“Gülemiyorsun ya, gülmek Bir halk gülüyorsa gülmektir.” [2] Evvelsi gün nöbetçi mahkeme, Emniyet’in kimbilir hangi gerekçelerle ...
“Gülemiyorsun
ya, gülmek
Bir halk
gülüyorsa gülmektir.”[2]
Evvelsi gün nöbetçi mahkeme,
Emniyet’in kimbilir hangi gerekçelerle son 15-20 gündür Ankara’da protesto
gösterilerine katılan on binlerce gösterici arasından “cımbızla” seçtiği 26
gençten 22’sini tutuklayarak cezaevine sevk etti.
İbrahim, Tamer, Mazlum, Yoldaş,
Hazal, Erdal, Şahin, Batuhan, Mert, Gizem ve diğerleri; her haksızlığın, her
ihlâlin, devlet güçlerinin işlediği her insanlık suçunun yorulmak bilmez
protestocuları, yani Yüksel Caddesi’nin o aydınlık yüzlü isyankâr çocukları,
öyle görülüyor ki bir süre aramızda olamayacaklar.
Evet, evet, onları tanıyorsunuz:
gözlerinde hiçbir baskının, hiçbir tehdidin karartamadığı ışıltılarla burada itirazlarını
haykırır, gazetelerini satar, imza toplarken görmüş olmalısınız çoğunu.
Zaten onbinlerce protestocu
içerisinden seçilip aramızdan alınmalarının nedeni de onların bu aşinalıkları.
Şu an bizleri izleyen, filme
alan, sözlerimizin, sloganlarımızın, türkülerimizin notunu tutan Ankara
Emniyeti, Haziran başında hiç beklemedikleri bir şekilde patlak veren,
hazırlıksız yakalandıkları halk kalkışmasının intikamını onlardan almayı seçti.
Daha doğru bir deyişle, bu genç dostlarımız,
Haziran 2013 kalkışmasına öfkesini meydan meydan dolaşarak haykıran,
göstericiler hakkında olmadık tezvirata başvuran, iftiralar atan, “camide içki
içildi, ahlâksızlık yapıyorlar, polis öldürdüler, yakıp yıktılar, darbe
yapacaklardı” yalanlarıyla dindar kitleleri kışkırtan, ve öfkesi bir türlü
yatışmayan başbakanın önüne kurban olarak atmak üzere seçildiler.
Hem de ne suçlamalarla… Şunlara
bakın:
“Halkı tahrik etmek;
devlet büyüklerine, başbakana ve
polise küfür etmek;
insan öldürmeye teşebbüs;
genel güvenliği tehlikeye sokmak;
Türk bayrağını yırtarak yakmak;
kamu malına zarar vermek;
yağma ve nitelikli hırsızlık
yapmak;
kimliği gizlemek için yüzü
tamamen kapatmak;
sövmek suretiyle bir memurun
şeref ve saygınlığına saldırmak;
işgal eylemi gerçekleştirmek,
seyahat özgürlüğünü engellemek…”
Hangi sapkın imgelemin ürünüdür
bu isnatlar?
Bu gençler hangi kirli polisiye
oyuna kurban edilmek isteniyor?
Tek suçları daha adil, eşitlikçi
bir kardeşlik dünyasını düşlemek olan çoğu üniversite öğrencisi gençler bundan
daha “canavarca” bir şekilde resmedilebilir mi?
Kim, hangi kara propaganda aygıtı
Hazal’ı, Tamer’i, Erdal’ı, Mazlum’u ya da tutuklanan gençlerden herhangi birini
“tahrikçi, yağmacı, hırsız, katil…” olarak damgalayabilir?
Emniyet ille de “tahrikçi”,
“katil”, “kimliğini gizleyen”, “seyahat özgürlüğünü engelleyen” birilerini
arıyorsa başka tarafa çevirsin bakışlarını.
Bu ülkenin başbakanı ve hükümet
üyeleri yıllardır “Üç çocuk doğursunlar, evde otursunlar” söylemleriyle
kadınları,
“Camide ibadet etsinler, Ebussud
Efendi’yle gurur duyuyoruz, üçüncü köprünün adı Yavuz Selim olsun” diye diye
Alevileri;
“Tıksırıncaya kadar içsinler”
çıkışıyla içki içenleri;
“Kürt sorunu yoktur, tek bayrak,
tek dil, tek din…” sözleriyle Kürtleri;
“Dindar ve kindar nesil
istiyoruz, kafası kıyak nesil, çapulcular, ” söylemiyle gençleri;
Nüfusun yüzde 25’ini sosyal
yardım kurumlarına bağımlı kılan neo-liberal politikalarıyla emekçileri;
Tahrik edip durdu…
YKM’nin önünde polis kurşunuyla
devrilen sevgili Ethem’in kanı kurumadı daha… Ethem’i vuran polis hâlâ yargı
önüne çıkartılmamışken, amirleri sorguda “duymadım, görmedim, bilmiyorum”u
oynarken, bu gençleri “adam öldürmeye teşebbüs” suçlamasını yöneltmek, alçaklık
değilse nedir?
Savcılığa gönderdiği fezlekede
kimliğini gizlemekten söz eden emniyet, halkı gaza boğarken kask numaralarını
örten polisler için bir fezleke düzenlemeyi düşünüyor mu acaba?
Ve gaz stokunu 15 günde yolu
Taksim’e, yolu Kızılay’a, yolu Gündoğan’a ya da ülkenin diğer meydanlarına
düşen herkes, çocuklar, hastalar, turistler, yaralılara yardım eden
sağlıkçılar, avukatlar üzerinde tüketen, gaz bombalarını caydırıcı değil,
yaralamaya yönelik silah olarak kullanan, göstericiler üzerine kimyasal su
sıkan, üç göstericiyi öldüren, onlarcasını sakatlayan, binlercesini yaralayan
polis, bu gençlerin “genel güvenliği tehlikeye soktuğu”nu iddia ederken bizimle
dalga mı geçiyor?
* * *
Bu yolunu şaşırmışlığın, bu
paniğin, bu hezeyanın bir nedeni var elbet.
Haziran kalkışması, bu ülkenin
egemenleri üzerine bir karabasan gibi çöktü.
“Nasıl olsa medya kontrolümüzde;
nasıl olsa yargıyı sultamız altına aldık; nasıl olsa liberal aydınları
kendimize ram ettik; nasıl olsa yoksulları, işsizleri, varoşları erzak
dağıtarak susturuyoruz; nasıl olsa uluslar arası finans kuruluşları ve büyük
sermaye bizi destekliyor; nasıl olsa bize boyun eğmeyen üç-beş marjinali
kurduğumuz polis devletinde her an derdest edebilecek güce sahibiz…”
rehavetindeki iktidarı, gafil avladı.
İnsanlar yaşam alanlarının
yağmalanmasına, hayatlarına nizam intizam vermeye kalkışan hotzotçuluğa, halkı
hergün daha yoksullaştıran, emekçilerin kazanımlarını bir bir ellerinden alarak
onları taşeronlaşmaya mahkûm eden, işsizlik tehdidiyle terbiye etmeye kalkışan
neo-liberal talan düzenine karşı ayaklandılar.
AKP’nin 12 yıllık iktidar oyunu
bozuldu.
Çünkü ezilen yığınlar, sokağın
tadını aldılar bir kere.
Bakın, geçtiğimiz günler içinde
milyarlarca dolar kaçtı ülkeden.
Borsa sallandı, dolar tavan
yaptı…
AKP iktidarının, sıcak parayla
günü kurtarma politikasının ucu göründü velhasıl.
Kriz, artan bir şiddetle kendini
hissettirmekte.
Ancak bu kez, yoksulluğa ve
yoksunlaşmaya karşı meydanlarda direnmeyi öğrenen bir halkı bulacaklar
karşılarında.
Bakalım meydanlardaki yüzbinlerin
acısını tutuklattığı genç insanlardan çıkartmaya kalkışan iktidar, açlar,
işsizler, yoksullar sokaklara döküldüğünde ne yapacak…
Evet dostlar, Haziran başından
beri haykırıyoruz ya: “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!” diye…
Gerçekten de bu daha başlangıç…
Artık yalnız meydanlar değil,
işyerleri, mahalleler, sanayi siteleri, parklar birer mücadele alanı…
Bakın, bugüne dek korku ve
kayıtsızlığa teslim insanlar, üzerlerine serpili ölü toprağından silkelenip
konuşmaya, tartışmaya, örgütlenmeye başladılar.
Kuşkusuz kolay olmayacak. İktidar
güçleri, şiddeti tırmandıracaklar...
Ama ekmek ve özgürlük
mücadelesini, gazla, copla, tazyikli suyla, mermiyle boğamayacaklar.
Eninde sonunda kazanan halk
olacak.
Bu “Anadolu Ya Basta!”sını
neo-liberal kapitalizmin cenderesine karşı mücadele eden dünya halklarına
armağan edeceğiz hep birlikte.
Bu güven ve bu coşkuyla hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
23 Haziran 2013 12:14:53, Ankara.
N O T L A R
[1] Kaldıraç
Dergisi’nin 23 Haziran 2013’de Ankara Konur sokakta düzenlediği “Direniş
Ezgileri ile Konur Sokaktayız” etkinliğinde yapılan konuşma… Kaldıraç,
No:145, Temmuz 2013…
[2] Edip Cansever.
Yorum Ekle