“Kralların kutsal olduÄu, antropolojik ve tarihsel bir malumun ilamıdır; ne ki onlar ƶyle doÄmazlar; ancak hükmettikleri eliyle kutsal...
“Kralların kutsal olduÄu, antropolojik ve tarihsel bir
malumun ilamıdır; ne ki onlar ƶyle doÄmazlar;
ancak hükmettikleri eliyle kutsallaÅtırılırlar.”[2]
“Din” ile “iktidar” iliÅkilerini, konu baÅlıÄındaki “iktidar” kavramının farklı yorumları ƧerƧevesinde farklı biƧimlerde ele almak mümkün, kuÅkusuz: günlük yaÅamın kılcal damarlarına nüfuz etmiÅ gündelik iktidar iliÅkilerinin din tarafından tahkim ediliÅ tarzı; bizatihĆ® dinsel iktidar (ve hiyerarÅi) biƧimleri ya da siyasal iktidar ile din iliÅkileri.
Ben bu tebliÄde belki daha konvansiyonel, ve hiƧ kuÅku yok ki daha “demode” bir tercihle, üçüncü yolu, yani din ile siyasal iktidarın birbiriyle iliÅkileniÅ tarzlarını irdelemeyi yeÄliyorum. Neden mi?
Ćncelikle, iktidar üzerine kafa yoran Marksist hattın hemen tüm varyantları gibi, siyasal iktidarın salt zora dayanarak sürdürülemez olduÄunu, iktidar iliÅkilerinin sürdürülmesinde ister “ideolojik aygıt” olarak nitelensin, ister “hegemonya” denilsin, ideolojik/kültürel bir boyutun kaƧınılmaz, aslĆ® ve zorunlu olduÄunu düÅünüyorum.
Ve bununla baÄlantılı olarak, mevcut iktisadĆ®-siyasal koÅulları sürdürmek ya da deÄiÅtirmek adına devinime geƧirebilecek güçlü tarihsel-simgesel birer bagaja denk düÅen, bu nedenle de duygu yükü, simgesel haznesi, iƧerdiÄi ƧaÄrıÅımlar ve kimlik-biƧimlendirici ƶzellikleriyle, sınırlı bir tarihe ve coÄrafi alana sahip laiklik/sekülarizm (nihayetinde sekülarizm/laiklik Batı coÄrafyasında 2-300 yıllık bir tarihe sahiptir) karÅısında, Ƨok daha avantajlı olan dinin bu ideolojik/kültürel misyon iƧin en uygun kalemi oluÅturduÄunu ileri sürüyorum.
“Siyasal yaÅamın dıÅına sürüldü”, “kiÅisel vicdanlara gƶmüldü”, “yerini aklın egemenliÄine bıraktı”, denilen bir ƧaÄda, dinsel tezahürlerin küresel siyaset arenasında yeniden suyüzüne ƧıktıÄı ve siyasal retoriÄin bir kez daha dinsel sƶylemlerin gƶlgesine sıÄındıÄı 20. yüzyıl sonu ve 21. yüzyıl baÅlarını yaÅadıktan sonra bƶylesi bir iddianın karÅılıksız olduÄunu kim sƶyleyebilir ki?
Hele ki kiÅi dinsel referanslı bir muhafazakĆ¢rlıÄın yeni-Osmanlıcı yƶneliÅlerle elele verdiÄi, burƧların İmam-hatip ƧıkıÅlı bürokratlarca bir bir teslim alındıÄı, bir zamanlar “laikliÄin kalesi” olan Türkiye’de yaÅıyorsa?
* * *
Din-(siyasal) iktidar iliÅkilerinden sƶz ederken ilk elde vurgulanması gerekenlerden biri, din(ler) ile dinsel kavrayıŠve tahayyüllerin monolitik bir bütün teÅkil etmediÄidir. Binyıl(lar)ı aÅan tarihleri iƧerisinde dinsel referanslar hem kapsadıkları toplumsal-kültürel kendiliklerin meÅrebince, hem etkiledikleri toplumsal sınıfların konumları ve talepleri, hem de tarihsel koÅullara gƶre deÄiÅikliÄe uÄramıÅ, farklı biƧimlerde anlaÅılmıÅ/ anlamlandırılmıÅtır.
Åu hĆ¢lde din-iktidar iliÅkisi, ezen-ezilen/sƶmüren sƶmürülen sınıflar arasındaki iliÅkilerinin mahiyetine baÄlı olarak Ƨifte (hatta belki de üç) veƧheli olarak tezahür etmektedir. RiviĆØre (2005: 175), bu iliÅkinin biƧimleniÅinde madun kitle ya da sınıfların din ile kurduÄu iliÅkilerin mahiyetinin oynadıÄı rolü vurgulayarak bu iliÅkinin üç olası biƧimini Åƶyle sıralar:
- İktisadĆ® aƧıdan sıkıntıda ya da kimlik krizindeki toplumlarda MesihƧi hareketlerin, yeni dinsel hareketlerin ve tarikatların ƧekiciliÄi. RiviĆØre’e gƶre din, bu gibi durumlarda gruba bir kimlik referans ƧerƧevesi sunarak, bir cemaate baÄlanma duygusu yaratıp biliÅsel uyumsuzluklarının Ƨƶzümünü sunabilmektedir.
- Sınıf karÅıtlıklarının daha aƧık ve daha yalın olduÄu durumlarda, din alt sınıfların toplumsal protestolarını ifadede kullanılabilmektedir (Thomas Münzer, KurtuluÅ teolojisi vb.)
- Egemen sınıfların hegemonyayı daha esnek biƧimlerde tesis edebildiÄi koÅullarda, halk inanƧları egemen sınıfların dinsel ƶÄretilerine meczolmakta, bu durumda kendisine tahammül eden resmĆ® dine destek olan bir halk dinselliÄi ortaya Ƨıkabilmektedir (evliya kültleri vb.)
Ezilen/sƶmürülenlerin din ile iliÅkileniÅ biƧimleri, aynı zamanda din ile iktidar arasındaki iliÅkilerin alabileceÄi biƧimleri de etkilemektedir. Henri Desroch (akt. RiviĆØre 2005: 176), Sociologies religieuses’de dinin siyasal iktidarla kurabileceÄi üç iliÅki tarzını Åƶyle sıralamaktadır:
- Din, doÄrulayıcı olarak statükoyu meÅrulaÅtırır ve rejimle bütünleÅme etkeni rolünü oynar.
- Modernist bir hareket kadük sayılan bir geleneÄe karÅı ƧıktıÄında ya da entegrist bir itiraz kƶtücül sayılan bir ilerlemeye karÅı direndiÄinde gƶrüldüÄü üzere bir itiraz unsuru olarak iÅleyebilir.
- Kimi durumlarda da protesto iÅlevi üstlenebilir. Desroch’a gƶre bƶylesi durumlarda din bƶlünme ya da yıkıma yol aƧabilir.
Bir baÅka deyiÅle dinsel ƶÄreti ve pratikler, toplum iƧerisindeki sınıflar arasındaki iliÅkilerle, dengelerle baÄlantılı olarak, siyasal iktidara destek olacak tarzda yorumlanabilir/icra edilebilir; onunla cepheden ƧatıÅmaya girmeksizin bir itirazlı bir dayanıÅmayı sürdürebilir, ya da kurulu düzenin tümüyle karÅısında yer alabilir. Bu tebliÄde tüm bu olasılıklar iƧinde dinin siyasal iktidarların kurumsallaÅması ve meÅrulaÅmasında üstlenebileceÄi roller üzerinde duracaÄım. Ama ƶncelikle dinin “ne” olduÄu üzerinde biraz durmak gerekiyor.
Bu oldukƧa karmaÅık olan “tanımlama” giriÅiminde, din sosyolojisinin temel sorusunu “Din, belirli tarihsel koÅullarda, tikel toplumsal yapılara sahip toplumlarda nasıl toplumsal yeniden üretim etkeni olabilir?” olarak formüle eden FranƧois Houtart’ın (2006: 34) yaklaÅımı, konumuza iliÅkin aƧıklayıcılıÄı nedeniyle ƶzellikle yararlı gƶrünüyor.
Houtart’a gƶre din bir “temsiller sistemi”dir: doÄaüstüne gƶnderme yapan toplumsal olgular, insan aktƶrlerin dünya ve kendilerine iliÅkin temsiller sistemi. Bir baÅka deyiÅle,
dinin sosyolojik incelemesi iki boyutu varsaymaktadır: din idealiteler alanına dahildir, yani insanların kendilerine ve dünyalarına iliÅkin temsilleri alanına. Bu temsiller, gerƧekliÄi zihinde inÅa etme tarzıdır. İnsan zihni daima onu yorumlayarak gerƧeklik üzerine entelektüel bir ƧalıÅma gerƧekleÅtirmektedir. Ancak bu ƧalıÅma toplumsal ve kültürel bir boÅlukta gerƧekleÅmez. Temsiller her zaman toplumsal aktƶrlerin somut tarihsel koÅulları iƧerisinde inÅa edilir.
Houtart’a (2006: 35-38) gƶre dinin temsilleri, “doÄaüstü”ne iliÅkindir. [Ancak sosyoloji “doÄaüstü”nün ne olduÄunu tanımlamakla yükümlü deÄildir. “DoÄaüstü” dedikleri Åeyi tanımlama iÅini, incelediÄi insan topluluklarına bırakacaktır.]
Houtart iƧin “temsil”, temel bir insan yetisidir. İnsanın temel ƶzelliÄi, gerƧekliÄin bu temsillerini bir temsiller dünyası oluÅturacak kertede inÅa etmektir; insan bu temsiller dünyası sayesinde doÄal ve toplumsal Ƨevresinde konumlanabilmektedir. Dolayısıyla her bir temsil (ya da bilinƧ, kültürel Åema, fikir vd.) topluluklarının toplumsal gerƧekliÄiyle baÄlantılıdır. Temsiller somut, tarihsel olarak konumlanmıŠinsan zihninin (mente) ƧalıÅması aracılıÄıyla biƧimlendikleri iƧindir ki, toplumsal sınıflara gƶre farklılaÅmaktadır. Yani aynı gerƧeklik tüm sınıflarda aynı biƧimde temsil edilmez. HiƧ kuÅku yok ki bu durum, dinsel temsiller iƧin de geƧerlidir.
Houtart iƧin temsiller diyalektik karakter arz eder: İnsan topluluklarının, bireysel ya da kolektif zihnin ürünü olmakla birlikte, toplumsal aktƶrlerin pratiklerini etkilerler. ĆrneÄin toplumsal yapılara iliÅkin temsiller, aynı zamanda bu yapıların ya da aktƶrlerin pratiklerinin kuruculuÄunu ve yeniden üretimini üstlenmektedir. Yani:
“Toplumsal yapıları pratikleri aracılıÄıyla üretenler aktƶrler olsa da, onların toplumsal dünyaları, toplumsal gerƧeklikler bütünü hakkında sahip oldukları temsiller, pratiklerini etkilemektedir. Bir baÅka deyiÅle, temsiller kiÅilerin davranıŠtarzını etkiler ve bilinƧli ya da bilinƧsiz biƧimde, toplumun yapılarını inÅa eder, yeniden üretir ya da deÄiÅtirir.” (2006: 39)
Houtart iƧin temsiller, sınıflandırma, yorumlama, meÅrulaÅtırma, aktarım (sosyalizasyon) ve ƶngƶrme gibi insan faaliyetlerinin malzemesini oluÅturmaktadır.
İnsanların ürettiÄi temsiller arasında baÅat bir konum üstlenen dinsel temsiller ise, toplumlara insan-doÄa ve insan-toplum iliÅkilerini anlamlandırabilecekleri, yorumlayabilecekleri, aktarabilecekleri (ve de meÅrulaÅtırabilecekleri) bir ƧerƧeve sunmaktadır.
DoÄayla iliÅkinin tüm insan yaÅamının temelini oluÅturduÄu bilinir. Dinsel temsiller, insanın doÄa karÅısındaki muazzam kırılganlıÄına tekabül etmektedir. Houtart, gerek insanların doÄanın Ƨevrimine fazlasıyla baÄımlı oluÅundan, gerekse kiÅisel fiziksel durumu, yani hastalıklar nedeniyle yaÅam-ƶlüm ƧeliÅkisinin Ƨok vurgulu olduÄu durumlarda, dinsel kodların neredeyse münhasıran doÄayla iliÅkileri temsilde kullanıldıÄı gƶzlemlendiÄini vurgulamaktadır. (2006: 48) Ćstelik, temsiller salt aƧıklayıcı bir iÅlev üstlenmekle kalmamakta, aynı zamanda denetim araƧlarını da geliÅtirmeyi de hedeflemektedir. Bir baÅka deyiÅle dinsel temsiller hem entelektüel aƧıklama giriÅimine, hem de doÄayı denetim altına alma hedefine denk düÅer; kuÅku yok ki sƶz konusu olan, simgesel denetimdir. Ćünkü ƧeliÅkiler gerƧek alanında Ƨƶzüme kavuÅturulamadıÄında, Ƨƶzüm simgesel alanda aranmaktadır. Bir baÅka deyiÅle, üretim güçlerinin geliÅkinlik düzeyi rasgele gƶrüngülere karÅı kendini savunmaya yeterli olmadıÄında, bu tip temsillere baÅvurulmaktadır:
“Temsilin sabit unsuru gerek mitik, gerekse analitik-bilimsel düÅünce aƧısından doÄanın gerƧekliÄidir. DeÄiÅen, doÄa kuvvetlerinin iÅleyiÅ tarzıdır. Mitik (ya da analojik) düÅüncede insanların davranıŠtarzıyla doÄayı manipüle ettiÄi varsayılan güçlerin davranıŠtarzı arasında bir analoji kurulur. DoÄanın sabit, ne iyi ne kƶtü, nƶtr, ancak onun kuvvetlerini harekete geƧirmeye muktedir, insan benzeri kendiliklerce, insandan daha büyük bir kudretle manipüle edilen bir gerƧeklik olduÄu dinsel tipte temsiller bƶylece doÄarlar”. (Houtart 2006: 51-52)
Bƶylelikle insan-doÄa iliÅkileri sorunu, insanlarla doÄaüstü varlıklar, yani doÄa üzerinde etkimelerine olanak saÄlayan olaÄanüstü güçlerle donanmıŠvarlıklar arasındaki iliÅkiye dƶnüÅmektedir. Bundan bƶyle insan Ƨabası onların lütfuna mazhar olma ya da ƶfkelerinden kaƧınmaya yƶnelecektir.
Ancak Houtart, doÄa temsillerinin dolaylı bir toplumsal iÅlevi daha olduÄunu vurgulamaktadır. Kabile toplumlarında, Åaman/büyücü klan yetkesini meÅrulaÅtırıcı bir toplumsal iÅlevi yerine getirmektedir: bu doÄayla iliÅkilerin düzenlenmesinden daha ƶnemli bir roldür.
Bu rol, kritik insan-doÄa iliÅkilerini insan-insan iliÅkilerine, bir baÅka deyiÅle toplumsal iliÅkilere tercüme etmede iÅlevsel olduÄu iƧin kritik bir ƶnem taÅımaktadır.
Toplumun doÄasına (ya da yapısına) iliÅkin dinsel temsillerin toplumsal iliÅkilerin niteliÄine gƶre farklı biƧimler alabileceÄine yukarıda da deÄinilmiÅti; Houtart, bu olasılıkları üç hipotezde formüle etmektedir. Buna gƶre, toplumsal iliÅkiler eÅitlikƧi ve karÅılıklılıÄa dayalı olduÄunda, dinsel bir karakter yüklenmemektedir. Ćünkü bu tip iliÅkileri aƧıklamak ya da meÅrulaÅtırmak iƧin farklı bir düzleme baÅvurmak gerekmeyecektir. ĆrneÄin avcı-toplayıcı ya da hortikültüralist toplumlarda, toplumsal ƶrgütlenmenin temel biƧimi olan akrabalıÄın tanımlanması, dinsel terimleri gerektirmez; dinsel aƧıklama ve meÅrulaÅtırma ancak toplumsal gruplar arasındaki mübadele eÅitsiz bir biƧim aldıÄında devreye girecektir.
Bu nedenledir ki üretici güçlerin geliÅkinlik düzeyinin sınırlı olduÄu avcı-toplayıcı ya da küçük ƶlƧekli tarımcılarda dinsel temsiller, insan-doÄa iliÅkisi odaklıdır. Bu tip toplumlarda rastlanan ata kültleri atalara olan saygıyı temsil eder; bu, toplumsal düzenin yeniden üretimini ve toplumun iÅleyiÅ normlarına saygıyı güvence altına almaktadır.
Buna karÅılık, toplumsal eÅitsizlikler toplumun üretici faaliyetlerden ƶzgürleÅmiÅ bir kesiminin diÄerleri üzerinde, bir yandan artı deÄeri temellük ederken bir yandan da kurumsallaÅmıŠbir yaptırım uyguladıÄı, yani iktidar yapılarının aƧıÄa ƧıktıÄı toplumlarda toplumsal iliÅkilerin sürdürümü dinin meÅrulaÅtırıcı desteÄini gereksinir hĆ¢le gelir. İktidarın kutsallaÅtırılması bu momentte karÅımıza Ƨıkacaktır. “Åu hĆ¢lde dinsel referans, merkezĆ® ƶrgütlenme bir mübadelede normal gƶrünebilecekten daha fazla artı ürün massetmeye baÅladıÄında aƧıÄa Ƨıkar.” (Houtart 2006: 61)
Houtart’ın ikinci hipotezi, dinsel temsilin KarÅılıklılıÄa dayanmayan toplumsal iliÅkide ezilenlerin kendi üzerlerindeki tahakküme rızaları dahil tüm toplumsal grupların rızası sƶzkonusu olduÄunda, bir baÅka deyiÅle, egemen sınıfların toplum üzerinde hegemonya kurmaları sƶz konusu olduÄunda ortaya ƧıktıÄını ƶne sürer. Ancak rızaya dayalı tahakküm durumunda din, eÅitsizliÄi tanrıların iradesinin bir sonucu olarak gƶstermekle hegemonyayı saÄlamaktadır.
Houtart’ın üçüncü hipotezi ise, üretici güçlerin düzeyiyle ilgilidir: toplumsal üretim iliÅkisi, üretici güçlerin geliÅkinliÄinin üretim araƧlarının temellükünün bilinƧte insan faaliyetinin sonucu olarak gƶzükmesine elvermeyecek düzeyde olması durumunda dinsel terimlerde temsil edilir. Bƶylelikle kapitalizmin geliÅmesiyle bu durum deÄiÅecek, toplumsal eÅitsizlikler ilahĆ® iradenin bir tezahürü olmaktansa, insan iliÅkilerinin mahiyetinin bir sonucu olarak gƶzükecektir. Bir baÅka deyiÅle, düÅüncenin sekülerleÅmesinin zemini, kapitalizmin ÅafaÄında Batı Avrupa’da aƧıÄa Ƨıkacaktır.
Åu hĆ¢lde Houtart’a gƶre, iktidar iliÅkilerinin dinsel temsili, artı ürünün iktidar konumunu ele geƧirmiÅ bir sınıfƧa temellükünün kurumsallaÅtıÄı, ancak üretici güçlerin, bu durumun bilinƧte insan-insan iliÅkilerinin bir sonucu olarak yansımasını saÄlayacak düzeyde geliÅmediÄi toplumlarda ortaya Ƨıkmaktadır. GƶrüleceÄi üzere bu durumda iktidar iliÅkilerinin dinsel formlarla temsili, tarımsal üretimin artı-deÄerin esas kaynaÄını teÅkil ettiÄi geniŠölƧekli tarıma dayalı toplumlara münhasırdır.
Ancak insan-insan iliÅkilerinin dinsel imge ya da biƧimlerle temsili, dinin iktidar iliÅkilerini payandalamada araƧsal olduÄu tek olası biƧim deÄildir. 20. yüzyıl sonlarından itibaren deneyimlediÄimiz ve kimi yazarlarca “dinin geri dƶnüÅü” (McCaffrey 2009) ya da “Tanrı’nın intikamı” (Keppel 1993) olarak tanımladıÄı dinsel sƶylem ve eylemin uluslar arası siyaset sahnesinde yeniden boy gƶsteriÅi, dinin toplumsal-siyasal iktidarları payandalayıŠtarzlarını ƧeÅitlendirmiÅtir. Günümüzde “kutsal kral”lar kalmamıÅtır gerƧi; ya da siyasal iktidarların temel meÅruiyet kaynakları, “ilahĆ®” olmanın uzaÄındadır (temel yasalarını dinsel buyrultulara/kutsal kitaba dayandıran birkaƧ devlet dıÅında). Ancak dinsel iddia ve sƶylemler “seküler” yƶneticilerin konumlarını meÅrulaÅtırmalarında etkili olmayı hĆ¢len sürdürmektedir. Åu hĆ¢lde, dilerseniz, bundan sonra tarihsel bir perspektifle, dinin, ya da daha doÄru bir deyiÅle dinsel sƶylem ve pratiklerin “yeryüzündeki” iktidar iliÅkilerini meÅrulaÅtırma tarzları üzerinde duralım.
Kutsal Krallıktan…
BaÅlıca temsilcileri arasında de Heusch (2009)’un bulunduÄu Afrikanistler ile, ƧoÄunluÄu antik Ćn Asya (ve Mısır) devletlerinde iktidarın kutsallıÄı kaynaÄı konusunda ƧalıÅan Ćn Asyacılar arasında kuramsal ve terminolojik anlaÅmazlıÄa karÅın, krallıÄın kutsallaÅtırılmasının bu iki coÄrafyada aldıÄı farklı biƧimler de Heusch’un (2009: 20) “kutsal” ve “ilahĆ®” krallık tipleri arasında yaptıÄı ayırımı, anlamlı kılmaktadır.[3]
Esas olarak Sir James Frazer’a (Garster 1964) dayanan “kutsal krallık” kavramlaÅtırması, krala atfedilen üç ƶzellikle karakterize olmaktadır:
- Krallık doÄal ve insanĆ® dünyanın bereketiyle ƶzdeÅleÅtirilmiÅtir. KrallıÄın refahı, kralın bedenine ƶzdeÅtir; toplumun refahı bu bedenin yaÅlanmadan ya da hastalanmadan ƶnce gerƧek ya da simgesel olarak ƶldürülmesi ve yeni bir kralla (ya da kralın yenilenmiÅ gücüyle) ikame edilmesine baÄlıdır. (regicide: “kral ƶldürümü”)
- Kral uyruklarının “günah”larını masseder. Bu durumda, kendisini ve krallıÄı tehdit altına sokmamak iƧin sürekli olarak arınma ritüellerinden geƧmek zorundadır.
- Kral, sıradan insanlar iƧin geƧerli olan ensest tabusundan baÄıÅık olduÄu gibi, bereketle baÄlantılı iÅlevlerinin güvencesi sayılan “kutsal evliliÄin” (kız kardeÅ, kız evlat ya da anne ile gerƧekleÅtirilen cinsel iliÅki) tarafıdır.
Heusch (2009: 20), kralın bedeninin “hem doÄa hem de kültürel düzen üzerinde etkimeye yetili bir ƧeÅit canlı fetiÅe dƶnüŔtüÄü bu krallık tipinin, aÄırlıklı olarak okur-yazar olmayan, bürokrasiden yoksun Kara Afrika toplumlarında ortaya ƧıktıÄını vurgular. Ve bu dinsel meÅrulaÅtırma tipini, egemenin bizzat ilahlaÅtırıldıÄı, elitleri yazıya sahip toplumlarda gƶrülen “ilahĆ® krallık”tan ayırt eder.
KuÅku yok ki, kralın baÅlıca iÅlevinin, doÄurganlıÄı ve genel refahı güvence altına almak olduÄu “kutsal krallık”, Afrika’da genelleÅmiÅ bir gƶrüngü deÄildir. Kara Afrika’da bir Ƨok krallıkta, (ƶrneÄin Bandia, ya da Orta Afrika Cumhuriyeti’nde) kralın meÅruluÄu ayinsel iÅlevlere deÄil, kamu iÅlerinin pürüzsüz yürütülmesi, adaletli yƶnetim, klanın refahı gibi bir dizi sıradan niteliÄe baÄlıdır De Heusch (2009: 107) onun “tüm savaÅƧı devletlerde gƶrülmeyen, bir dizi yerel tarihsel evrimin ürünü gibi gƶzüktüÄünü” vurgulamakta ve Kara Afrika’da parlak ƶrneklerine iÅaret etmektedir: “Kutsal Krallık” hem mütevazı boyutlu Åefliklerde, hem de büyük krallıklarda ortaya Ƨıkabilmekte, merkezi siyasal otoriteden yoksun kimi toplumlarda da embriyonik biƧimde gƶrülmektedir.
De Heusch’un ƶrneklediÄi “kutsal” nitelikli Afrika krallıkları bir dizi yerel koÅulun etkilediÄi bir ƧeÅitlilik sergilemektedir. Ancak bu ƧeÅitliliÄin iƧerisinde bir ƶrüntünün biƧimlendiÄini gƶrmek, ilginƧtir. Ćncelikle bu tip krallıkların tümü, toplumsal ƶrgütlenmede akrabalıÄın (soy iliÅkileri) hĆ¢len ƶnem taÅıdıÄı toplumlardır; kralı “fetiÅleÅtiren” ritüeller ise, akrabalık iliÅkilerini, siyasal yapı adına zaafa uÄratacak tarzda iÅlemektedir. Bir baÅka deyiÅle “kutsal krallık”, Marshall Sahlins’in, “İlkel dünyanın evriminin bütünü, bence domestik ekonomiyi akrabalık yapısının denetiminden Ƨıkartarak siyasal yapıya tabi kılacak tarzda iÅlemektedir,” gƶrüsünü doÄrulayacak tarzda, embriyonik olarak akrabalık (ve dolayısıyla karÅılıklılıÄa dayalı mübadele) iliÅkilerinin laÄvedildiÄi bir büyüsel-siyasal düzenleme tarzında iÅlemektedir.
İkinci olarak, bu toplumların ƧoÄunda krallık, (ƧoÄunlukla biri –genellikle bereketten sorumlu- yerli, diÄeriyse– ƧoÄunlukla savaÅ Åefi- yabancı) ve idarĆ®nin yanı sıra, ayinsel-büyüsel iÅlevler üstlenmiÅ iki(z)-krallar/yƶneticiler gƶrünümünü alır.
ĆrneÄin, Volta kültürel havzasında, Samoların iskĆ¢n ettiÄi her kƶyde, bir toprak Åefine (tudana) karÅı bir yaÄmur Åefi (tyiri) bulunmaktadır. İlki, daha ƶnemli olan ikincisi olmaksızın bir hiƧtir. Tyiri, kƶy iƧi ve kƶylerarası barıÅın güvencesidir. Bir ƧeÅit minyatür kutsal kral olan Tyiri, küçük yaÅta soy grubundan kopartılır, herhangi bir yetkeden yoksun durumdadır, bir dizi yasakla Ƨevrili bir yaÅam sürdürmektedir. Tyiri, kƶyün günah keƧisi, kutsal kral olarak ikircimli bir kiÅiliktir.
Ya da, Burkina Faso’da Mossi krallıklarının kutsal kralları küçük kƶy toplumlarının baÄımsız Åefleriyle birlikte boy gƶstermektedir; Mossi krallıkları, “mızrak adamları” ile “toprak adamları”nın zıtlıÄına dayanır: iÅgalci yabancıların yoksul ya da zengin torunlarının “gƶƧer bir aristokrasi” olarak ƧiftƧilerin üzerine ƧƶreklendiÄi bir sistemdir bu. Kasenalar gibi küçük toplumlar bƶylesi bir tabakalaÅmadan yoksun olsalar da, toprak efendisinin (tigatu) gizemli kudreti ile tartıÅmalarda hakemlik eden siyasal Åef (pĆØ)’in gücü arasındaki dikotomiyi onlar da bilmektedir. PĆØ Ƨekirdek hĆ¢linde bir kutsal Åeftir. İktidarın “fetiÅi” (kwara) onun elindedir ve doÄayı kontrol etmesini saÄlamaktadır. PĆØ, tahripkĆ¢r yaÄmurlardan, hayvanların üremesindeki bir iÅlev bozukluÄundan, kadınların kısırlıÄından vb. sorumlu tutulabilmektedir. Kritik anlarda tigatu ile pĆØ’nin iÅbirliÄi gereklidir. Ćzellikle yaÄmur yaÄdırma kudreti iki siyasal-dinsel iktidar mercii arasında paylaÅılmıÅtır. TopraÄın efendisi otokton kabul edilse de, pĆØ’nin atası, baÅka yerden gelme bir avcı olarak sunulur – bu pek Ƨok Afrika kutsal krallıÄının kƶken mitosunda mevcut bir temadır. De Heusch (2009: 108), baÅka yerden gelme iktidarın kutsal krallıÄın ƧekirdeÄini oluÅturduÄunu belirtir.
Afrikalı “kutsal krallar”, bizzat “tanrı” olarak gƶrülmemekle birlikte, ƧeÅitli ayinlerle kutsanan bedenleri aracılıÄıyla, ürünlerin bolluÄunun, sürülerin bereketinin, halklarının refahının ve kadınların doÄurganlıÄının güvencesini oluÅturmaktadırlar. Ancak bizatihi “bu” ayinler, aynı zamanda kralı soy baÄlantıları ve karÅılıklılık yükümlülüklerinin üzerine Ƨıkartarak belirgin ve ayırt edilmiÅ bir siyasal konuma, “iktidar” konuma yerleÅmesinde iÅlevsel olmaktadır.
Bunun tipik bir ƶrneÄi, Bloch’un (1992) betimlediÄi Madagaskar Merinalarının kralının her yıl tarım mevsiminin baÅında gerƧekleÅtirilen ve yeni yılın baÅlangıcına iÅaret eden “ayinsel banyosu”dur. Ćok katmanlı bir simgesel deÄer yüklenen bu ayinsel yıkanma, yalnızca halkın refahının, ürünlerin bereketinin, topluluÄun sürdürümünün yani tümüyle “yeniden üretim” süreƧlerinin güvencesi olmakla kalmamakta, aynı zamanda tüm astların üstlerine ve nihayetinde tüm uyrukların krala jaka adı verilen bir armaÄan sunduÄu bir armaÄanlar hiyerarÅisini harekete geƧirerek toplumsal konumları doÄrulamaktaydı. Ayinin bir baÅka veƧhesini ise, kral dahil tüm bireyleri atalarıyla yeniden buluÅturan, dolayısıyla toplumsal süregenliÄi teÅhir eden ritler oluÅturuyordu. Ćte yandan, kralın yıkandıÄı suyun temin edildiÄi yerlerin “Vazimba” adı verilen yaratıklarla iliÅkilendirilmesi, kralĆ® banyoya Merina tarihinin yeniden sahnelendiÄi bir dram gƶrünümü veriyordu: Vazimbalar, Merinaların alt ederek topraklarını iÅgal ettiÄi, kadınlarına el koyduÄu Imerina soylularıydı! Yenilgiye uÄrayan bu halkın anısı, Merina belleÄinde topraÄın bereketini denetleyen doÄa ruhlarına dƶnüÅmüÅtü…
Bƶylelikle Merina kralının “ayinsel banyosu”, salt bir refah/bolluk/bereket saÄlayıcısı deÄil, bir tarih (yeniden-) yazımı, kralın merkezine yerleÅtiÄi kozmik-siyasal-toplumsal-doÄal düzenler arasındaki uyumun onaylanmasıdır. Bloch’un (1992: 287) deyiÅiyle,
“(…) Merina yƶneticilerinin iktidarı ele geƧirdiÄi Åaibeli tarzı gƶzlerden gizleyip onu tarih-dıÅı bir silsile ile ikame etmektedir. Bu Åekilde de banyo ayini üzerine düÅünmek bizi düzen fikrine ulaÅtırmaktadır. Ayin yalnızca astronomik olanlarla süregenlik sergileyen toplumsal, duygusal ve siyasal süreƧleri gƶstermekle kalmaz, aynı zamanda salt insanĆ® zamanı aÅan bir süregenliÄi ima eden toplumsal süreƧlere de iÅaret eder. KuÅaklar boyu, birbirine iktidarı devreden bir kraldan diÄerine, pürüzsüz, dolayısıyla da deÄiÅmez gƶzüken bir devir teslim süregenliÄidir.
Gilbert de (1992, 2012) Gana’nın güneydoÄusundaki küçük bir Akan krallıÄı olan Akuapem kralını “kral”a dƶnüÅtüren ritüeller dizisini betimlerken, bu sürecin Akuapem ata ruhları, aristokrasisi, ruhbanı, soy grubu ƶnderleri ve sıradan halk arasındaki karmaÅık hiyerarÅik iliÅkilerin kralın bedeninin kutsallaÅtırılmasına eÅlik eden ayinlerde doÄrulanıÅına iliÅkin canlı bir anlatı sunmaktadır…
Tipik biƧimleri Afrika’da teÅhis edilip ayrıntılı bir literatüre konu olmakla birlikte, kutsal krallıÄa Afrika-dıÅı baÄlamlarda da rastlanmaktadır. ĆrneÄin “kutsal krallık” temasıyla sıkı sıkıya baÄlantılı ayinsel kral-ƶldürümü Hindistan’ın Brahmanizm’in hükmü altındaki birƧok bƶlgesinde de olasılıkla tohum hĆ¢linde muhafaza edilmiÅtir. De Heusch (2009: 112) Orta Hindistan’da Bastar halkının her yıl hasattan sonra uyguladıÄı ve her türlü bereketin kaynaÄı sayılan dasara ayininin kralın simgesel katli olarak yorumlanabileceÄini bildirir. Tƶren süresince kralın yerini alan ikame dokuz gün boyunca yemeden iƧmeden hareketsiz durur, bundan sonra yeniden tahta oturup sunuları kabul eden kralı asla gƶrmezdi.
Polinezya’da merkezĆ® bir iktidarın biƧimlendiÄi bƶlgelerde, iktidar hem siyasal hem de ritüel ƶzellikler gƶstermekteydi. Soy hiyerarÅisini hem kutsayan hem de altını mayınlayan ayinler, tanrısal ensest ya da “kutsal evlilik” yoluyla kız kardeÅiyle evlenen kralı “tanrıların en yakını” kılmaktaydı. Polinezya’da kralın konumunu güçlendiren ikinci etken ise Åiddet ve savaÅƧı iÅleviydi: Hawai’de tahtın varisleri arasındaki askerĆ® ƧatıÅmalar, galibi yarı-ilahĆ® kılıyordu.
Åu hĆ¢lde gerek Kara Afrika, gerekse Afrika dıÅı baÄlamlarda, yazıdan yoksun krallıklarda kral, doÄrudan bir tanrı olarak tanımlanmamakla/algılanmamakla birlikte, kendisini kozmik, siyasal, toplumsal ve doÄal süreƧlerin merkezine yerleÅtiren bir dizi ayin aracılıÄıyla bir “fetiÅ”e dƶnüÅtürülmektedir. Bu ayinler, bir yandan bu toplumların temel düzenleyici ilkesi olan akrabalık iliÅkilerini doÄrular gƶzükürken laÄvetmekte, dolayısıyla da sayıları onbinleri, yüzbinleri bulan uyrukları teritoryal bir düzenleme iƧerisinde hiyerarÅik bir dizilim iƧerisinde yerleÅtirmekte, bir yandan da topluluÄun tarihini, iktidar yapılarını doÄrulayıp meÅrulaÅtıracak tarzda yeniden yorumlamaktadır.
Dolayısıyla, “kutsal krallık”ı Ƨevreleyen ritüeller, salt “refah/bolluk/bereket”e iliÅkin deÄildir; giderek, “refah/bolluk/bereket”i siyasal bir konumlanıÅı doÄrulayan/onaylayan/ meÅrulaÅtıran birer temaya dƶnüÅtürdüklerini sƶyleyebiliriz.
… İlahĆ® KrallıÄa
De Heusch’a gƶre (2009: 20) gƶre,
“ilahĆ® krallık merkezĆ® iktidarın ikinci simgesel yapısıdır. Egemenin ilahlaÅtırılması kimi yazısız toplumlarda (Polinezyalılar, İnkalar) gƶrülebilse de, esas olarak elitleri yazıya sahip toplumların yaygınlaÅmasıyla baÄlantılıdır. Bereketten sorumlu Afrikalı kral ile eÅi (double), savaÅ Åefi arasındaki ayırım bu tip toplumlarda ortadan kalkar: Afrika toplumlarının kutsal krallıklarında birbirinden ayrı olan bu iki iÅlev, ilahĆ® kral ya da imparatorun uhdesinde kaynaÅır.”
KadĆ®m Yakın DoÄu krallıkları üzerine ilk ve en kapsamlı ƧalıÅmalardan birinin yazarı Henri Frankfort (1948: 287), ilkƧaÄ Mezopotamya ve Mısır krallıklarının Frazer’ın “ilahĆ® krallık” modeline uymadıÄını ilk sezinleyenlerdendi. Bu bƶlgelerde kral günah tekesi iÅlevini üstlenmediÄi gibi, ayinsel kral ƶldürümüne de rastlanmamaktaydı. Mezopotamya kralları, bedenleri ayinsel iÅlemlerle kozmik, toplumsal ve doÄal düzenin sürdürümünün güvencesine dƶnüÅtürülen, ancak kendileri “tanrı” sayılmayan Afrika krallarının tersine, geƧici ya da (Mısır’da olduÄu üzere) kalıcı olarak “tanrısallaÅmakta”, yani bizatihi Tanrı (ya da onun oÄlu/eÅi) vasfını kazanmaktaydılar.
Mezopotamya’da (Mısır’la karÅılaÅtırıldıÄında) daha ender rastlanan bir gƶrüngü olarak “tanrı-krallar” aslında bƶlge tarihinde uzun bir geƧmiÅe dayanmaktadır: Daha İ.Ć. üçüncü bin ortalarında Uruk’un efsanevĆ® yƶneticileri, Gılgames ile Lugalbanda, ƶlümlerinden kısa bir süre sonra resmi kült panteonuna dĆ¢hil edilmiÅlerdi. (Selz 2012: 21). Yanı sıra, Mezopotamya krallarının geride bıraktıkları steller, site devletlerin tanrılarıyla krallardan bazıları arasındaki akrabalıÄı ifade ediyordu. ĆrneÄin LagaÅ I sülalesinin kurucusu Ur-NanÅ”e(-k), yazıtlarından birinde Ur-Nimin adlı birinin (bu kiÅinin kendisi olduÄu düÅünülmekte) kehanetle “(TanrıƧa) NanÅ”e’nin kocası” olarak seƧildiÄi belirtmektedir. LagaÅ Erken Sülalesi yƶneticileri “tanrı Ningirsu’nun dƶllediÄi”, “ilah NN’in doÄurduÄu Ƨocuk”, “TanrıƧa Ninhursaga’nın saf sütüyle beslenmiÅ” gibi vasıflarla anılmakta, bƶylelikle de tanrılar ailesine dĆ¢hil edilmekteydiler.
Ancak Michalowski’nin (2012: 34) “tüm krallar kutsaldır ve kutsal ile dindıÅı arasında dolayımlarlar; fakat tüm krallar tanrı deÄildir,” saptaması ƶnemlidir. Kralların “yaÅayan tanrı” addedildiÄi Mısır’ın tersine, Mezopotamya’da “Tanrı-kral”, ƶzgül siyasal koÅullarda ortaya Ƨıkan ender bir gƶrüngü olarak boy gƶstermektedir. Mezopotamya tarihinde, kiÅi olarak tanrılaÅtırılan ilk kral, Naram-Sin’dir. Bu kralın tanrılaÅtırılmasına yol aƧan siyasal-tarihsel koÅullara yakından bakmak, iktidara sunulan bu “ilahĆ®” desteÄin hangi ƶzgül koÅullarda biƧimlendiÄini gƶrmek konusunda aydınlatıcı olacaktır.
Akad kralı Naram-Sin (İ.Ć. 2254-2218), Agade (Akad) sülalesinin (İ.Ć. 2334-2154) kurucusu Sargon’un torunu ve sülalenin dƶrdüncü kralıdır. Ve Mezopotamya tarihinde, tanrısal attribut’lerle tasvir edilen ilk kraldır: olasılıkla ilkin Sippar’da diktirdiÄi, ancak Susa’da bulunan (Winter 2012: 76) ünlü stelinde ilahlara ƶzgü olan boynuzlu bir taƧla tasvir edilmektedir. Yanı sıra, kralĆ® yazıtlarda “Akad kralı” sƶzcüÄünü karÅılayan “LUGAL a-ga-dĆØ” terimindense “Agade Tanrısı” anlamına gelen “DINGIR a-ga-dĆØ” terimiyle anılmaktadır.[4] KralĆ® yazıtlardan birinde yer alan Åu ifade ilginƧtir:
Zor zamanlara kentinin temellerini güvence altına aldıÄı iƧin kenti Eana’da Ishtar’dan, Nippur’da Enlil’den, Tuttul’da Dagan’dan, Kesh’de Ninhursanga’dan, Eridu’da Ea’dan, Ur’da Sin’den, Sippar’da Shamash’dan ve Kutha’da Nergal’den (Naram-Sin’in) tanrı yapılmasını istedi ve tapınaÄını (kenti) Agade’nin ortasında inÅa ettiler.[5]
Burada “zor zamanlar” nitelemesi ilginƧtir; gerƧekten de Naram-Sin, “tanrı” vasfını, kenti yıkılmanın, sülalesini ise devrilmenin eÅiÄine getiren bir ayaklanmayı bastırdıktan sonra almıÅa (daha doÄru bir deyiÅle, Agade halkının aracılıÄıyla Tanrılar tarafından bu vasıfla donatılmıÅa) benzemektedir (Michalowski 2012: 34-35). Naram-Sin, Akad ülkesinin deÄil, Agade kentinin tanrısı, yani yerel bir tanrıdır. Yeryüzündeki tanrılık süresi, kısa sürmüÅe benzemektedir: “Tanrı-kral” olarak 20 yıl kadar hüküm sürdükten sonra, tahtı oÄlu Sharkalisharri’ye bırakarak ƶlmüÅtür. Dahası, Naram-Sin, “tanrı” olarak geƧirdiÄi 20 yıllık sürede, daha ƶnce giriÅmediÄi tarzda ülkesinin ƧeÅitli kentlerinde tanrıların kültlerini güçlendirmek iƧin uÄraÅmıÅtır. İÅin ilginƧ yanı, Naram-Sin’in “tanrılık” vasfı, kalıtsal da deÄildir; Sharkalisharri’ye (İ.Ć. 2217-2193) ilahĆ® bir statü bahÅedilmiÅ deÄildir.
Ne de Sharkalisharri’nin hükümdarlıÄının hemen ardından yıkılan Akad krallıÄını yeniden tesis eden ve İ.Ć. 2112-2004 yılları arasında Mezopotamya’da hüküm süren III. Ur sülalesinin kurucusu Ur-Namma, ilahĆ® statüden yararlanabilecekti… Aksine, Ur-Namma “tanrıların kendilerinden yüz ƧevirdiÄi”ni gƶrmüÅtür!
Ur-Namma baÅkenti Ur’a taÅıdı. Mezopotamya’nın kuzey ve güneyini İran’ın siyasal etkisinden arındırdıktan sonra imar faaliyetlerine hız verip ülkesinin en ƶnemli dƶrt kenti, Ur, Eridu, Nippur ve Uruk’u “insanĆ® ve aÅkın alemler arasında kralĆ® patronaj ve kralĆ® dolayımın simgesi” (Michalowski 2012: 35) zigguratlarla donatacaktı. Ur-Namma’nın hiƧbir kehanetin ƶngƶrmediÄi biƧimde bir muharebede ƶlümcül bir yara alması, tanrı ve tanrıƧaların krallıÄa sırt Ƨevirdikleri biƧiminde yorumlandı.
Ur-Namma’nın beklenmedik ƶlümü, yerel elitlerin merkezkaƧ giriÅimlerini tetikleyecekti… KargaÅayı kralın yerini alan oÄlu Shulgi (İ.Ć. 2094-2047) engelledi. Michalowski (2012: 36) kralın faaliyetlerini anlatan yıl adlarından, bu sürecin oldukƧa uzun ve usta bir manipülasyon sürecini gerektirdiÄini Ƨıkarsamaktadır: Shulgi’nin hükümdarlıÄının ilk yarısı kültik faaliyetleri desteklemekle geƧmiÅe benziyor. 10. ve 11. yıllarda kuzey ve doÄudaki stratejik sınırlar üzerinde denetim saÄlanmıÅ, kral güçlü İran devleti Marhashi prensesiyle evlenmiÅ, 21. yıldan itibaren doÄudaki daÄlık bƶlgelerde askerĆ® faaliyetler hız kazanmıÅtır. AskerĆ® giriÅimler Shulgi’nin ƶldüÄü 48. yıla kadar sürmüŠgƶrünmektedir.
İÅin ilginƧ yanı, Shulgi’nin XXI. yıldan itibaren, adının baÅına “tanrı” sanını ekletmesidir. Yani kral hükümranlıÄının ilk yirmi yılını tanrıları yatıÅtırma, iƧeride birlik ve güvenliÄi saÄlama faaliyetleriyle geƧirmiÅ, iƧ güvenliÄi tesis ettikten sonra, fetihlere yƶneldiÄi XXI. yılda ise (Uruk’lu atası Gılgames modelinde) “tanrı”lıÄını ilan etmiÅtir! Ve bu vasıf, kalıtsal bir nitelik kazanır: Shulgi’nin ardılları da Tanrı-kral’lar olarak sürdüreceklerdir misyonlarını.
Shulgi’nin hükümdarlıÄı, krallık tarihinin sƶzcüÄün tam anlamıyla “yeniden yazıldıÄı” bir dƶnem olmuÅtur:
“Dƶnemden kalma yüzbinlerce idarĆ® belgenin tanıklık ettiÄi üzere yazı, tahtın gƶzetim ve denetim uyguladıÄı araƧtı. Bu okur-yazar hizmetkĆ¢rların yürekleri ve akılları onlara yalnızca yazma becerisini kazandırmakla kalmayıp yeni devletin ideolojik ƶzlemleri doÄrultusunda doktrine eden okul aracılıÄıyla biƧimlendirilecekti. ĆaÄdaÅ kanıtlar hĆ¢lĆ¢ ender olsa da, Shulgi yƶnetimi altında bir zaman kralĆ® akademilerin hocaları yazılı belleÄi silip Erken Sülale’ye, yani 500 yıl kadar ƶncesine tarihlenen birkaƧ belge dıÅında her Åeyi silip yok ettikleri anlaÅılmaktadır. Sƶzcük listeleri gibi kimi temel pedagojik araƧları elde tutmuÅlar ama eski anlatıların hemen tümünü yok edip ƧaÄdaÅ yƶnetimin onuruna yazılmıŠmalzemeyle ikame etmiÅlerdi.” (Michalowski 2012: 38).
Shulgi’nin tanrılıÄı, bir dizi idarĆ® reformla atbaÅı gitmiÅe benzemektedir: HükümdarlıÄının ortalarına doÄru, yerel yƶneticiler evlilikler yoluyla merkezĆ® idareye baÄlanmıÅ, güçlü bir ordu hükümet faaliyetlerinde merkezĆ® bir konum kazanmıÅ, doÄu sınırı askerĆ® yerleÅimlerle pasifize edilip haraca baÄlanmıÅ, vergi sistemi reforme edilmiÅti. Yerel elitler kralĆ® armaÄanlarla susturulmuÅ, bu süreƧ iƧerisinde yaÅayan bir tanrı olarak, Shulgi-dumu-Ana [An’ın (= Gƶkyüzü) oÄlu Shulgi] adını alan kralın kültü, tüm ülkeye yayılmıÅtı. Bƶylelikle Shulgi’nin ƶlümüyle krallık geldiÄi yere, gƶkyüzüne Ƨekilecekti[6]… Shulgi’nin ardıllarını onurlandırmak üzere… “Krallar gelip gidebilirdi, ancak ilahĆ® olarak ilan edilmiÅ krallık, sonsuzdu” (Michalowski 2012: 38).
Mezopotamya krallarının, Naram-Sin’in ƶmrüyle ve III. Sülalesi krallarıyla sınırlı gƶzüken (III. Uruk sülalesini izleyen Isin krallarının “ilahĆ®lik iddiaları yoktur) “Tanrı-kral(lık)” serüveni, oldukƧa ƶÄreticidir.
Naram-Sin ve ardından da Shulgi’nin giriÅimleri, Mezopotamya krallarının kırılgan siyasal yaÅamlarında ilahiyatı konumlarını desteklemek üzere manipüle etme yetilerine iÅaret eder. Her iki kral da iƧ kargaÅalar ve yerel güç odaklarının iddialarıyla yıkılmanın eÅiÄine gelmiÅ ve meÅruiyet temelleri bir hayli sarsılmıŠkrallıkları devralmıÅ, hem dinsel dolayımları hem de diplomatik giriÅimleri gerektiren bir dizi manevra sonucu iktidarlarını istikrara kavuÅturmanın ardından, “tanrı kral” vasfının kendilerine saÄlayacaÄı meÅruiyeti talep ve tesis etmiÅe benzemektedirler. Her iki kralın da ƶldükten sonra tanrılar katına karıÅan efsanevĆ® Uruk kralı Gılgames’in ƶrneÄinden etkilendiÄi anlaÅılmaktadır; bir baÅka deyiÅle mitos, politik davranıÅın üzerinde biƧimleneceÄi bir model gƶrevi gƶrmüÅtür.
HiƧ kuÅku yok ki ne Naram-Sin ne de Shulgi’nin “ilahĆ® kral”lıkları iki kral adına pragmatik bir manipülasyondan ibaret deÄildir. Her iki kral da giriÅimlerinde, antikite krallıklarının tümünde farklı biƧimlerde geƧerli olan krallık ile tanrısallık arasında ƶzgül bir iliÅkinin bulunduÄu, krallıÄın “dünyevĆ®-olmayan”, kutsal/ilahĆ® bir boyutu bulunduÄu fikriyle beslenen bir ideolojik arkaplandan beslenmektedirler. Bu ideolojik arkaplan ise, antik dünyada hanedan mensupları, ruhban, yƶnetilenler ile merkezkaƧ güçler (yerel aristokrasiler) arasındaki gerilimli iliÅkiler ƧerƧevesinde tarihsel olarak (ve hiƧ kuÅkusuz, her bir durumun kendi ƶzgüllüÄü iƧinde) biƧimlenmiÅ; ve karmaÅık bir ayinler, mitoslar, ve diÄer temsil sistemleri (mimarĆ®, anıtsal sanat, kutsal yazılar vb.) aracılıÄıyla pekiÅmiÅtir.
Ancak her iki vaka da, bu dƶneme ait olayların pek azında gƶrülebilen bir aƧıklıkla belgelendikleri iƧin bize politik ve dinsel süreƧlerin “taammüden” kaynaÅtırıldıÄı, ilahiyatın iktidara destek olacak tarzda yeniden biƧimlendirildiÄi bir konjonktüre iliÅkin eÅsiz bir gƶrü saÄlamaktadırlar bize.
“Tanrı-İmparatorlardan Tanrı’nın HizmetkĆ¢rlarına…
Yƶneticilerin, daha kesin bir deyiÅle imparator ve ailesinin incelikli politik hesaplar sonucu tanrılaÅtırıldıÄı bir baÅka Ƨarpıcı tarihsel durak da Roma İmparatorluÄu’dur:
“Geride yerlerini alacak Ƨocuklar bırakarak ƶlen imparatorları ilahlaÅtırmak normal bir Roma uygulamasıdır. Bu tƶrene verdikleri isim apotheosis’tir… Ćlü imparatorun cesedi, pahalı bir cenazeyle insan gibi gƶmülür. Ancak sonra onun balmumu bir modelini yaparak [odun yıÄını üzerine yerleÅtirip tutuÅtururlar.] Sonra yıÄının en üst katından bir kartal serbest bırakılır ve alevler arasında gƶÄe yükselir; Romalılar onun imparatorun ruhunu gƶkyüzüne ƧıkardıÄına inanırlar. Bunun ardından, diÄer tanrılarla birlikte kendisine tapınılır.” [Herodian’dan akt. Price 1992: 56]
Price (1992: 57), ilk imparator Augustus’tan (İS 14) ilk Hıristiyan imparator Constantine’e (İS 337) hüküm süren altmıŠimparatordan otuzaltısının ve 27 aile üyesinin apotheosis’e tabi olduÄunu ve divus (‘ilahĆ®’) sanını[7] aldıÄını bildirmektedir.
İÅin ilginƧ yanı, Roma İmparatorluÄunda apotheosis’in Senato’nun kararıyla gerƧekleÅtirilmesidir; bir baÅka deyiÅle hangi imparatorun (ƶlümünden sonra) tanrı ilan edileceÄini belirleyen, Roma aristokrasisidir.
Apotheosis, İmparatorluk ƧaÄında baÅlamıŠdeÄildir. Ćlümünün ardından tanrı ilan edilen ilk Romalı yƶnetici (efsanevĆ® Romulus’un ardından ve onun modelinde), trajik biƧimde ƶldürülen Caesar’dır. Roma senatosu Cesar’ın ƶlümünün ardından iki yƶnlü bir “normalizasyon” Ƨabası yürütmüÅe benzemektedir: Düzenlenen gƶrkemli cenaze tƶreni, Antonius’un cenaze tƶreninde, Caesar’ı “tanrı” ilan eden konuÅması, balmumu modelin Ƨevrilerek yaralarının halka teÅhir edilmesi, cenazeyi izleyen aylarda onuruna düzenlenen oyunlarda gƶzüken gƶktaÅının “Caesar’ın ruhu” olarak yorumlanması, Eylül ayında Antonius’un basıncıyla Senato’nun Caesar’a dua edilecek bir gün ekleme kararı alması, nihayet Senato’nun İ.Ć. 42’de apotheosis kararını resmen alması ve divus Julius adına bir tapınaÄın inÅası… Bunların her biri, Caesar’ın travmatik ƶlümünün ardından koÅulların normalleÅmesi ve ülkenin yƶnetilebilirliÄini saÄlama giriÅimine denk düÅmektedir.
Ancak bu Ƨabaların ikinci bir yƶnü vardır: Caesar’ın ardından iktidara gelen Augustus’la birlikte Roma’da İmparatorluk ƧaÄı aƧılmıÅtır. Apotheosis, imparatorluk gücünün tesisi ve takviyesi aƧısından da uygun bir araƧ olarak algılanmıŠolmalıdır. Nitekim, Caesar’ın “resmĆ®” apotheosis’i, İ.Ć. 42’de Roma panteonuna “Senato kararıyla” yeni tanrılar eklenebilmesinin ƶnünü aƧmıÅtır. Nitekim, Caesar’ın tanrılaÅtırılması iƧin ƶlümünden sonra iki yıl beklemek gerekmiÅken, ardılı, İmparator Augustus cenaze tƶreninin hemen ardından tanrılaÅtırılacaktır.
Price (1992) Roma imparatorlarının apotheosis’lerinin bir yandan İmparatorluÄun ilanı ile birlikte siyaset sahnesindeki etkinliÄini giderek yitiren halk (pleb) ile soylular, bir yandan da soylularla imparatorun kendisi (ve ailesi) arasındaki mesafenin vurgulanmasında iÅlevsel olduÄunu belirtmektedir. İmparatorluÄun üç yüzyılı iƧerisinde soyluların (dolayısıyla Senato’nun) etkinliÄinin giderek aÅınmıŠgƶzükmektedir.
Ancak bizzat apotheosis’in aÅınması, İ.S. dƶrdüncü yüzyılda birleÅik Roma’nın son imparatoru, aynı zamanda HıristiyanlıÄı benimseyen (312) ilk imparator olan Constantin ile gerƧekleÅecektir. İmparator, Romalı Hıristiyanların ƧoktanrıcılıÄına olduÄu kadar, imparatorları tanrılaÅtırma uygulamasına olan nefretini paylaÅmaktadır.[8] ĆldüÄünde Romalı senatƶrlerin naaÅını (pagan gelenekleri uyarınca bir tƶren düzenlemek üzere) Roma’ya istemesine karÅın, Konstantinopolis’de gƶrkemli bir tƶrenle Hıristiyan bir imparator olarak gƶmüldü…
Konstantin’den itibaren hiƧbir Hıristiyan yƶnetici, ne yaÅarken ne de ƶldükten sonra “tanrı” olduÄunu iddia edemeyecekti. MeÅruiyet iddiaları, “Tanrı’nın hizmetkĆ¢rı”, gƶzdesi, yakını vb. olma savlarına dayandırılabilirdi bundan bƶyle… De Heusch’un (2009: 20) vurguladıÄı üzere,
“İktidarın kutsallaÅtırılmasının üçüncü tipi, baÅ tanrı ya da tek tanrının hizmetindeki rahip-kraldır, ve paradoksal bir tarihsel konuma denk düÅer. Egemenin ilahĆ®leÅtirilmesinden ƶnce Sümer’de ortaya Ƨıkar. Tektanrıcı dinlerin ortaya ƧıkıÅında papa dahil kimse Tanrı’yla ƶzdeÅleÅtirilemez. Bƶylelikle emperyalizm iƧin yeni bir ƧaÄ aƧılmıÅtır. En yüce erki elinde tutan, tikel bir rahipliÄin efendisidir.”
Ne ki, OrtaƧaÄ (Batı) Avrupası krallıklarında yƶneticilerin meÅruiyet kaynaklarının en ƶnemlilerinden birini oluÅturan kralĆ® ritüeller, Fransa, İngiltere, İspanya Roma (hatta Roma’nın “HıristiyanlaÅtırılmıŔ versiyonu olarak Bizans) deÄil, Karolenj modelinde ƶrgütlenmiÅ gƶzükmektedir: “Bourbonların sonuncusu, X. Charles’ın 1825’teki taƧ giyme tƶreninde terennüm edilen dua, onun Karolenj atası Kel Charles iƧin 869’da edilen dua ile ƶzde aynıydı.” (Nelson 1992: 137) Karolenj kralĆ® ritüellerinin iki aslĆ® unsuru, -her ikisi de Karolenjlerin ƶnceli olan Merovenjlerde ilginƧ bir Åekilde mevcut olmayan- kralın bedeninin meshedilmesi ve taƧ kuÅanmadır.
Merovenj hanedanının kurucusu Frank Clovis, egemenliÄini bir Roma eyaleti olan Galya’ya dayatırken, Katolik Gallo-Romen aristokrasisinin desteÄini saÄlayabilmek üzere KatolikliÄi benimsemiÅti (508). Ancak Merovenj hanedanı ile Katolik Kilise arasındaki iliÅki, oldukƧa mesafeli kalmıÅa benzemektedir: pozisyonlarını savaÅƧı nitelikleri sayesinde elde tutan Merovenj kralları Katolik ruhbanı bir yandan kollamakta, bir yandan da denetim altında tutmaya gayret etmektedirler. Her durumda, Merovenj krallarının tahta ƧıkıÅına eÅlik eden tƶrenlerde, ruhban, mevcut deÄildir ya da yalnızca ikincil bir rol oynamaktadır.
Ancak sekizinci yüzyıldan itibaren gücünü yitiren Merovenjleri yerinden ederek kendi hanedanlarını tesis eden Karolenjler, ƶzellikle de krallık sanını üstlenen (750) Pippin dƶneminde bu durum deÄiÅecektir. Pippin, Frank aristokrasisi nezdinde meÅruiyetini tesis edebilmek iƧin Papa’ya bir elƧi gƶnderecek ve Karolenj kralı olarak onun onayıyla tahta geƧecektir. Bunu yeni kralın Frank piskoposları tarafından Soissons’da kutsal suyla meshedilmesi izler. Sekizinci yüzyılın ikinci yarısından itibarense, Karolenj krallarının meshedilmesi gƶrevini bizzat papa üstlenecektir.
Papa Hadrian (772-795) Karolenj kralĆ® ritüeline taƧ kuÅatmayı da ekler.[9]
Gerek kutsal suyla meshetme, gerekse taƧ kuÅanma ayinlerinin ruhban tarafından gerƧekleÅtiriliyor olması, Karolenj iktidarında kilisenin giderek artan aÄırlıÄına iÅaret eder. Ullmann (1969) dokuzuncu yüzyılda piskoposların yƶnettiÄi Frank tahta Ƨıkma tƶrenlerinin uzun bir geleneÄin sonu ve Yƶneticilik ideolojisinde yapılanıÅı itibariyle aÅırı ƶlçüde Kilisevari (ecclesiastical), tƶzü itibariyle teokratik, icrası itibariyle simgesel yeni bir ƧaÄın simgesel baÅlangıcı olduÄunu kaydetmektedir. Sekülerin dinsele tabi olacaÄı süreƧ baÅlamıÅtır Batı Avrupa’da. Merovenjler dƶneminde Kilisenin “patron”u olan krallar, Karolenj iktidarında, meÅruiyetlerini ancak kilisenin onayıyla elde tutabilen, Tanrı tarafından gƶrevlendirilen, dolayısıyla da Kilise’nin güçlü eli rolünü üstlenen Hıristiyan krala dƶnüÅmüÅtür.
Ve İslĆ¢m…
Kuramsal olarak bir “yeryüzü melekĆ»tu”nu varsaymayan, dolayısıyla bir “dinsel iktidar” fikrini “Gƶklerin melekĆ»tu”na erteleyen, bƶylelikle de “seküler bir rejim” olasılıÄını dıÅtalamayan HıristiyanlıÄın tersine, İslĆ¢m dini her türlü iktidar/egemenlik fikrini Allah’a ve baÅta peygamber olmak üzere vekillik yetkisiyle donattıklarına tevcih etmektedir. İslĆ¢m Ć¢leminin geƧerli yasası Kur’an’dır; bu ƶylesine nettir ki, İslĆ¢m devletinde ancak yürütme ve yargı erklerinden sƶz edilmektedir; yasa yapma yetkisi yalnızca Allah’a mahsustur (Iqbal, tarihsiz). Kur’an ve ona dayanan Sünnet, yani İslĆ¢mĆ® yasa ƶzel yaÅamdan ticarete, giyim-kuÅamdan cinsel ahlĆ¢ka, eÄitimden askeriyeye yaÅamın her alanına nüfuz etmekte, her alanı düzenlemektedir.
Ancak yaÅamın her alanını düzenleme konusunda bu denli iddialı bir dinin, yetkenin devrediliÅ tarzını belirlememiÅ olması, ilginƧtir. Iqbal (tarihsiz) seküler devletten, 1. Egemenlik yalnızca Allah’a ait olduÄu iƧin “egemenliÄinden” sƶz edilememesi; 2. Aynı imanı paylaÅan farklı kabile, milliyet ve ırklardan oluÅtuÄu iƧin “ulus-devlet” niteliÄi taÅımaması; 3. EvrenselliÄi (cihanÅümulluÄu, dolayısıyla da zorunlu olarak istilacılıÄı) ƶngƶrdüÄü iƧin “teritoryal” olarak da tanımlanmamasıyla ayrılan İslĆ¢m devletinin, “cemaatin en iyileri/en yetkinleri” tarafından yƶnetilmesi ƶngƶrüldüÄünden seküler demokrasiden de farklılaÅtıÄını vurgulamaktadır. “Cemaatin en iyileri, en yetkinleri”nin nasıl belirleneceÄi ise, İslĆ¢m’ın kurucusu tarafından kasıtlı olarak boÅ bırakmıÅa benzemektedir. GerƧekten de Muhammed Peygamber, halefi olarak kimseye iÅaret etmezken, kendisinden sonra İslĆ¢m dünyasını yƶnetecek kiÅinin nasıl belirleneceÄi konusunda herhangi bir yƶntem ƶnermiÅ de deÄildir. Muhammed’i izleyen dƶrt halifenin her biri de, farklı usuller doÄrultusunda gƶreve getirilmiÅlerdir. [Ebubekir Muhacirun ve Ensar’ın istiÅaresiyle; Ćmer Ebubekir’in aday gƶstermesi sonucu; Osman Ćmer’in oluÅturduÄu altı kiÅilik bir danıÅma heyetinin istiÅareleriyle; Ali ise Osman’ın ƶldürülmesi üzerine…]
Ancak konumuz aƧısından ilginƧ olan, EmevĆ® dƶnemiyle birlikte, istiÅarelere dayalı ve veraset iƧermeyen bu sistemin ilga edilerek hilafetin babadan oÄla devredilen bir hanedana dƶnüÅtürülmesinin İslĆ¢m hukukƧularınca yadırganmadan kabul edilmesidir. Fakihler EmevĆ® hanedanının kurucusu Muaviye’nin hem hilafeti gaspını, hem de oÄlu Yezid’e devrediÅini (bu devri “veraset” deÄil, “liyakat” ilkesi uyarınca gerƧekleÅtirdiÄi gerekƧesiyle) “meÅru” saymıÅlardır. Bu “meÅruiyet”, daha sonra, El Maverdi’nin kaleminden, “gasıp bir Emir’in yƶnetiminin, devlet Åeriat esasına gƶre yƶnetildiÄi sürece meÅrudur” ilkesiyle pekiÅecektir. Kaynak ise, zorba bir Emir’in tiranlıÄının kaostan yeÄ olduÄunu sƶyleyen İmam GazalĆ®’dir. Bir baÅka deyiÅle, İslĆ¢m’da, “ulĆ»’l emre itaat” esastır.
Yemek yerken hangi elin nasıl kullanılacaÄından, kadınların boÅanmaları iƧin aybaÅları üzerine kaƧ gün geƧmesi gerektiÄine dek yaÅamın en ince ayrıntılarını regüle eden Åeriat’ın ƶzgül bir yƶnetim tarzını ƶngƶrmemesi, aslına bakılırsa İslĆ¢m’ın ƶngƶrdüÄü teokrasi ile Müslüman devletler ve dinsel ile dünyevĆ® iktidar arasındaki iliÅkilerin pratikte nasıl gerƧekleÅtiÄi konusundaki olasılıkları biƧimlendirmesi aƧısından anlamlıdır. Bu “boÅluk” İslĆ¢m ülkelerinde iktidarı elinde tutanlara, oldukƧa geniÅ bir manevra alanı saÄlamıÅa benzemektedir. “Ulu’l emre itaat” ilkesiyle desteklendiÄinde bu, hem Halife Osman ve Ali, hem Muaviye ve Yezid, hem Åah Cihan, hem Abdülhamid, hem de Taliban yƶnetimini “meÅru” sayan bir gevÅekliÄe yol aƧar.
Bu durum ise, kuramsal olarak “teokrasi” ile yƶnetilen, bir baÅka deyiÅle Åeriat’ı temel yasa kabul etmiŠİslĆ¢m ülkelerinde, devlet(ler) ile İslĆ¢m dini arasındaki iliÅkilerin oldukƧa deÄiÅken ve karmaÅık bir gƶrünüm almasına yol aƧmaktadır: Ćzellikle de İslĆ¢m dünyasının sƶmürgeciliÄin etkisi altında Batı tipi yƶnetimleri deneyimleyip, düÅkırıklıÄına uÄrayarak “tabandan” (İslĆ¢mcı hareketler eliyle) ya da “tepeden” (Pakistan ve Endonezya’da olduÄu üzere devlet eliyle) 20. yüzyıl sonlarına doÄru Åeriat rejimine yƶnelen ülkelerde… Nasr (2001) ƶzellikle ikinci durumda, sekülarizmi deneyimlemiÅ devletlerin, neoliberal basınƧ altında toplumsal talepleri karÅılayamaz hĆ¢le geldiklerinde, kendilerine yeni meÅruiyet kaynaÄı yaratmak üzere İslĆ¢m’a yƶneldiklerini vurgulamaktadır. Nasr (2001:10-11) postkolonyal dƶnemde baÄımsızlıÄına kavuÅan Müslüman devletlerin Avrupa tarzında ƶrgütlenmekle birlikte, devlet ile yurttaÅ iliÅkilerini Avrupa devletlerinden Ƨok farklı biƧimde kurduÄunu, bu iliÅkinin modern demokrasidense, geleneksel yƶnetime daha yakın olduÄunu vurgular. Bu “neopatrimonyalist” devletler, modern hukuksal ƧerƧeveleri ve rasyonel ve seküler karar alma mekanizmalarına karÅın, yƶnetici-yƶnetilen iliÅkilerinde geleneksel otorite kurumlarını sürdüregelmiÅlerdir. BatılılaÅmıŠyƶnetici elitlerin ithal milliyetƧilik ideolojilerini “yerlileÅtirme” Ƨabaları kültürel bir düalizme yol aƧacak ve nihayetinde, postkolonyal devletin (neoliberal dayatmalar ile toplumsal destek mekanizmalarını tasfiyesine eÅlik eden) krizine yol verecektir. MilliyetƧilik ideolojisi, sƶmürgeciliÄin etnik, kabilesel, cemaat baÄları hatlarında bƶlünmesine katkıda bulunduÄu parƧalanmıŠMüslüman toplulukları bir arada tutmaya yetili deÄildir. Müslüman devletlerden bazılarının, aÅaÄıdan İslĆ¢mcı hareketlerin yükselmesine yol aƧan bu krize verdiÄi tepki, yerel ideolojilere, popüler kültürel inanƧ ve pratiklere (Hindistan’da Hinduizm; Müslüman dünyada İslĆ¢m) dƶnüŠolacaktır. Åu hĆ¢lde, 1980-sonrası “devlet eliyle gerƧekleÅtirilen İslĆ¢mĆ®leÅme, ƶzünde postkolonyal devletin yerlileÅmesi, yerel deÄer sistemleri iƧine gƶmülmesidir” (Nasr 2001: 13).
Bu durumda, İslĆ¢m ülkeleri, İslĆ¢mĆ® ideolojiyi, “ƶnceki onyıllarda milliyetƧi hareketlerin yarım bıraktıÄı gƶrevi tamamlamak üzere kullanmaktadırlar: Müslüman toprakları Batı’nın fiziksel olduÄu kadar, entelektüel etkisinden kurtarmak…” (a.y.) İslĆ¢m’a yƶneliÅ, aynı zamanda seküler-Batı tipi yƶnetimler dƶneminde rejime yabancılaÅmıŠunsurlar arasında (“ƧarÅı” esnafı, “karÅı-elit”i oluÅturan aydınlar ve kentsel genƧ iÅsizler) ittifak oluÅmasını engelleyerek bu unsurları yeniden devlet safına kazanma Ƨabasının da gƶstergesidir; bir baÅka deyiÅle, İslĆ¢mĆ®leÅerek ‘radikal İslĆ¢m’ın ƶnünü kesmek… [Dahası Nasr, bunu temel yapılarını hatta politik yƶnelimlerini muhafaza ederek gerƧekleÅtirdiklerini kaydetmektedir…]: “Bu durumda devlet güdümlü İslĆ¢mĆ®leÅme bazı devletlerin devlet kurumlarını güçlendirme ve devlet iktidarını, yetisini ve erimini geniÅletmek iƧin yƶneldikleri bilinƧli bir stratejik seƧimdir” (s. 17).
Burada bir parantez aƧmakta fayda var: ister devlet(ler) eliyle [ki son dƶnemde bu “trend”e Türkiye de eklenmiÅtir] gerekse tabandan zorlamalarla olsun, İslĆ¢mĆ® yƶneliÅ, bir gerƧeÄi ıskalamaktadır: İslĆ¢m Ć¢leminde yaygın olan sƶylemin tersine, Samir Amin’in (2006: 55) deyiÅiyle Batı, ya da “Modern kültür ne Hıristiyan ne de Yahudi-Hıristiyandır; ama burjuvadır. Burjuva uygarlıÄı Hıristiyanlık ya da Yahudi-HıristiyanlıÄın eseri deÄildir. Tersine Hıristiyanlık ve Avrupalı Yahudilerin judaizmi burjuva uygarlıÄına uyum saÄlamıÅlardır.” Bu nedenle, İslĆ¢mcılıÄın “Batı” eleÅtirisi, kültüralist bir eleÅtiri olmanın ƶtesine geƧememekte, Batı uygarlıÄını biƧimlendiren ekonomi-politikten, yani kapitalizmden kopuÅa denk düÅmemektedir. Aksine, ƶzellikle neoliberal siyasalar, İslĆ¢m burjuvazilerinin küresel malĆ® sistemle entegrasyonunun hızlanmasına yol aƧmıÅtır. İslĆ¢mĆ® devletlerin küresel sermayeyle kurduÄu sıkı fıkı iliÅkiler, aynı zamanda BOP/GOP kimliÄinde, SünnĆ® rejimlerin ABD/Batı ekseninde, Åii rejimlerle (İran, Suriye/Baas) karÅı karÅıya gelmesine, ya da “aÅırılar”ın tasfiyesinde ABD’ye aƧık destek vermelerine yol aƧmıÅtır. Bir baÅka deyiÅle, postkolonyal İslĆ¢mĆ® rejimler, Batı’dan, seküler seleflerine gƶre daha “baÄımsızlaÅmıŔ deÄillerdir. Hatta ƶrneÄin Emanullah Han, Cemal Abdul Nasır, Bumedyen gibi seküler milliyetƧilerin antiemperyalizminden geriye pek az Åey kaldıÄı sƶylenebilir.
Bu durumda, İslĆ¢mĆ® sƶylem, ya da daha genel bir deyiÅle “Siyasal İslĆ¢m” rejimlerin iƧ meÅruiyetlerini saÄlamanın bir aracı, bir “iƧ-tahkimat” aygıtı olmaktan ƶte bir iÅlev gƶrmemektedir.
Türkiye’de Rejim ve İslĆ¢m
XVIII. yüzyıldan itibaren, ama aÄırlıklı olarak 19. yüzyılda rakip emperyal güçlerin nüfuz mücadeleleri, “ayrılıkƧı” ulusal hareketlerin yanı sıra Batı kapitalizminin yoÄun etkisi altında daÄılma süreci hızlanan Osmanlı İmparatorluÄu’nun iƧine sürüklendiÄi yoÄun ve kapsamlı deÄiÅim sürecine tepkisi, yƶnetim mekanizmasını modernize etmek/sekülerleÅtirmek olacaktı. EÅzamanlı olarak, yƶnetici elit, ilk kez ƧeÅitlenmiÅ ve ƶzerkleÅmiÅ “ideolojiler”le tanıÅacaktır: DaÄılmaktaolan imparatorluÄu “kurtarmak” üzere, (Müslüman ve gayrımüslim uyruklar arasında “eÅitliÄi” tesis ederek tekil ve birleÅik bir Osmanlı yurttaÅlıÄı alanı yaratma ve sultanın uyruklarını devletin yurttaÅlarına dƶnüÅtürmeyi hedefleyen) Osmanlıcılık; (İmparatorluk topraklarında yaÅayan Müslüman toplumları tekil bir ümmet olarak birleÅtirip İmparatorluÄun temeli kılmayı hedefleyen) İslĆ¢mcılık; ve (–baÅlıca ideologları Rusya Türkçüleri olması hasebiyle- TuranĆ® heveslerle baÅlayan; “Kızıl Elma”nın acı deneyimi sonucu “Misak-ı millĆ®”yle iktifa etmeyi ƶÄrenen) Türkçülük, birbiriyle ƧatıÅkılı, birbirinden ƶÄrenen ideolojiler olarak serilmendi 19. yüzyıl Osmanlı siyasal-toplumsal sahnesinde.
İslĆ¢mcılık, burada konumuz aƧısından ƶnem taÅıyor. 1878’den itibaren Sultan Abdülhamid’in desteÄiyle “devletin resmĆ® ideolojisi” niteliÄini üstlenen İslĆ¢m(cılık) bƶylelikle, Yavuz Selim dƶneminden beri hilafet, dolayısıyla da (Sünni) İslĆ¢m toplumlarının ƶnderliÄi iddiasını da üstlenen ve devlet ile din arasında (Bizans’tan tevarüs ettiÄi) oldukƧa hassas bir dengeyi sürdüregelen, devletin meÅruiyet kaynaÄı ve toplumsal denetim aracı olma iÅlevinden farklı bir iÅlevi daha üstlenecekti. Devlet yƶnetiminin İslĆ¢m’dan bolca yararlanırken, ulemĆ¢yı sıkı bir denetim altında tuttuÄu uzun süreli bir caesaropapism deneyiminin ardından, İslĆ¢m(cılık) ilk kez net hatlarıyla ayrıÅmıŠ(modern) bir siyasal ideoloji olarak devletle yeniden entegre olacaktı.[10] Modernizmin (ƶzellikle de devletin ƶrgütleniÅi, ordu, eÄitim, teknoloji vb. alanlarında) gerekliliÄi vurgusunun yanı sıra, derin bir Batı-karÅıtlıÄı ve pan-İslĆ¢mist yƶneliÅiyle tanımlanan İslĆ¢mcılık ideolojisi, bu süreƧte, Karpat’ın (2001: 17) Eylül 1906 tarihli İngiliz Blackwood’s Magazine’deki bir yazıdan aktardıÄı ƶnemli bir saptamayla yüklenecek ve bundan bƶyle bu veƧhesiyle karakterize olacaktı: “SƶmürgeciliÄe karÅı ya da İslĆ¢m toplumlarını muhafaza ya da canlandırmaya yƶnelik bir giriÅimdense, İslĆ¢m’ın Hıristiyanlık ve Avrupa uygarlıÄıyla ƧatıÅması olma” ƶzelliÄi. Evet, geƧ-Osmanlı (ve ardından günümüzde Türk) İslĆ¢m(cılıÄ)ı anti-sƶmürgeci (ya da antiemperyalist) olmaktan Ƨok Batı-karÅıtı olmakla tanımlanmaktadır. Ve bu hĆ¢liyle kültüralist bir yƶneliÅtir…
* * *
Kemalizm’e iliÅkin yaygın algı, onun laikliÄi, üstelik de Fransa’dan mülhem radikal bir laikliÄi benimseyerek dini kiÅisel iman planına doÄru sürdüÄü yƶnündedir - ki oldukƧa eksikli bir algıdır bu. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin erken dƶnem “laikliÄi”ni karakterize eden “din” iÅleriyle “devlet” iÅlerini birbirinden ayrılmasından Ƨok dinin (elbette ki İslĆ¢m dininin) devletin bir aygıtı olarak yeniden biƧimlendirilmesidir.[11] BirkaƧ nedenden dolayı:
- Ćncelikle Kemalist rejim, Osmanlı’nın caesaropapist geleneÄinin doÄrudan sürdürücüsüdür. İslĆ¢m dini, eklemlendiÄi her rejime, Kemalist devletin vazgeƧemeyeceÄi bir meÅruiyet temeli saÄlamaktadır. Yanı sıra, İslĆ¢mi “ulĆ»l emre itaat” ilkesinin, “devletine, milletine baÄlı, muti, tokgƶzlü, ahlĆ¢klı” yurttaÅlar biƧimlendirmede iÅlevsel olacaÄını kestirmek iƧin kĆ¢hin olmaya gerek yoktur. Kaldı ki, Cumhuriyet rejimi, halkın sefalet ve acılara katlanmaya ancak güçlü dinsel referanslar sayesinde ikna edilebildiÄi uzun ve acılı bir savaÅlar silsilesinin sonucunda kurulabilmiÅtir. Bu durumda, devletin halkın dinsel inanƧlarıyla ƧatıÅmayı gƶze alması, beklenemez.
- Dahası, yeni devlet, otokton Türkmen, Kürt, Arap nüfusun üzerine Balkan ve Kafkaslar’dan gƶƧ etmiÅ gƶƧmenlerden bir “ulus” yaratma sorunuyla karÅı karÅıyadır. Ermenilerin soykırım, Rumların mübadele, Yahudilerin bezdirme yƶntemleriyle tasfiye edilerek gayrımüslimlerden arındırıldıÄı koÅullarda Müslümanlık, “misak-ı millĆ®” dĆ¢hilinde kalan nüfusun büyük ƧoÄunluÄunun elindeki tek ortak paydadır. (“TürkleÅtirme”, 20’lerin sonlarına doÄru baÅlamakla birlikte, esas olarak 1930’ların marifetidir.) Bir baÅka deyiÅle, uzun süre yurttaÅlıÄın tek referansını oluÅturacaktır. (Türk mevzuatında gayrımüslim yurttaÅların hĆ¢len “yabancı” yerine konulmasının nedeni de budur).
- Ve nihayet, İslĆ¢m(cılık) Cumhuriyet’in bƶlgesel iddialar iƧin, yani Müslüman OrtadoÄu ya da TürkĆ® cumhuriyetler üzerinde nüfuz saÄlayabilmek iƧin her zaman elinde tutmak isteyeceÄi bir ideolojik araƧtır.
Bu nedenlerledir ki genƧ Türkiye Cumhuriyeti, bir yandan hilafetin ilgası, devletin resmĆ® dini ilkesini kaldıran Anayasa deÄiÅikliÄi (1937), tevhid-i tedrisat, kamusal alanlarda dinsel simge kullanımının yasaklanması, Åapka, kıyafet devrimi, Latin alfabesi ve miladĆ® takvimin benimsenmesi vb. bir dizi “sekülerleÅtirici/batılılaÅtırıcı” reformu benimserken, bir yandan da SünnĆ® İslĆ¢m’ın baÅatlıÄı altındaki Diyanet İÅleri’ni (1924) ƶrgütleyip tüm dinsel sorunlarda bir ƧeÅit “fetva yetkisi”yle donatarak, ilkƶÄretim kuruluÅlarında, SünnĆ® İslĆ¢m ilkelerinin ƶÄrencilere aktarıldıÄı din dersleri (12 Eylül sonrası zorunlu hĆ¢le gelecektir) aracılıÄıyla; İmam-Hatip liselerini yaygınlaÅtırarak… İslĆ¢m’ı “devletleÅtirmektedir.”
Bu “aracılıklar” arasında devletin dinsel yaÅamı denetim altında tuttuÄu kurum olarak “Diyanet” ƶzel bir ƶnem taÅımaktadır: Devlet bütƧesinden kendisine tahsis edilen devasa payla (2013 yılında 4 milyar 604 milyon TL. ile bütƧeden en fazla payı alan kurumlar arasında 12. sırayı tutmakta. Diyanet bütƧesi, İƧiÅleri, ya da saÄlık bakanlıkları bütƧesinin iki katına ulaÅıyor) Diyanet İÅleri BaÅkanlıÄı, 78 000 kadar cami ve 5000 kadar Kur’an kursunu yƶnetmekte, ülkede her bir camide verilecek Cuma vaazını dikte ettirmekte, devletin medya araƧlarının dinsel iƧerikli yayınlarını denetlemekte, dinsel metinlerin TürkƧe Ƨevirilerini gerƧekleÅtirmekte, toplumsal konularda “fetva” mercii iÅlevini gƶrmekte, Hac yolculuklarını ƶrgütlemekte ve (DITIB adı altında) Avrupa’da yaÅayan Türkiyeli Müslümanlara dinsel hizmet gƶtürmektedir.
Bƶylelikle yurttaÅlarının “dinsel gereksinimleri”ni monolitik bir devlet kurumu aracılıÄıyla karÅılayan, dolayısıyla da yurttaÅlara dini nasıl yaÅamaları (ve nasıl “yaÅamamaları” gerektiÄini dikte ettiren bir devlet kurumu eliyle Türkiye Cumhuriyeti, oldukƧa ilginƧ bir “laiklik” gƶrüntüsü vermektedir: AlevĆ®lerden, kendilerini “Müslüman” olarak tanımlamakla birlikte herhangi bir dinsel gereÄi yerine getirmeyen “laik” yurttaÅlardan, gayrımüslimlerden, agnostiklerden, ateistlerden… alınan vergilerle de beslenen ve resmĆ® bir Sünni İslĆ¢m versiyonunu dayatan bir devlet kurumunun varlıÄı, devletin din karÅısındaki her türlü “nƶtralite” iddiasını boÅa Ƨıkartmaktadır.[12]
Åu hĆ¢lde rahatlıkla ƶne sürebiliriz: Türkiye’de İslĆ¢m, Osmanlı’dan bu yana “devlet dini”dir; ve iƧeriÄiyle mesajları, iÅlevleri devlet üzerinde sƶz sahibi sınıfların mahiyetine gƶre deÄiÅikliÄe uÄramaktadır.
Bu saptama, kanımca Türkiye’de 2002 seƧimlerinde iktidara gelen ve o günden bu yana tek baÅına iktidarda kalmayı baÅaran AKP’yi anlayabilmede de iÅlevseldir. BilindiÄi üzere, Türkiye’de seküler Ƨevrelerin AKP iktidarı konusundaki gƶrüÅleri, esas olarak iki ƧerƧevede kutuplaÅıyor:
1. AKP iktidarı Orta DoÄu’nun SünnĆ®/Åeriat rejimlerle yƶnetilen petrol zengini ülkelerin yƶnetimleriyle iƧli-dıÅlı, esas olarak Arap sermayesinden beslenen, radikal İslĆ¢mcı kadroların aÄır bastıÄı, takiyyeci bir partidir. “MillĆ® GƶrüŔ geleneÄinin kimi unsurları, laiklik karÅıtı sƶylemlerinin her seferinde rejimin güvencesini oluÅturan TSK’nın müdahaleleriyle partilerinin kapatılması sonucunu vermesinden ders alarak ılımlı, laiklik yanlısı bir gƶrüntü veren AKP’yi kurup iktidara gelmiÅlerdir. Liberal, demokrat gƶrüntüleri bir yanıltmacadır; AKP’nin, ƶzellikle 2007’deki seƧim baÅarısının ardından adım adım hayata geƧirdiÄi bir gizli gündemi vardır: Türkiye’de Åeriat rejimini kurmak.
2. MillĆ® gƶrüŠkadrolarından samimĆ® bir ƶzeleÅtiriyle kopan unsurların kurduÄu AKP, iktidara geƧtiÄinden bu yana demokrasi gƶrüntüsü altında askerĆ® bir vesayet rejiminden baÅka bir Åey olmayan eski siyasal sisteminin liberalizasyonu ve demokratikleÅtirilmesi yƶnünde iÅlemektedir. TSK’nın siyaset sahnesindeki aÄırlıÄının ve “derin devlet” yapılarının tasfiyesi, insan ve azınlık hakları konusundaki ilerlemeler, Kürt sorununun Ƨƶzümü yolunda atılan adımlar, bu gƶrüÅü desteklemektedir. MuhafazakĆ¢r olduÄunu gizlemeyen AKP’nin gizli bir gündemi yoktur. Eksik olan, geƧmiÅinden taÅıdıÄı alıÅkanlıkları sınırlandıracak liberal sol bir partinin varlıÄıdır…[13]
İki analizin de AKP’nin gƶvdesini oluÅturan ve siyaset alanında sƶzcülüÄünü üstlendiÄi sermaye kesiminin ƶzlem ve taleplerini dikkate almaması, ilginƧtir.
Oysa AKP’nin din/İslĆ¢m ile iliÅkisinde bu kesim kritik bir rol oynamakta.
12 Eylül darbesi, bilindiÄi üzere Türkiye’de ithal ikameci politikaların terk edilerek neoliberal iktisadĆ® rejimin benimsenmesini ƶngƶren 24 Ocak kararlarının hayata geƧirilmesini saÄlamak amacıyla gerƧekleÅtirildi. Bu yolla ƶnü aƧılan yeni sermaye birikimi rejimi, emeÄin hareket/ƶrgütlenme olanaklarını büyük ƶlçüde kısıtlarken, mevcut sermayeye kesimlerine de geniÅ bir hareket alanı aƧacaktı. Cumhuriyet rejiminin geleneksel burjuvazisi Marmara sermayesi dıÅında, “baÅıbozuk” (rogue) olarak tanımlayabileceÄimiz bir dizi giriÅimci (Türkiye Cumhuriyet devletinin 12 Eylül rejiminin hemen ardından angaje olduÄu “düÅük yoÄunluklu” Kürt savaÅının saÄladıÄı elveriÅli ortamdan da yararlanarak) “Yeni Dünya Düzeni”nin olanaklarını lehlerine Ƨevirmeyi baÅardı: Ƨaycılardan banker, mafya ayakƧılarından medya patronu yaratan bu hızlı devingenlik ortamı; Anadolu’daki, küçük Ƨaplı, geleneksel olarak muhafazakĆ¢r, küçük ve orta boy müteÅebbislerine de pek Ƨok yeni olanaklar sunacaktı.
Cemaat baÄlarını ticarĆ® giriÅimlere tahvil eden bu kesim, Turgut Ćzal iktidarı dƶneminde ataÄa kalktı. TĆSİAD’ın temsil ettiÄi Marmara sermayesinin ortaklık iƧin geleneksel tercihi AB ülkelerindense, baÅta Arap sermayesi olmak üzere Müslüman sermayedarlar ile kurulan ticarĆ® iliÅkiler, MĆSİAD’da temsil edilen bu kesimin hızla büyümesinin ƶnünü aƧacaktı.
“Anadolu sermayesi”, bƶylelikle hızlı bir Åekilde palazlanarak siyasetin merkezine doÄru kaymaya baÅladı. “Konsept (MASK= Milli AskerĆ® Stratejik Konsept) deÄiÅtiren” TSK’nın 1997’de giriÅtiÄi “postmodern darbe” teÅebbüsünü ustaca manevralarla savuÅturarak bu giriÅimi TSK’nın kamuoyu nezdindeki son kredibilitesini yok edecek bir “halkla iliÅkiler” kampanyasıyla tersine Ƨevirmeyi baÅardı. Ve bir yandan “GeniÅletilmiÅ Orta DoÄu Projesi” ƧerƧevesinde bƶlgedeki “ılımlı” İslĆ¢mĆ® rejimlerle iÅbirliÄine yƶnelen ABD’nin ƶnayak olduÄu yeni uluslar arası konjonktürün, bir yandan da ülkede 2000 krizi ve ƶnceleyen yolsuzluklar ve çürümeye duyulan tepkinin yol aƧtıÄı olumlu hava iƧerisinde AKP Åahsında iktidara gelmeyi baÅardı.
AKP ile iktidara gelen ve kendilerini “modern muhafazakĆ¢r” olarak tanımlamaktan hoÅlanan yeni burjuvalar, iktisaden liberalizmi sonuna kadar savunsalar da neoliberalizmin “ruhu”yla uyumlu bir Åekilde, toplumsal-kültürel alanda “yeni-muhafazakĆ¢rlık”ı benimsemektedirler. BirkaƧ nedenle:
1. Ćncelikle, “halkın baÄrından ƧıkmıŔ, onun deÄerlerine baÄlı, dini bütün, “baba” patronlar imgesi, onlara, siyasĆ® baÅarıya tahvil edebilecekleri (ve ettikleri) bir toplumsal meÅruiyet temeli saÄlamaktadır. AKP’nin “yeni eliti” Türk kültürel hayatının Tanzimat’tan bu yana “duƧar olduÄu” “halkına yabancılaÅmıÅ, Batıcı seƧkinler ile halk” ƧeliÅkisini ustalıkla manipüle ederek, anti-entellektüalizmle kaynaÅtırdıÄı eklektik ve pragmatik bir anti-BatıcılıÄı kendi pozisyonunu saÄlamlaÅtırma yƶnünde kullandı.
2. Yanı sıra, yeni-muhafazakĆ¢rlıÄın iƧerdiÄi aile ve cemaat deÄerlerinin ihdası, ƶrgütlü sınıf mücadeleleri karÅısında Marmara sermayesi kadar donanımlı olmayan bu yeni burjuvaziye, istihdam ettiÄi emekƧilerle “patronaj” iliÅkileri kurma olanaÄı saÄlamakta, dolayısıyla daha ucuz ve talepkĆ¢rlıÄı daha düÅük bir iÅgücü kaynaÄına eriÅim olanaÄı saÄlayacaktı.
3. Yanı sıra, “muhafazakĆ¢rlık”, küresel kapitalizmin yükselen güçleri, ƶzellikle de Anadolu’nun Müslüman-muhafazakĆ¢r giriÅimcilerinin kültürel tercihleriyle daha kolay rezonansa girebilen Arap-İslĆ¢m sermayeyle iliÅkileri daha kolaylaÅtıran bir kisveydi.
4. Bununla koÅut olarak, “Arap Baharı”nın saÄladıÄı uygun atmosferde dinsel referanslı muhafazakĆ¢rlık, AKP’nin neo-Osmanlıcı yƶneliÅinde Türkiye’nin OrtadoÄu’daki nüfuz alanını geniÅletme hedefiyle de uyumlu gƶzükmektedir.
Åunu da belirtmekte bir beis yok; neoliberalizm, salt sermayenin yüksek ƶlçüde ve sınırsız devingenliÄini ƶngƶren bir iktisadĆ® tercih olmanın Ƨok ƶtesinde, (Sosyalist Blok’un Ƨƶkmesi ve bunun saÄladıÄı ideolojik Ƨƶzülme, iletiÅim teknolojilerindeki hızlı geliÅmeler, dayanıksız tüketim malları üretiminin Ƨapının devasa ƶlçülerde genleÅmesi, finans vb. sektƶrlerin sınaĆ® üretime ƶndelik kazanması, vb… etkenlerin sonucu) kapitalizmin “modernist” paradigmasında bir kırılmaya da denk düÅmektedir. “Postmodern” sıfatıyla tanımlanan bu kırılma, kapitalist modernizmin ulus-devlet, sekülarizm, liberal demokrasi, insan hakları gibi “olmazsa olmaz” sayılan bir dizi standardından vazgeƧiÅe iÅaret eder. Bir baÅka deyiÅle, neoliberal evresinde kapitalizmin “ethos”unu “Batı uygarlıÄı”nın standartları deÄil, “Kuzey tüketim toplumu”nun daha gevÅek, muÄlak, esnek ve geƧirgen “norm”ları biƧimlendirmektedir. Postmodern norm aÅımı, dinselin gƶrünürlük kazanması konusunda Ƨok daha hoÅgƶrülüdür; ƶzellikle de “sınıf mücadelesi”ni ikame eden “kimlik” ƧerƧeveleri aracılıÄıyla alttan gelecek itirazları sisteme entegre etme yetisi sergilediklerinde…
Kabul etmeli, krizlerle sarsılan AB’ye girme ısrarından vazgeƧip, bir “Ƨeper ülke” konumuyla Orta DoÄu’da Kuzey’in “koƧbaÅlıÄını” üstlenen “ılımlı Müslüman” bir Türkiye ABD-AB Ƨevreleri tarafından da oldukƧa “hayırhah” karÅılanmıÅtır – en azından AKP Arap Baharı’nda yakaladıÄı popülaritenin rüzgĆ¢rıyla Orta DoÄu’ya müdahil, ƶzerk bir güç olma niyetini aÅikĆ¢r edene dek…
* * *
Bu durumda, vurgulamalı: günümüz Türkiyesi’nde din-devlet iliÅkilerinde kƶklü bir dƶnüÅüm yaÅanmamaktadır. Türkiye’de devlet İslĆ¢m dini üzerindeki denetimini sürdürmektedir; tersi varit deÄildir. Ne ki, devletin dümeninde bir kadro deÄiÅikliÄi yaÅanmıÅtır. Marmara baronları, yani geleneksel Batıcı, seküler burjuvazi iktidarını AKP’nin temsilcisi olduÄu, kültürel olarak muhafazakĆ¢r taÅra burjuvazisiyle paylaÅmaya razı gelmek durumunda kalmıÅtır. Ve bu “yeni” burjuvazinin siyasal temsilcileri, dinsel referanslara eski kadrolardan Ƨok daha fazla baÄlıdır. Bir baÅka deyiÅle, devlet, yƶnetimi bugün din ile ünsiyeti Ƨok daha yüksek bir kadronun elindedir.
Bu durum, Kemalist cenahın yaymaya ƧalıÅtıÄı üzere laikliÄin ilga edilerek Åeriat’ın Anayasa ilan edilmesine yol aƧmayacaktır kuÅkusuz. Ya da Türkiye’nin rejiminin İslĆ¢mĆ® bir teokrasiye dƶnüÅmesi bir hayli uzak bir ihtimaldir. Ancak yeni burjuvazi, yukarıda ƶzetlemeye ƧalıÅtıÄım sınıfsal yƶnelimlerini hayata geƧirmek üzere, Sünni-İslĆ¢m yorumunu alabildiÄince yaygınlaÅtırma ve toplumsal konsensüs temelini İslĆ¢mĆ® bir eksene kaydırma Ƨabası iƧerisinde olacaktır. Bu, İslĆ¢m dininin (SünnĆ® yorumunun), belki siyasal deÄil ama toplumsal-kültürel rolünün giderek artması anlamına gelir. Bir baÅka deyiÅle, Türkiye, yeni yƶnetici kadrolarının elinde, Diyanet fetvalarının toplumsal yaÅamın her alanında daha fazla etkili olduÄu, kadınlarla erkekler arasındaki toplumsal mesafenin daha da arttıÄı, ahlĆ¢k bekƧiliÄinin daha yoÄunlaÅtıÄı, bireysel yaratıcılıÄın daha Ƨok tƶrpülendiÄi, mahalle baskısına teslim bir Orta DoÄu ülkesi olmaya yƶnelmektedir.
SünnĆ®-İslĆ¢m referanslı bu toplumsal-kültürel muhafazakĆ¢rlık iklimi ise, gerek iƧeride, gerek dıÅarıda, yükselen sınıf “Müslüman sanayiciler ve iÅ adamları”nın vizyonlarıyla hiƧ kuÅkusuz ki daha uyumludur…
N O T L A R
[*] Latince. “İktidar kiminse onun dini geƧerlidir.” (Joachim Stephani, 1612)
[1] “Din: Teorisi/ PratiÄi, Dünü, Bugünü” (6 ve 13 Nisan 2013) Sempozyumu’nun Ankara’daki (6 Nisan 2013) “Dini- EleÅtirel Olarak Anlayabilmek” oturumuna sunulan tebliÄ… Din: Teorisi/ PratiÄi, Dünü, Bugünü- Sempozyum TebliÄleri, Editƶr: Sibel Ćzbudun - Mahmut Konuk, Ćtopya Yay., 2013… iƧinde…
[2] Gilbert 1992: 298.
[3] Gilbert (2012: 173) Heusch’un “kutsal (sacred)/ ilahĆ® (divine) ayrımına, bu iki kavramın Batı-Hıristiyan dünyasında birbirinden ayırt edildiÄi, ve ancak yerel halklar bƶyle bir ayırım yaptıÄında antropolojik bir geƧerliliÄi olacaÄını ƶne sürerek karÅı Ƨıkmakta. Kanımca, Afrika (ve kimi GüneydoÄu Asya) krallıkları ile antik Yakın DoÄu krallıkları arasındaki farklılıkların ifadesinde iÅlevsel olduÄu ƶlçüde, bu ayrıma müracaat etmekte bir beis yoktur.
[4] Oysa kralın güçlü dedesi Sargon ve halefleri, Rimush ve Manishtusu sar kissati (“evrenin kralı”) sanıyla anılmaktaydı.
[5] Aktaran: Michalowski (2012: 34)
[6] Sümer mitolojisine gƶre krallık, Tufan’dan sonra gƶkyüzünden inmiÅtir. Bkz. Pritchard (der.) (1973: 28-29).
[7] Ćlümden sonra apotheosis’e uÄrayan Roma imparatorları divus adıyla anılırken, Roma tanrıları “deus” olarak adlandırılmaktaydı. Yalnızca bu bile, Romalıların ƶlü imparator ile tanrı arasındaki “fark”ın bilincinde olduklarını ve imparatorun “tanrı”lıÄının bir imalat olduÄunu gƶstermektedir. Price (1992: 79) da divi’nin dei’yle aynı muameleyi (kurban sunuları, tapınaklar vb.)gƶrmesine karÅın, ancak tanrıların “ata” kabul edildiÄini, divi’ye bƶyle bir ayrıcalıÄın tanınmadıÄını belirtir.
[8] “Tanrılar korkusunu arkalarına alan tiranlarınız ve krallarınız tapınak hazinelerini yaÄmalıyor; yasak, sürgün ve cinayetlerle kentleri aristokrasilerinden yoksun bırakıyor; ahlĆ¢ksız bir Åiddetle kadın ve kızları onurundan ediyor, onlara Indigetes [atasal tanrılar] ve divi adını veriyorsunuz; en derin nefretle kovalamanız gerekenleri tahtırevanlarla, sunaklarla, tapınaklarla ve baÅka kültlerle onurlandırıyor, doÄumgünlerini oyunlarla kutluyorsunuz. (Oracula Sibyllina viii. 392-401. Akt. Price 1992: 99).
[9] Nelson (1992: 142) Papa’nın bu ritüeli, tahta geƧmenin merkezĆ® ayinini oluÅturduÄu Bizans’tan esinlenmiÅ olabileceÄini kaydediyor. Ancak taƧ kuÅanma, kesinlikle Yeni Ahit’e dayandırılan bir edimdir.
[10] Bkz Karpat (2001).
[11] “Kemalist laiklik modeli hem otoriter hem de antidemokratiktir. Türk devleti İslĆ¢m’ “yukarıdan” siyasallaÅtırmıÅtır, yani, onun üzerinde yorum tekeli ve denetim saÄlamıÅtır. AmaƧ nüfusu sekülerleÅtirmek, farklı mümin cemaatlerini türdeÅleÅtirmek, ve cumhuriyetƧi, laik, etno-milliyetƧi (“TürkleÅtirici) bir devlet İslĆ¢mı’nı yaygınlaÅtırarak ülkenin teritoryal bütünlüÄünü saÄlamaktır.” (KarakaÅ 2007: 3)
[12] Nitekim dinin devletin denetimi altında tutulması gereÄi ve bunun yararları bizzat Diyanet sƶzcüleri tarafından da dile getiriliyor. Nasıl mı? İÅte Alevi-BektaÅi Dernekleri Federasyonu eski genel baÅkanı Turan Eser’in Diyanet İÅleri BaÅkanlıÄı (DİB) hakkında Ankara 17. İdare Mahkemesi’nde aƧtıÄı davada, DİB’in savunması:
“Diyanet İÅleri BaÅkanlıÄı (DİB), Ankara 17. İdare Mahkemesi’ne verdiÄi yanıtta cemevi dememeye ƶzen gƶstererek kurumun Atatürk’ün saÄlıÄında laiklik ilkesinin gereÄi olarak kurulduÄunu ifade etti. Yanıtta laiklik ilkesinin bir ƶzelliÄinin de devlete din hürriyeti üzerinde denetim yetkisi tanıyan bir nitelik taÅıdıÄı belirtilerek dini denetim altında tutmanın devletin iÅi olduÄu ifadelerine yer verildi.
DİB’nın kurulmasının tarihi nedenlerin gerƧeklerin ve ülke koÅullarıyla gereksinmelerinin doÄurduÄu bir zorunluluk sonucu olduÄu belirtilen yanıtla hĆ¢len 1924 savaÅ koÅullarının devam ettiÄi kaydedilerek kurumun dini bir teÅkilat deÄil idari bir teÅkilat olduÄu, dinin devletƧe denetiminin yürütülmesinin Türk milletinin ƧaÄdaÅ uygarlık seviyesine eriÅmesi ve yücelmesine hizmet ettiÄi iddia edildi. Yanıtta, Diyanet’in gücünün tartıÅılmayacaÄını vurgulanarak bunun bir Anayasa hükmü olduÄunu 2280 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun 89. Maddesinde yer alan bir ifadeyle DİB’in yerinin korunması iƧin siyasi parti kapatabileceÄi ifade edildi.” (Esra KoƧak, “Diyanet’ten Atatürk’lü Cevap”, Birgün, 18 Ocak 2013)
[13] Bu eÄilim, en azından yakın zaman ƶncesine dek Batı dünyasından gƶzlemcilerin gƶrüÅlerini de ifade etmekteydi. Ćrnek iƧin bkz. KarakaÅ (2007), Steinbach (2011).
KAYNAKLAR
Amin, Samir (2006). Modernite Demokrasi ve Din. Kültüralizmlerin EleÅtirisi. TOFV/Ćzgür Ćniversite, Ankara, 2006.
Bloch, Maurice (1992). “The ritual and royal bath in Madagaskar: the dissolution of death, birth and fertility into authority”, Rituals of Royalty, D. Cannadine ve S. Price (der.) Cambridge University Press.
Frankfort, Henri (1948). Kingship and the Gods: A Study of the Near Eastern Religion as the Integration of Society and Nature. University of Chicago Press.
Garster, T. H. (der.)(1964). The New Golden Bough. A New Abridgment of the Classic Work by Sir James George Frazer. Chicago: Mentor Books.
Gilbert, Michelle (1992). “The person of the king: ritual and power in a Ghanaian state. Rituals of Royalty, D. Cannadine ve S. Price (der.) Cambridge University Press.
- (2012) “The Sacralized Body of the Akwapim King”, Religion and Power, Nicole Brisch (der.), The Oriental Institute of the University of Chicago.
de Heusch, Luc (2009). Pouvoir et Religion (Pour rĆ©concilier l’Histoire et l’anthropologie) CNRS Editions, Paris.
Houtart, FranƧois (2006). SociologĆa de la Religión, Editorial de Ciencias Sociales, La Habana.
Iqbal, Javed (tarihsiz). “The concept of state in Islam”. http://i-epistemology.net/attachments/318_V1N1%20Spring%2084%20-%20J%20Iqbal%20-%20The%20Concept%20of%20State%20in%20Islam.pdf.
KarakaÅ, Cemal (2007). Turkey: Islam and Laicism Between the Interests of State, Politics and Society, PRIF Reports no. 78. Peace Research Institute, Frankfurt.
Karpat, Kemal H. (2001). The Politicization of Islam. Reconstructing Identity, State, Faith and Community in the Late Otoman State. Oxford University Press.
Kepel, Giles (1993). The Revenge of God: The Resurgence of Islam, Christianity and Judaism in the Modern World. Polity Press.
McCaffrey, Enda (2009). The Return of Religion in France: From Democratisation to Postmetaphysics. Palgrave McMillan.
Michalowski, Piotr (2012). “The Mortal Kings of Ur: A Short Century of Divine Rule in Ancient Mesopotamia. Religion and Power, Nicole Brisch (der.), The Oriental Institute of the University of Chicago.
Nasr, Sayyed Vali Reza (2001). Islamic Leviathan. Islam and the Making of State Power. Oxford University Press.
Nelson, Janet L. (1992). “The Lord’s anointed and the people’s choice: Carolingian royal ritual.” Rituals of Royalty, D. Cannadine ve S. Price (der.) Cambridge University Press.
Price, Simon (1992). “From noble funerals to divine cult:the consecration of Roman Emperors”, Rituals of Royalty, D. Cannadine ve S. Price (der.) Cambridge University Press.
Pritchard James B. (der.) (1973). The Ancient Near East, An Anthology of Texts and Pictures. Princeton University Press.
RiviĆØre, Claude (2005). Socio-anthropologie des religions, Armand Colin.
Selz, Gebhard J. (2012). “The Divine Prototypes”, Religion and Power, Nicole Brisch (der.), The Oriental Institute of the University of Chicago.
Steinbach, Udo (2011). “State and Religion in Turkey”. J. Namour (der.) State And Religion. Comparing Cases of Changing Relations. A conference report. Beyrut: Friedrich Ebert Stiftung.
Ullmann, Walter (1969). The Carolingian Rennaissance and the Idea of Kingship, Londra, Methuen.
Winter, Irene J. (2012). “Touched by the Gods: Visual Evidence fort he Divine Status of Rulers in the Ancient Near East”, Religion and Power, Nicole Brisch (der.), The Oriental Institute of the University of Chicago.
Yorum Ekle