“Bir telden makam çıkmaz, yalnız ses çıkar.”[1] “Yiğidi öldür, hakkını teslim et,” demişler; kabul etmeli, AKP iktidarının “propagand...
“Bir telden makam çıkmaz, yalnız ses çıkar.”[1]
“Yiğidi öldür, hakkını teslim et,” demişler; kabul etmeli, AKP iktidarının “propaganda” kolu iyi çalışır. Fırsat buldukça, “enerji üretimini şu kadar arttırdık; ihracatımız şu kadar arttı; dünyanın bilmem kaçıncı büyük ekonomisi olduk!” şişinmelerinden bezmeyen var mı, bilmiyorum. Ya da “madem ülke ekonomisi bu kadar büyüyor, biz neden iki yakayı bir araya getirmekte bu denli zorlanıyoruz?” sorusunu kendi kendine sormayan… Aklı başında iktisatçılar, bu” parlak” rakamların hangi sınıf için “ne” anlama geldiğini sıkça dile getiriyorlar; benim bu yazıdaki maksadım bu değil. Ben, yine AKP’nin propagandasından kalkınarak bu ülkede kadınların durumunun “ne” olduğunu tartışmaya niyetliyim… Ama önce, iktidar partisinin propaganda sitelerinde, AKP iktidarı sürecinde kadın alanında gerçekleştirilen icraatın “ne” olduğuna bir göz atalım. Kendi ifadelerine göre AKP 2002-2011 yılları arasında: - Hamile, doğum yapan memurlara gece vardiyası muafiyeti getirmiş; - Süt iznini arttırmış; - İş kazaları ve meslek hastalıklarında işgücünün yüzde 10’unu kaybeden kadınlara sürekli işgörmezlik aylığı bağlatmış; - Çalışan kadınların ölmesi durumunda birinci dereceden yakınlarına ölüm aylığı bağlanmasını sağlamış; - Ölüm aylığı alan kız çocuklar evlendiğinde iki yıllık aylık tutarının bir kerede ödenmesini sağlamış; - Çalışan kadınlara ücretsiz tüp bebek tedavisi sağlamış; - Engelli çocukların annelerine 5 yıl erken emeklilik hakkı sağlamış; - Kadın istihdam eden işverenlerin SGK primlerinin 5 yıl boyunca devletçe üstlenilmesini sağlamış; - 2002-2011 arasında aile danışma merkezi sayısını 17’den 48’e, kadın konukevlerini 59’dan 85’e, Bakım ve rehabilitasyon merkezlerinin sayısını 21’den 49’a çıkarmış vb. - Bu arada ev içinde imal edilen ürünlere vergi muafiyeti getirmiş; - Anayasa değişikliğiyle kadınlara “pozitif ayrımcılık” getirmiş (bu değişikliğin neye yaradığı hâlen anlaşılamadı…); - Kadın girişimciliğini teşvik için mikrokredi uygulaması başlatmış; - Şiddete Karşı Sözleşme’yi onaylayarak şiddet gören kadınların devlet korumasına alınmasını sağlayan bir yasa çıkarmış; - Kendi kadın milletvekili ve yerel karar alma organlarına katılan kadın sayısını arttırmış… Tabii, bu icraatların sıralandığı site güncellendiğinde, herhâlde “esnek üretim düzenlemeleri”, “4+4+4 zorunlu eğitim” vb. icraatlar da eklenecektir. Epi topu bu… Millî geliri 2002-2011 arasında 230 milyar dolardan 736 milyar dolara çıkartıp dünyanın en büyük 16. ekonomisi hâline gelmekle, aynı dönemde ihracatta 36 milyar dolardan 114 milyar dolara bir artış sağlamakla; müteahhitlerin yurtdışı gelirlerini 1.5 milyar dolardan 14 milyar dolara, özelleştirme gelirleriniyse 8 milyar dolardan 34 milyar dolara çıkarmakla; buna karşılık Kurumlar vergisi oranını yüzde 33’den yüzde 22’ye indirmekle; dünyanın İnsansız Hava Aracı üreten 3. ülkesi olmakla… övünen bir iktidar için; doğrusunu isterseniz bir hayli zayıf bir icraat listesi… Bir başka deyişle, AKP’nin böbürlendiği “büyüme”den, ülke nüfusunun yarısını oluşturan kadınların payına “teselli mükafatı” bile düşmüş değil -AKP’nin kendi propagandasına göre… Şimdi dilerseniz, “bu” durum tahtında, “Türkiye’den kadın “manzaraları”nın ne olduğuna, ya da iktisaden neo-liberal, sosyo-kültürel açıdan “neo-muhafazakâr” AKP’nin Türkiyesi’nde kadın olmanın ne anlama geldiğine bir de “pembe gözlüksüz” bakalım. Hatta bu bakışımızda, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın hazırladığı bir rapordaki verileri temel alalım… Bakanlığın 2012 yılında hazırlattığı, ‘Türkiye’de Kadının Durumu-Nisan 2012’ başlıklı rapor, 1990 yılında her 10 kadından dördünün iş gücüne katılırken AKP döneminde bu rakamın üçe gerilediğini ortaya koyuyor. Rapora göre kentlerde kadınların yüzde 25’i, kırsalda ise yüzde 38’i iş gücüne katılmakta, ancak kırsaldakilerin yüzde 80’i ücretsiz aile işçisi olarak çalıştırılıyor. Dahası, istihdamdaki kadınların yüzde 58’i ücretsiz aile işçisi olarak da çalıştırılmakta... Kayıt dışı çalıştırılma Türkiye genelinde yüzde 43 iken, 2000 yılında kırsaldakilerin yüzde 74’ü, 2011’de yüzde 66’sı kayıt altına alınmadı. Bizatihî bakanlığın raporuna göre istihdamda durum böyle. Ama dilerseniz biz bu kalemi biraz daha ayrıntılandıralım. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) işgücü anketleri, kadınların işsizlik ve güvencesiz çalışma oranlarının giderek yükseldiğini ortaya koyuyor. DİSK-AR’ın araştırmalarına göre, işsizlik oranının yüzde 10.1’le yeniden çift haneye çıktığı aralık ayında, kadınlarda işsizlik oranı 1.4 puan artışla yüzde 11.9’a yükseldi. Aynı dönemde erkeklerde işsizlik oranı 0.1 puan azaldı. Bir yıl içinde ortaya çıkan her 100 yeni işsizden 91’ini kadınlar oluşturdu. (…) Hükümetin ‘kayıtdışı çalışmanın giderek azaldığı’ yönündeki açıklamalarının da kadınlar için geçerli olmadığı görüldü. Bir yıllık sürede kayıtdışı çalışan kadınların sayısı 190 bin kişi yükseldi, erkeklerde ise 219 bin kişilik azalma görüldü. İstihdama yeni dahil olan kadınların yüzde 35’i kayıtdışı çalıştığını bildirdi.[2] (…) Türkiye’de istihdamın yüzde 30’u kadınlardan, yüzde 70’i erkeklerden oluşuyor. Bu dengesizlik, ‘iş bulma umudu kalmayanlara’ bakıldığında yok oldu. İş bulma umudu kalmadığını belirten 2 milyon 69 bin kişinin yüzde 52’sini kadınlar oluşturdu. Umudu kalmadığı için iş aramayan, bu nedenle işsiz sayılmayan kadınlar da eklendiğinde kadın işsizliği oranı yüzde 11.9’dan yüzde 22’ye çıkıyor. “Peki ya eğitim” mi? Rapora göre Türkiye’de okuma-yazma bilmeyen kadınların sayısı 2 milyon 617 bin 566 iken bilenlerin sayısı 29 milyon 876 bin 706. 6-24 yaş grubunda ise okuma-yazma bilmeyen 72 bin kadın bulunuyor. Ayrıca kadınların 8 milyonu ilkokul, 5 milyonu ilköğretim, 1 milyonu ortaokul ve dengi, 5 milyonu lise ve dengi, 2 milyonu yüksekokul ve fakülte, 163 bini yüksek lisans, 46 bini doktora eğitimi gördü.[3] Rapor, AKP iktidarının kadınların siyasete katılımında da anlamlı bir değişiklik yaratamadığını ortaya koymakta. Politikanın “vitrini” sayılan parlamentodaki kadın sayı ve oranındaki artış bir yana,[4] KADER verileriyle destekleyecek olursak, 2012 yılında, - Hükümetteki 26 bakandan 1’i, - 2924 belediye başkanının sadece 26’sı, - 34 210 muhtardan 65’i, - 81 valinin 1’i, - 450 vali yardımcısının 10’u, - 103 rektörden 5’i, - 185 büyükelçiden 21’i kadın, - 26 müsteşar arasında -ve 261 bölge müdürü arasında hiç kadın yok, - BDDK, Yargıtay, Sayıştay başkanlıklarında hiç kadın yok, - DİSK, TÜRK-İŞ, HAK-İŞ, KAMU-SEN, MEMUR-SEN, TOBB, MÜSİAD, TZOB, TESK yönetim kurullarında hiç kadın yok. Kadın kamu görevlilerinin oranı ise hâkim ve savcılarda yüzde 24, müfettişlerde yüzde 7, din görevlilerinde yüzde 5, teknik personelde yüzde 26, bilgi işlemde yüzde 37, şeflerde yüzde 38 oranlarında seyretmekte. - Kamuda genel müdürlük makamının 156’sında erkekler, 9’unda kadınlar oturuyor. Durum BM Kadın Birimi’nin de dikkatinden kaçmamış olmalı ki, Parlamentolararası Birlik ile ortaklaşa hazırladığı “2012 Siyasette Kadın Haritası”nda Türkiye 550 sandalyeli Meclisi’nde 78 kadın milletvekiliyle 88., kadınların kabinede temsilinde yüzde 4’lük oranıyla 90. sırada yer almakta. Ve nihayet, şiddet… Raporun şiddet bölümünde ise kadınların yüzde 39’unun eşi, yüzde 44’ünün hayatının bir bölümünde, yüzde 16’sının cinsel, yüzde 42’sinin fiziksel ve cinsel şiddete uğradığı açıklanmakta… Her 10 kadından biri hamileyken fiziksel şiddet görüyor. Kadınların yüzde 42’si fiziksel veya cinsel şiddete maruz kaldığını belirtirken eğitim düzeyi daha yüksek olan kadınlar arasında bile her 10 kadından üçü eşinden şiddet görüyor. Buna karşılık, sığınma evlerindeki artış sayısı, iki yılda yalnızca yedi. Evet, evet, yarıya yakını yaşamında en az bir kere fiziksel şiddeti yaşamış Türkiyeli kadınların şiddet karşısında devletin sağladığı sığınabilecek mekân sayısı, yalnızca 72! Tüm bu (Aile ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın raporuyla teyid edilen) veriler ise, Türkiye’yi Dünya Ekonomi Forumu’nun “Küresel Cinsiyet Uçurumu Raporu”nda, 135 ülke arasında sondan 12’nci sıraya yerleştiriyor. Rapora göre, kadının ekonomiye katılımı ve fırsat eşitliğinde Türkiye 135 ülke arasında 129’uncu sırada yer almaktayken, kadının eğitime katılımında, 135 ülke arasında 108’inci sırada bulunuyor. Görüldüğü üzere, sorun “çalışan kadınlara ücretsiz tüp bebek tedavisi sağladık”, “süt iznini uzattık” (ekleyelim: “Süt bankası kurduk”!), “mikrokredi dağıttık”[5] demekle geçiştirilemeyecek kadar çaplı ve boyutlu…
* * *
Yine de yanıltıcı bir görüntü sunmak istemiyorum. Tüm bu sıraladıklarım, AKP’nin “kadın icraati”nin bir “göz boyayıcılık”tan ibaret olduğunu, onun tutarlı, tutunumlu bir “kadın politikası”ndan yoksun olduğu anlamına gelmiyor. Aksine, AKP’nin kendi içinde tutarlı, tutunumlu bir “kadın politikası” var. Ve bu, uluslar arası kuruluşların Türkiye’nin iktidar partisine bu alanda yönelttiği eleştiriler ne olursa olsun, küresel “neo-liberal proje” ile örtüşüyor. Örneğin AKP iktidarı, uysal ve ucuz bir işgücü kaynağı olan kadınların “serbest piyasa ekonomisi” için önemli bir “girdi” oluşturduğunu sezinlemiş durumda. Bu nedenledir ki, Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Enstitüsü (KESK-AR) tarafından hazırlanan Türkiye’de ‘Kadın İstihdamı Raporu’na göre, Türkiye’de “okuma yazma bilen fakat bir okul bitirmeyen, işgücü içinde yer alan kadınların sayısı 2000 yılında 24 bin iken, bu sayı 2011 yılında 159 bine yükseldi. “Türkiye’de bir yılda işsiz kalan kişilerin yarıdan fazlasını (yüzde 53), yüksekokul mezunu kadınların oluşturduğu düşünüldüğünde, AKP iktidarının, en azından son yıllarında, ‘vasıflı’ya kapıyı gösterirken, vasıfsız ve ucuz kadın işgücüne yönelmekte olduğunu gösteriyor. Son dönemlerde gündeme getirilen ve kadın istihdamını ‘aile hayatı ile uyumlu’ kılacağı ‘müjdelenen’ ‘güvenceli esneklik’ modeli de bu eğilimin verdiği uçlardan bir başkasıdır sadece. Malum; ‘Esnek istihdamın iki temel şartı, işin devamlı olmaması ve ücretin bir günlük yevmiyeyi değil, çalışılan saati içermesi. Bu temel şarta bağlı olarak, esnek istihdam çağrı üzerine çalışma, evden çalışma, yarım zamanlı çalışma, işin tamamlanmasına kadar çalışma gibi biçimlere sahip. Hatta işçinin başka işverenlere kiralanması (ödünç iş verme) dahi söz konusu. Bütün bu düzenlemeler, işverenler için daha az ücret ödeme imkânı, buna karşılık birim saatte daha fazla değer (kâr) elde etme fırsatı demek. Hiç kuşkusuz bütün bu sürecin arka planında kapitalist ekonominin bütün dünyada rekabet koşullarının sertleşmesi ile hızlanan ihtiyaçları var. (…) Türkiye’de de işverenlerin daha düşük ücretli, daha korunaksız, daha kolay denetlenebilir emek ihtiyacının gerek kriz gerek rekabet koşullarının yoğunlaşmasıyla artması, kadın emekçi istihdamına ihtiyaçlarını da yükseltti. Ekonomik kriz 2009’da emek piyasasına kitlesel işsizlik biçiminde yansıdığında, kadın emekçilerin üretim sürecine dahil olma istekleri de yoğunlaşmıştı. Bütün bunlar, şehirlerde (tarım dışında) kadınların istihdamdaki payının son 10 yılda yüzde 20’den yüzde 26’ya yükselmesine, imalat sanayiinde çalışan kadın sayısının 250 bin kişi artarak 2012’de 900 bine çıkmasına yol açtı. Tarım kesimi de dahil edildiğinde 10 yıl önce yüzde 24 olan kadınların istihdamdaki payı 2012’de yüzde 30 oldu (TÜİK İstihdam verileri).”[6] Öte yandan, günümüzde “ana akım medya”yı oluşturan “muhafazakâr/yandaş” gazete ve TV kanallarının erkek kahramanlarının sık sık “Tabii, kadın hin-i hacette çalışsın, ama fıtratına uygun işlerde, tercihan da evinde çalışsın. Ama kadının çalışması arızî olmalı” yolundaki “fetva”ları da, “Üç çocuk doğurun, o da yetmez beş çocuk doğurun” yollu “nush”lar da salt Türk muhafazakârlığının kadınlara yönelik “kara propagandası”ndan ibaret değil. AKP, küresel sermayenin yeni patronlarıyla birlikte, “Kadın Devrimi”nden ricat etmiş, kendisini aile içerisinde konumlandıran ve ne iş yaparsa yapsın, öncelikle “evinin/ailesinin kadını” olarak tanımlayan kadınların, 1970’li yılların “Kadın devrimi”nin biçimlendirdiği talepkâr, mücadeleci, örgütlenmeye yatkın, dolayısıyla da “yüksek maliyetli” kadınlara göre çok daha tercih edilir olduğunu sınıfsal içgüdüsüyle sezinlemiş bulunuyor. Yalnızca düşük ücretlere, uzun çalışma saatlerine, sonunda kapıya konulacaklarını bildikleri süreli işlere, sosyal güvencesizliğe razı oldukları için değil. Aynı zamanda, toplumsal olarak karşılanmaları sosyal bütçeleri kabartacak “iş”leri “fıtratları”nın (yemek, bulaşık, temizlik, çocuk/ hasta bakımı vb.) gereği olarak, bedelsiz ve gönüllüce üstlendikleri için de… İktidar partisinin küresel “Kadın karşı-devrimi”ne hevesle yazılması, bu nedenle salt “kitaba uygunluğu”ndan ya da şişirilmiş “erkek egosu”nun işine öylesinin daha çok gelmesinden dolayı değil.
* * *
Neo-liberalizm, gerçekten de dünya kapitalist sistemin tarihinde, yarın-öbür gün tersine dönecek bir salınım fazından ibaret değil. Hatırı sayılır miktarda bir işçi sınıfı/emek cephesi direnişini tarih sahnesine davet eden ve bu direnişin emekçi insanlığa önemli kazanımlar sağladığı bir evreyi sonlandırarak, kendi elleriyle oluşturduğu modernist paradigmayı yerle bir etti… “ Akıl, örgütlülük, sekülarizm, İnsan hakları, kadın hakları, sosyal haklar, bilimin öncülüğü vb.” tüm getirileriyle birlikte. İnsanlığın hiçbir kazanımının, hatta bizatihî yaşamın “kâr, daha fazla kâr!” düsturu karşısında hiçbir anlam ve önem taşımadığını ilan etti dosta düşmana… Ve tüm bir kapitalizm tarihi boyunca tarihin çöp sepetine atmakla böbürlendiği primordialism’i, (“ilkselcilik” mi desek?) yeniden başköşeye yerleştirdi: sınır tanımaz bir sınıfsal bencillik ve hoyratlık, formel/sınıfsal örgütlenmelerin yerine cemaatçiliği ikame eden obskürantist bir muhafazakârlık, dine dönüş… 2013 1 Mayıs’ına giderken kadınlar coğrafyamızda ve yerkürede bu gelişmenin mağdurları arasında yine birinci sırada yer alıyor… 22 Mart 2013 09:24:27, Ankara.
N O T L A R [*] Kaldıraç, No:142, Nisan 2013… [1] Arnavut Atasözü. [2] Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından yayımlanan istatistiklere göre, Türkiye’deki 3 milyon 759 bin ücretsiz aile işçisinin yüzde 71’i yani 2 milyon 681 bini kadın. Bunların da yüzde 94.6’sı kayıt dışı. Toplam kayıt dışı çalışanların yüzde 73’ü kadın. (Mustafa Çakır, “Lafa Gelince Baştacı Ama...”, Cumhuriyet, 7 Aralık 2012, s.6.) [3] Bu veriler, araştırmacı Adil Gür’ün Milliyet gazetesi için yaptırdığı “Kadına yönelik şiddet” konulu araştırmada da onaylanmakta. Adil Gür’ün kimi verileri şöyle: - 18 yaşından büyük her 100 kadından 10’u okur-yazar değil. Araştırmaya katılanların yüzde 9.8’i okur yazar değil, yüzde 3.6’sı diplomasız okur, yüzde 33.6’sı ilkokul mezunu, yüzde 13.6’sı ortaokul mezunu, yüzde 30.4’ü lise mezunu, yüzde 9’u ise üniversite mezunu. - 44 yaş üzeri her 100 kadından 20’si okur-yazar değil. - Güneydoğu’da 18 yaş ve üzerindeki kadınların yüzde 28.8’i, Doğu Anadolu’da yüzde 26.6’sı, Akdeniz’de ise yüzde 15.9’u okur-yazar değil. Bu oran Karadeniz’de yüzde 7.3, İç Anadolu’da 6.6, Marmara’da 3.1 ve Ege’de 3.1. - Üniversite mezunu en çok Marmara Bölgesi’nde. Araştırmaya Marmara bölgesinden katılan ve üniversite mezunu olanların oranı 12.4. Marmara’nın ardından Ege (9.7), İç Anadolu (8.7), Akdeniz (8.7), Karadeniz (8.7), Doğu Anadolu (4.2), Güneydoğu (2.7) bölgeleri geliyor. - Türkiye’de kadınların yüzde 61.8’i ev kadını, yüzde 10.3’ü öğrenci, yüzde 7.6’sı ise işsiz. (“10 Kadından Biri Okur-Yazar Değil”, Milliyet, 9 Mart 2012, s.17.) [4] Unstats verilerine göre, kadınların parlamentodaki yüzde 20’nin altında kalan temsil oranıyla (yüzde 14) Türkiye, “bir ‘dördüncü lig’ ülkesi. Bu sıralamada Türkiye, İsrail, Fransa, Endonezya, Birleşik Arap Emirlikleri’nden de geride. Türkiye’de siyasette azınlıkta kalan kadın, toplumdaki karar vericiler arasında da azınlıkta. Üst bürokraside, şirket yönetiminde kadınların payı yine BM verilerine göre yüzde 10’dan ibaret. Türkiye, BAE, Umman, S.Arabistan, Mısır, Bahreyn gibi kadını ikinci sınıf sayan ülkeler ile aynı kümede. Buna karşılık kadınların yönetici seçkinler arasındaki oranı Filipinler’de yüzde 55, ABD’de yüzde 43, çoğu AB ülkesinde de yüzde 38-40 dolayında.” (Mustafa Sönmez, “Kadına Saygıda Üçüncü Sınıfız...”, Cumhuriyet, 7 Mart 2012, s.10.) [5] Merak edenler için belirteyim, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün’ün açıklamasına göre, bakanlığının eğitim ve mali destek sağlamasıyla ev kadınlığından “patron”luğa “terfi eden” kadın sayısı: 3000! (Meltem Özgenç, “3 Bin Ev Hanımı Patron Oldu”, Hürriyet, 8 Mart 2013, s.13.) “Darısı geri kalan 12.2. milyon ev kadınının başına!” diyelim mi? [6] Erhan Bilgin, “Kadın İstihdamı Artacak Ama...”, Radikal İki, 17 Mart 2013, s.10.
“Yiğidi öldür, hakkını teslim et,” demişler; kabul etmeli, AKP iktidarının “propaganda” kolu iyi çalışır. Fırsat buldukça, “enerji üretimini şu kadar arttırdık; ihracatımız şu kadar arttı; dünyanın bilmem kaçıncı büyük ekonomisi olduk!” şişinmelerinden bezmeyen var mı, bilmiyorum. Ya da “madem ülke ekonomisi bu kadar büyüyor, biz neden iki yakayı bir araya getirmekte bu denli zorlanıyoruz?” sorusunu kendi kendine sormayan… Aklı başında iktisatçılar, bu” parlak” rakamların hangi sınıf için “ne” anlama geldiğini sıkça dile getiriyorlar; benim bu yazıdaki maksadım bu değil. Ben, yine AKP’nin propagandasından kalkınarak bu ülkede kadınların durumunun “ne” olduğunu tartışmaya niyetliyim… Ama önce, iktidar partisinin propaganda sitelerinde, AKP iktidarı sürecinde kadın alanında gerçekleştirilen icraatın “ne” olduğuna bir göz atalım. Kendi ifadelerine göre AKP 2002-2011 yılları arasında: - Hamile, doğum yapan memurlara gece vardiyası muafiyeti getirmiş; - Süt iznini arttırmış; - İş kazaları ve meslek hastalıklarında işgücünün yüzde 10’unu kaybeden kadınlara sürekli işgörmezlik aylığı bağlatmış; - Çalışan kadınların ölmesi durumunda birinci dereceden yakınlarına ölüm aylığı bağlanmasını sağlamış; - Ölüm aylığı alan kız çocuklar evlendiğinde iki yıllık aylık tutarının bir kerede ödenmesini sağlamış; - Çalışan kadınlara ücretsiz tüp bebek tedavisi sağlamış; - Engelli çocukların annelerine 5 yıl erken emeklilik hakkı sağlamış; - Kadın istihdam eden işverenlerin SGK primlerinin 5 yıl boyunca devletçe üstlenilmesini sağlamış; - 2002-2011 arasında aile danışma merkezi sayısını 17’den 48’e, kadın konukevlerini 59’dan 85’e, Bakım ve rehabilitasyon merkezlerinin sayısını 21’den 49’a çıkarmış vb. - Bu arada ev içinde imal edilen ürünlere vergi muafiyeti getirmiş; - Anayasa değişikliğiyle kadınlara “pozitif ayrımcılık” getirmiş (bu değişikliğin neye yaradığı hâlen anlaşılamadı…); - Kadın girişimciliğini teşvik için mikrokredi uygulaması başlatmış; - Şiddete Karşı Sözleşme’yi onaylayarak şiddet gören kadınların devlet korumasına alınmasını sağlayan bir yasa çıkarmış; - Kendi kadın milletvekili ve yerel karar alma organlarına katılan kadın sayısını arttırmış… Tabii, bu icraatların sıralandığı site güncellendiğinde, herhâlde “esnek üretim düzenlemeleri”, “4+4+4 zorunlu eğitim” vb. icraatlar da eklenecektir. Epi topu bu… Millî geliri 2002-2011 arasında 230 milyar dolardan 736 milyar dolara çıkartıp dünyanın en büyük 16. ekonomisi hâline gelmekle, aynı dönemde ihracatta 36 milyar dolardan 114 milyar dolara bir artış sağlamakla; müteahhitlerin yurtdışı gelirlerini 1.5 milyar dolardan 14 milyar dolara, özelleştirme gelirleriniyse 8 milyar dolardan 34 milyar dolara çıkarmakla; buna karşılık Kurumlar vergisi oranını yüzde 33’den yüzde 22’ye indirmekle; dünyanın İnsansız Hava Aracı üreten 3. ülkesi olmakla… övünen bir iktidar için; doğrusunu isterseniz bir hayli zayıf bir icraat listesi… Bir başka deyişle, AKP’nin böbürlendiği “büyüme”den, ülke nüfusunun yarısını oluşturan kadınların payına “teselli mükafatı” bile düşmüş değil -AKP’nin kendi propagandasına göre… Şimdi dilerseniz, “bu” durum tahtında, “Türkiye’den kadın “manzaraları”nın ne olduğuna, ya da iktisaden neo-liberal, sosyo-kültürel açıdan “neo-muhafazakâr” AKP’nin Türkiyesi’nde kadın olmanın ne anlama geldiğine bir de “pembe gözlüksüz” bakalım. Hatta bu bakışımızda, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın hazırladığı bir rapordaki verileri temel alalım… Bakanlığın 2012 yılında hazırlattığı, ‘Türkiye’de Kadının Durumu-Nisan 2012’ başlıklı rapor, 1990 yılında her 10 kadından dördünün iş gücüne katılırken AKP döneminde bu rakamın üçe gerilediğini ortaya koyuyor. Rapora göre kentlerde kadınların yüzde 25’i, kırsalda ise yüzde 38’i iş gücüne katılmakta, ancak kırsaldakilerin yüzde 80’i ücretsiz aile işçisi olarak çalıştırılıyor. Dahası, istihdamdaki kadınların yüzde 58’i ücretsiz aile işçisi olarak da çalıştırılmakta... Kayıt dışı çalıştırılma Türkiye genelinde yüzde 43 iken, 2000 yılında kırsaldakilerin yüzde 74’ü, 2011’de yüzde 66’sı kayıt altına alınmadı. Bizatihî bakanlığın raporuna göre istihdamda durum böyle. Ama dilerseniz biz bu kalemi biraz daha ayrıntılandıralım. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) işgücü anketleri, kadınların işsizlik ve güvencesiz çalışma oranlarının giderek yükseldiğini ortaya koyuyor. DİSK-AR’ın araştırmalarına göre, işsizlik oranının yüzde 10.1’le yeniden çift haneye çıktığı aralık ayında, kadınlarda işsizlik oranı 1.4 puan artışla yüzde 11.9’a yükseldi. Aynı dönemde erkeklerde işsizlik oranı 0.1 puan azaldı. Bir yıl içinde ortaya çıkan her 100 yeni işsizden 91’ini kadınlar oluşturdu. (…) Hükümetin ‘kayıtdışı çalışmanın giderek azaldığı’ yönündeki açıklamalarının da kadınlar için geçerli olmadığı görüldü. Bir yıllık sürede kayıtdışı çalışan kadınların sayısı 190 bin kişi yükseldi, erkeklerde ise 219 bin kişilik azalma görüldü. İstihdama yeni dahil olan kadınların yüzde 35’i kayıtdışı çalıştığını bildirdi.[2] (…) Türkiye’de istihdamın yüzde 30’u kadınlardan, yüzde 70’i erkeklerden oluşuyor. Bu dengesizlik, ‘iş bulma umudu kalmayanlara’ bakıldığında yok oldu. İş bulma umudu kalmadığını belirten 2 milyon 69 bin kişinin yüzde 52’sini kadınlar oluşturdu. Umudu kalmadığı için iş aramayan, bu nedenle işsiz sayılmayan kadınlar da eklendiğinde kadın işsizliği oranı yüzde 11.9’dan yüzde 22’ye çıkıyor. “Peki ya eğitim” mi? Rapora göre Türkiye’de okuma-yazma bilmeyen kadınların sayısı 2 milyon 617 bin 566 iken bilenlerin sayısı 29 milyon 876 bin 706. 6-24 yaş grubunda ise okuma-yazma bilmeyen 72 bin kadın bulunuyor. Ayrıca kadınların 8 milyonu ilkokul, 5 milyonu ilköğretim, 1 milyonu ortaokul ve dengi, 5 milyonu lise ve dengi, 2 milyonu yüksekokul ve fakülte, 163 bini yüksek lisans, 46 bini doktora eğitimi gördü.[3] Rapor, AKP iktidarının kadınların siyasete katılımında da anlamlı bir değişiklik yaratamadığını ortaya koymakta. Politikanın “vitrini” sayılan parlamentodaki kadın sayı ve oranındaki artış bir yana,[4] KADER verileriyle destekleyecek olursak, 2012 yılında, - Hükümetteki 26 bakandan 1’i, - 2924 belediye başkanının sadece 26’sı, - 34 210 muhtardan 65’i, - 81 valinin 1’i, - 450 vali yardımcısının 10’u, - 103 rektörden 5’i, - 185 büyükelçiden 21’i kadın, - 26 müsteşar arasında -ve 261 bölge müdürü arasında hiç kadın yok, - BDDK, Yargıtay, Sayıştay başkanlıklarında hiç kadın yok, - DİSK, TÜRK-İŞ, HAK-İŞ, KAMU-SEN, MEMUR-SEN, TOBB, MÜSİAD, TZOB, TESK yönetim kurullarında hiç kadın yok. Kadın kamu görevlilerinin oranı ise hâkim ve savcılarda yüzde 24, müfettişlerde yüzde 7, din görevlilerinde yüzde 5, teknik personelde yüzde 26, bilgi işlemde yüzde 37, şeflerde yüzde 38 oranlarında seyretmekte. - Kamuda genel müdürlük makamının 156’sında erkekler, 9’unda kadınlar oturuyor. Durum BM Kadın Birimi’nin de dikkatinden kaçmamış olmalı ki, Parlamentolararası Birlik ile ortaklaşa hazırladığı “2012 Siyasette Kadın Haritası”nda Türkiye 550 sandalyeli Meclisi’nde 78 kadın milletvekiliyle 88., kadınların kabinede temsilinde yüzde 4’lük oranıyla 90. sırada yer almakta. Ve nihayet, şiddet… Raporun şiddet bölümünde ise kadınların yüzde 39’unun eşi, yüzde 44’ünün hayatının bir bölümünde, yüzde 16’sının cinsel, yüzde 42’sinin fiziksel ve cinsel şiddete uğradığı açıklanmakta… Her 10 kadından biri hamileyken fiziksel şiddet görüyor. Kadınların yüzde 42’si fiziksel veya cinsel şiddete maruz kaldığını belirtirken eğitim düzeyi daha yüksek olan kadınlar arasında bile her 10 kadından üçü eşinden şiddet görüyor. Buna karşılık, sığınma evlerindeki artış sayısı, iki yılda yalnızca yedi. Evet, evet, yarıya yakını yaşamında en az bir kere fiziksel şiddeti yaşamış Türkiyeli kadınların şiddet karşısında devletin sağladığı sığınabilecek mekân sayısı, yalnızca 72! Tüm bu (Aile ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın raporuyla teyid edilen) veriler ise, Türkiye’yi Dünya Ekonomi Forumu’nun “Küresel Cinsiyet Uçurumu Raporu”nda, 135 ülke arasında sondan 12’nci sıraya yerleştiriyor. Rapora göre, kadının ekonomiye katılımı ve fırsat eşitliğinde Türkiye 135 ülke arasında 129’uncu sırada yer almaktayken, kadının eğitime katılımında, 135 ülke arasında 108’inci sırada bulunuyor. Görüldüğü üzere, sorun “çalışan kadınlara ücretsiz tüp bebek tedavisi sağladık”, “süt iznini uzattık” (ekleyelim: “Süt bankası kurduk”!), “mikrokredi dağıttık”[5] demekle geçiştirilemeyecek kadar çaplı ve boyutlu…
* * *
Yine de yanıltıcı bir görüntü sunmak istemiyorum. Tüm bu sıraladıklarım, AKP’nin “kadın icraati”nin bir “göz boyayıcılık”tan ibaret olduğunu, onun tutarlı, tutunumlu bir “kadın politikası”ndan yoksun olduğu anlamına gelmiyor. Aksine, AKP’nin kendi içinde tutarlı, tutunumlu bir “kadın politikası” var. Ve bu, uluslar arası kuruluşların Türkiye’nin iktidar partisine bu alanda yönelttiği eleştiriler ne olursa olsun, küresel “neo-liberal proje” ile örtüşüyor. Örneğin AKP iktidarı, uysal ve ucuz bir işgücü kaynağı olan kadınların “serbest piyasa ekonomisi” için önemli bir “girdi” oluşturduğunu sezinlemiş durumda. Bu nedenledir ki, Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Enstitüsü (KESK-AR) tarafından hazırlanan Türkiye’de ‘Kadın İstihdamı Raporu’na göre, Türkiye’de “okuma yazma bilen fakat bir okul bitirmeyen, işgücü içinde yer alan kadınların sayısı 2000 yılında 24 bin iken, bu sayı 2011 yılında 159 bine yükseldi. “Türkiye’de bir yılda işsiz kalan kişilerin yarıdan fazlasını (yüzde 53), yüksekokul mezunu kadınların oluşturduğu düşünüldüğünde, AKP iktidarının, en azından son yıllarında, ‘vasıflı’ya kapıyı gösterirken, vasıfsız ve ucuz kadın işgücüne yönelmekte olduğunu gösteriyor. Son dönemlerde gündeme getirilen ve kadın istihdamını ‘aile hayatı ile uyumlu’ kılacağı ‘müjdelenen’ ‘güvenceli esneklik’ modeli de bu eğilimin verdiği uçlardan bir başkasıdır sadece. Malum; ‘Esnek istihdamın iki temel şartı, işin devamlı olmaması ve ücretin bir günlük yevmiyeyi değil, çalışılan saati içermesi. Bu temel şarta bağlı olarak, esnek istihdam çağrı üzerine çalışma, evden çalışma, yarım zamanlı çalışma, işin tamamlanmasına kadar çalışma gibi biçimlere sahip. Hatta işçinin başka işverenlere kiralanması (ödünç iş verme) dahi söz konusu. Bütün bu düzenlemeler, işverenler için daha az ücret ödeme imkânı, buna karşılık birim saatte daha fazla değer (kâr) elde etme fırsatı demek. Hiç kuşkusuz bütün bu sürecin arka planında kapitalist ekonominin bütün dünyada rekabet koşullarının sertleşmesi ile hızlanan ihtiyaçları var. (…) Türkiye’de de işverenlerin daha düşük ücretli, daha korunaksız, daha kolay denetlenebilir emek ihtiyacının gerek kriz gerek rekabet koşullarının yoğunlaşmasıyla artması, kadın emekçi istihdamına ihtiyaçlarını da yükseltti. Ekonomik kriz 2009’da emek piyasasına kitlesel işsizlik biçiminde yansıdığında, kadın emekçilerin üretim sürecine dahil olma istekleri de yoğunlaşmıştı. Bütün bunlar, şehirlerde (tarım dışında) kadınların istihdamdaki payının son 10 yılda yüzde 20’den yüzde 26’ya yükselmesine, imalat sanayiinde çalışan kadın sayısının 250 bin kişi artarak 2012’de 900 bine çıkmasına yol açtı. Tarım kesimi de dahil edildiğinde 10 yıl önce yüzde 24 olan kadınların istihdamdaki payı 2012’de yüzde 30 oldu (TÜİK İstihdam verileri).”[6] Öte yandan, günümüzde “ana akım medya”yı oluşturan “muhafazakâr/yandaş” gazete ve TV kanallarının erkek kahramanlarının sık sık “Tabii, kadın hin-i hacette çalışsın, ama fıtratına uygun işlerde, tercihan da evinde çalışsın. Ama kadının çalışması arızî olmalı” yolundaki “fetva”ları da, “Üç çocuk doğurun, o da yetmez beş çocuk doğurun” yollu “nush”lar da salt Türk muhafazakârlığının kadınlara yönelik “kara propagandası”ndan ibaret değil. AKP, küresel sermayenin yeni patronlarıyla birlikte, “Kadın Devrimi”nden ricat etmiş, kendisini aile içerisinde konumlandıran ve ne iş yaparsa yapsın, öncelikle “evinin/ailesinin kadını” olarak tanımlayan kadınların, 1970’li yılların “Kadın devrimi”nin biçimlendirdiği talepkâr, mücadeleci, örgütlenmeye yatkın, dolayısıyla da “yüksek maliyetli” kadınlara göre çok daha tercih edilir olduğunu sınıfsal içgüdüsüyle sezinlemiş bulunuyor. Yalnızca düşük ücretlere, uzun çalışma saatlerine, sonunda kapıya konulacaklarını bildikleri süreli işlere, sosyal güvencesizliğe razı oldukları için değil. Aynı zamanda, toplumsal olarak karşılanmaları sosyal bütçeleri kabartacak “iş”leri “fıtratları”nın (yemek, bulaşık, temizlik, çocuk/ hasta bakımı vb.) gereği olarak, bedelsiz ve gönüllüce üstlendikleri için de… İktidar partisinin küresel “Kadın karşı-devrimi”ne hevesle yazılması, bu nedenle salt “kitaba uygunluğu”ndan ya da şişirilmiş “erkek egosu”nun işine öylesinin daha çok gelmesinden dolayı değil.
* * *
Neo-liberalizm, gerçekten de dünya kapitalist sistemin tarihinde, yarın-öbür gün tersine dönecek bir salınım fazından ibaret değil. Hatırı sayılır miktarda bir işçi sınıfı/emek cephesi direnişini tarih sahnesine davet eden ve bu direnişin emekçi insanlığa önemli kazanımlar sağladığı bir evreyi sonlandırarak, kendi elleriyle oluşturduğu modernist paradigmayı yerle bir etti… “ Akıl, örgütlülük, sekülarizm, İnsan hakları, kadın hakları, sosyal haklar, bilimin öncülüğü vb.” tüm getirileriyle birlikte. İnsanlığın hiçbir kazanımının, hatta bizatihî yaşamın “kâr, daha fazla kâr!” düsturu karşısında hiçbir anlam ve önem taşımadığını ilan etti dosta düşmana… Ve tüm bir kapitalizm tarihi boyunca tarihin çöp sepetine atmakla böbürlendiği primordialism’i, (“ilkselcilik” mi desek?) yeniden başköşeye yerleştirdi: sınır tanımaz bir sınıfsal bencillik ve hoyratlık, formel/sınıfsal örgütlenmelerin yerine cemaatçiliği ikame eden obskürantist bir muhafazakârlık, dine dönüş… 2013 1 Mayıs’ına giderken kadınlar coğrafyamızda ve yerkürede bu gelişmenin mağdurları arasında yine birinci sırada yer alıyor… 22 Mart 2013 09:24:27, Ankara.
N O T L A R [*] Kaldıraç, No:142, Nisan 2013… [1] Arnavut Atasözü. [2] Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından yayımlanan istatistiklere göre, Türkiye’deki 3 milyon 759 bin ücretsiz aile işçisinin yüzde 71’i yani 2 milyon 681 bini kadın. Bunların da yüzde 94.6’sı kayıt dışı. Toplam kayıt dışı çalışanların yüzde 73’ü kadın. (Mustafa Çakır, “Lafa Gelince Baştacı Ama...”, Cumhuriyet, 7 Aralık 2012, s.6.) [3] Bu veriler, araştırmacı Adil Gür’ün Milliyet gazetesi için yaptırdığı “Kadına yönelik şiddet” konulu araştırmada da onaylanmakta. Adil Gür’ün kimi verileri şöyle: - 18 yaşından büyük her 100 kadından 10’u okur-yazar değil. Araştırmaya katılanların yüzde 9.8’i okur yazar değil, yüzde 3.6’sı diplomasız okur, yüzde 33.6’sı ilkokul mezunu, yüzde 13.6’sı ortaokul mezunu, yüzde 30.4’ü lise mezunu, yüzde 9’u ise üniversite mezunu. - 44 yaş üzeri her 100 kadından 20’si okur-yazar değil. - Güneydoğu’da 18 yaş ve üzerindeki kadınların yüzde 28.8’i, Doğu Anadolu’da yüzde 26.6’sı, Akdeniz’de ise yüzde 15.9’u okur-yazar değil. Bu oran Karadeniz’de yüzde 7.3, İç Anadolu’da 6.6, Marmara’da 3.1 ve Ege’de 3.1. - Üniversite mezunu en çok Marmara Bölgesi’nde. Araştırmaya Marmara bölgesinden katılan ve üniversite mezunu olanların oranı 12.4. Marmara’nın ardından Ege (9.7), İç Anadolu (8.7), Akdeniz (8.7), Karadeniz (8.7), Doğu Anadolu (4.2), Güneydoğu (2.7) bölgeleri geliyor. - Türkiye’de kadınların yüzde 61.8’i ev kadını, yüzde 10.3’ü öğrenci, yüzde 7.6’sı ise işsiz. (“10 Kadından Biri Okur-Yazar Değil”, Milliyet, 9 Mart 2012, s.17.) [4] Unstats verilerine göre, kadınların parlamentodaki yüzde 20’nin altında kalan temsil oranıyla (yüzde 14) Türkiye, “bir ‘dördüncü lig’ ülkesi. Bu sıralamada Türkiye, İsrail, Fransa, Endonezya, Birleşik Arap Emirlikleri’nden de geride. Türkiye’de siyasette azınlıkta kalan kadın, toplumdaki karar vericiler arasında da azınlıkta. Üst bürokraside, şirket yönetiminde kadınların payı yine BM verilerine göre yüzde 10’dan ibaret. Türkiye, BAE, Umman, S.Arabistan, Mısır, Bahreyn gibi kadını ikinci sınıf sayan ülkeler ile aynı kümede. Buna karşılık kadınların yönetici seçkinler arasındaki oranı Filipinler’de yüzde 55, ABD’de yüzde 43, çoğu AB ülkesinde de yüzde 38-40 dolayında.” (Mustafa Sönmez, “Kadına Saygıda Üçüncü Sınıfız...”, Cumhuriyet, 7 Mart 2012, s.10.) [5] Merak edenler için belirteyim, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün’ün açıklamasına göre, bakanlığının eğitim ve mali destek sağlamasıyla ev kadınlığından “patron”luğa “terfi eden” kadın sayısı: 3000! (Meltem Özgenç, “3 Bin Ev Hanımı Patron Oldu”, Hürriyet, 8 Mart 2013, s.13.) “Darısı geri kalan 12.2. milyon ev kadınının başına!” diyelim mi? [6] Erhan Bilgin, “Kadın İstihdamı Artacak Ama...”, Radikal İki, 17 Mart 2013, s.10.
Yorum Ekle