”na katılanların oranı ise yüzde 89 olarak gerçekleşti…[84]
İşçilere yönelik araştırma, emekçinin hastalanma oranlarının ülke genelinin üç katı olduğunu ortaya koydu. İşçiler yüzde 87’si alınan önemlere karşın kendisini işyerinde risk altında hissetmeye devam ediyor…[85]
Her 10 çalışandan 4’ü zaman baskısı altında. TÜİK’in, ‘İş Organizasyonu ve Çalışma Zamanı Düzenlemeleri’ araştırmasına göre, Türkiye’de çalışanların yüzde 41.5’i zaman baskısı altında çalışıyor. Bu oran ücretlilerde yüzde 47.3’e çıkıyor…[86]
2019’da işsizlik nedeniyle en az 45 kişi intihar etti. İş kazalarında en az 1620 işçi yaşamını yitirdi. Yaklaşık 1 milyon kişi daha işsiz kaldı. İşsiz sayısı 4 milyon 600 bin seviyesine çıktı…[87]
Ve nihayet milletvekili Veli Ağbaba, işsizlik sosyal riskinin sonuçlarını azaltmaya yönelik kurulan İşsizlik Sigortası Fonu’nun işsizlere değil, fabrikatörlere derman olduğunu ifade edip, patronlara ödenen miktarın ise işsizlere ödenen miktardan 2 kat daha fazla olduğunu dile getirdi…[88]
İşsizlik Sigortası Fonu’ndan patronlara yapılan teşvik ve destek ödemeleri, işsizlere yapılan ödemeleri 2019’da da geçti. İşkur verilerine göre, 2019’da fondan patronlara teşvik ve destek olarak yapılan ödemeler önceki 2018’e göre yüzde 45 artarak 26 milyar TL’ye ulaşırken, işsizlere yapılan ödemeler 10 milyar TL’de kaldı…[89]
TBMM’den geçen ve işverene işçiyi ücretsiz izne çıkarma yetkisi veren yasa emekçiyi açlığa mahkûm edecek. Bekâr bir çalışanın yaşayabilmesi için yapması gereken aylık asgari harcama tutarının 2 bin 847 TL olduğu bir ortamda, işçi 1177 lira ile ayın sonunu getirmeye çalışacak…[90]
IV.2) DEVLET VE İŞÇİLER
Mecidiyeköy’de eski Ali Sami Yen Stadı’nın yerine yapılan Torunlar İnşaat’a ait rezidans inşaatında, işçilerin içinde bulunduğu asansör 6 Eylül 2014’de 32’inci kattan zemine çakıldı. Bu facia da 10 işçi yaşamını yitirdi. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen dava sonucunda 9 sanık hakkında 8 yıl 4 ay hapis cezası verildi. Ancak mahkemenin, “iyi hâl” indirimi yaparak, cezayı her bir sanık için 60 bin 800 TL adli para cezasına dönüştürüp, 16 sanığın beraat ederek,[91] “Bu ülkede adaletin ‘a’sı bile yokmuş”[92] dedirteninden; Soma Katliamı davasında 15 yıl hapis cezasına çarptırılan Kömür İşletmeleri AŞ Yönetim Kurulu Başkanı Can Gürkan’ın, can veren her işçi için yalnızca 5 gün hapis yatıp, tahliye edilmesine[93] dek burjuva devlet, olsa olsa, “Sahtesin sen; ne diye dem vurursun ki hakikâtten?”[94] diye haykırılması gereken bir işçi celladıdır.
“Nasıl” mı? İşte işçilerin hâli pür melali…
Konya’da araç yedek parça satışı yapan işyerinde çıraklık yapan 15 yaşındaki E.A.Y. alacağı vidanın numarasını unuttuğu gerekçesiyle işyeri sahibi M.C. tarafından, halk arasında “caraskal” olarak bilinen palangaya bağlanıp asıldı. Pantolonu da yarıya kadar indirildiği öne sürülen E.A.Y., yaklaşık 15 dakika asılı kaldıktan sonra indirildi. Bu olaydan bir süre sonra aynı iş yerinde çalışan E.A.Y.’nin ağabeyi H.H.Y. (17) de bir malzemeyi hatalı büktüğü gerekçesiyle M.C. tarafından tekme ve tokat dövüldü…[95]
Adem Çelik Şirketler Grubu’nun sahibinin şoförü, kullandığı aracı Beykent Üniversitesi Avalon şantiyesinde çalışan ve mesai ücretleri ile kıdem tazminatlarını alamadıkları için günlerdir direnişte olan inşaat işçilerinin üzerine sürdü. İşçiler mücadeleden vazgeçmeyeceklerini duyurdu…[96]
İş cinayetleri ile sık sık gündeme gelen 3. Havalimanı’nda 2018’de yapılan direniş başta olmak üzere yürüttüğü birçok sendikal faaliyet gerekçe gösterilerek yargılandığı davada tutuklanan DİSK’e bağlı Dev Yapı-İş Genel Sekreteri Nihat Demir, gözaltı sürecinde ve sonrasında yaşadığı hak ihlâllerini gönderdiği mektupla anlattı. Demir mektubunda, gözaltı sırasında kendisine “beyaz toros” hatırlatması yapılarak ölümle tehdit edildiğini belirtti…[97]
“Nasıl” mı? İşte iş cinayetleri!
2019’da en az 1736 işçi iş cinayetleri sonucu yaşamını yitirdi. Ölenlerden 115’i kadın, 67’si çocuk işçiydi…[98]
İSİG Meclisi’nin verilerine göre, 18 yılda bin 754 maden işçisi yaşamını yitirdi…[99]
Kayseri’de inşaat işçisi olarak çalışan 35 yaşındaki Yaşar Başkıran, sokağa çıkma yasağı olmasına rağmen, çalışmak zorunda bırakıldığı apartmanın dış cephesinde sıva yaparken dengesini, kaybederek 8. kattan düşerek öldü…[100]
“Nasıl” mı? İşte kadın işçiler!
Ünye’deki fındık fabrikalarında mevsimlik işçi olarak çalışan kadınlar birbirleriyle konuşamıyor, etrafına bakamıyor, tuvalete dönüşümlü gidebiliyor. Kadınları akciğer hastalıkları da tehdit ediyor…[101]
Kamu işçiliğindeki cinsiyet eşitsizliğine de işaret eden Genel-İş, her 10 işçiden 9’unun erkek, yalnızca 1’inin kadın personel olduğunu belirtti…[102]
Türkiye’de her 10 haneden 4’ünde hiç tam zamanlı ücretli çalışan yok. Yoksul hanelerde bu sayı 6’ya çıkıyor. Kadınlar tam zamanlı ücretli işlerde erkeklerden daha az çalışıyor ve daha az kazanıyor…[103]
Türkiye’de istihdam edilen kadınların yüzde 41.3’ü kayıt dışı çalıştırılıyor. 2019 yılında 500 bin kadın da “ev”de çalışmak için işinden ayrıldı…[104]
‘8 Mart Kadın Emeği’ başlıklı rapora göre, resmi sendikalaşma oranı yüzde 14’lerde görülse de, esas oran yüzde 11 olarak hesaplanıyor. Kadın işçilerin ise yüzde 93’ü sendikasız olarak çalışıyor. Buna göre çalışma yaşamında yer alan her 100 kadın işçiden yalnızca 7’sinin sendika üyeliği bulunuyor…[105]
“Nasıl” mı? İşte çocuklar!
19 milyon çocuğun risk altında olduğu[106] Türkiye’de yaklaşık 2 milyon çocuğun çalıştığı düşünülüyor. Mevsimlik tarım işçiliğinde 400 bin çocuk yılın 6-8 ayında aileleri ile birlikte çalışıyorlar. Çocukların İşgücüne katılma oranı yüzde 21.1...[107]
TÜİK’in ‘Çocuk İşgücü’ verilerine göre, küçük yaşta çalışmak zorunda bırakılan çocukların yüzde 44.7’si tarım, yüzde 31’i hizmet, yüzde 24.3’ü ise endüstri alanında istihdam ediliyor…[108]
15-19 yaş grubundaki çocuklarda kayıt dışı çalışma artarken; çocukların yüzde 32’si yoksul…[109]
7 yılda 426 çocuk işçi hayatını kaybederken;[110] 2019’da 67 çocuk çalışırken yaşamını yitirdi.[111] Bu çocukların yüzde 60’ı tarım işkolunda çalışıyordu.[112] Yani ölen her 5 çocuk işçiden 3’ü tarım işçisiydi…[113]
IV.3) SENDİKAL MÜCADELE (Mİ?)
Bu noktada Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, “Sermayenin değil, halkın egemenliği!”[114] dese de; “Yapısal açmazları ve kaçınılmaz savrulması”yla[115] DİSK’in (vesayet altındaki, güdümlü sendikacılığın “al gülüm-ver gülüm” adlı oyunları zikredilmeye bile değmez!) iyi bir sınav ver(e)mediği “sır” değildir.
Bürokratik iktidarın konforuna, işçi haklarının -şöyle ya da böyle- iktidar veya CHP için feda edildiği bir sendikacılık pratiğinin maskesi, özellikle de her 1 Mayıs’da düşüp, yaldızları dökülür…
Kabul etmek gerek, bu ülkede sendikacılık, “sınıf sendikacılığı”nın çok uzağına düşmüştür. İşçinin “milli” ve “manevi” duyarlılıklarına seslenildiği; sınıf gerçeğinin, etnik, dini kimliklerin gerisine ötelendiği; sendikaların rolünün işçilerin haklı öfkesini yatıştırmaya dönüştürüldüğü; işçi ile sermayenin çıkarlarını uyumlulaştırılmakla mükellef olduğu verili tabloda sınıf hakikâtine yönelik teorik ve politik deformasyonlarla, siyasetin sınıf temelinden uzaklaşması da “sınıfsız” sendikacılığın önünü daha fazla açtı.
“Bugün sendikal harekette çürüme ve yozlaşmanın işareti olarak tartışılan, makam aracı saltanatı, abartılı maaşlar, sendikanın imkânlarını hoyratça kullanma gibi sorunlar vesayet rejiminin ve ‘sınıf’sız sendikacılığın doğurduğu sonuçlardır… Bütün bunlar işçi ile örgütü arasındaki açıyı, yabancılaşmayı iyice büyüttü. Geldiğimiz noktada sendikalar, işçinin örgütü olmaktan çıkıp, tek fonksiyonu işçinin toplu iş sözleşmesini işçinin iradesi hilafına bağışlayan vekalet kurumuna dönüştü.”[116]
Oysa egemenlere veya herhangi bir fraksiyonuna yaslanmış “sınıfsız” sendikacılığı bir yana bırakıp, işçi tabanın gücüne dayanan, gerçek anlamda sınıf mücadelesi organları gerekir; işçi sendikaları, sömürü düzenine karşı mücadelenin vazgeçilemez unsurları olmakla mükelleftirler. Bu nedenle özgür sendikacılığın varlığı önemlidir.
Bunun içinde sınıf mücadelesini yükseltecek, işçi örgütlüğü merkezi görev olmalıdır. Bu da kolay değildir. AncakAmasya’nın Suluova İlçesi’nde Soma Holdinge ait Gürmin Enerji AŞ’nin aldığı Yeni Çeltek Maden Ocağı’nın kapatılma kararına karşı işçilerinin yerin 1200 metre altına inip başlattığı açlık grevinden;[117] iş cinayetleriyle gündeme gelen 31 bin işçinin çalıştığı Üçüncü Havalimanı inşaatındaki işçilerin düzenledikleri protesto eylemlerine[118] uzanan “İsyanın Bilince Dönüşmesi”[119] de ince bir hat üzerinde, derinden derine gelişmektedir.
Sınıf mücadelesinden kastettiğimiz; işçi sınıfının ücret artışı, çalışma koşullarının iyileştirilmesi, vb. için yürüttüğü mücadelelerle sınırlı değildir; bunları da içermekle birlikte…
İşçi sınıfının “ücretli kölelik” düzeni kapitalizme, sermaye sahibi sınıfa karşı yürüttüğü kavga tartışmasız bir sınıf mücadelesidir…
Ancak hepsi bundan ibaret değildir, olmaz ve olmamalıdır da!
Yeri gelmişken belirtelim: Burjuva düzeni sınırlarında yürütülen mücadeleler (ücret artışı, vb.) aslî değildir. Her an geri alınabilirler. Aslolan sosyal kazanımların, politik hedeflerle taçlandırılmasıdır.
Unutulmamalıdır ki burjuvazini “demokrasi” dediği şey, başta işçi sınıfı olmak üzere, ezilenlerin sömürüsüyle ayakta tutulan zor aygıtıdır.
Bu nedenle, ‘Komünist Manifesto’da, ”Bu güne kadarki tüm toplumların tarihi sınıf mücadelelerinin tarihidir,”[120] denir ve ekler Karl Marx da: “Sermayenin aşırılıklarına direnme merkezleri olarak yararlı (lüzumlu) olan sendikalar, kapitalist düzene karşı sadece bir direniş savaşı vermekle yetindikleri ölçüde güçsüz (etkisiz) kalırlar. Yapmaları gereken, gün be gün sürdürdükleri bu savaştan vazgeçmeksizin, kapitalist toplumun dönüştürülmesi yolunda çalışmak, kendi örgütlü güçlerini işçi sınıfının her türlü velayet ve vesayetten kurtulması, yani ücretliliğin ortadan kaldırılması (ilgası) yolunda bir kaldıraç olarak kullanmalarıdır.”
Bunlar, “İşçi sınıfına ilişkin hayaller” mi dediniz?!
Söz konusu itiraza, “Marx’ın şu sözüne sarılıyorum: ‘Tarihin hayal gücü bizimkinden geniştir’…” yanıtını verir Louis Althusser…
Kimse “sendikalar devrim yapamaz,” malumatfuruşluğuna sarılmasın. Elbette sendikalar devrim yap(a)maz. Ama devrimden yana olabilirler, ve olmalıdırlar da…
V. AYRIM: 1 MAYIS BAHSİ
1 Mayıs(‘lar) geçmişi geleceğe bağlayan bugündür; mücadele tarihidir; bir gelenektir; tarihe sahip çıkmaktır; “Tarihi bilmiyorsan dün doğmuşsun demektir. Dün doğmuşsan her lider sana istediği hikâyeyi anlatabilir,” uyarısındaki üzere Howard Zinn’in…
“1 Mayıs kutlaması davamıza binlerce yeni savaşçı kazansın ve bütün insanların kurtuluşu için, sermayenin boyunduruğu altında çalışan bütün herkesin özgürlüğü için yürütülen büyük mücadeledeki güçlerimizi daha da büyütsün,” vurgusuyla V. İ. Lenin’in Nisan 1904’de eklediği üzere:
“Yoldaş işçiler! 1 Mayıs geliyor, bütün ülkelerin işçilerinin sınıf-bilinçli bir hayata uyanışlarını, insanın insan üzerindeki her türlü zulüm ve baskısına karşı mücadelelerindeki dayanışmalarını, emekçi milyonların açlık, yoksulluk ve aşağılanmadan kurtulmak için yürüttükleri mücadelelerini kutladıkları gün. Bu büyük mücadelede iki dünya karşı karşıya duruyor: sermayenin dünyasına karşı emeğin dünyası; sömürünün ve köleliğin dünyasına karşı kardeşliğin ve özgürlüğün dünyası...”
Tam da bunun için bir seçimdir; taraf olmak; safını belirlemektir 1 Mayıs…
Biraz gerilerde, 1800’lü yıllarda “8 saatlik işgünü” mücadelesiyle örgütlenen eylemler ve grevlerle dünyanın dört bir yanında patronları korkutan bir gün hâline gelen 1 Mayıs; bütün devrimcilerin kapitalizme karşı direnişi büyütmesi, işçilerin iş yerlerinden çıkıp sokakları doldurmasıyla adaletsizliklere karşı isyanın günü olarak tarihe geçmiştir.
Avusturalyalı işçilerin başlattığı, oradan Amerikalı işçilerin devraldığı ve buradan da Avrupa proletaryasına sıçrayan sekiz saatlik çalışma için verilen mücadele ve bu mücadelenin zamanla bazı yerlerde yasallaşması, unutmamak gerekir ki büyük fedakârlıkların, büyük bedellerin sonucunda elde edilmiştir.
4 Mayıs 1886’da ‘Amerikan İşçi Federasyonu’nun (AFL) 15 saatlik çalışmanın 8 saate indirilmesi için Chicago’da Haymarket alanında düzenlediği toplantıyı, polis bomba kullanarak dağıtmak ister. İşçilerden ve polislerden 14 kişi ölür. Ardından da işçi lideleri tutuklanıp, “yargılanır”lar.
19 Ağustos günü sanıklardan yedisi idama mahkûm edildiler ve Neebe 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
August Spies, Adolf Fischer, Louis Lingg, Albert Parsons, George Engel, Samuel Fielden, Michael Schwab ve Oscar Neebe’nin mahkeme önündeki son sözleri şöyleydi:
August Spies: “Öyle bir zaman gelecek ki; bizim suskunluğumuz, sizin bugün ipe çektiğiniz seslerden daha güçlü olacaktır! (...) Bu mahkemenin önünde ve devletin temsil etmesi gereken halkın önünde, Eyalet Başsavcısını ve Chicago Polis Müdürünü uydurma bir dava tezgâhlamakla suçluyorum...”
Adolf Fischer: “Ölüme mahkûm edilmemi protesto ediyorum, çünkü cinayet işlemedim. Ancak fikirlerimden dolayı öleceksem, bir sözüm yok...”
Louis Lingg: “Sizi tanımıyorum! Sizin yasalarınızı, nizamınızı, kuvvete dayanan yetkinizi tanımıyorum! Bu yüzden asın beni!”
Albert Parsons: “Bu ülkenin yasalarına karşı gelmedim. Ne ben, ne de arkadaşlarım Amerikan vatandaşlarının herhangi bir yasal hakkını ihlâl etmedik. Konuşma özgürlüğüne, basın özgürlüğüne, toplanma özgürlüğüne tecavüz edilmeyeceği hakkını savunuyoruz. Anayasanın tanıdığı öz savunma hakkını savunuyoruz; ve Amerikan halkının çok pahalıya kazandığı bu haklarının ellerinden alınmasına karşı çıkıyoruz. Ama iddia makamı, yedi adama ölüm cezası istemekle zaferi kazandığını sanıyor.”
George Engel: “Hakları yalnız imtiyazlı olanlara göre ayarlayan ve işçilere hiç hak tanımayan hükümete karşı kim saygı duyabilir? Böyle bir hükümete saygım yok benim...”
Samuel Fielden: “Bir yanım var ki, öldüremezsiniz...”
Michael Schwab: “İdealimizin bu yıl, ya da gelecek yıl gerçekleşmeyeceğini biliyorum, ama mümkün olduğu kadar yakın bir gelecekte, ileriki bir yılda gerçekleşeceğini biliyorum.”
Oscar Neebe: “Evet, işlediğim suçlar şunlar: Evimde bir tabanca ve pankartlar bulundu. İşçi sendikaları örgütledim. İş saatinin azaltılmasından, işçilerin eğitilmesinden ve işçi gazetesinin yeniden çıkartılmasından yanaydım. Bomba atma olayı ile ilişkim olduğunu, ya da bombanın yanında, yakınında olduğumu gösterecek hiçbir delil yok. Çok üzgünüm, sayın yargıç -yani, mümkünse yapabilirseniz yapmanızı rica edeceğim- yani beni asmanızı; çünkü yavaş yavaş ölmektense, ansızın öldürülmek daha şereflidir. Ailem, çocuklarım var; mezara gidip önüne diz çökebilirler; ama hapishaneye gidip hiç işlemediği bir suçtan dolayı mahkûm edilen babalarını göremezler. Söyleyeceklerim bu kadar. Arkadaşlarımla birlikte asılamayacağıma üzgünüm.”
Devlet, serbest bırakılmaları için düzenlenen büyük çaplı bir kampanyadan sonra Schwab ve Fielden’in cezalarını ömür boyu hapis cezasına çevirdi. Lingg, idam edilmesinden bir gün önce intihar ederek devlete bu zevki tattırmamıştı. 11 Kasım 1887’de Parsons, Engel, Spies ve Fischer asıldılar.
Daha sonra AFL 1888’de 8 saatlik çalışma günü kabul edilinceye kadar her yıl 1 Mayıs’ta grev yapılmasını kararlaştırır. 1889’da Paris’te toplanan İkinci Enternasyonal 1 Mayıs’ın işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak kutlanmasına karar verir. Bizde ise 1 Mayıs 2008 yılında Bakanlar Kurulu kararı ile “Emek ve Dayanışma Günü” olarak kabul edildi ve ulusal bayram ve genel tatil yasasında yapılan değişiklikle resmi tatil ilan edildi.
1 Mayıs bir bayram değildir; o, uğruna büyük bedeller ödenmiş bir mücadele geleneğidir.
V.1) COĞRAFYAMIZIN TARİHİ
Coğrafyamızda ilk 1 Mayıs’lara gelince…
1909 yılı, Osmanlı Devleti yönetimi altında yaşayan coğrafyadaki işçiler için bir ilki simgeliyordu. Eylem için Üsküp’ü seçen işçiler, Yunan, Yahudi, Türk, Bulgar, Makedon ve pek çok Balkan ülkesinde 1 Mayıs’ı örgütlemek için toplanıyordu. Halkın özgürlük mücadelesinin, özgür federasyonlar aracılığıyla örgütlenmesi için verilen mücadelenin yükselen sloganları arasında tüm dünyada olduğu gibi 8 saatlik iş gününün kabulüne dair de talepler yer alıyordu.
Bu ilk 1 Mayıs’tan sonra gittikçe güç kazanan işçi hareketleri çok geçmeden devlet şiddetiyle karşılaştı. 1909 yılındaki eylemleri, 1910’da Selanik, Veles ve farklı Rumeli şehirlerindeki 1 Mayıs’lar, 1911’de Üsküp, Selanik, İstanbul, Kumanova, Veles, Edirne’deki 1 Mayıs’lar, 1912’de Selanik ve İstanbul’daki 1 Mayıs eylemleri izleyecekti.
Özellikle 1911’de 12.000 işçiyi etkisine alan grev dalgası, Osmanlı’da da iktidarın dikkatini ayıramayacağı bir gerçeklik hâline gelmişti. Eylemlerden sonra gerçekleştirilen operasyonla sendikacılar gözaltına alınıyor, Sultan’ın hayatının tehlikede olduğu gerekçesiyle devrimci yayınlar kapatılıyordu.
1 Mayıs 1921’de İstanbul işgal altındaydı. Halk İştirakiyun Fırkası öncülüğünde tersane işçileri Kasımpaşa’dan Şişli Hürriyeti Ebediye Tepesine kadar kızıl bayraklarla yürüdüler.
1924’de 1 Mayıs kutlamasını yasaklandı.
1925’te de Takrir-i Sükûn Kanunu çıktı. Sonrası malum…
1935’te de üstüne üstlük “Bahar Bayramı” ilan edildi 1 Mayıs!
Ardından kızıl karanfillerle, yasaklanmış beyannamelerle yaşatıldı 1 Mayıs…
1976’da DİSK, “1 Mayıs Bahar Bayramı falan değildir,” diyerek yıllar sonra Taksim Meydanı’nda görkemli bir miting örgütledi. 50 yıllık yasakların ardından ilk kez toplumsal bir şekilde örgütlenen 1 Mayıs, patronları tedirgin etmeye yetmişti. O yıl Saraçhane, Beşiktaş, Kabataş ve Şişli’de bir araya gelen işçiler Taksim Meydanı’nda toplandı. Yaklaşık 400.000 işçinin 1 Mayıs etkinliklerine katıldığı söyleniyordu.
Ardından da, görkemli ve kanlısı 1 Mayıs 1977… İşçi örgütlenmeleri, 500.000 kişiyle 1 Mayıs için Taksim alanındaydı. Yüz binlerce işçinin doldurduğu alanda konuşmalar devam ederken kalabalığın üzerine “derin (denilen) devlet”in çeteleri tarafından rasgele ateş açıldı. Tam o sırada polisin panzerler ve ses bombalarıyla başlayan saldırısı sonucu 36 can katledildi.
1989’da Mehmet Akif Dalcı’nın Taksim yolunda kurşunlandığı; 1996’da Dursun Odabaş, Hasan Albayrak, Yalçın Levent’in Kadıköy’de katledildiği güzergâhta Taksim “yasağı”na karşı militan bir mücadele sürdürüldü…
Devletin Taksim zorbalığı, kendi yasalarını bile çiğneyecek kadar fütursuzken; örneğin Anayasa Mahkemesi (AYM), 1 Mayıs 2009 mitingine yapılan polis saldırısı ile ilgili, “Anayasa’nın 34’üncü maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlâl edildiğine” karar veriliyordu![121]
Devletin işçi hareketinin 1 Mayıs mücadelesini bastırmak için kullandığı sınırsız şiddetin de kar edemediği zorbalığa rağmen; ‘Çav Bella’yı, ‘Venseremos’u, ‘We Shall Overcome’ı, ‘Enternasyonal’i haykıran Taksim mücadelesinden vazgeçilmedi…
V.2) 1 MAYIS 2019
1 Mayıs 2019, dünyanın birçok ülkesinde kitlesel eylemlerle kutlandı. Daha yüksek ücret ve iyi çalışma koşulları talepleri öne çıkarken; Rusya’da Kızıl Meydan, Küba’da Devrim Meydanı coşkulu kalabalıklarla doldu; Fransa’da çatışmalar çıktı, yoğun gözaltılar yaşandı.
İşçi sendikalarının güçlü olduğu Yunanistan’da 1 Mayıs hareketli geçerken; Almanya’nın Berlin, Hamburg ve Leipzig gibi pek çok kentinde 1 Mayıs mitingleri düzenlendi.
Cezayir’deki 1 Mayıs’ta, emeğin hakları ile Buteflika dönemi isimlerinin iktidardan çekilmesi yönelik talepler haykırıldı.
İsrail’in yasa dışı yerleşimleri genişlettiği ve ablukayı artırdığı Filistin’de 1 Mayıs’ta kitlesel gösteriler düzenlenirken; Gazze’de İsrail ve ABD karşıtı sloganlar atıldı.
Bangladeş/ Dhaka’daki gösterilere çalışma koşullarını ve ayrımcılığı protesto eden kadın işçiler damga vurdu.
Sarı Yeleklilerin eylemleriyle sarsılan Paris’te Genel Emek Konfederasyonu (CGT) ve sol partilerin öncülüğünde kitlesel 1 Mayıs yürüyüşü ve mitingi düzenlendi. Sarı Yeleklilerle polis arasında ise çatışmalar yaşandı. Polisin en az 165 kişiyi gözaltına alındığı bildirildi. Fransa’da Paris dışında birçok kentte gösteriler ve yürüyüşler düzenlendi.[122]
Ve zikredemediğimiz niceleri…
Sonra da İş cinayetleri 1 Mayıs 2019’ta da devam edip; Elazığ, Kastamonu, Burdur ve Aksaray’daki iş cinayetlerinde 4 işçi öldüğü, 2 işçi yaralandığı[123] coğrafyamız…
1 Mayıs’ta devletin terörü her yerdeydi; hatta izin verdiği alanda bile; bakın ne diyordu Figen Atalay: “Metrobüs durağından Bakırköy miting alanına gidene kadar defalarca arandık. Üçüncüde ‘bu kaçıncı?’ diye isyan edince kadın polis, ‘daha bitmedi, bir kez daha var’ diyerek bizi dördüncü aranmaya en azından psikolojik olarak hazırladı!”[124]
Ve elbette Taksim ve çevresindeki egemen zorbalık daha şedit, fütursuz ve sınır tanımazdı!
Taksim Meydanı’na çıkan yollar araç trafiğine kapatılırken, bölgede “güvenlik”(!?) önlemleri alındı... 1 Mayıs kutlamaları için Taksim’e çıkmak isteyen işçiler polis engeli ile karşılaştı.
Devrimci Gençlik Dernekleri “Meydanlar halka kapatılamaz!” sloganları ile Sıraselviler Caddesi’nden Taksim Meydanı’na yürüdü. Polis gruba saldırdı. 14 kişi gözaltına alındı.
Gençlik Komiteleri, “Taksim halka kapatılamaz” sloganlarıyla Beşiktaş’tan Taksim’e yürüyüşe girdi. Beşiktaş Çarşı girişinde grubun önünü kesen polis, 26 kişiyi gözaltına aldı.
Haber takibi yapmak üzere Taksim’de bulunan Mücadele Birliği muhabiri Serpil Ünal gözaltına alındı. Ünal, karakolda GBT kontrolü yapıldıktan sonra serbest bırakıldı.
Beşiktaş Barbaros Bulvarı’ndan Taksim’e doğru yürüyüşe geçen Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SGDF) üyesi 7 kişi gözaltına alındı.
Mecidiyeköy’den Taksim’e yürümek isteyen İnşaat-İş Sendikası üyesi 5 kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar sağlık kontrolü yapılmak üzere Şişli Etfal Hastanesi’ne götürüldü.
Taksim Meydanı’na çıkmaya çalışan Partizan okurları Veysel Uca, Sevil Doğan, Mustafa Havuç gözaltına alındı.
Taksim Meydanı’nın girişinde “Yaşasın 1 Mayıs” pankartı açan Mücadele Birliği üyesi 6 kişi gözaltına alındı.
Cumhuriyet Caddesi Taksim Meydanı girişinde Mücadele Birliği Platformu üyeleri “Yaşasın 1 Mayıs” yazılı pankart açarak “Yaşasın 1 Mayıs - Biji Yek Gulan” sloganları attı.
Nazife Onay ve Mehmet Dersulu ellerinde, Direnişler Meclisi imzalı “KHK ile katledilen emekçiler için adalet istiyoruz” ve “İşimiz, ekmeğimiz, onurumuz için Taksim’deyiz” yazılı dövizlerle Gezi Parkı yakınlarında gözaltına alındı.
Öğrenci Faaliyeti üyesi 4 kişi, “Geleceğimiz yoksa korkumuz da yok” sloganlarıyla Cihangir’den Taksime yürüdü. Polis eylemcileri gözaltına aldı.[125]
Özetle Beşiktaş, Şişli ve Beyoğlu’ndan Taksim’e yürümek isteyen işçiler polis saldırısıyla gözaltına alındı. İstanbul’da 1 Mayıs nedeniyle Taksim’e yürümek isteyen 127 kişi gözaltına alındı. İstanbul Emniyet Müdürlüğü ekipleri, Beşiktaş’ta 55, Şişli’de 38, Beyoğlu’nda 29, Kâğıthane’de 4 ve Bakırköy’de 1 kişiyi gözaltına aldıklarını açıkladılar.[126]
V.3) 2019 1 MAYIS’I YORUMLARI
1 Mayıs’ın devrimci gelenekleri Bakırköy’den çok, yine ve bir kere daha “Çok konuşup bir şey yapmayanlara, hiç konuşmayıp iş yaparak cevap ver,”[127] diyenlerin Taksim uğruna verdikleri mücadele ile yaşatılırken; Albert Camus’nün, “Başkaldırı, haklarının bilincine varmış, bilinçli kişinin işidir,” saptamasını doğruluyorlardı.
Siz bakmayın 1 Mayıs 2019 Bakırköycülerinin, “1 Mayıs 2019’da meydanlara çıkan vicdanlarımızdı, türkülerimizdi… Bu ülkede her an yeni bir başlangıç olabilir”…[128]
“Bu alanda bugüne kadar görülen en kalabalık miting bu yılki 1 Mayıs gösterisiydi. Sabahın ilk saatlerinden itibaren metrobüs ve durakları, Bakırköy Halk Pazarı’nın dolup taşacağını haber veriyordu, öyle de oldu... Bu alanda bugüne kadar görülen en kalabalık miting bu yılki 1 Mayıs gösterisiydi. Kortejlerde ve kortejlerin dışında alanı dolduran işçiler ve emekçilerin savaşsız, sömürüsüz ve sınıfsız bir gelecek mücadelesinin, bu kutlu günündeki buluşmasının mutluluğu, gülen yüzlerine yansıyordu”…[129]
“Mart’ta sandıkta Mayıs’ta meydanda; umut hiç yenilmiyor… 1 Mayıs coşkusunda aslan payı, 31 Mart’ın yarattığı ‘Değiştirebiliriz’ havasınındı. Bir kez daha görüldü ki, hiç bir his, insanları ‘umut’ kadar güçlü şekilde sokağa çağıramıyor...”[130]
“2019’da sendikaların, partilerin ve meslek örgütlerinin çağrısıyla İstanbul Bakırköy’de düzenlenen 1 Mayıs kutlamalarına ilgi yoğundu. Bu ilginin nedenlerinden biri hiç şüphesiz İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun 1 Mayıs alanında mikrofonun başına geçmiş olmasıydı,”[131] türünden gerçeği çarpıtan tevatürlere!
“Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü” 1 Mayıs, 2019 Bakırköy’üne yakışmadı; hele ki bir de sahnede -her ne hikmet ise!- arz-ı endam eden Ekrem İmamoğlu’yla![132]
Hatırlayın DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu’nun, Taksim Meydanı’nın 1 Mayıs kutlamalarına kapatılmasını “eleştirdiği”(!) konuşmadan sonra Ekrem İmamoğlu da eşi Dilek İmamoğlu ile platforma çıkıp halkı selamlayarak “Yaşasın 1 Mayıs” sloganı atıp, “Sizlerle bir arada olmaktan ötürü çok mutluyum. 1 Mayıs’ın tadını almış bir kardeşinizim. İnşallah şehrimizde 1 Mayıs’ı doya doya özgürce, mutlu bir biçimde, hep birlikte bir arada olduğumuz günlerde kutlamak dileğiyle. Hepinizi çok seviyorum. Emeğinizin karşılığını aldığınız günlerde hep birlikte olmak dileğiyle hepinizi kucaklıyorum. Bugün hayatını kaybeden kardeşlerimize de Allah’tan rahmet diliyorum. Bayramınız kutlu olsun,”[133] iradında bulunmuştu!
Simdi soralım: 1 Mayıs’ın devrimci geleneği 2019’a böyle, yani Bakırköy’deki gibi mi taşınmalıydı? Ne kaldı geleneğin devrimciliğinden?
Hem de AKP zorbalığının hukuksuz, keyfi Taksim paranoyası ve inadı işçi sınıfına dayatılmışken; kentin merkezinde/ kalbinde yapılması gereken 1 Mayıs eylemi, ücra ve elverişsiz alanlara sıkıştırılıyorken ve en önemlisi kimileri Bakırköy’e şu zırvayı vehmederken:
“1 Mayıs 2019 Türkiyesi’nde emek de, sermaye de aynı tehdidin hedefindeydi. Sömürünün yerine, ondan daha da geride olan yağma ve talan düzenini yerleştiren AKP’yi başlangıçta sevinçle karşılayan TÜSİAD, iktidar açlığını yağma ve talan şöleninde gidermek isteyen yeni sınıf ile türedi iktidarının işbirliğinin ne gibi sonuçlara yol açtığını nihayet görüp, fark etmişti… TÜSİAD Başkanı Kaslowski’nin 1 Mayıs 2019 mesajı, demokrasinin, hem emeğin hem de sermayenin ortak talebi hâline geldiği bir toplumun habercisidir. Zaten totaliterlikten demokrasiye, iflastan sürdürülebilir bir kalkınmaya çıkmanın böyle geniş tabanlı bir ittifaktan başka yolu da yoktur.”[134]
Kimilerinin, “Görkemli, disiplinli ve kitlesel bir 1 Mayıs için alanlara!”[135] komutunu verdiği Bakırköy hâli buydu ve bu olumsuzluğa tabloya yol açan da “Taksim Yasak”ına boyun eğilmesiydi…
AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, ‘1 Mayıs 2019’ mesajında “İşçi ve emekçi kardeşlerimizin, üretimden gelen güçlerini kullanarak, haklı taleplerini demokratik platformlarda dile getirmesi, sorunların karşılıklı diyalog ve uzlaşma içerisinde çözüme kavuşturulmasını sağlayacak ilk adımdır,” deyip; göreve geldiği günden beri “İşçi ve emekçilerin sorunlarına her zaman samimiyetle çözüm üretmeye çalıştıkları” öne sürdüğü[136] yalan(lar) tablosunda; DİSK-KESK-TMMOB-TTB ortak bir açıklamayla İstanbul’da Taksim 1 Mayıs Meydanını bir kez daha işçilere, emekçilere kapatanların “Akla, hukuka, tarihe, işçi sınıfına ve İstanbul’a saygı duymadığını”[137] söylemesi ne kadar iyiyse; hiçbir şey yapmamaları da o kadar kötüyüdü…
Bir kere daha hatırlatalım! DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu Bakırköy Halk Pazarı’ndaki 1 Mayıs 2019 konuşmasında, “Bugün İstanbul’da 1 Mayıs meydanını, Taksim meydanını işçilere kapatanların saltanatı elbette yıkılacak… Elbette halkın iradesini, işçilerin iradesini yok sayan bu düzen, yasaklarıyla beraber bir kâğıt gibi kül olup gidecek… Ve elbette işçi sınıfı demokratik bir ülke mücadelesini büyüterek Taksim’i 1 Mayıs alanı olarak yeniden kazanacak,”[138] demişti; işte o kadar!
Bir de Halk TV’de Enver Aysever’in sorularını yanıtlayan Arzu Çerkezoğlu, Taksim Meydanı’nda 1 Mayıs’ı kutlamanın işçiler açısından neden temel bir hak olduğunu şu sözlerle anlatmamış mıydı?
“Çünkü meydanlar ülkelerin, kentlerin, o ülkede, o kentte yaşayanların belleğidir, tarihidir ve bu bellek hep siyasi iktidarlar tarafından yok edilmeye, ortadan kaldırılmaya çalışılır…”[139]
İyi de 2019’da (ve öncesinde!) ne oldu da böyle oldu?!
Sadece şunu ifade edelim: İşçi sınıfının iradesi DİSK-KESK-TMMOB-TTB’nin ipoteği altında değildir. Örneğin Taksim Kazancı Yokuşu’nda toplanan DİSK’e bağlı Nakliyat-İş Sendikası üyesi bir grup, 1 Mayıs 2019’da Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü’nün Taksim Meydanı’nda kutlanmasını isterken;[140] başka bir devrimci irade de mevcuttur.
Ve o irade için 1 Mayıs’ta Taksim’de olmak, sadece Taksim Meydanı’na 1 Mayıs’a sahip çıkmak anlamına gelmiyor; 1 Mayıs’ta Taksim Meydanı’nda olmak, aynı zamanda tarihe ve devrimci belleğe ve mücadele geleneğini yaşatıp, ona sahip çıkmak anlamı taşır!
V.4) 2020’NİN 1 MAYIS’I
Egemenlerin 1 Mayıs korkusu, Covid-19’lu 2020’de gündemin baş maddesiydi hâlâ…
Örneğin Tuzla’da 1 Mayıs’a çağrı yaptıkları için gözaltına alınan Limter-İş Sendikası Genel Başkanı Kanber Saygılı ile ESP yöneticilerine 6 kişiye 3 biner lira para cezası kesildi. “2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa Muhalefet Etmek” iddiasıyla haklarında soruşturma başlatılacağı söylendi.[141]
Corona günlerini egemenler fırsata tahvil ederken işçi sınıfının François Voltaire’in, “Ne yaparsan yap; rezilliği yok et”; Samuel Beckett’in, “Hep denedin. Hep yenildin. Yine dene. Yine yenil. Ama daha iyi yenil”; Tevfik Fikret’in, “Doğru bildiğin yolda yalnız da olsan yürüyeceksin”; Bertolt Brecht’in, “Ne yazık o ülkeye ki hâlâ kahramanlara ihtiyacı var!” uyarılarına kulak vermekten başka açarı kalmadı; 2020 1 Mayıs’ı için DİSK-KESK-TMMOB-TTB’nin ortak açıklamasında, “1 Mayıs günü bulunduğumuz her yerin balkonlarından pencerelerinden 1 Mayıs marşını okuyacak, pankartlarımızı asacak, balonlarımızı uçuracak, yeni bir toplumsal düzen için aynı anda tüm Türkiye’den ses vereceğiz…
“Evlerimizin ve işyerlerimizin sokaklara dönük yüzünü taleplerimizi ifade eden pankartlarla, afişlerle donatacağız…
“1 Mayıs günü bulunduğumuz her yerin balkonlarından pencerelerinden 1 Mayıs marşını okuyacak, pankartlarımızı asacak, balonlarımızı uçuracak, yeni bir toplumsal düzen için aynı anda tüm Türkiye’den ses vereceğiz…
Yine “1 Mayıs günü sosyal medya üzerinden yayınlanacak “1 Mayıs mitingi”nde buluşacağız…” deniliverdi![142]
Ve ilginç değil mi? 1 Mayıs’a sayılı günler kala sessizliğini bozan Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay’ın, göstermelik 1 Mayıs açıklamasıyla DİSK’in tutumu örtüşüyordu![143]
Bu tesadüf olabilir mi? Elbette, “Hayır”!
Gassan Kanafani’nin, “Ekmeğini çalıyorlar/ sana da ondan bir parça veriyorlar ve.../ Cömertliklerine teşekkür etmeni istiyorlar/ -ne kadar da küstahlar?” dizelerindeki güzergâhta, ‘Umut-Sen’in saptamalarına katılmamak mümkün değil.
“İçinde bulunduğumuz olağanüstü koşullar, olağanüstü mücadele yöntemleri ve inisiyatifleri gerektirmektedir. Zira sömürü yoğunlaşmakta, emekçiler bölünmekte ve egemenler daha da güçlenmektedir. Bu nedenle bu yılki 1 Mayıs mücadelenin önemini daha güçlü vurgulamak açısından kritiktir. Toplumsal muhalefetin büyük çoğunluğu, demokratik kitle ve emek örgütleri, kanlı 1 Mayıs’a uzanan tarihi unutup Taksim’den çok önce vazgeçmişlerdir. Onlar 1 Mayıs’ı pazar yerlerinde, dolgu alanlarında kutlamaya alışkındır. İktidarın yasaklarını, barikatlarını yıkmayı akıllarından bile geçirecek kudrete sahip değillerdir. Bu yılki 1 Mayıs için henüz sokağa çıkma yasağı konuşulmuyorken bile ‘dört büyük’ 1 Mayıs’ta balkonlardan balon uçurma kararlarını açıklamıştır.
Oysa, işçiler ölürken sanal alemde miting yapmayı planlayanlar gerekli sağlık önlemlerini alarak ve fiziksel mesafeyi koruyarak kalabalıklar halinde fiili bir miting yapma çağrısında bulunabilirdi. Bunu organize edebilecek bilimsel uzman kadroya, yeterli sayıda ekipmana sahip olmalarına rağmen Taksim çağrısı yapmayı tercih etmemişlerdir. Biz Umut-Sen olarak önceki yıllarda olduğu gibi Taksim’den vazgeçilmemesi ve ısrarla, inatla 1 Mayıs’ta Taksim’e işaret edilmesini savunuyoruz. Tarihsel kavgamızı unutmayalım, Taksim’in 1 Mayıs alanı olduğunu unutturmaya çalışan iktidara karşı Taksim’e sahip çıkalım.”[144]
Şimdi karar zamanıdır. Radikal değişimlerin mümkün ve bir o kadar da meşrulaştığı olağanüstü tarihsel dönemde işçiler, yoksullar, yönetilen sınıfların geniş kesimleri karar vermek durumundadır: Hâkim sınıf politikalarının nesnesi mi olunacak? Yoksa kendi sınıf politikalarını mı geliştirecekler?
Tarih göstermektedir ki, yönetilen sınıflar kendi politikalarını üretemezlerse, üretilen hâkim sınıf politikalarının nesnesi olmaya devam ederler.
O hâlde şimdi, 15-16 Haziran Başkaldırısı’ndan 1977 Taksim/ 1996 Kadıköy’ündeki 1 Mayıs’a ve daha nicelerine uzanan şanlı mücadele tarihi tekrar anımsamalı ve o devasa devrimci dinamiği bilince çıkartma zamanıdır.
“İyi de ne mi diyoruz”?
Ludwig Wittgenstein’ın, “Her tür kirliliği kabul edebilirim, burjuva kirliliği hariç. Tuhaf değil mi?” sözüne değer veren duruşumuz açısından çok açık: 1 Mayıs’ta Taksim (corona günlerinde sokağa çıkmak) hepimiz için turnusol kâğıdıdır.
Sadece “Yaşasın 1 Mayıs” demek yetmez. Sınıfının kurtuluşu için mücadele etmeyen, sokağa çıkmayan 1 Mayıs’ı savunuyor ol(a)maz.
Karanlık denizdeki fener(imiz) 1 Mayıs için sokaklardan (Taksim’den) vazgeçilemez.
1 Mayıs ulusların kardeşliğinin, özellikle de eşitliğinin simgesidir.
1 Mayıs işçi sınıfının hem öteki emekçi sınıf ve katmanlarla hem de ezilen uluslarla, inanç gruplarıyla, kadınlarla ve başka ezilen gruplarla ittifak kurmasıdır.
Sokağı kazanmak için isyan etmeyen 1 Mayıs, 1 Mayıs değildir.
Çünkü “Düşünmek başka şey, eyleme geçmek başka, İkisini birbirine karıştırmayın. Eyleme geçme zamanı geldiğinde, düşüncenizin çoktan tamamlanmış olması gerekir. Eylem başladığında düşünceye artık yer kalmamıştır,” der Richard Morgan….
VI. AYRIM: NİHAYET
Korkut Boratav hoca, “Bugünkü ortamda faşist yönetime karşı üçlü bir program gündemdedir. Programın birinci öğesi: hukuk devleti, insan hakları, parlamenter sisteme dönüş önceliğidir… İkinci hedef cumhuriyetin kazanımlarıyla ilgilidir… Üçüncüsü; neo-liberalizmin tasfiyesi,”[145] dese de; corona günlerinde artık mesele bunların ötesindedir; doğrudan kapitalist sisteme mündemiçtir.
Çünkü dünyayı saran coronavirüs, insan(lık)ın ruh sağlığını da tehdit ediyor. Kaygı, korku, panik, öfke duyguları dört yanı kuşatıyor…
Salgınla çeşitli depresif, kaygı taşıyan, iç huzursuzluk yaratan, acı veren olumsuzluklar; şok ve inkâr, stres, kaygı, korku, bunaltı, endişe, panik, öfke, tahammülsüzlük, gerginlik, umutsuzluk, huzursuzluk, suçluluk, çaresizlik gibi duygular ile iç içe “Akut Stres Bozukluğu”, “Travma Sonrası Stres Bozukluğu”, “Majör Depresyon”, “Yaygın Anksiyete Bozukluğu”, “Uyum Bozukluğu” ve “Obsesif Kompülsif Bozukluğu”yla[146] malûl corona günlerinde 1 Mayıs 2020 deyince…
Aziz Nesin’in, “Sorumluyu bulmak için aynaya bakın”!
Nelson Mandela’nın, “Fark ettiğim şeylerden biri de, kendimi değiştirmeden kimseyi değiştiremeyeceğimdir… Cesaretin korkunun olmaması değil, ona galebe çalması demek olduğunu öğrendim. Cesur insan korkmayan değil, korkusunu yenen insandır”!
James Baldwin’in, “Özgürlük kimseye verilebilecek bir şey değildir. Özgürlük insanların aldığı bir şeydir ve insanlar istedikleri kadar özgür olurlar”!
Maksim Gorki’nin, “Hak verilmez, alınır. İnsan zorlukların göğsünü ezmesini istemiyorsa, haklarını kazanmak için mücadele etmelidir!”[147]
John Steinbeck’in, “Diktatör; aslında yönettiklerinden korkandır”!
Komutan Yardımcısı Marcos’un, “Bütün imparatorluklar ya da dünya üzerindeki bütün baskı araçları kendi yıkılışlarının kaçınılmaz arifesine kadar yenilmez görünürler,” saptamalarını “es” geçmeyen bir politik düşünce ve davranıştan başka çözüm mümkün değildir…
Evet; “Hakikât Sonrası” diye pazarlanan bir zamanda; işçi sınıfı hakikâtiyle güçlenmenin yolları sınıf mücadelesi alanlarındadır; yeryüzünün lanetlileri, ücretli köleleri biz(ler)i hakikâtle buluşturacak yegâne güçtür hâlâ!
Hayır abartmıyoruz! Etrafınıza dikkat ve umutla bakın: Son haftalarda hava değişmeye başladı. Dünya yeniden kıpırdanıyor gibi. İşsizlik, sağlık hizmetlerine ulaşımda yaşanan sorunlar ve ölümler artarken sisteme ve devletlere duyulan öfke de birikiyor.
Paris’in yoksul banliyölerinde çoğu siyahlardan ve göçmenlerden oluşan yüzlerce kişi polisle çatıştı, İsrail’de yolsuzluğa karşı fiziksel mesafeyi koruyarak yapılan ilk kitle gösterisi gerçekleşti, Lübnan’da halk arabalarla yolsuzluk ve ekonomik sorunlara karşı caddeleri kapattı, Polonya’da kürtaj yasasına karşı onlarca kadın birkaç metre mesafeyle protesto düzenledi, Yunanistan’da sağlık emekçileri bütün hastanelerde ortak eylemler örgütledi. Ankara’da bir avuç KHK’lı emekçi, bini aşkın gündür sürdürdükleri “İşimizi geri istiyoruz,” eylemini Corona’lı günlerde de sürdürdüler.
Sokak eylemlerinin en şiddetlisi Paris’te yaşandı. Motor kullanan birinin polis aracına çarpması sonucu başlayan olaylar banliyöde yaşayan yoksulların polis şiddetinin salgın döneminde artması nedeniyle isyana dönüştü. Paris’in kuzey banliyöleri salgından ölümlerin en yoğun olduğu yer. Bu bölgede yaşayanların çoğu siyahlar ve göçmenlerden oluşuyor. İşsizlik oranı çok yüksek. Tüm bunların biraraya gelmesi sonucu banliyöde yaşayanlar sistematik ayrımcılığa maruz kaldıklarını ve sokakta kimse olmadığı için polisin sert davranmaktan çekinmediğini söylüyorlar. Biriken gerilim bir kazanın çaktığı kıvılcımla salgın döneminin ilk ciddi isyanına dönüştü. Polis biber gazıyla saldırarak isyanı şimdilik bastırdı ve havai fişek satışlarını yasakladı.
Hong Kong’ta 2.500 sağlık emekçisi Çin’den girişlerin tamamen durdurulması talebiyle greve gitti.
Günümüze benzer bir dönem olan 1918-1922 kesitindeki savaşlar, İspanyol gribi salgını ve ekonomik çöküş yaşanırken; Rusya, Almanya, İtalya, Macaristan gibi çok sayıda ülkede işçi devrimleri ve isyanları patlak vermişti.[148]
Son uyarı da “Bazı insanlar yağmuru hisseder, diğerleri sadece ıslanır,” diyen Bob Dylan’dan…
Siz hangisisiniz?
26 Nisan 2020 14:48, İstanbul.
N O T L A R
[*] Newroz, Nisan 2020…
[1] Edip Cansever.
[2] Ergin Yıldızoğlu, “Uzun Bunalımdan Daha Büyük Bunalıma”, 20 Nisan 2020, s.6.
[3] Ergin Yıldızoğlu, “Coronavirüs Salgını: Ekonomik Depresyonu Gıda Krizi mi İzleyecek?”, 17 Nisan 2020… https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-52319796
[4][4] Toplumun yüzde 56’sının “Bugünkü biçimiyle kapitalizmin yarardan fazla zarar verdiğini” düşündüğü, yüzde 80 civarındaki büyük çoğunluğun da gelecek 5 yılda daha iyi koşullarda olmayı beklemediği sonucu paylaşıldı. Kapitalizme duyulan güvenin en düşük olduğu ülkeler yüzde 75’le Tayland, yüzde 74 ile Hindistan ve yüzde 69 ile Fransa oldu. (“Dünya Nüfusunun Yarıdan Fazlası Kapitalizme Güvenmiyor”, 21 Ocak 2020… https://www.kizilbayrak45.net/ana-sayfa/haber/dunya/dunya-nufusunun-yaridan-fazlasi-kapitalizme-guvenmiyor)
[5] Ergin Yıldızoğlu, “Davos’ta Kafalara Dank Etmiş”, Cumhuriyet, 27 Ocak 2020, s.11.
[6] Ergin Yıldızoğlu, “Yeni Dönem - Yeni Siyaset”, Cumhuriyet, 23 Nisan 2020, s.15.
[7] “BM Açıkladı: 45 Kişiden Biri Yardıma Muhtaç”, Cumhuriyet, 5 Aralık 2019, s.16.
[8] “BM: Pandemi Nedeniyle Açlık Sınırında Yaşayan Dünya Nüfusu İki Katına Çıkacak”, 25 Nisan 2020… http://direnisteyiz27.org/bm-pandemi-nedeniyle-aclik-sinirinda-yasayan-dunya-nufusu-iki-katina-cikacak/
[9] “Afrika İçin Korkutan Uyarı”, Cumhuriyet, 20 Nisan 2020, s.7.
[10] “Dünyanın Kaymağını İki Bin Kişi Yiyor”, Birgün, 21 Ocak 2020, s.5.
[11] Aslı Aydın, “Gelir Eşitsizliğinden Kim Ne Anlıyor?”, Birgün Pazar, Yıl:16, No:664, 1 Aralık 2019, s.4-5.
[12] “Oxfam’ın Servet Raporu”… https://www.gazeteduvar.com.tr/dunya/2020/01/20/oxfamin-servet-raporu-en-zengin-2-bin-kisinin-serveti-46-milyar-kisinin-servetinden-fazla/
[13] Özlem Yüzak, “1 Mayıs’ın Ardından...”, Cumhuriyet, 3 Mayıs 2019, s.11.
[14] Özlem Yüzak, “Davos 2020: Küresel Bir Bakış”, Cumhuriyet, 24 Ocak 2020, s.11.
[15] “Dünyanın En Zengin Yüzde 1’lik Kesimi Küresel Servetin Yüzde 82’sine Sahip”, 28 Kasım 2019… https://www.gazetefersude.net/dunyanin-en-zengin-yuzde-1lik-kesimi-kuresel-servetin-82sine-sahip
[16] Dünyanın en zengin insanı Jeff Bezos’un kişisel serveti, kurucusu ve CEO’su olduğu Amazon’un hisselerinin yükselişiyle bir gün içinde sekiz milyar dolar arttı. Amazon Perşembe günü, Noel ve yılbaşı sezonunu kapsayan son çeyrek için piyasa beklentilerinin üzerinde kâr açıklamıştı. Eylül-Aralık döneminde 3.3 milyar dolar kâr elde ettiğini duyuran şirketin 2 milyar dolar civarında kâr açıklaması bekleniyordu. Bu açıklamanın ardından Amazon hisseleri Cuma günü yüzde yedi civarında yükseldi. (“Amazon’un Kurucusu Bezos, Bir Günde Servetini Sekiz Milyar Dolar Artırdı”, 3 Şubat 2020… http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/ekonomi/1718222/amazonun-kurucusu-bezos-bir-gunde-servetini-sekiz-milyar-dolar-artirdi.html)
[17] “Oxfam: Dünyadaki En Zengin 2.153 Kişinin Serveti 4.6 Milyar Kişinin Servetinden Fazla”, 20 Ocak 2020… https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-51171233
[18] Hayri Kozanoğlu, “Davos 2020: Murailer Zirvesi”, Birgün, 28 Ocak 2020, s.5.
[19] “Dünyanın En Zengin Yüzde 1’i, Geri Kalan Herkesin İki Katından Fazla Servete Sahip”, Evrensel, 21 Ocak 2020, s.6.
[20] Şehriban Kıraç, “TÜSİAD: Baharı Beklerken Doluya Tutulduk”, Cumhuriyet, 13 Nisan 2020, s.11.
[21] “Abdullah Kiğılı: Bundan Daha Büyük Kriz Görmedik”, Birgün, 30 Ocak 2020, s.11.
[22] Yakup Kepenek, “Kurumsal Çöküş Derinleşiyor!”, Cumhuriyet, 13 Şubat 2020, s.2.
[23] “Kapanan Şirketler Yüzde 10 Arttı”, Cumhuriyet, 22 Şubat 2020, s.11.
[24] “Aralık’ta Kapanan Şirket Sayısı Yüzde 112.66 Arttı”, Birgün, 25 Ocak 2020, s.11.
[25] Şehriban Kıraç, “2 Milyon Esnaf Battı”, Cumhuriyet, 11 Ocak 2020, s.11.
[26] Mustafa Çakır, “Bütçe Tepetaklak”, Cumhuriyet, 16 Nisan 2020, s.9.
[27] Mustafa Çakır, “Kriz Vergiyi Vurdu”, Cumhuriyet, 19 Ocak 2020, s.11.
[28] Recep Yılmaz, “Vergi Kimin Sırtında?”, Cumhuriyet, 1 Şubat 2020, s.2.
[29] Oğuz Oyan, “Bölüşüme Vergiyle Müdahale”, Birgün Pazar, Yıl:16, No:664, 1 Aralık 2019, s.2-3.
[30] “Devlet Vergi Gelirinin Yüzde 80’ini Emekçilerden Sağlıyor”, 22 Ocak 2020… https://haber.sol.org.tr/turkiye/devlet-vergi-gelirinin-yuzde-80ini-emekcilerden-sagliyor-278880
[31] Mustafa Çakır, “Saray ve Faize Bütçe Yetmedi”, Cumhuriyet, 16 Ocak 2020, s.11.
[32] “Bütçe Maratonu Sona Erdi: Saray’a 3, Diyanet’e 11 Milyar”, Birgün, 21 Aralık 2019, s.8.
[33] Mustafa Mert Bildircin, “Zemin Isıtmalı Camilere Toplam 500 Milyon Dolar”, Birgün, 19 Aralık 2019, s.9.
[34] “Darısı Herkesin Başına”, Birgün, 18 Aralık 2019, s.11.
[35] “Milyarderler Servetine Servet Kattı”, 10 Mart 2020… https://haber.sol.org.tr/turkiye/turkiyenin-en-zenginleri-aciklandi-milyarderler-servetine-servet-katti-282264
[36] Deniz Yıldırım, “Zenginler ve Fakirler”, Cumhuriyet, 22 Ocak 2020, s.4.
[37] Orhan Bursalı, “Yeni Bir Kutuplaşma Büyüyor: Fakir – Zengin”, Cumhuriyet, 23 Ocak 2020, s.6.
[38] “Asgari Yüzde 33 Eridi”, Cumhuriyet, 23 Aralık 2019, s.10.
[39] Ozan Gündoğdu, “Faturalar Bardağı Taşıran Son Damla”, Birgün, 20 Ocak 2020, s.11.
[40] Şehriban Kıraç, “Ev Isınmıyor File Boş”, Cumhuriyet, 27 Ocak 2020, s.11.
[41] “Asgari Ücret Açlık Sınırıyla Yarışıyor”, Birgün, 28 Aralık 2019, s.10.
[42] “Memurun Kayıp Yılı”, Cumhuriyet, 14 Ocak 2020, s.11.
[43] Mustafa Çakır, “Öğretmenler Fakirleşti”, Cumhuriyet, 8 Mart 2020, s.7.
[44] “Yurttaş Sefalete Mahkûm”, Cumhuriyet, 11 Ocak 2020, s.11.
[45] “En Derin Krizlerden Birini Yaşıyoruz”, Evrensel, 17 Şubat 2020, s.7.
[46] “Açlık Sınırı 2219 Liraya, Yoksulluk Sınırı 7229’a Yükseldi”, Cumhuriyet, 29 Ocak 2020, s.10.
[47] Diyarbakır’ın Bağlar ilçesi Şeyh Şamil Mahallesi’nde yaşayan 65 yaşındaki Layıka Kılıç, çocuğu Remziye Kılıç (33) ve torunu Barış (4) ile birlikte tek gözlü bir evde yaşam mücadelesi veriyor. 3 kişilik Kılıç ailesi, tek odası kullanılabilen avlulu bir evde yaşıyor. 8 gün ekmeksiz oturduklarını anlatan Kılıç, bir gelirleri olmadığı için komşularının yardımıyla yemek ihtiyaçlarını gideriyor. (Arjin Dilek Öncel, “Diyarbakır’da: Yoksulluğun Fotoğrafı”, Yeni Yaşam, 23 Ocak 2020, s.3.)
[48] “Kürtlerin Yüzde 63.2’si Açlık Sınırında, Kadınların Yüzde 87.1’i İşsiz”… https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2020/03/07/kurtlerin-yuzde-632si-aclik-sinirinda-kadinlarin-yuzde-871i-issiz/
[49] “Yoksulluk En Çok Çocukları Vurdu”, Birgün, 22 Şubat 2020, s.8.
[50] Ergün Demir-Güray Kılıç, “İçimiz Acırken...”, Birgün, 12 Şubat 2020, s.13.
[51] Hazal Ocak, “Bakanlık Bebek Ölümlerini Gizledi”, Cumhuriyet, 23 Eylül 2019, s.9.
[52] Hicri İzgören, “Savaşın Büyüttüğü Yoksulluk”, Yeni Yaşam, 12 Aralık 2019, s.11.
[53] “Demokrasileri Diktatörlük, Ekonomileri Köleliktir!”, 19 Nisan 2020… https://iscigazetesi.org/demokrasileri-diktatorluk-ekonomileri-koleliktir-17-milyon-kisi-yardima-muhtacken-milyoner-sayisi-yuzde-29-artti
[54] “Borcun Sonu Hüsran”, Cumhuriyet, 10 Ocak 2020, s.11.
[55] “Kamu Borç Zengini”, Cumhuriyet, 1 Ocak 2020, s.10.
[56] “Kısa Vadeli Dış Borç 118 Milyar Dolara Çıktı”, Yeni Yaşam, 18 Aralık 2019, s.4.
[57] “Kredi ve Kredi Kartı Borcu Ödenemiyor”, Evrensel, 24 Şubat 2020, s.6.
[58] Ozan Gündoğdu, “Borç Ekonomisi Marşa Bastı”, Birgün, 18 Aralık 2019, s.11.
[59] “1 Milyon 755 Bin Kişi Borç Batağında”, Cumhuriyet, 15 Şubat 2020, s.9.
[60] “Bireysel Borçlarda Artış”, Cumhuriyet, 17 Nisan 2020, s.8.
[61] Şehriban Kıraç, “Bankalar Emlak Zengini”, Cumhuriyet, 22 Mart 2020, s.11.
[62] Şehriban Kıraç, “Gürsel: Toplumsal Çöküntünün Eşiğinde”, Cumhuriyet, 20/ Nisan 2020, s.6.
[63] “Gürsel: İşsizler Bir Buçuk Yıl Daha İş Bulamaz”, 12 Mart 2020… http://www.diken.com.tr/profesor-gursel-issizler-1-5-yil-daha-is-bulamaz-500-bin-kisi-firsat-kolluyor/
[64] Ozan Gündoğdu, “İş Arayanlar Eve Dönüyor, Umutsuzluk Toplumsallaşıyor”, Birgün, 11 Şubat 2020, s.11.
[65] “Genç İşsizlik Yüzde 4.5 Artışla Yüzde 26.1!”, Cumhuriyet, 17 Aralık 2019, s.11.
[66] “İşsiz Sayısı Çığ Gibi”, Cumhuriyet, 11 Ocak 2020, s.11.
[67] Ozan Gündoğdu, “İşsizlik Kronikleşiyor”, Birgün, 11 Aralık 2019, s.13.
[68] Dünyada gençlerin istihdamında 1993’ten 2018’e yüzde 15’lik bir düşüş gerçekleşirken, yüksek-orta gelir bandındaki ülkelerde bu düşüş yüzde 23 olarak gözleniyor. Bu gruptaki ülkelerde her 100 gençten sadece 37’si iş bulabiliyor. (Aslı Aydın, “Senkronize Durgunluk, Çözüm Arayışları, Küresel Yeşil Yeni Düzen”, Birgün Pazar, Yıl:16, No:658, 20 Ekim 2019, s.4-5.)
[69] Ozan Gündoğdu, “Cumhuriyetin En Mutsuz Kuşağı 90’larda Doğanlar”, Birgün, 12 Şubat 2020, s.13.
[70] Mahmut Lıcalı, “1 Ayda 145 Bin Kadın ‘Ev Kadını’ Oldu!”, Cumhuriyet, 24 Ocak 2020, s.10.
[71] Namık Alkan, “Prof. Dr. Osman Aydoğuş: Büyümedik, Daha da Yoksullaştık”, Birgün, 13 Aralık 2019, s.5.
[72] “10 Milyon İşsiz Tehlikesi”, Cumhuriyet, 21 Nisan 2020, s.7.
[73] “İşsizlik Yüzde 13’ten Yüzde 30’a Çıktı: 10 Milyonu Aştı”, 23 Nisan 2020… http://direnisteyiz27.org/issizlik-yuzde-13ten-yuzde-30a-cikti-10-milyonu-asti/
[74] “İşsizlik de Artıyor İntiharlar da”, Kızıl Bayrak, No:2020/08, 21 Şubat 2020, s.5
[75] “İntihar Değil Seri Cinayet; Fail Kapitalist Düzen”, Kızıl Bayrak, No:2020/08, 21 Şubat 2020, s.8.
[76] Friedrich Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu, Çev: Oktay Emre, Sosyalist Yay., 1994.
[77] “Doç. Dr. Kaya: İntiharları Bireye İndirgemek Büyük Haksızlık”, 29 Mart 2020… https://yeni1mecra.com/doc-dr-kaya-intiharlari-bireye-indirgemek-buyuk-haksizlik/
[78] Serkan Alan, “CHP’nin ‘Saray Ekonomisi’ Çalışması: 1.4 Milyon Kişi İcra Takibinde”, 5 Mart 2020… https://www.gazeteduvar.com.tr/politika/2020/03/05/chpnin-saray-ekonomisi-calismasi-son-4-yilda-53-bin-sirket-iflas-etti/
[79] Georges Bataille, Edebiyat ve Kötülük, Çev: Ayşegül Sönmezay, Ayrıntı Yay., 1997.
[80] Olcay Büyüktaş, “İşçiye Düşen Sefalet...”, Cumhuriyet, 22 Şubat 2018, s.9.
[81] Şehriban Kıraç, “Türkiye’de Sendikalaşmaya Karşı Düşmanca Tutum Var”, Cumhuriyet, 13 Ocak 2020, s.11.
[82] Mustafa Balbay, “1 Mayıs Bayramı: Alın Teri ve Beyin Teri...”, Cumhuriyet, 2 Mayıs 2019, s.9.
[83] Engin Ünsal, “1 Mayıs ve Tarihsel Anlamı”, Cumhuriyet, 29 Nisan 2019, s.2.
[84] “Çalışanın Stresi 10 Yılda Arttı”, Cumhuriyet, 30 Aralık 2019, s.10.
[85] Olcay Büyüktaş, “Emekçi, Hasta Olmaya İtiliyor”, Cumhuriyet, 23 Nisan 2020, s.13.
[86] “Her 10 Çalışandan 4’ü Zaman Baskısı Altında”, Birgün, 22 Kasım 2019, s.10.
[87] Mahmut Lıcalı, “İşçinin Kara Yılı”, Cumhuriyet, 31 Aralık 2019, s.12.
[88] “Her 10 İşsizden 8’i İşsizlik Fonundan Yararlanamıyor”, Evrensel, 25 Aralık 2019, s.5.
[89] Emre Deveci, “İşsizin Parası Kamu Bankalarına Gitti”, Cumhuriyet, 16 Ocak 2020, s.10.
[90] Mustafa Çakır, “İşçi Açlığa Mahkûm Oldu”, Cumhuriyet, 17 Nisan 2020, s.4.
[91] Seyhan Avşar, “Vicdanları Yaralayan Karar İstinafta Onandı”, Cumhuriyet, 25 Mayıs 2019, s.12.
[92] “Torun Center Davası: Bu Ülkede Adaletin ‘A’sı Bile Yokmuş”, Birgün, 7 Eylül 2019, s.10.
[93] “Giden Her Can İçin Yalnızca 5 Gün Yattı!”, Birgün, 20 Nisan 2019, s.11.
[94] Friedrich Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt, Çev: Murat Batmankaya, Say Yay., 2006.
[95] “İşyeri Sahibi 15 Yaşındaki Çocuk İşçiye Palangalı İşkence Yaptı, Ağabeyini Darbetti”, 26 Aralık 2019… https://www.evrensel.net/haber/393997/isyeri-sahibi-15-yasindaki-cocuk-isciye-palangali-iskence-yapti-agabeyini-darbetti
[96] Mahir Bağış, “Hakkını İsteyen İşçilerin Üzerine Araba Sürdüler!”, Birgün, 27 Kasım 2019, s.11.
[97] Yadigar Aygün, “Sendikacıya ‘Toros’ Tehdidi”, Yeni Yaşam, 11 Aralık 2019, s.4.
[98] “1736 İşçi ‘Öldürüldü’…”, Cumhuriyet, 12 Ocak 2020, s.11.
[99] Mahir Bağış, “Madenciye Ölüm ve Yoksulluk Kaldı”, Birgün, 4 Aralık 2019, s.10.
[100] “Sokağa Çıkma Yasağına Rağmen Çalıştırılan İşçi Hayatını Kaybetti”, 25 Nisan 2020… http://direnisteyiz27.org/sokaga-cikma-yasagina-ragmen-calistirilan-isci-hayatini-kaybetti/
[101] Mahir Bağış, “Konuşmak Yasak Tuvalet Dönüşümlü”, Birgün, 8 Ocak 2020, s.10.
[102] Mustafa Çakır, “Kamuda 10 Çalışandan Yalnız Biri Kadın”, Cumhuriyet, 31 Ekim 2019, s.10.
[103] “Kadınlar Tam Zamanlı İşlerden Dışlanıyor”, Birgün, 27 Ocak 2020, s.10.
[104] Mustafa Çakır, “Kadın İşçi Kayıt Dışı”, Cumhuriyet, 6 Mart 2020, s.10.
[105] Mahmut Lıcalı, “Sendikasız Çalışma Oranı Yüzde 93”, Cumhuriyet, 6 Mart 2020, s.10.
[106] “Türkiye: 19 Milyon Çocuk Risk Altında”, Birgün, 10 Ağustos 2019, s.10.
[107] Bülent İlik, “Çocuk Emeğinin Sömürüsü Kabul Edilemez”, Birgün, 4 Şubat 2020, s.13.
[108] Mahir Bağış, “Ayakkabı İmalatında ‘Göçmen Çocuk’ Gerçeği”, Birgün, 25 Aralık 2019, s.10.
[109] Mahmut Lıcalı, “Çocukların Yüzde 32’si Yoksul”, Cumhuriyet, 23 Nisan 2020, s.5.
[110] “Son 7 Yılda 426 Çocuk İşçi Hayatını Kaybetti”, Birgün, 25 Ocak 2020, s.11.
[111] 29 Mart 2019’da Ankara’da 16 atık toplayıcısı elektriksiz, içme susuz, tuvaletsiz, yaşıyorlardı. Çıkan yangında 5 mülteci yaşamını yitirmişti, 11 kişi ise yaralanmıştı. (Gülcan Dereli, “Çöpten Bir Düzen”, Yeni Yaşam, 16 Şubat 2020, s.3.)
[112] “Ölen Her 5 Çocuktan 3’ü Tarım İşçisi”, Cumhuriyet, 26 Şubat 2020, s.8.
[113] Yunus Emre Ceren, “Ölen Her 5 Çocuk İşçiden 3’ü Tarımda Çalışıyordu”, Birgün, 26 Şubat 2020, s.13.
[114] Mustafa Balbay, “DİSK Başkanı Arzu Çerkezoğlu: Sermayenin Değil, Halkın Egemenliği!”, Cumhuriyet, 15 Mart 2020, s.9.
[115] “DİSK’in Yapısal Açmazı ve Kaçınılmaz Savrulması”, Atılım, Yıl:7, No:415, 21 Şubat 2020, s.8
[116] Zafer Aydın, “… ‘Sınıf’sız Sendikacılığın Trajedisi”, Birgün Pazar, Yıl:16, No:650, 25 Ağustos 2019, s.4.
[117] “Yeni Çeltek’te Madenciler Yerin 1200 Metre Altında Açlık Grevinde”, Birgün, 5 Nisan 2016, s.4.
[118] “Üçüncü Havalimanında İşçilerden Eylem: İnsanca Yaşamak İstiyoruz”, Cumhuriyet, 14 Şubat 2018, s.3.
[119] M. Ender Öndeş, “3. Havalimanı Direnişi: İsyanın Bilince Dönüşmesinden Korktular”, Yeni Yaşam, 18 Ekim 2018, s.8.
[120] Karl Marx-Friedrich Engels, Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri, Çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1976.
[121] Burcu Cansu, “AYM: 1 Mayıs’a Saldırı, Hak İhlâlidir”, Birgün, 13 Eylül 2019, s.10.
[122] “Dünyanın İşçisi Sokakta”, Cumhuriyet, 2 Mayıs 2019, s.10.
[123] “İş Cinayetleri 1 Mayıs’ta da Devam Etti”, Evrensel, 2 Mayıs 2019, s.2.
[124] Figen Atalay, “Kızıl Bir Nehir Gibi...”, Cumhuriyet, 2 Mayıs 2019, s.8.
[125] “1 Mayıs’ta Taksim’e Yürümek İsteyenlere Polis Saldırıları: Çok Sayıda Gözaltı”… http://sendika63.org/2019/05/1-mayista-taksime-yurumek-isteyenlere-polis-saldirilari-cok-sayida-gozalti-545447/
[126] “Taksim’e Çıkmak İsteyen İşçilere Polis Saldırısı”, Birgün, 2 Mayıs 2019, s.2.
[127] Epiktetos, Düşünceler ve Sohbetler, çev: Burhan Toprak, Kaknüs Yay., 1999.
[128] Işıl Özgentürk, “Vicdanlarımız ve Türkülerimiz Meydanlardaydı!”, Cumhuriyet, 5 Mayıs 2019, s.12.
[129] İskender Bayhan, “Baharı Getireceklerin Büyük Gösterisi”, Evrensel, 2 Mayıs 2019, s.12.
[130] Berkant Gültekin, “Mart’ta Sandıkta Mayıs’ta Meydanda; Umut Hiç Yenilmiyor”, Birgün, 2 Mayıs 2019, s.2.
[131] Kavel Alpaslan, “İmamoğlu Konuşurken 1 Mayıs Meydanı”, https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2019/05/01/imamoglu-konusurken-1-mayis-meydani/
[132] “İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu belediye çalışanlarıyla 1 Mayıs Emek ve Dayanışma gününü kutlayıp, ‘Sizlerin haklarının her zaman takipçisi olacağımı duyuruyorum. Bugünün özeti Yunus Emre’nin şu sözünde çok derinden saklıdır. ‘Bölüşürsek tok oluruz, bölünürsek yok oluruz.’ Adilce paylaşmanın ve milletçe asla bölünmemenin günlerinde hep birlikte yaşamak dileğiyle’ dedi.” (Hazal Ocak, “İmamoğlu İBB Çalışanlarının 1 Mayıs’ını Kutladı”, Cumhuriyet, 1 Mayıs 2019, s.4.)
[133] “Birlikte Başaracağız”, Birgün, 2 Mayıs 2019, s.2.
[134] Ali Sirmen, “1 Mayıs 2019 Türkiye”, Cumhuriyet, 3 Mayıs 2019, s.4.
[135] İhsan Çaralan, “Görkemli, Disiplinli ve Kitlesel Bir 1 Mayıs İçin Alanlara!”, Evrensel, 29 Nisan 2019, s.3.
[136] “Erdoğan’dan 1 Mayıs Mesajı: Yasakladığı Grevleri Unuttu!”, 30 Nisan 2019… https://gunlukbakis.com/erdogandan-1-mayis-mesaji-yasakladigi-grevleri-unuttu/
[137] “Akla, Hukuka, Tarihe, İşçi Sınıfına ve İstanbul’a Saygı Duymayanlar Ne Derse Desin: Taksim 1 Mayıs Alanıdır!”, 26 Nisan 2019… http://disk.org.tr/2019/04/akla-hukuka-tarihe-isci-sinifina-ve-istanbula-saygi-duymayanlar-ne-derse-desin-taksim-1-mayis-alanidir/
[138] “DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu’nun 1 Mayıs 2019 Konuşması”, 2 Mayıs 2019… http://disk.org.tr/2019/05/disk-genel-baskani-arzu-cerkezoglunun-1-mayis-2019-konusmasi/
[139] “1 Mayıs Taksim’de Kutlanacak mı? Arzu Çerkezoğlu Anlatıyor”, Enver Aysever ile Ayrıntılar, Halk TV - 43:35
[140] “DİSK: 1 Mayıs Taksim’de Kutlansın”, Cumhuriyet, 23 Nisan 2019, s.8.
[141] “1 Mayıs Çağrısı Yapan Limter-İş Yöneticilerine Para Cezası”, 20 Nisan 2020… http://direnisteyiz27.org/1-mayis-cagrisi-yapan-limter-is-yoneticilerine-para-cezasi/
[142] “1 Mayıs Programı Belli Oldu”, Cumhuriyet, 23 Nisan 2020, s.13.
[143] “… ‘1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nü, sosyal mesafe kuralına mutlak şekilde uymak şartıyla sembolik katılımlarla bölge ve 81 ildeki temsilciliklerimizde toplantılarla kutlayacağız. Bu toplantılarda, 1 Mayıs Bildirimiz okunacak ve tüm iş yerlerine gönderilecek. Bağlı sendikalarımız, sosyal medya hesapları üzerinden canlı yayınlarla 1 Mayıs’ı coşkuyla kutlayacak. Bunların yanında, 1 Mayıs’ın ruhuna uygun şekilde Türk-İş Yönetim Kurulu olarak tüm işçileri temsilen Taksim Anıtı’na çelenk bırakacağız’. Gelecek yıl 1 Mayıs’ı, emeği temsil eden tüm kesimlerle birlikte düzenleyeceğimiz coşkulu bir mitingle kutlamak istiyoruz. Ülkemizin ve çalışanların bu birlikteliğe ihtiyacı var.” (“Türk-İş Genel Başkanı’ndan 1 Mayıs Açıklaması”, 25 Nisan 2020… http://direnisteyiz27.org/turk-is-genel-baskanindan-1-mayis-aciklamasi/)
[144] “1 Mayıs Mücadele Gününde Alanlardayız”, 26 Nisan 2020… http://umutsen.org/index.php/1-mayis-mucadele-gununde-alanlardayiz/
[145] “Boratav: Emperyalist Cephede Kaos Var”, Birgün Pazar, Yıl:16, No:656, 6 Ekim 2019, s.8-9.
[146] Sibel Bahçetepe, “Virüs Ruhlara da Girmesin”, Cumhuriyet, 21 Nisan 2020, s.14.
[147] Maksim Gorki, Küçük Burjuvalar, çev: Koray Karasulu, İş Bankası Kültür Yay., 2014.
[148] Özdeş Özbay, “Salgına Rağmen Yeni Bir Protesto Dalgası”, 24 Nisan 2020… https://marksist.org/icerik/Dunya/13859/Salgina-ragmen-yeni-bir-protesto-dalgasi
Yorum Ekle