$type=slider$cate=5$meta=0$cate=4$show=home$rm=0

“CUJUS REGIO, EJUS RELIGIO!” [*] [1]

“Kralların kutsal olduğu, antropolojik ve tarihsel bir malumun ilamıdır; ne ki onlar ƶyle doğmazlar; ancak hükmettikleri eliyle kutsal...

“Kralların kutsal olduğu, antropolojik ve tarihsel bir
malumun ilamıdır; ne ki onlar öyle doğmazlar;
ancak hükmettikleri eliyle kutsallaştırılırlar.”[2]
“Din” ile “iktidar” ilişkilerini, konu başlığındaki “iktidar” kavramının farklı yorumları ƧerƧevesinde farklı biƧimlerde ele almak mümkün, kuşkusuz: günlük yaşamın kılcal damarlarına nüfuz etmiş gündelik iktidar ilişkilerinin din tarafından tahkim ediliş tarzı; bizatihĆ® dinsel iktidar (ve hiyerarşi) biƧimleri ya da siyasal iktidar ile din ilişkileri.
Ben bu tebliğde belki daha konvansiyonel, ve hiƧ kuşku yok ki daha “demode” bir tercihle, üçüncü yolu, yani din ile siyasal iktidarın birbiriyle ilişkileniş tarzlarını irdelemeyi yeğliyorum. Neden mi?
Ɩncelikle, iktidar üzerine kafa yoran Marksist hattın hemen tüm varyantları gibi, siyasal iktidarın salt zora dayanarak sürdürülemez olduğunu, iktidar ilişkilerinin sürdürülmesinde ister “ideolojik aygıt” olarak nitelensin, ister “hegemonya” denilsin, ideolojik/kültürel bir boyutun kaƧınılmaz, aslĆ® ve zorunlu olduğunu düşünüyorum.
Ve bununla bağlantılı olarak, mevcut iktisadî-siyasal koşulları sürdürmek ya da değiştirmek adına devinime geçirebilecek güçlü tarihsel-simgesel birer bagaja denk düşen, bu nedenle de duygu yükü, simgesel haznesi, içerdiği çağrışımlar ve kimlik-biçimlendirici özellikleriyle, sınırlı bir tarihe ve coğrafi alana sahip laiklik/sekülarizm (nihayetinde sekülarizm/laiklik Batı coğrafyasında 2-300 yıllık bir tarihe sahiptir) karşısında, çok daha avantajlı olan dinin bu ideolojik/kültürel misyon için en uygun kalemi oluşturduğunu ileri sürüyorum.
“Siyasal yaşamın dışına sürüldü”, “kişisel vicdanlara gƶmüldü”, “yerini aklın egemenliğine bıraktı”, denilen bir Ƨağda, dinsel tezahürlerin küresel siyaset arenasında yeniden suyüzüne Ƨıktığı ve siyasal retoriğin bir kez daha dinsel sƶylemlerin gƶlgesine sığındığı 20. yüzyıl sonu ve 21. yüzyıl başlarını yaşadıktan sonra bƶylesi bir iddianın karşılıksız olduğunu kim sƶyleyebilir ki?
Hele ki kişi dinsel referanslı bir muhafazakĆ¢rlığın yeni-Osmanlıcı yƶnelişlerle elele verdiği, burƧların İmam-hatip Ƨıkışlı bürokratlarca bir bir teslim alındığı, bir zamanlar “laikliğin kalesi” olan Türkiye’de yaşıyorsa?
* * *
Din-(siyasal) iktidar ilişkilerinden söz ederken ilk elde vurgulanması gerekenlerden biri, din(ler) ile dinsel kavrayış ve tahayyüllerin monolitik bir bütün teşkil etmediğidir. Binyıl(lar)ı aşan tarihleri içerisinde dinsel referanslar hem kapsadıkları toplumsal-kültürel kendiliklerin meşrebince, hem etkiledikleri toplumsal sınıfların konumları ve talepleri, hem de tarihsel koşullara göre değişikliğe uğramış, farklı biçimlerde anlaşılmış/ anlamlandırılmıştır.
Şu hĆ¢lde din-iktidar ilişkisi, ezen-ezilen/sƶmüren sƶmürülen sınıflar arasındaki ilişkilerinin mahiyetine bağlı olarak Ƨifte (hatta belki de üç) veƧheli olarak tezahür etmektedir. RiviĆØre (2005: 175), bu ilişkinin biƧimlenişinde madun kitle ya da sınıfların din ile kurduğu ilişkilerin mahiyetinin oynadığı rolü vurgulayarak bu ilişkinin üç olası biƧimini şöyle sıralar:
- İktisadĆ® aƧıdan sıkıntıda ya da kimlik krizindeki toplumlarda MesihƧi hareketlerin, yeni dinsel hareketlerin ve tarikatların Ƨekiciliği. RiviĆØre’e gƶre din, bu gibi durumlarda gruba bir kimlik referans ƧerƧevesi sunarak, bir cemaate bağlanma duygusu yaratıp bilişsel uyumsuzluklarının Ƨƶzümünü sunabilmektedir.
- Sınıf karşıtlıklarının daha açık ve daha yalın olduğu durumlarda, din alt sınıfların toplumsal protestolarını ifadede kullanılabilmektedir (Thomas Münzer, Kurtuluş teolojisi vb.)
- Egemen sınıfların hegemonyayı daha esnek biçimlerde tesis edebildiği koşullarda, halk inançları egemen sınıfların dinsel öğretilerine meczolmakta, bu durumda kendisine tahammül eden resmî dine destek olan bir halk dinselliği ortaya çıkabilmektedir (evliya kültleri vb.)


Ezilen/sƶmürülenlerin din ile ilişkileniş biƧimleri, aynı zamanda din ile iktidar arasındaki ilişkilerin alabileceği biƧimleri de etkilemektedir. Henri Desroch (akt. RiviĆØre 2005: 176), Sociologies religieuses’de dinin siyasal iktidarla kurabileceği üç ilişki tarzını şöyle sıralamaktadır:


- Din, doğrulayıcı olarak statükoyu meşrulaştırır ve rejimle bütünleşme etkeni rolünü oynar.
- Modernist bir hareket kadük sayılan bir geleneğe karşı çıktığında ya da entegrist bir itiraz kötücül sayılan bir ilerlemeye karşı direndiğinde görüldüğü üzere bir itiraz unsuru olarak işleyebilir.
- Kimi durumlarda da protesto işlevi üstlenebilir. Desroch’a gƶre bƶylesi durumlarda din bƶlünme ya da yıkıma yol aƧabilir.


Bir başka deyişle dinsel öğreti ve pratikler, toplum iƧerisindeki sınıflar arasındaki ilişkilerle, dengelerle bağlantılı olarak, siyasal iktidara destek olacak tarzda yorumlanabilir/icra edilebilir; onunla cepheden Ƨatışmaya girmeksizin bir itirazlı bir dayanışmayı sürdürebilir, ya da kurulu düzenin tümüyle karşısında yer alabilir. Bu tebliğde tüm bu olasılıklar iƧinde dinin siyasal iktidarların kurumsallaşması ve meşrulaşmasında üstlenebileceği roller üzerinde duracağım. Ama ƶncelikle dinin “ne” olduğu üzerinde biraz durmak gerekiyor.
Bu oldukƧa karmaşık olan “tanımlama” girişiminde, din sosyolojisinin temel sorusunu “Din, belirli tarihsel koşullarda, tikel toplumsal yapılara sahip toplumlarda nasıl toplumsal yeniden üretim etkeni olabilir?” olarak formüle eden FranƧois Houtart’ın (2006: 34) yaklaşımı, konumuza ilişkin aƧıklayıcılığı nedeniyle ƶzellikle yararlı gƶrünüyor.
Houtart’a gƶre din bir “temsiller sistemi”dir: doğaüstüne gƶnderme yapan toplumsal olgular, insan aktƶrlerin dünya ve kendilerine ilişkin temsiller sistemi. Bir başka deyişle,
dinin sosyolojik incelemesi iki boyutu varsaymaktadır: din idealiteler alanına dahildir, yani insanların kendilerine ve dünyalarına ilişkin temsilleri alanına. Bu temsiller, gerçekliği zihinde inşa etme tarzıdır. İnsan zihni daima onu yorumlayarak gerçeklik üzerine entelektüel bir çalışma gerçekleştirmektedir. Ancak bu çalışma toplumsal ve kültürel bir boşlukta gerçekleşmez. Temsiller her zaman toplumsal aktörlerin somut tarihsel koşulları içerisinde inşa edilir.
Houtart’a (2006: 35-38) gƶre dinin temsilleri, “doğaüstü”ne ilişkindir. [Ancak sosyoloji “doğaüstü”nün ne olduğunu tanımlamakla yükümlü değildir. “Doğaüstü” dedikleri şeyi tanımlama işini, incelediği insan topluluklarına bırakacaktır.]
Houtart iƧin “temsil”, temel bir insan yetisidir. İnsanın temel ƶzelliği, gerƧekliğin bu temsillerini bir temsiller dünyası oluşturacak kertede inşa etmektir; insan bu temsiller dünyası sayesinde doğal ve toplumsal Ƨevresinde konumlanabilmektedir. Dolayısıyla her bir temsil (ya da bilinƧ, kültürel şema, fikir vd.) topluluklarının toplumsal gerƧekliğiyle bağlantılıdır. Temsiller somut, tarihsel olarak konumlanmış insan zihninin (mente) Ƨalışması aracılığıyla biƧimlendikleri iƧindir ki, toplumsal sınıflara gƶre farklılaşmaktadır. Yani aynı gerƧeklik tüm sınıflarda aynı biƧimde temsil edilmez. HiƧ kuşku yok ki bu durum, dinsel temsiller iƧin de geƧerlidir.
Houtart iƧin temsiller diyalektik karakter arz eder: İnsan topluluklarının, bireysel ya da kolektif zihnin ürünü olmakla birlikte, toplumsal aktƶrlerin pratiklerini etkilerler. Ɩrneğin toplumsal yapılara ilişkin temsiller, aynı zamanda bu yapıların ya da aktƶrlerin pratiklerinin kuruculuğunu ve yeniden üretimini üstlenmektedir. Yani:


“Toplumsal yapıları pratikleri aracılığıyla üretenler aktƶrler olsa da, onların toplumsal dünyaları, toplumsal gerƧeklikler bütünü hakkında sahip oldukları temsiller, pratiklerini etkilemektedir. Bir başka deyişle, temsiller kişilerin davranış tarzını etkiler ve bilinƧli ya da bilinƧsiz biƧimde, toplumun yapılarını inşa eder, yeniden üretir ya da değiştirir.” (2006: 39)


Houtart için temsiller, sınıflandırma, yorumlama, meşrulaştırma, aktarım (sosyalizasyon) ve öngörme gibi insan faaliyetlerinin malzemesini oluşturmaktadır.
İnsanların ürettiği temsiller arasında başat bir konum üstlenen dinsel temsiller ise, toplumlara insan-doğa ve insan-toplum ilişkilerini anlamlandırabilecekleri, yorumlayabilecekleri, aktarabilecekleri (ve de meşrulaştırabilecekleri) bir çerçeve sunmaktadır.
Doğayla ilişkinin tüm insan yaşamının temelini oluşturduğu bilinir. Dinsel temsiller, insanın doğa karşısındaki muazzam kırılganlığına tekabül etmektedir. Houtart, gerek insanların doğanın Ƨevrimine fazlasıyla bağımlı oluşundan, gerekse kişisel fiziksel durumu, yani hastalıklar nedeniyle yaşam-ƶlüm Ƨelişkisinin Ƨok vurgulu olduğu durumlarda, dinsel kodların neredeyse münhasıran doğayla ilişkileri temsilde kullanıldığı gƶzlemlendiğini vurgulamaktadır. (2006: 48) Üstelik, temsiller salt aƧıklayıcı bir işlev üstlenmekle kalmamakta, aynı zamanda denetim araƧlarını da geliştirmeyi de hedeflemektedir. Bir başka deyişle dinsel temsiller hem entelektüel aƧıklama girişimine, hem de doğayı denetim altına alma hedefine denk düşer; kuşku yok ki sƶz konusu olan, simgesel denetimdir. Çünkü Ƨelişkiler gerƧek alanında Ƨƶzüme kavuşturulamadığında, Ƨƶzüm simgesel alanda aranmaktadır. Bir başka deyişle, üretim güçlerinin gelişkinlik düzeyi rasgele gƶrüngülere karşı kendini savunmaya yeterli olmadığında, bu tip temsillere başvurulmaktadır:
“Temsilin sabit unsuru gerek mitik, gerekse analitik-bilimsel düşünce aƧısından doğanın gerƧekliğidir. Değişen, doğa kuvvetlerinin işleyiş tarzıdır. Mitik (ya da analojik) düşüncede insanların davranış tarzıyla doğayı manipüle ettiği varsayılan güçlerin davranış tarzı arasında bir analoji kurulur. Doğanın sabit, ne iyi ne kƶtü, nƶtr, ancak onun kuvvetlerini harekete geƧirmeye muktedir, insan benzeri kendiliklerce, insandan daha büyük bir kudretle manipüle edilen bir gerƧeklik olduğu dinsel tipte temsiller bƶylece doğarlar”. (Houtart 2006: 51-52)


Böylelikle insan-doğa ilişkileri sorunu, insanlarla doğaüstü varlıklar, yani doğa üzerinde etkimelerine olanak sağlayan olağanüstü güçlerle donanmış varlıklar arasındaki ilişkiye dönüşmektedir. Bundan böyle insan çabası onların lütfuna mazhar olma ya da öfkelerinden kaçınmaya yönelecektir.
Ancak Houtart, doğa temsillerinin dolaylı bir toplumsal işlevi daha olduğunu vurgulamaktadır. Kabile toplumlarında, şaman/büyücü klan yetkesini meşrulaştırıcı bir toplumsal işlevi yerine getirmektedir: bu doğayla ilişkilerin düzenlenmesinden daha önemli bir roldür.
Bu rol, kritik insan-doğa ilişkilerini insan-insan ilişkilerine, bir başka deyişle toplumsal ilişkilere tercüme etmede işlevsel olduğu için kritik bir önem taşımaktadır.
Toplumun doğasına (ya da yapısına) ilişkin dinsel temsillerin toplumsal ilişkilerin niteliğine gƶre farklı biƧimler alabileceğine yukarıda da değinilmişti; Houtart, bu olasılıkları üç hipotezde formüle etmektedir. Buna gƶre, toplumsal ilişkiler eşitlikƧi ve karşılıklılığa dayalı olduğunda, dinsel bir karakter yüklenmemektedir. Çünkü bu tip ilişkileri aƧıklamak ya da meşrulaştırmak iƧin farklı bir düzleme başvurmak gerekmeyecektir. Ɩrneğin avcı-toplayıcı ya da hortikültüralist toplumlarda, toplumsal ƶrgütlenmenin temel biƧimi olan akrabalığın tanımlanması, dinsel terimleri gerektirmez; dinsel aƧıklama ve meşrulaştırma ancak toplumsal gruplar arasındaki mübadele eşitsiz bir biƧim aldığında devreye girecektir.
Bu nedenledir ki üretici güçlerin gelişkinlik düzeyinin sınırlı olduğu avcı-toplayıcı ya da küçük ölçekli tarımcılarda dinsel temsiller, insan-doğa ilişkisi odaklıdır. Bu tip toplumlarda rastlanan ata kültleri atalara olan saygıyı temsil eder; bu, toplumsal düzenin yeniden üretimini ve toplumun işleyiş normlarına saygıyı güvence altına almaktadır.
Buna karşılık, toplumsal eşitsizlikler toplumun üretici faaliyetlerden ƶzgürleşmiş bir kesiminin diğerleri üzerinde, bir yandan artı değeri temellük ederken bir yandan da kurumsallaşmış bir yaptırım uyguladığı, yani iktidar yapılarının açığa Ƨıktığı toplumlarda toplumsal ilişkilerin sürdürümü dinin meşrulaştırıcı desteğini gereksinir hĆ¢le gelir. İktidarın kutsallaştırılması bu momentte karşımıza Ƨıkacaktır. “Şu hĆ¢lde dinsel referans, merkezĆ® ƶrgütlenme bir mübadelede normal gƶrünebilecekten daha fazla artı ürün massetmeye başladığında açığa Ƨıkar.” (Houtart 2006: 61)
Houtart’ın ikinci hipotezi, dinsel temsilin Karşılıklılığa dayanmayan toplumsal ilişkide ezilenlerin kendi üzerlerindeki tahakküme rızaları dahil tüm toplumsal grupların rızası sƶzkonusu olduğunda, bir başka deyişle, egemen sınıfların toplum üzerinde hegemonya kurmaları sƶz konusu olduğunda ortaya Ƨıktığını ƶne sürer. Ancak rızaya dayalı tahakküm durumunda din, eşitsizliği tanrıların iradesinin bir sonucu olarak gƶstermekle hegemonyayı sağlamaktadır.
Houtart’ın üçüncü hipotezi ise, üretici güçlerin düzeyiyle ilgilidir: toplumsal üretim ilişkisi, üretici güçlerin gelişkinliğinin üretim araƧlarının temellükünün bilinƧte insan faaliyetinin sonucu olarak gƶzükmesine elvermeyecek düzeyde olması durumunda dinsel terimlerde temsil edilir. Bƶylelikle kapitalizmin gelişmesiyle bu durum değişecek, toplumsal eşitsizlikler ilahĆ® iradenin bir tezahürü olmaktansa, insan ilişkilerinin mahiyetinin bir sonucu olarak gƶzükecektir. Bir başka deyişle, düşüncenin sekülerleşmesinin zemini, kapitalizmin şafağında Batı Avrupa’da açığa Ƨıkacaktır.
Şu hĆ¢lde Houtart’a gƶre, iktidar ilişkilerinin dinsel temsili, artı ürünün iktidar konumunu ele geƧirmiş bir sınıfƧa temellükünün kurumsallaştığı, ancak üretici güçlerin, bu durumun bilinƧte insan-insan ilişkilerinin bir sonucu olarak yansımasını sağlayacak düzeyde gelişmediği toplumlarda ortaya Ƨıkmaktadır. Gƶrüleceği üzere bu durumda iktidar ilişkilerinin dinsel formlarla temsili, tarımsal üretimin artı-değerin esas kaynağını teşkil ettiği geniş ƶlƧekli tarıma dayalı toplumlara münhasırdır.
Ancak insan-insan ilişkilerinin dinsel imge ya da biƧimlerle temsili, dinin iktidar ilişkilerini payandalamada araƧsal olduğu tek olası biƧim değildir. 20. yüzyıl sonlarından itibaren deneyimlediğimiz ve kimi yazarlarca “dinin geri dƶnüşü” (McCaffrey 2009) ya da “Tanrı’nın intikamı” (Keppel 1993) olarak tanımladığı dinsel sƶylem ve eylemin uluslar arası siyaset sahnesinde yeniden boy gƶsterişi, dinin toplumsal-siyasal iktidarları payandalayış tarzlarını Ƨeşitlendirmiştir. Günümüzde “kutsal kral”lar kalmamıştır gerƧi; ya da siyasal iktidarların temel meşruiyet kaynakları, “ilahĆ®” olmanın uzağındadır (temel yasalarını dinsel buyrultulara/kutsal kitaba dayandıran birkaƧ devlet dışında). Ancak dinsel iddia ve sƶylemler “seküler” yƶneticilerin konumlarını meşrulaştırmalarında etkili olmayı hĆ¢len sürdürmektedir. Şu hĆ¢lde, dilerseniz, bundan sonra tarihsel bir perspektifle, dinin, ya da daha doğru bir deyişle dinsel sƶylem ve pratiklerin “yeryüzündeki” iktidar ilişkilerini meşrulaştırma tarzları üzerinde duralım.


Kutsal Krallıktan…


Başlıca temsilcileri arasında de Heusch (2009)’un bulunduğu Afrikanistler ile, Ƨoğunluğu antik Ɩn Asya (ve Mısır) devletlerinde iktidarın kutsallığı kaynağı konusunda Ƨalışan Ɩn Asyacılar arasında kuramsal ve terminolojik anlaşmazlığa karşın, krallığın kutsallaştırılmasının bu iki coğrafyada aldığı farklı biƧimler de Heusch’un (2009: 20) “kutsal” ve “ilahĆ®” krallık tipleri arasında yaptığı ayırımı, anlamlı kılmaktadır.[3]
Esas olarak Sir James Frazer’a (Garster 1964) dayanan “kutsal krallık” kavramlaştırması, krala atfedilen üç ƶzellikle karakterize olmaktadır:
  1. Krallık doğal ve insanĆ® dünyanın bereketiyle ƶzdeşleştirilmiştir. Krallığın refahı, kralın bedenine ƶzdeştir; toplumun refahı bu bedenin yaşlanmadan ya da hastalanmadan ƶnce gerƧek ya da simgesel olarak ƶldürülmesi ve yeni bir kralla (ya da kralın yenilenmiş gücüyle) ikame edilmesine bağlıdır. (regicide: “kral ƶldürümü”)
  2. Kral uyruklarının “günah”larını masseder. Bu durumda, kendisini ve krallığı tehdit altına sokmamak iƧin sürekli olarak arınma ritüellerinden geƧmek zorundadır.
  3. Kral, sıradan insanlar iƧin geƧerli olan ensest tabusundan bağışık olduğu gibi, bereketle bağlantılı işlevlerinin güvencesi sayılan “kutsal evliliğin” (kız kardeş, kız evlat ya da anne ile gerƧekleştirilen cinsel ilişki) tarafıdır.


Heusch (2009: 20), kralın bedeninin “hem doğa hem de kültürel düzen üzerinde etkimeye yetili bir Ƨeşit canlı fetişe dƶnüş”tüğü bu krallık tipinin, ağırlıklı olarak okur-yazar olmayan, bürokrasiden yoksun Kara Afrika toplumlarında ortaya Ƨıktığını vurgular. Ve bu dinsel meşrulaştırma tipini, egemenin bizzat ilahlaştırıldığı, elitleri yazıya sahip toplumlarda gƶrülen “ilahĆ® krallık”tan ayırt eder.
Kuşku yok ki, kralın başlıca işlevinin, doğurganlığı ve genel refahı güvence altına almak olduğu “kutsal krallık”, Afrika’da genelleşmiş bir gƶrüngü değildir. Kara Afrika’da bir Ƨok krallıkta, (ƶrneğin Bandia, ya da Orta Afrika Cumhuriyeti’nde) kralın meşruluğu ayinsel işlevlere değil, kamu işlerinin pürüzsüz yürütülmesi, adaletli yƶnetim, klanın refahı gibi bir dizi sıradan niteliğe bağlıdır De Heusch (2009: 107) onun “tüm savaşçı devletlerde gƶrülmeyen, bir dizi yerel tarihsel evrimin ürünü gibi gƶzüktüğünü” vurgulamakta ve Kara Afrika’da parlak ƶrneklerine işaret etmektedir: “Kutsal Krallık” hem mütevazı boyutlu şefliklerde, hem de büyük krallıklarda ortaya Ƨıkabilmekte, merkezi siyasal otoriteden yoksun kimi toplumlarda da embriyonik biƧimde gƶrülmektedir.
De Heusch’un ƶrneklediği “kutsal” nitelikli Afrika krallıkları bir dizi yerel koşulun etkilediği bir Ƨeşitlilik sergilemektedir. Ancak bu Ƨeşitliliğin iƧerisinde bir ƶrüntünün biƧimlendiğini gƶrmek, ilginƧtir. Ɩncelikle bu tip krallıkların tümü, toplumsal ƶrgütlenmede akrabalığın (soy ilişkileri) hĆ¢len ƶnem taşıdığı toplumlardır; kralı “fetişleştiren” ritüeller ise, akrabalık ilişkilerini, siyasal yapı adına zaafa uğratacak tarzda işlemektedir. Bir başka deyişle “kutsal krallık”, Marshall Sahlins’in, “İlkel dünyanın evriminin bütünü, bence domestik ekonomiyi akrabalık yapısının denetiminden Ƨıkartarak siyasal yapıya tabi kılacak tarzda işlemektedir,” gƶrüsünü doğrulayacak tarzda, embriyonik olarak akrabalık (ve dolayısıyla karşılıklılığa dayalı mübadele) ilişkilerinin lağvedildiği bir büyüsel-siyasal düzenleme tarzında işlemektedir.
İkinci olarak, bu toplumların Ƨoğunda krallık, (Ƨoğunlukla biri –genellikle bereketten sorumlu- yerli, diğeriyse– Ƨoğunlukla savaş şefi- yabancı) ve idarĆ®nin yanı sıra, ayinsel-büyüsel işlevler üstlenmiş iki(z)-krallar/yƶneticiler gƶrünümünü alır.
Ɩrneğin, Volta kültürel havzasında, Samoların iskĆ¢n ettiği her kƶyde, bir toprak şefine (tudana) karşı bir yağmur şefi (tyiri) bulunmaktadır. İlki, daha ƶnemli olan ikincisi olmaksızın bir hiƧtir. Tyiri, kƶy iƧi ve kƶylerarası barışın güvencesidir. Bir Ƨeşit minyatür kutsal kral olan Tyiri, küçük yaşta soy grubundan kopartılır, herhangi bir yetkeden yoksun durumdadır, bir dizi yasakla Ƨevrili bir yaşam sürdürmektedir. Tyiri, kƶyün günah keƧisi, kutsal kral olarak ikircimli bir kişiliktir.
Ya da, Burkina Faso’da Mossi krallıklarının kutsal kralları küçük kƶy toplumlarının bağımsız şefleriyle birlikte boy gƶstermektedir; Mossi krallıkları, “mızrak adamları” ile “toprak adamları”nın zıtlığına dayanır: işgalci yabancıların yoksul ya da zengin torunlarının “gƶƧer bir aristokrasi” olarak ƧiftƧilerin üzerine Ƨƶreklendiği bir sistemdir bu. Kasenalar gibi küçük toplumlar bƶylesi bir tabakalaşmadan yoksun olsalar da, toprak efendisinin (tigatu) gizemli kudreti ile tartışmalarda hakemlik eden siyasal şef (pĆØ)’in gücü arasındaki dikotomiyi onlar da bilmektedir. PĆØ Ƨekirdek hĆ¢linde bir kutsal şeftir. İktidarın “fetişi” (kwara) onun elindedir ve doğayı kontrol etmesini sağlamaktadır. PĆØ, tahripkĆ¢r yağmurlardan, hayvanların üremesindeki bir işlev bozukluğundan, kadınların kısırlığından vb. sorumlu tutulabilmektedir. Kritik anlarda tigatu ile pĆØ’nin işbirliği gereklidir. Ɩzellikle yağmur yağdırma kudreti iki siyasal-dinsel iktidar mercii arasında paylaşılmıştır. Toprağın efendisi otokton kabul edilse de, pĆØ’nin atası, başka yerden gelme bir avcı olarak sunulur – bu pek Ƨok Afrika kutsal krallığının kƶken mitosunda mevcut bir temadır. De Heusch (2009: 108), başka yerden gelme iktidarın kutsal krallığın Ƨekirdeğini oluşturduğunu belirtir.
Afrikalı “kutsal krallar”, bizzat “tanrı” olarak gƶrülmemekle birlikte, Ƨeşitli ayinlerle kutsanan bedenleri aracılığıyla, ürünlerin bolluğunun, sürülerin bereketinin, halklarının refahının ve kadınların doğurganlığının güvencesini oluşturmaktadırlar. Ancak bizatihi “bu” ayinler, aynı zamanda kralı soy bağlantıları ve karşılıklılık yükümlülüklerinin üzerine Ƨıkartarak belirgin ve ayırt edilmiş bir siyasal konuma, “iktidar” konuma yerleşmesinde işlevsel olmaktadır.
Bunun tipik bir ƶrneği, Bloch’un (1992) betimlediği Madagaskar Merinalarının kralının her yıl tarım mevsiminin başında gerƧekleştirilen ve yeni yılın başlangıcına işaret eden “ayinsel banyosu”dur. Ƈok katmanlı bir simgesel değer yüklenen bu ayinsel yıkanma, yalnızca halkın refahının, ürünlerin bereketinin, topluluğun sürdürümünün yani tümüyle “yeniden üretim” süreƧlerinin güvencesi olmakla kalmamakta, aynı zamanda tüm astların üstlerine ve nihayetinde tüm uyrukların krala jaka adı verilen bir armağan sunduğu bir armağanlar hiyerarşisini harekete geƧirerek toplumsal konumları doğrulamaktaydı. Ayinin bir başka veƧhesini ise, kral dahil tüm bireyleri atalarıyla yeniden buluşturan, dolayısıyla toplumsal süregenliği teşhir eden ritler oluşturuyordu. Ɩte yandan, kralın yıkandığı suyun temin edildiği yerlerin “Vazimba” adı verilen yaratıklarla ilişkilendirilmesi, kralĆ® banyoya Merina tarihinin yeniden sahnelendiği bir dram gƶrünümü veriyordu: Vazimbalar, Merinaların alt ederek topraklarını işgal ettiği, kadınlarına el koyduğu Imerina soylularıydı! Yenilgiye uğrayan bu halkın anısı, Merina belleğinde toprağın bereketini denetleyen doğa ruhlarına dƶnüşmüştü…
Bƶylelikle Merina kralının “ayinsel banyosu”, salt bir refah/bolluk/bereket sağlayıcısı değil, bir tarih (yeniden-) yazımı, kralın merkezine yerleştiği kozmik-siyasal-toplumsal-doğal düzenler arasındaki uyumun onaylanmasıdır. Bloch’un (1992: 287) deyişiyle,


“(…) Merina yƶneticilerinin iktidarı ele geƧirdiği şaibeli tarzı gƶzlerden gizleyip onu tarih-dışı bir silsile ile ikame etmektedir. Bu şekilde de banyo ayini üzerine düşünmek bizi düzen fikrine ulaştırmaktadır. Ayin yalnızca astronomik olanlarla süregenlik sergileyen toplumsal, duygusal ve siyasal süreƧleri gƶstermekle kalmaz, aynı zamanda salt insanĆ® zamanı aşan bir süregenliği ima eden toplumsal süreƧlere de işaret eder. Kuşaklar boyu, birbirine iktidarı devreden bir kraldan diğerine, pürüzsüz, dolayısıyla da değişmez gƶzüken bir devir teslim süregenliğidir.


Gilbert de (1992, 2012) Gana’nın güneydoğusundaki küçük bir Akan krallığı olan Akuapem kralını “kral”a dƶnüştüren ritüeller dizisini betimlerken, bu sürecin Akuapem ata ruhları, aristokrasisi, ruhbanı, soy grubu ƶnderleri ve sıradan halk arasındaki karmaşık hiyerarşik ilişkilerin kralın bedeninin kutsallaştırılmasına eşlik eden ayinlerde doğrulanışına ilişkin canlı bir anlatı sunmaktadır…
Tipik biƧimleri Afrika’da teşhis edilip ayrıntılı bir literatüre konu olmakla birlikte, kutsal krallığa Afrika-dışı bağlamlarda da rastlanmaktadır. Ɩrneğin “kutsal krallık” temasıyla sıkı sıkıya bağlantılı ayinsel kral-ƶldürümü Hindistan’ın Brahmanizm’in hükmü altındaki birƧok bƶlgesinde de olasılıkla tohum hĆ¢linde muhafaza edilmiştir. De Heusch (2009: 112) Orta Hindistan’da Bastar halkının her yıl hasattan sonra uyguladığı ve her türlü bereketin kaynağı sayılan dasara ayininin kralın simgesel katli olarak yorumlanabileceğini bildirir. Tƶren süresince kralın yerini alan ikame dokuz gün boyunca yemeden iƧmeden hareketsiz durur, bundan sonra yeniden tahta oturup sunuları kabul eden kralı asla gƶrmezdi.
Polinezya’da merkezĆ® bir iktidarın biƧimlendiği bƶlgelerde, iktidar hem siyasal hem de ritüel ƶzellikler gƶstermekteydi. Soy hiyerarşisini hem kutsayan hem de altını mayınlayan ayinler, tanrısal ensest ya da “kutsal evlilik” yoluyla kız kardeşiyle evlenen kralı “tanrıların en yakını” kılmaktaydı. Polinezya’da kralın konumunu güçlendiren ikinci etken ise şiddet ve savaşçı işleviydi: Hawai’de tahtın varisleri arasındaki askerĆ® Ƨatışmalar, galibi yarı-ilahĆ® kılıyordu.
Şu hĆ¢lde gerek Kara Afrika, gerekse Afrika dışı bağlamlarda, yazıdan yoksun krallıklarda kral, doğrudan bir tanrı olarak tanımlanmamakla/algılanmamakla birlikte, kendisini kozmik, siyasal, toplumsal ve doğal süreƧlerin merkezine yerleştiren bir dizi ayin aracılığıyla bir “fetiş”e dƶnüştürülmektedir. Bu ayinler, bir yandan bu toplumların temel düzenleyici ilkesi olan akrabalık ilişkilerini doğrular gƶzükürken lağvetmekte, dolayısıyla da sayıları onbinleri, yüzbinleri bulan uyrukları teritoryal bir düzenleme iƧerisinde hiyerarşik bir dizilim iƧerisinde yerleştirmekte, bir yandan da topluluğun tarihini, iktidar yapılarını doğrulayıp meşrulaştıracak tarzda yeniden yorumlamaktadır.
Dolayısıyla, “kutsal krallık”ı Ƨevreleyen ritüeller, salt “refah/bolluk/bereket”e ilişkin değildir; giderek, “refah/bolluk/bereket”i siyasal bir konumlanışı doğrulayan/onaylayan/ meşrulaştıran birer temaya dƶnüştürdüklerini sƶyleyebiliriz.


… İlahĆ® Krallığa


De Heusch’a gƶre (2009: 20) gƶre,


“ilahĆ® krallık merkezĆ® iktidarın ikinci simgesel yapısıdır. Egemenin ilahlaştırılması kimi yazısız toplumlarda (Polinezyalılar, İnkalar) gƶrülebilse de, esas olarak elitleri yazıya sahip toplumların yaygınlaşmasıyla bağlantılıdır. Bereketten sorumlu Afrikalı kral ile eşi (double), savaş şefi arasındaki ayırım bu tip toplumlarda ortadan kalkar: Afrika toplumlarının kutsal krallıklarında birbirinden ayrı olan bu iki işlev, ilahĆ® kral ya da imparatorun uhdesinde kaynaşır.”


KadĆ®m Yakın Doğu krallıkları üzerine ilk ve en kapsamlı Ƨalışmalardan birinin yazarı Henri Frankfort (1948: 287), ilkƧağ Mezopotamya ve Mısır krallıklarının Frazer’ın “ilahĆ® krallık” modeline uymadığını ilk sezinleyenlerdendi. Bu bƶlgelerde kral günah tekesi işlevini üstlenmediği gibi, ayinsel kral ƶldürümüne de rastlanmamaktaydı. Mezopotamya kralları, bedenleri ayinsel işlemlerle kozmik, toplumsal ve doğal düzenin sürdürümünün güvencesine dƶnüştürülen, ancak kendileri “tanrı” sayılmayan Afrika krallarının tersine, geƧici ya da (Mısır’da olduğu üzere) kalıcı olarak “tanrısallaşmakta”, yani bizatihi Tanrı (ya da onun oğlu/eşi) vasfını kazanmaktaydılar.
Mezopotamya’da (Mısır’la karşılaştırıldığında) daha ender rastlanan bir gƶrüngü olarak “tanrı-krallar” aslında bƶlge tarihinde uzun bir geƧmişe dayanmaktadır: Daha İ.Ɩ. üçüncü bin ortalarında Uruk’un efsanevĆ® yƶneticileri, Gılgames ile Lugalbanda, ƶlümlerinden kısa bir süre sonra resmi kült panteonuna dĆ¢hil edilmişlerdi. (Selz 2012: 21). Yanı sıra, Mezopotamya krallarının geride bıraktıkları steller, site devletlerin tanrılarıyla krallardan bazıları arasındaki akrabalığı ifade ediyordu. Ɩrneğin Lagaş I sülalesinin kurucusu Ur-NanÅ”e(-k), yazıtlarından birinde Ur-Nimin adlı birinin (bu kişinin kendisi olduğu düşünülmekte) kehanetle “(TanrıƧa) NanÅ”e’nin kocası” olarak seƧildiği belirtmektedir. Lagaş Erken Sülalesi yƶneticileri “tanrı Ningirsu’nun dƶllediği”, “ilah NN’in doğurduğu Ƨocuk”, “TanrıƧa Ninhursaga’nın saf sütüyle beslenmiş” gibi vasıflarla anılmakta, bƶylelikle de tanrılar ailesine dĆ¢hil edilmekteydiler.
Ancak Michalowski’nin (2012: 34) “tüm krallar kutsaldır ve kutsal ile dindışı arasında dolayımlarlar; fakat tüm krallar tanrı değildir,” saptaması ƶnemlidir. Kralların “yaşayan tanrı” addedildiği Mısır’ın tersine, Mezopotamya’da “Tanrı-kral”, ƶzgül siyasal koşullarda ortaya Ƨıkan ender bir gƶrüngü olarak boy gƶstermektedir. Mezopotamya tarihinde, kişi olarak tanrılaştırılan ilk kral, Naram-Sin’dir. Bu kralın tanrılaştırılmasına yol aƧan siyasal-tarihsel koşullara yakından bakmak, iktidara sunulan bu “ilahĆ®” desteğin hangi ƶzgül koşullarda biƧimlendiğini gƶrmek konusunda aydınlatıcı olacaktır.
Akad kralı Naram-Sin (İ.Ɩ. 2254-2218), Agade (Akad) sülalesinin (İ.Ɩ. 2334-2154) kurucusu Sargon’un torunu ve sülalenin dƶrdüncü kralıdır. Ve Mezopotamya tarihinde, tanrısal attribut’lerle tasvir edilen ilk kraldır: olasılıkla ilkin Sippar’da diktirdiği, ancak Susa’da bulunan (Winter 2012: 76) ünlü stelinde ilahlara ƶzgü olan boynuzlu bir taƧla tasvir edilmektedir. Yanı sıra, kralĆ® yazıtlarda “Akad kralı” sƶzcüğünü karşılayan “LUGAL a-ga-dĆØ” terimindense “Agade Tanrısı” anlamına gelen “DINGIR a-ga-dĆØ” terimiyle anılmaktadır.[4] KralĆ® yazıtlardan birinde yer alan şu ifade ilginƧtir:


Zor zamanlara kentinin temellerini güvence altına aldığı iƧin kenti Eana’da Ishtar’dan, Nippur’da Enlil’den, Tuttul’da Dagan’dan, Kesh’de Ninhursanga’dan, Eridu’da Ea’dan, Ur’da Sin’den, Sippar’da Shamash’dan ve Kutha’da Nergal’den (Naram-Sin’in) tanrı yapılmasını istedi ve tapınağını (kenti) Agade’nin ortasında inşa ettiler.[5]


Burada “zor zamanlar” nitelemesi ilginƧtir; gerƧekten de Naram-Sin, “tanrı” vasfını, kenti yıkılmanın, sülalesini ise devrilmenin eşiğine getiren bir ayaklanmayı bastırdıktan sonra almışa (daha doğru bir deyişle, Agade halkının aracılığıyla Tanrılar tarafından bu vasıfla donatılmışa) benzemektedir (Michalowski 2012: 34-35). Naram-Sin, Akad ülkesinin değil, Agade kentinin tanrısı, yani yerel bir tanrıdır. Yeryüzündeki tanrılık süresi, kısa sürmüşe benzemektedir: “Tanrı-kral” olarak 20 yıl kadar hüküm sürdükten sonra, tahtı oğlu Sharkalisharri’ye bırakarak ƶlmüştür. Dahası, Naram-Sin, “tanrı” olarak geƧirdiği 20 yıllık sürede, daha ƶnce girişmediği tarzda ülkesinin Ƨeşitli kentlerinde tanrıların kültlerini güçlendirmek iƧin uğraşmıştır. İşin ilginƧ yanı, Naram-Sin’in “tanrılık” vasfı, kalıtsal da değildir; Sharkalisharri’ye (İ.Ɩ. 2217-2193) ilahĆ® bir statü bahşedilmiş değildir.
Ne de Sharkalisharri’nin hükümdarlığının hemen ardından yıkılan Akad krallığını yeniden tesis eden ve İ.Ɩ. 2112-2004 yılları arasında Mezopotamya’da hüküm süren III. Ur sülalesinin kurucusu Ur-Namma, ilahĆ® statüden yararlanabilecekti… Aksine, Ur-Namma “tanrıların kendilerinden yüz Ƨevirdiği”ni gƶrmüştür!
Ur-Namma başkenti Ur’a taşıdı. Mezopotamya’nın kuzey ve güneyini İran’ın siyasal etkisinden arındırdıktan sonra imar faaliyetlerine hız verip ülkesinin en ƶnemli dƶrt kenti, Ur, Eridu, Nippur ve Uruk’u “insanĆ® ve aşkın alemler arasında kralĆ® patronaj ve kralĆ® dolayımın simgesi” (Michalowski 2012: 35) zigguratlarla donatacaktı. Ur-Namma’nın hiƧbir kehanetin ƶngƶrmediği biƧimde bir muharebede ƶlümcül bir yara alması, tanrı ve tanrıƧaların krallığa sırt Ƨevirdikleri biƧiminde yorumlandı.
Ur-Namma’nın beklenmedik ƶlümü, yerel elitlerin merkezkaƧ girişimlerini tetikleyecekti… Kargaşayı kralın yerini alan oğlu Shulgi (İ.Ɩ. 2094-2047) engelledi. Michalowski (2012: 36) kralın faaliyetlerini anlatan yıl adlarından, bu sürecin oldukƧa uzun ve usta bir manipülasyon sürecini gerektirdiğini Ƨıkarsamaktadır: Shulgi’nin hükümdarlığının ilk yarısı kültik faaliyetleri desteklemekle geƧmişe benziyor. 10. ve 11. yıllarda kuzey ve doğudaki stratejik sınırlar üzerinde denetim sağlanmış, kral güçlü İran devleti Marhashi prensesiyle evlenmiş, 21. yıldan itibaren doğudaki dağlık bƶlgelerde askerĆ® faaliyetler hız kazanmıştır. AskerĆ® girişimler Shulgi’nin ƶldüğü 48. yıla kadar sürmüş gƶrünmektedir.
İşin ilginƧ yanı, Shulgi’nin XXI. yıldan itibaren, adının başına “tanrı” sanını ekletmesidir. Yani kral hükümranlığının ilk yirmi yılını tanrıları yatıştırma, iƧeride birlik ve güvenliği sağlama faaliyetleriyle geƧirmiş, iƧ güvenliği tesis ettikten sonra, fetihlere yƶneldiği XXI. yılda ise (Uruk’lu atası Gılgames modelinde) “tanrı”lığını ilan etmiştir! Ve bu vasıf, kalıtsal bir nitelik kazanır: Shulgi’nin ardılları da Tanrı-kral’lar olarak sürdüreceklerdir misyonlarını.
Shulgi’nin hükümdarlığı, krallık tarihinin sƶzcüğün tam anlamıyla “yeniden yazıldığı” bir dƶnem olmuştur:


“Dƶnemden kalma yüzbinlerce idarĆ® belgenin tanıklık ettiği üzere yazı, tahtın gƶzetim ve denetim uyguladığı araƧtı. Bu okur-yazar hizmetkĆ¢rların yürekleri ve akılları onlara yalnızca yazma becerisini kazandırmakla kalmayıp yeni devletin ideolojik ƶzlemleri doğrultusunda doktrine eden okul aracılığıyla biƧimlendirilecekti. Ƈağdaş kanıtlar hĆ¢lĆ¢ ender olsa da, Shulgi yƶnetimi altında bir zaman kralĆ® akademilerin hocaları yazılı belleği silip Erken Sülale’ye, yani 500 yıl kadar ƶncesine tarihlenen birkaƧ belge dışında her şeyi silip yok ettikleri anlaşılmaktadır. Sƶzcük listeleri gibi kimi temel pedagojik araƧları elde tutmuşlar ama eski anlatıların hemen tümünü yok edip Ƨağdaş yƶnetimin onuruna yazılmış malzemeyle ikame etmişlerdi.” (Michalowski 2012: 38).


Shulgi’nin tanrılığı, bir dizi idarĆ® reformla atbaşı gitmişe benzemektedir: Hükümdarlığının ortalarına doğru, yerel yƶneticiler evlilikler yoluyla merkezĆ® idareye bağlanmış, güçlü bir ordu hükümet faaliyetlerinde merkezĆ® bir konum kazanmış, doğu sınırı askerĆ® yerleşimlerle pasifize edilip haraca bağlanmış, vergi sistemi reforme edilmişti. Yerel elitler kralĆ® armağanlarla susturulmuş, bu süreƧ iƧerisinde yaşayan bir tanrı olarak, Shulgi-dumu-Ana [An’ın (= Gƶkyüzü) oğlu Shulgi] adını alan kralın kültü, tüm ülkeye yayılmıştı. Bƶylelikle Shulgi’nin ƶlümüyle krallık geldiği yere, gƶkyüzüne Ƨekilecekti[6]… Shulgi’nin ardıllarını onurlandırmak üzere… “Krallar gelip gidebilirdi, ancak ilahĆ® olarak ilan edilmiş krallık, sonsuzdu” (Michalowski 2012: 38).
Mezopotamya krallarının, Naram-Sin’in ƶmrüyle ve III. Sülalesi krallarıyla sınırlı gƶzüken (III. Uruk sülalesini izleyen Isin krallarının “ilahĆ®lik iddiaları yoktur) “Tanrı-kral(lık)” serüveni, oldukƧa öğreticidir.
Naram-Sin ve ardından da Shulgi’nin girişimleri, Mezopotamya krallarının kırılgan siyasal yaşamlarında ilahiyatı konumlarını desteklemek üzere manipüle etme yetilerine işaret eder. Her iki kral da iƧ kargaşalar ve yerel güç odaklarının iddialarıyla yıkılmanın eşiğine gelmiş ve meşruiyet temelleri bir hayli sarsılmış krallıkları devralmış, hem dinsel dolayımları hem de diplomatik girişimleri gerektiren bir dizi manevra sonucu iktidarlarını istikrara kavuşturmanın ardından, “tanrı kral” vasfının kendilerine sağlayacağı meşruiyeti talep ve tesis etmişe benzemektedirler. Her iki kralın da ƶldükten sonra tanrılar katına karışan efsanevĆ® Uruk kralı Gılgames’in ƶrneğinden etkilendiği anlaşılmaktadır; bir başka deyişle mitos, politik davranışın üzerinde biƧimleneceği bir model gƶrevi gƶrmüştür.
HiƧ kuşku yok ki ne Naram-Sin ne de Shulgi’nin “ilahĆ® kral”lıkları iki kral adına pragmatik bir manipülasyondan ibaret değildir. Her iki kral da girişimlerinde, antikite krallıklarının tümünde farklı biƧimlerde geƧerli olan krallık ile tanrısallık arasında ƶzgül bir ilişkinin bulunduğu, krallığın “dünyevĆ®-olmayan”, kutsal/ilahĆ® bir boyutu bulunduğu fikriyle beslenen bir ideolojik arkaplandan beslenmektedirler. Bu ideolojik arkaplan ise, antik dünyada hanedan mensupları, ruhban, yƶnetilenler ile merkezkaƧ güçler (yerel aristokrasiler) arasındaki gerilimli ilişkiler ƧerƧevesinde tarihsel olarak (ve hiƧ kuşkusuz, her bir durumun kendi ƶzgüllüğü iƧinde) biƧimlenmiş; ve karmaşık bir ayinler, mitoslar, ve diğer temsil sistemleri (mimarĆ®, anıtsal sanat, kutsal yazılar vb.) aracılığıyla pekişmiştir.
Ancak her iki vaka da, bu dƶneme ait olayların pek azında gƶrülebilen bir aƧıklıkla belgelendikleri iƧin bize politik ve dinsel süreƧlerin “taammüden” kaynaştırıldığı, ilahiyatın iktidara destek olacak tarzda yeniden biƧimlendirildiği bir konjonktüre ilişkin eşsiz bir gƶrü sağlamaktadırlar bize.


“Tanrı-İmparatorlardan Tanrı’nın HizmetkĆ¢rlarına…


Yƶneticilerin, daha kesin bir deyişle imparator ve ailesinin incelikli politik hesaplar sonucu tanrılaştırıldığı bir başka Ƨarpıcı tarihsel durak da Roma İmparatorluğu’dur:


“Geride yerlerini alacak Ƨocuklar bırakarak ƶlen imparatorları ilahlaştırmak normal bir Roma uygulamasıdır. Bu tƶrene verdikleri isim apotheosis’tir… Ɩlü imparatorun cesedi, pahalı bir cenazeyle insan gibi gƶmülür. Ancak sonra onun balmumu bir modelini yaparak [odun yığını üzerine yerleştirip tutuştururlar.] Sonra yığının en üst katından bir kartal serbest bırakılır ve alevler arasında göğe yükselir; Romalılar onun imparatorun ruhunu gƶkyüzüne Ƨıkardığına inanırlar. Bunun ardından, diğer tanrılarla birlikte kendisine tapınılır.” [Herodian’dan akt. Price 1992: 56]


Price (1992: 57), ilk imparator Augustus’tan (İS 14) ilk Hıristiyan imparator Constantine’e (İS 337) hüküm süren altmış imparatordan otuzaltısının ve 27 aile üyesinin apotheosis’e tabi olduğunu ve divus (‘ilahĆ®’) sanını[7] aldığını bildirmektedir.
İşin ilginƧ yanı, Roma İmparatorluğunda apotheosis’in Senato’nun kararıyla gerƧekleştirilmesidir; bir başka deyişle hangi imparatorun (ƶlümünden sonra) tanrı ilan edileceğini belirleyen, Roma aristokrasisidir.
Apotheosis, İmparatorluk Ƨağında başlamış değildir. Ɩlümünün ardından tanrı ilan edilen ilk Romalı yƶnetici (efsanevĆ® Romulus’un ardından ve onun modelinde), trajik biƧimde ƶldürülen Caesar’dır. Roma senatosu Cesar’ın ƶlümünün ardından iki yƶnlü bir “normalizasyon” Ƨabası yürütmüşe benzemektedir: Düzenlenen gƶrkemli cenaze tƶreni, Antonius’un cenaze tƶreninde, Caesar’ı “tanrı” ilan eden konuşması, balmumu modelin Ƨevrilerek yaralarının halka teşhir edilmesi, cenazeyi izleyen aylarda onuruna düzenlenen oyunlarda gƶzüken gƶktaşının “Caesar’ın ruhu” olarak yorumlanması, Eylül ayında Antonius’un basıncıyla Senato’nun Caesar’a dua edilecek bir gün ekleme kararı alması, nihayet Senato’nun İ.Ɩ. 42’de apotheosis kararını resmen alması ve divus Julius adına bir tapınağın inşası… Bunların her biri, Caesar’ın travmatik ƶlümünün ardından koşulların normalleşmesi ve ülkenin yƶnetilebilirliğini sağlama girişimine denk düşmektedir.
Ancak bu Ƨabaların ikinci bir yƶnü vardır: Caesar’ın ardından iktidara gelen Augustus’la birlikte Roma’da İmparatorluk Ƨağı aƧılmıştır. Apotheosis, imparatorluk gücünün tesisi ve takviyesi aƧısından da uygun bir araƧ olarak algılanmış olmalıdır. Nitekim, Caesar’ın “resmĆ®” apotheosis’i, İ.Ɩ. 42’de Roma panteonuna “Senato kararıyla” yeni tanrılar eklenebilmesinin ƶnünü aƧmıştır. Nitekim, Caesar’ın tanrılaştırılması iƧin ƶlümünden sonra iki yıl beklemek gerekmişken, ardılı, İmparator Augustus cenaze tƶreninin hemen ardından tanrılaştırılacaktır.
Price (1992) Roma imparatorlarının apotheosis’lerinin bir yandan İmparatorluğun ilanı ile birlikte siyaset sahnesindeki etkinliğini giderek yitiren halk (pleb) ile soylular, bir yandan da soylularla imparatorun kendisi (ve ailesi) arasındaki mesafenin vurgulanmasında işlevsel olduğunu belirtmektedir. İmparatorluğun üç yüzyılı iƧerisinde soyluların (dolayısıyla Senato’nun) etkinliğinin giderek aşınmış gƶzükmektedir.
Ancak bizzat apotheosis’in aşınması, İ.S. dƶrdüncü yüzyılda birleşik Roma’nın son imparatoru, aynı zamanda Hıristiyanlığı benimseyen (312) ilk imparator olan Constantin ile gerƧekleşecektir. İmparator, Romalı Hıristiyanların Ƨoktanrıcılığına olduğu kadar, imparatorları tanrılaştırma uygulamasına olan nefretini paylaşmaktadır.[8] Ɩldüğünde Romalı senatƶrlerin naaşını (pagan gelenekleri uyarınca bir tƶren düzenlemek üzere) Roma’ya istemesine karşın, Konstantinopolis’de gƶrkemli bir tƶrenle Hıristiyan bir imparator olarak gƶmüldü…
Konstantin’den itibaren hiƧbir Hıristiyan yƶnetici, ne yaşarken ne de ƶldükten sonra “tanrı” olduğunu iddia edemeyecekti. Meşruiyet iddiaları, “Tanrı’nın hizmetkĆ¢rı”, gƶzdesi, yakını vb. olma savlarına dayandırılabilirdi bundan bƶyle… De Heusch’un (2009: 20) vurguladığı üzere,


“İktidarın kutsallaştırılmasının üçüncü tipi, baş tanrı ya da tek tanrının hizmetindeki rahip-kraldır, ve paradoksal bir tarihsel konuma denk düşer. Egemenin ilahĆ®leştirilmesinden ƶnce Sümer’de ortaya Ƨıkar. Tektanrıcı dinlerin ortaya Ƨıkışında papa dahil kimse Tanrı’yla ƶzdeşleştirilemez. Bƶylelikle emperyalizm iƧin yeni bir Ƨağ aƧılmıştır. En yüce erki elinde tutan, tikel bir rahipliğin efendisidir.”


Ne ki, OrtaƧağ (Batı) Avrupası krallıklarında yƶneticilerin meşruiyet kaynaklarının en ƶnemlilerinden birini oluşturan kralĆ® ritüeller, Fransa, İngiltere, İspanya Roma (hatta Roma’nın “Hıristiyanlaştırılmış” versiyonu olarak Bizans) değil, Karolenj modelinde ƶrgütlenmiş gƶzükmektedir: “Bourbonların sonuncusu, X. Charles’ın 1825’teki taƧ giyme tƶreninde terennüm edilen dua, onun Karolenj atası Kel Charles iƧin 869’da edilen dua ile ƶzde aynıydı.” (Nelson 1992: 137) Karolenj kralĆ® ritüellerinin iki aslĆ® unsuru, -her ikisi de Karolenjlerin ƶnceli olan Merovenjlerde ilginƧ bir şekilde mevcut olmayan- kralın bedeninin meshedilmesi ve taƧ kuşanmadır.
Merovenj hanedanının kurucusu Frank Clovis, egemenliğini bir Roma eyaleti olan Galya’ya dayatırken, Katolik Gallo-Romen aristokrasisinin desteğini sağlayabilmek üzere Katolikliği benimsemişti (508). Ancak Merovenj hanedanı ile Katolik Kilise arasındaki ilişki, oldukƧa mesafeli kalmışa benzemektedir: pozisyonlarını savaşçı nitelikleri sayesinde elde tutan Merovenj kralları Katolik ruhbanı bir yandan kollamakta, bir yandan da denetim altında tutmaya gayret etmektedirler. Her durumda, Merovenj krallarının tahta Ƨıkışına eşlik eden tƶrenlerde, ruhban, mevcut değildir ya da yalnızca ikincil bir rol oynamaktadır.
Ancak sekizinci yüzyıldan itibaren gücünü yitiren Merovenjleri yerinden ederek kendi hanedanlarını tesis eden Karolenjler, ƶzellikle de krallık sanını üstlenen (750) Pippin dƶneminde bu durum değişecektir. Pippin, Frank aristokrasisi nezdinde meşruiyetini tesis edebilmek iƧin Papa’ya bir elƧi gƶnderecek ve Karolenj kralı olarak onun onayıyla tahta geƧecektir. Bunu yeni kralın Frank piskoposları tarafından Soissons’da kutsal suyla meshedilmesi izler. Sekizinci yüzyılın ikinci yarısından itibarense, Karolenj krallarının meshedilmesi gƶrevini bizzat papa üstlenecektir.
Papa Hadrian (772-795) Karolenj kralî ritüeline taç kuşatmayı da ekler.[9]
Gerek kutsal suyla meshetme, gerekse taƧ kuşanma ayinlerinin ruhban tarafından gerƧekleştiriliyor olması, Karolenj iktidarında kilisenin giderek artan ağırlığına işaret eder. Ullmann (1969) dokuzuncu yüzyılda piskoposların yƶnettiği Frank tahta Ƨıkma tƶrenlerinin uzun bir geleneğin sonu ve Yƶneticilik ideolojisinde yapılanışı itibariyle aşırı ƶlçüde Kilisevari (ecclesiastical), tƶzü itibariyle teokratik, icrası itibariyle simgesel yeni bir Ƨağın simgesel başlangıcı olduğunu kaydetmektedir. Sekülerin dinsele tabi olacağı süreƧ başlamıştır Batı Avrupa’da. Merovenjler dƶneminde Kilisenin “patron”u olan krallar, Karolenj iktidarında, meşruiyetlerini ancak kilisenin onayıyla elde tutabilen, Tanrı tarafından gƶrevlendirilen, dolayısıyla da Kilise’nin güçlü eli rolünü üstlenen Hıristiyan krala dƶnüşmüştür.


Ve İslĆ¢m…


Kuramsal olarak bir “yeryüzü melekĆ»tu”nu varsaymayan, dolayısıyla bir “dinsel iktidar” fikrini “Gƶklerin melekĆ»tu”na erteleyen, bƶylelikle de “seküler bir rejim” olasılığını dıştalamayan Hıristiyanlığın tersine, İslĆ¢m dini her türlü iktidar/egemenlik fikrini Allah’a ve başta peygamber olmak üzere vekillik yetkisiyle donattıklarına tevcih etmektedir. İslĆ¢m Ć¢leminin geƧerli yasası Kur’an’dır; bu ƶylesine nettir ki, İslĆ¢m devletinde ancak yürütme ve yargı erklerinden sƶz edilmektedir; yasa yapma yetkisi yalnızca Allah’a mahsustur (Iqbal, tarihsiz). Kur’an ve ona dayanan Sünnet, yani İslĆ¢mĆ® yasa ƶzel yaşamdan ticarete, giyim-kuşamdan cinsel ahlĆ¢ka, eğitimden askeriyeye yaşamın her alanına nüfuz etmekte, her alanı düzenlemektedir.
Ancak yaşamın her alanını düzenleme konusunda bu denli iddialı bir dinin, yetkenin devrediliş tarzını belirlememiş olması, ilginƧtir. Iqbal (tarihsiz) seküler devletten, 1. Egemenlik yalnızca Allah’a ait olduğu iƧin “egemenliğinden” sƶz edilememesi; 2. Aynı imanı paylaşan farklı kabile, milliyet ve ırklardan oluştuğu iƧin “ulus-devlet” niteliği taşımaması; 3. Evrenselliği (cihanşümulluğu, dolayısıyla da zorunlu olarak istilacılığı) ƶngƶrdüğü iƧin “teritoryal” olarak da tanımlanmamasıyla ayrılan İslĆ¢m devletinin, “cemaatin en iyileri/en yetkinleri” tarafından yƶnetilmesi ƶngƶrüldüğünden seküler demokrasiden de farklılaştığını vurgulamaktadır. “Cemaatin en iyileri, en yetkinleri”nin nasıl belirleneceği ise, İslĆ¢m’ın kurucusu tarafından kasıtlı olarak boş bırakmışa benzemektedir. GerƧekten de Muhammed Peygamber, halefi olarak kimseye işaret etmezken, kendisinden sonra İslĆ¢m dünyasını yƶnetecek kişinin nasıl belirleneceği konusunda herhangi bir yƶntem ƶnermiş de değildir. Muhammed’i izleyen dƶrt halifenin her biri de, farklı usuller doğrultusunda gƶreve getirilmişlerdir. [Ebubekir Muhacirun ve Ensar’ın istişaresiyle; Ɩmer Ebubekir’in aday gƶstermesi sonucu; Osman Ɩmer’in oluşturduğu altı kişilik bir danışma heyetinin istişareleriyle; Ali ise Osman’ın ƶldürülmesi üzerine…]
Ancak konumuz aƧısından ilginƧ olan, EmevĆ® dƶnemiyle birlikte, istişarelere dayalı ve veraset iƧermeyen bu sistemin ilga edilerek hilafetin babadan oğla devredilen bir hanedana dƶnüştürülmesinin İslĆ¢m hukukƧularınca yadırganmadan kabul edilmesidir. Fakihler EmevĆ® hanedanının kurucusu Muaviye’nin hem hilafeti gaspını, hem de oğlu Yezid’e devredişini (bu devri “veraset” değil, “liyakat” ilkesi uyarınca gerƧekleştirdiği gerekƧesiyle) “meşru” saymışlardır. Bu “meşruiyet”, daha sonra, El Maverdi’nin kaleminden, “gasıp bir Emir’in yƶnetiminin, devlet Şeriat esasına gƶre yƶnetildiği sürece meşrudur” ilkesiyle pekişecektir. Kaynak ise, zorba bir Emir’in tiranlığının kaostan yeğ olduğunu sƶyleyen İmam GazalĆ®’dir. Bir başka deyişle, İslĆ¢m’da, “ulĆ»’l emre itaat” esastır.
Yemek yerken hangi elin nasıl kullanılacağından, kadınların boşanmaları iƧin aybaşları üzerine kaƧ gün geƧmesi gerektiğine dek yaşamın en ince ayrıntılarını regüle eden Şeriat’ın ƶzgül bir yƶnetim tarzını ƶngƶrmemesi, aslına bakılırsa İslĆ¢m’ın ƶngƶrdüğü teokrasi ile Müslüman devletler ve dinsel ile dünyevĆ® iktidar arasındaki ilişkilerin pratikte nasıl gerƧekleştiği konusundaki olasılıkları biƧimlendirmesi aƧısından anlamlıdır. Bu “boşluk” İslĆ¢m ülkelerinde iktidarı elinde tutanlara, oldukƧa geniş bir manevra alanı sağlamışa benzemektedir. “Ulu’l emre itaat” ilkesiyle desteklendiğinde bu, hem Halife Osman ve Ali, hem Muaviye ve Yezid, hem Şah Cihan, hem Abdülhamid, hem de Taliban yƶnetimini “meşru” sayan bir gevşekliğe yol aƧar.
Bu durum ise, kuramsal olarak “teokrasi” ile yƶnetilen, bir başka deyişle Şeriat’ı temel yasa kabul etmiş İslĆ¢m ülkelerinde, devlet(ler) ile İslĆ¢m dini arasındaki ilişkilerin oldukƧa değişken ve karmaşık bir gƶrünüm almasına yol aƧmaktadır: Ɩzellikle de İslĆ¢m dünyasının sƶmürgeciliğin etkisi altında Batı tipi yƶnetimleri deneyimleyip, düşkırıklığına uğrayarak “tabandan” (İslĆ¢mcı hareketler eliyle) ya da “tepeden” (Pakistan ve Endonezya’da olduğu üzere devlet eliyle) 20. yüzyıl sonlarına doğru Şeriat rejimine yƶnelen ülkelerde… Nasr (2001) ƶzellikle ikinci durumda, sekülarizmi deneyimlemiş devletlerin, neoliberal basınƧ altında toplumsal talepleri karşılayamaz hĆ¢le geldiklerinde, kendilerine yeni meşruiyet kaynağı yaratmak üzere İslĆ¢m’a yƶneldiklerini vurgulamaktadır. Nasr (2001:10-11) postkolonyal dƶnemde bağımsızlığına kavuşan Müslüman devletlerin Avrupa tarzında ƶrgütlenmekle birlikte, devlet ile yurttaş ilişkilerini Avrupa devletlerinden Ƨok farklı biƧimde kurduğunu, bu ilişkinin modern demokrasidense, geleneksel yƶnetime daha yakın olduğunu vurgular. Bu “neopatrimonyalist” devletler, modern hukuksal ƧerƧeveleri ve rasyonel ve seküler karar alma mekanizmalarına karşın, yƶnetici-yƶnetilen ilişkilerinde geleneksel otorite kurumlarını sürdüregelmişlerdir. Batılılaşmış yƶnetici elitlerin ithal milliyetƧilik ideolojilerini “yerlileştirme” Ƨabaları kültürel bir düalizme yol aƧacak ve nihayetinde, postkolonyal devletin (neoliberal dayatmalar ile toplumsal destek mekanizmalarını tasfiyesine eşlik eden) krizine yol verecektir. MilliyetƧilik ideolojisi, sƶmürgeciliğin etnik, kabilesel, cemaat bağları hatlarında bƶlünmesine katkıda bulunduğu parƧalanmış Müslüman toplulukları bir arada tutmaya yetili değildir. Müslüman devletlerden bazılarının, aşağıdan İslĆ¢mcı hareketlerin yükselmesine yol aƧan bu krize verdiği tepki, yerel ideolojilere, popüler kültürel inanƧ ve pratiklere (Hindistan’da Hinduizm; Müslüman dünyada İslĆ¢m) dƶnüş olacaktır. Şu hĆ¢lde, 1980-sonrası “devlet eliyle gerƧekleştirilen İslĆ¢mĆ®leşme, ƶzünde postkolonyal devletin yerlileşmesi, yerel değer sistemleri iƧine gƶmülmesidir” (Nasr 2001: 13).
Bu durumda, İslĆ¢m ülkeleri, İslĆ¢mĆ® ideolojiyi, “ƶnceki onyıllarda milliyetƧi hareketlerin yarım bıraktığı gƶrevi tamamlamak üzere kullanmaktadırlar: Müslüman toprakları Batı’nın fiziksel olduğu kadar, entelektüel etkisinden kurtarmak…” (a.y.) İslĆ¢m’a yƶneliş, aynı zamanda seküler-Batı tipi yƶnetimler dƶneminde rejime yabancılaşmış unsurlar arasında (“Ƨarşı” esnafı, “karşı-elit”i oluşturan aydınlar ve kentsel genƧ işsizler) ittifak oluşmasını engelleyerek bu unsurları yeniden devlet safına kazanma Ƨabasının da gƶstergesidir; bir başka deyişle, İslĆ¢mĆ®leşerek ‘radikal İslĆ¢m’ın ƶnünü kesmek… [Dahası Nasr, bunu temel yapılarını hatta politik yƶnelimlerini muhafaza ederek gerƧekleştirdiklerini kaydetmektedir…]: “Bu durumda devlet güdümlü İslĆ¢mĆ®leşme bazı devletlerin devlet kurumlarını güçlendirme ve devlet iktidarını, yetisini ve erimini genişletmek iƧin yƶneldikleri bilinƧli bir stratejik seƧimdir” (s. 17).
Burada bir parantez aƧmakta fayda var: ister devlet(ler) eliyle [ki son dƶnemde bu “trend”e Türkiye de eklenmiştir] gerekse tabandan zorlamalarla olsun, İslĆ¢mĆ® yƶneliş, bir gerƧeği ıskalamaktadır: İslĆ¢m Ć¢leminde yaygın olan sƶylemin tersine, Samir Amin’in (2006: 55) deyişiyle Batı, ya da “Modern kültür ne Hıristiyan ne de Yahudi-Hıristiyandır; ama burjuvadır. Burjuva uygarlığı Hıristiyanlık ya da Yahudi-Hıristiyanlığın eseri değildir. Tersine Hıristiyanlık ve Avrupalı Yahudilerin judaizmi burjuva uygarlığına uyum sağlamışlardır.” Bu nedenle, İslĆ¢mcılığın “Batı” eleştirisi, kültüralist bir eleştiri olmanın ƶtesine geƧememekte, Batı uygarlığını biƧimlendiren ekonomi-politikten, yani kapitalizmden kopuşa denk düşmemektedir. Aksine, ƶzellikle neoliberal siyasalar, İslĆ¢m burjuvazilerinin küresel malĆ® sistemle entegrasyonunun hızlanmasına yol aƧmıştır. İslĆ¢mĆ® devletlerin küresel sermayeyle kurduğu sıkı fıkı ilişkiler, aynı zamanda BOP/GOP kimliğinde, SünnĆ® rejimlerin ABD/Batı ekseninde, Şii rejimlerle (İran, Suriye/Baas) karşı karşıya gelmesine, ya da “aşırılar”ın tasfiyesinde ABD’ye aƧık destek vermelerine yol aƧmıştır. Bir başka deyişle, postkolonyal İslĆ¢mĆ® rejimler, Batı’dan, seküler seleflerine gƶre daha “bağımsızlaşmış” değillerdir. Hatta ƶrneğin Emanullah Han, Cemal Abdul Nasır, Bumedyen gibi seküler milliyetƧilerin antiemperyalizminden geriye pek az şey kaldığı sƶylenebilir.
Bu durumda, İslĆ¢mĆ® sƶylem, ya da daha genel bir deyişle “Siyasal İslĆ¢m” rejimlerin iƧ meşruiyetlerini sağlamanın bir aracı, bir “iƧ-tahkimat” aygıtı olmaktan ƶte bir işlev gƶrmemektedir.


Türkiye’de Rejim ve İslĆ¢m


XVIII. yüzyıldan itibaren, ama ağırlıklı olarak 19. yüzyılda rakip emperyal güçlerin nüfuz mücadeleleri, “ayrılıkƧı” ulusal hareketlerin yanı sıra Batı kapitalizminin yoğun etkisi altında dağılma süreci hızlanan Osmanlı İmparatorluğu’nun iƧine sürüklendiği yoğun ve kapsamlı değişim sürecine tepkisi, yƶnetim mekanizmasını modernize etmek/sekülerleştirmek olacaktı. Eşzamanlı olarak, yƶnetici elit, ilk kez Ƨeşitlenmiş ve ƶzerkleşmiş “ideolojiler”le tanışacaktır: Dağılmaktaolan imparatorluğu “kurtarmak” üzere, (Müslüman ve gayrımüslim uyruklar arasında “eşitliği” tesis ederek tekil ve birleşik bir Osmanlı yurttaşlığı alanı yaratma ve sultanın uyruklarını devletin yurttaşlarına dƶnüştürmeyi hedefleyen) Osmanlıcılık; (İmparatorluk topraklarında yaşayan Müslüman toplumları tekil bir ümmet olarak birleştirip İmparatorluğun temeli kılmayı hedefleyen) İslĆ¢mcılık; ve (–başlıca ideologları Rusya Türkçüleri olması hasebiyle- TuranĆ® heveslerle başlayan; “Kızıl Elma”nın acı deneyimi sonucu “Misak-ı millĆ®”yle iktifa etmeyi öğrenen) Türkçülük, birbiriyle Ƨatışkılı, birbirinden öğrenen ideolojiler olarak serilmendi 19. yüzyıl Osmanlı siyasal-toplumsal sahnesinde.
İslĆ¢mcılık, burada konumuz aƧısından ƶnem taşıyor. 1878’den itibaren Sultan Abdülhamid’in desteğiyle “devletin resmĆ® ideolojisi” niteliğini üstlenen İslĆ¢m(cılık) bƶylelikle, Yavuz Selim dƶneminden beri hilafet, dolayısıyla da (Sünni) İslĆ¢m toplumlarının ƶnderliği iddiasını da üstlenen ve devlet ile din arasında (Bizans’tan tevarüs ettiği) oldukƧa hassas bir dengeyi sürdüregelen, devletin meşruiyet kaynağı ve toplumsal denetim aracı olma işlevinden farklı bir işlevi daha üstlenecekti. Devlet yƶnetiminin İslĆ¢m’dan bolca yararlanırken, ulemĆ¢yı sıkı bir denetim altında tuttuğu uzun süreli bir caesaropapism deneyiminin ardından, İslĆ¢m(cılık) ilk kez net hatlarıyla ayrışmış (modern) bir siyasal ideoloji olarak devletle yeniden entegre olacaktı.[10] Modernizmin (ƶzellikle de devletin ƶrgütlenişi, ordu, eğitim, teknoloji vb. alanlarında) gerekliliği vurgusunun yanı sıra, derin bir Batı-karşıtlığı ve pan-İslĆ¢mist yƶnelişiyle tanımlanan İslĆ¢mcılık ideolojisi, bu süreƧte, Karpat’ın (2001: 17) Eylül 1906 tarihli İngiliz Blackwood’s Magazine’deki bir yazıdan aktardığı ƶnemli bir saptamayla yüklenecek ve bundan bƶyle bu veƧhesiyle karakterize olacaktı: “Sƶmürgeciliğe karşı ya da İslĆ¢m toplumlarını muhafaza ya da canlandırmaya yƶnelik bir girişimdense, İslĆ¢m’ın Hıristiyanlık ve Avrupa uygarlığıyla Ƨatışması olma” ƶzelliği. Evet, geƧ-Osmanlı (ve ardından günümüzde Türk) İslĆ¢m(cılığ)ı anti-sƶmürgeci (ya da antiemperyalist) olmaktan Ƨok Batı-karşıtı olmakla tanımlanmaktadır. Ve bu hĆ¢liyle kültüralist bir yƶneliştir…
* * *
Kemalizm’e ilişkin yaygın algı, onun laikliği, üstelik de Fransa’dan mülhem radikal bir laikliği benimseyerek dini kişisel iman planına doğru sürdüğü yƶnündedir - ki oldukƧa eksikli bir algıdır bu. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin erken dƶnem “laikliği”ni karakterize eden “din” işleriyle “devlet” işlerini birbirinden ayrılmasından Ƨok dinin (elbette ki İslĆ¢m dininin) devletin bir aygıtı olarak yeniden biƧimlendirilmesidir.[11] BirkaƧ nedenden dolayı:
- Ɩncelikle Kemalist rejim, Osmanlı’nın caesaropapist geleneğinin doğrudan sürdürücüsüdür. İslĆ¢m dini, eklemlendiği her rejime, Kemalist devletin vazgeƧemeyeceği bir meşruiyet temeli sağlamaktadır. Yanı sıra, İslĆ¢mi “ulĆ»l emre itaat” ilkesinin, “devletine, milletine bağlı, muti, tokgƶzlü, ahlĆ¢klı” yurttaşlar biƧimlendirmede işlevsel olacağını kestirmek iƧin kĆ¢hin olmaya gerek yoktur. Kaldı ki, Cumhuriyet rejimi, halkın sefalet ve acılara katlanmaya ancak güçlü dinsel referanslar sayesinde ikna edilebildiği uzun ve acılı bir savaşlar silsilesinin sonucunda kurulabilmiştir. Bu durumda, devletin halkın dinsel inanƧlarıyla Ƨatışmayı gƶze alması, beklenemez.
- Dahası, yeni devlet, otokton Türkmen, Kürt, Arap nüfusun üzerine Balkan ve Kafkaslar’dan gƶƧ etmiş gƶƧmenlerden bir “ulus” yaratma sorunuyla karşı karşıyadır. Ermenilerin soykırım, Rumların mübadele, Yahudilerin bezdirme yƶntemleriyle tasfiye edilerek gayrımüslimlerden arındırıldığı koşullarda Müslümanlık, “misak-ı millĆ®” dĆ¢hilinde kalan nüfusun büyük Ƨoğunluğunun elindeki tek ortak paydadır. (“Türkleştirme”, 20’lerin sonlarına doğru başlamakla birlikte, esas olarak 1930’ların marifetidir.) Bir başka deyişle, uzun süre yurttaşlığın tek referansını oluşturacaktır. (Türk mevzuatında gayrımüslim yurttaşların hĆ¢len “yabancı” yerine konulmasının nedeni de budur).
- Ve nihayet, İslĆ¢m(cılık) Cumhuriyet’in bƶlgesel iddialar iƧin, yani Müslüman Ortadoğu ya da TürkĆ® cumhuriyetler üzerinde nüfuz sağlayabilmek iƧin her zaman elinde tutmak isteyeceği bir ideolojik araƧtır.
Bu nedenlerledir ki genƧ Türkiye Cumhuriyeti, bir yandan hilafetin ilgası, devletin resmĆ® dini ilkesini kaldıran Anayasa değişikliği (1937), tevhid-i tedrisat, kamusal alanlarda dinsel simge kullanımının yasaklanması, şapka, kıyafet devrimi, Latin alfabesi ve miladĆ® takvimin benimsenmesi vb. bir dizi “sekülerleştirici/batılılaştırıcı” reformu benimserken, bir yandan da SünnĆ® İslĆ¢m’ın başatlığı altındaki Diyanet İşleri’ni (1924) ƶrgütleyip tüm dinsel sorunlarda bir Ƨeşit “fetva yetkisi”yle donatarak, ilköğretim kuruluşlarında, SünnĆ® İslĆ¢m ilkelerinin öğrencilere aktarıldığı din dersleri (12 Eylül sonrası zorunlu hĆ¢le gelecektir) aracılığıyla; İmam-Hatip liselerini yaygınlaştırarak… İslĆ¢m’ı “devletleştirmektedir.”
Bu “aracılıklar” arasında devletin dinsel yaşamı denetim altında tuttuğu kurum olarak “Diyanet” ƶzel bir ƶnem taşımaktadır: Devlet bütƧesinden kendisine tahsis edilen devasa payla (2013 yılında 4 milyar 604 milyon TL. ile bütƧeden en fazla payı alan kurumlar arasında 12. sırayı tutmakta. Diyanet bütƧesi, İƧişleri, ya da sağlık bakanlıkları bütƧesinin iki katına ulaşıyor) Diyanet İşleri Başkanlığı, 78 000 kadar cami ve 5000 kadar Kur’an kursunu yƶnetmekte, ülkede her bir camide verilecek Cuma vaazını dikte ettirmekte, devletin medya araƧlarının dinsel iƧerikli yayınlarını denetlemekte, dinsel metinlerin TürkƧe Ƨevirilerini gerƧekleştirmekte, toplumsal konularda “fetva” mercii işlevini gƶrmekte, Hac yolculuklarını ƶrgütlemekte ve (DITIB adı altında) Avrupa’da yaşayan Türkiyeli Müslümanlara dinsel hizmet gƶtürmektedir.
Bƶylelikle yurttaşlarının “dinsel gereksinimleri”ni monolitik bir devlet kurumu aracılığıyla karşılayan, dolayısıyla da yurttaşlara dini nasıl yaşamaları (ve nasıl “yaşamamaları” gerektiğini dikte ettiren bir devlet kurumu eliyle Türkiye Cumhuriyeti, oldukƧa ilginƧ bir “laiklik” gƶrüntüsü vermektedir: AlevĆ®lerden, kendilerini “Müslüman” olarak tanımlamakla birlikte herhangi bir dinsel gereği yerine getirmeyen “laik” yurttaşlardan, gayrımüslimlerden, agnostiklerden, ateistlerden… alınan vergilerle de beslenen ve resmĆ® bir Sünni İslĆ¢m versiyonunu dayatan bir devlet kurumunun varlığı, devletin din karşısındaki her türlü “nƶtralite” iddiasını boşa Ƨıkartmaktadır.[12]
Şu hĆ¢lde rahatlıkla ƶne sürebiliriz: Türkiye’de İslĆ¢m, Osmanlı’dan bu yana “devlet dini”dir; ve iƧeriğiyle mesajları, işlevleri devlet üzerinde sƶz sahibi sınıfların mahiyetine gƶre değişikliğe uğramaktadır.
Bu saptama, kanımca Türkiye’de 2002 seƧimlerinde iktidara gelen ve o günden bu yana tek başına iktidarda kalmayı başaran AKP’yi anlayabilmede de işlevseldir. Bilindiği üzere, Türkiye’de seküler Ƨevrelerin AKP iktidarı konusundaki gƶrüşleri, esas olarak iki ƧerƧevede kutuplaşıyor:
1. AKP iktidarı Orta Doğu’nun SünnĆ®/Şeriat rejimlerle yƶnetilen petrol zengini ülkelerin yƶnetimleriyle iƧli-dışlı, esas olarak Arap sermayesinden beslenen, radikal İslĆ¢mcı kadroların ağır bastığı, takiyyeci bir partidir. “MillĆ® Gƶrüş” geleneğinin kimi unsurları, laiklik karşıtı sƶylemlerinin her seferinde rejimin güvencesini oluşturan TSK’nın müdahaleleriyle partilerinin kapatılması sonucunu vermesinden ders alarak ılımlı, laiklik yanlısı bir gƶrüntü veren AKP’yi kurup iktidara gelmişlerdir. Liberal, demokrat gƶrüntüleri bir yanıltmacadır; AKP’nin, ƶzellikle 2007’deki seƧim başarısının ardından adım adım hayata geƧirdiği bir gizli gündemi vardır: Türkiye’de Şeriat rejimini kurmak.
2. MillĆ® gƶrüş kadrolarından samimĆ® bir ƶzeleştiriyle kopan unsurların kurduğu AKP, iktidara geƧtiğinden bu yana demokrasi gƶrüntüsü altında askerĆ® bir vesayet rejiminden başka bir şey olmayan eski siyasal sisteminin liberalizasyonu ve demokratikleştirilmesi yƶnünde işlemektedir. TSK’nın siyaset sahnesindeki ağırlığının ve “derin devlet” yapılarının tasfiyesi, insan ve azınlık hakları konusundaki ilerlemeler, Kürt sorununun Ƨƶzümü yolunda atılan adımlar, bu gƶrüşü desteklemektedir. MuhafazakĆ¢r olduğunu gizlemeyen AKP’nin gizli bir gündemi yoktur. Eksik olan, geƧmişinden taşıdığı alışkanlıkları sınırlandıracak liberal sol bir partinin varlığıdır…[13]
İki analizin de AKP’nin gƶvdesini oluşturan ve siyaset alanında sƶzcülüğünü üstlendiği sermaye kesiminin ƶzlem ve taleplerini dikkate almaması, ilginƧtir.
Oysa AKP’nin din/İslĆ¢m ile ilişkisinde bu kesim kritik bir rol oynamakta.
12 Eylül darbesi, bilindiği üzere Türkiye’de ithal ikameci politikaların terk edilerek neoliberal iktisadĆ® rejimin benimsenmesini ƶngƶren 24 Ocak kararlarının hayata geƧirilmesini sağlamak amacıyla gerƧekleştirildi. Bu yolla ƶnü aƧılan yeni sermaye birikimi rejimi, emeğin hareket/ƶrgütlenme olanaklarını büyük ƶlçüde kısıtlarken, mevcut sermayeye kesimlerine de geniş bir hareket alanı aƧacaktı. Cumhuriyet rejiminin geleneksel burjuvazisi Marmara sermayesi dışında, “başıbozuk” (rogue) olarak tanımlayabileceğimiz bir dizi girişimci (Türkiye Cumhuriyet devletinin 12 Eylül rejiminin hemen ardından angaje olduğu “düşük yoğunluklu” Kürt savaşının sağladığı elverişli ortamdan da yararlanarak) “Yeni Dünya Düzeni”nin olanaklarını lehlerine Ƨevirmeyi başardı: Ƨaycılardan banker, mafya ayakƧılarından medya patronu yaratan bu hızlı devingenlik ortamı; Anadolu’daki, küçük Ƨaplı, geleneksel olarak muhafazakĆ¢r, küçük ve orta boy müteşebbislerine de pek Ƨok yeni olanaklar sunacaktı.
Cemaat bağlarını ticarĆ® girişimlere tahvil eden bu kesim, Turgut Ɩzal iktidarı dƶneminde atağa kalktı. TÜSİAD’ın temsil ettiği Marmara sermayesinin ortaklık iƧin geleneksel tercihi AB ülkelerindense, başta Arap sermayesi olmak üzere Müslüman sermayedarlar ile kurulan ticarĆ® ilişkiler, MÜSİAD’da temsil edilen bu kesimin hızla büyümesinin ƶnünü aƧacaktı.
“Anadolu sermayesi”, bƶylelikle hızlı bir şekilde palazlanarak siyasetin merkezine doğru kaymaya başladı. “Konsept (MASK= Milli AskerĆ® Stratejik Konsept) değiştiren” TSK’nın 1997’de giriştiği “postmodern darbe” teşebbüsünü ustaca manevralarla savuşturarak bu girişimi TSK’nın kamuoyu nezdindeki son kredibilitesini yok edecek bir “halkla ilişkiler” kampanyasıyla tersine Ƨevirmeyi başardı. Ve bir yandan “Genişletilmiş Orta Doğu Projesi” ƧerƧevesinde bƶlgedeki “ılımlı” İslĆ¢mĆ® rejimlerle işbirliğine yƶnelen ABD’nin ƶnayak olduğu yeni uluslar arası konjonktürün, bir yandan da ülkede 2000 krizi ve ƶnceleyen yolsuzluklar ve çürümeye duyulan tepkinin yol aƧtığı olumlu hava iƧerisinde AKP şahsında iktidara gelmeyi başardı.
AKP ile iktidara gelen ve kendilerini “modern muhafazakĆ¢r” olarak tanımlamaktan hoşlanan yeni burjuvalar, iktisaden liberalizmi sonuna kadar savunsalar da neoliberalizmin “ruhu”yla uyumlu bir şekilde, toplumsal-kültürel alanda “yeni-muhafazakĆ¢rlık”ı benimsemektedirler. BirkaƧ nedenle:
1. Ɩncelikle, “halkın bağrından Ƨıkmış”, onun değerlerine bağlı, dini bütün, “baba” patronlar imgesi, onlara, siyasĆ® başarıya tahvil edebilecekleri (ve ettikleri) bir toplumsal meşruiyet temeli sağlamaktadır. AKP’nin “yeni eliti” Türk kültürel hayatının Tanzimat’tan bu yana “duƧar olduğu” “halkına yabancılaşmış, Batıcı seƧkinler ile halk” Ƨelişkisini ustalıkla manipüle ederek, anti-entellektüalizmle kaynaştırdığı eklektik ve pragmatik bir anti-Batıcılığı kendi pozisyonunu sağlamlaştırma yƶnünde kullandı.
2. Yanı sıra, yeni-muhafazakĆ¢rlığın iƧerdiği aile ve cemaat değerlerinin ihdası, ƶrgütlü sınıf mücadeleleri karşısında Marmara sermayesi kadar donanımlı olmayan bu yeni burjuvaziye, istihdam ettiği emekƧilerle “patronaj” ilişkileri kurma olanağı sağlamakta, dolayısıyla daha ucuz ve talepkĆ¢rlığı daha düşük bir işgücü kaynağına erişim olanağı sağlayacaktı.
3. Yanı sıra, “muhafazakĆ¢rlık”, küresel kapitalizmin yükselen güçleri, ƶzellikle de Anadolu’nun Müslüman-muhafazakĆ¢r girişimcilerinin kültürel tercihleriyle daha kolay rezonansa girebilen Arap-İslĆ¢m sermayeyle ilişkileri daha kolaylaştıran bir kisveydi.
4. Bununla koşut olarak, “Arap Baharı”nın sağladığı uygun atmosferde dinsel referanslı muhafazakĆ¢rlık, AKP’nin neo-Osmanlıcı yƶnelişinde Türkiye’nin Ortadoğu’daki nüfuz alanını genişletme hedefiyle de uyumlu gƶzükmektedir.
Şunu da belirtmekte bir beis yok; neoliberalizm, salt sermayenin yüksek ƶlçüde ve sınırsız devingenliğini ƶngƶren bir iktisadĆ® tercih olmanın Ƨok ƶtesinde, (Sosyalist Blok’un Ƨƶkmesi ve bunun sağladığı ideolojik Ƨƶzülme, iletişim teknolojilerindeki hızlı gelişmeler, dayanıksız tüketim malları üretiminin Ƨapının devasa ƶlçülerde genleşmesi, finans vb. sektƶrlerin sınaĆ® üretime ƶndelik kazanması, vb… etkenlerin sonucu) kapitalizmin “modernist” paradigmasında bir kırılmaya da denk düşmektedir. “Postmodern” sıfatıyla tanımlanan bu kırılma, kapitalist modernizmin ulus-devlet, sekülarizm, liberal demokrasi, insan hakları gibi “olmazsa olmaz” sayılan bir dizi standardından vazgeƧişe işaret eder. Bir başka deyişle, neoliberal evresinde kapitalizmin “ethos”unu “Batı uygarlığı”nın standartları değil, “Kuzey tüketim toplumu”nun daha gevşek, muğlak, esnek ve geƧirgen “norm”ları biƧimlendirmektedir. Postmodern norm aşımı, dinselin gƶrünürlük kazanması konusunda Ƨok daha hoşgƶrülüdür; ƶzellikle de “sınıf mücadelesi”ni ikame eden “kimlik” ƧerƧeveleri aracılığıyla alttan gelecek itirazları sisteme entegre etme yetisi sergilediklerinde…
Kabul etmeli, krizlerle sarsılan AB’ye girme ısrarından vazgeƧip, bir “Ƨeper ülke” konumuyla Orta Doğu’da Kuzey’in “koƧbaşlığını” üstlenen “ılımlı Müslüman” bir Türkiye ABD-AB Ƨevreleri tarafından da oldukƧa “hayırhah” karşılanmıştır – en azından AKP Arap Baharı’nda yakaladığı popülaritenin rüzgĆ¢rıyla Orta Doğu’ya müdahil, ƶzerk bir güç olma niyetini aşikĆ¢r edene dek…
* * *
Bu durumda, vurgulamalı: günümüz Türkiyesi’nde din-devlet ilişkilerinde kƶklü bir dƶnüşüm yaşanmamaktadır. Türkiye’de devlet İslĆ¢m dini üzerindeki denetimini sürdürmektedir; tersi varit değildir. Ne ki, devletin dümeninde bir kadro değişikliği yaşanmıştır. Marmara baronları, yani geleneksel Batıcı, seküler burjuvazi iktidarını AKP’nin temsilcisi olduğu, kültürel olarak muhafazakĆ¢r taşra burjuvazisiyle paylaşmaya razı gelmek durumunda kalmıştır. Ve bu “yeni” burjuvazinin siyasal temsilcileri, dinsel referanslara eski kadrolardan Ƨok daha fazla bağlıdır. Bir başka deyişle, devlet, yƶnetimi bugün din ile ünsiyeti Ƨok daha yüksek bir kadronun elindedir.
Bu durum, Kemalist cenahın yaymaya Ƨalıştığı üzere laikliğin ilga edilerek Şeriat’ın Anayasa ilan edilmesine yol aƧmayacaktır kuşkusuz. Ya da Türkiye’nin rejiminin İslĆ¢mĆ® bir teokrasiye dƶnüşmesi bir hayli uzak bir ihtimaldir. Ancak yeni burjuvazi, yukarıda ƶzetlemeye Ƨalıştığım sınıfsal yƶnelimlerini hayata geƧirmek üzere, Sünni-İslĆ¢m yorumunu alabildiğince yaygınlaştırma ve toplumsal konsensüs temelini İslĆ¢mĆ® bir eksene kaydırma Ƨabası iƧerisinde olacaktır. Bu, İslĆ¢m dininin (SünnĆ® yorumunun), belki siyasal değil ama toplumsal-kültürel rolünün giderek artması anlamına gelir. Bir başka deyişle, Türkiye, yeni yƶnetici kadrolarının elinde, Diyanet fetvalarının toplumsal yaşamın her alanında daha fazla etkili olduğu, kadınlarla erkekler arasındaki toplumsal mesafenin daha da arttığı, ahlĆ¢k bekƧiliğinin daha yoğunlaştığı, bireysel yaratıcılığın daha Ƨok tƶrpülendiği, mahalle baskısına teslim bir Orta Doğu ülkesi olmaya yƶnelmektedir.
SünnĆ®-İslĆ¢m referanslı bu toplumsal-kültürel muhafazakĆ¢rlık iklimi ise, gerek iƧeride, gerek dışarıda, yükselen sınıf “Müslüman sanayiciler ve iş adamları”nın vizyonlarıyla hiƧ kuşkusuz ki daha uyumludur…


N O T L A R
[*] Latince. “İktidar kiminse onun dini geƧerlidir.” (Joachim Stephani, 1612)
[1] “Din: Teorisi/ Pratiği, Dünü, Bugünü” (6 ve 13 Nisan 2013) Sempozyumu’nun Ankara’daki (6 Nisan 2013) “Dini- Eleştirel Olarak Anlayabilmek” oturumuna sunulan tebliğ… Din: Teorisi/ Pratiği, Dünü, Bugünü- Sempozyum Tebliğleri, Editƶr: Sibel Ɩzbudun - Mahmut Konuk, Ütopya Yay., 2013… iƧinde…
[2] Gilbert 1992: 298.
[3] Gilbert (2012: 173) Heusch’un “kutsal (sacred)/ ilahĆ® (divine) ayrımına, bu iki kavramın Batı-Hıristiyan dünyasında birbirinden ayırt edildiği, ve ancak yerel halklar bƶyle bir ayırım yaptığında antropolojik bir geƧerliliği olacağını ƶne sürerek karşı Ƨıkmakta. Kanımca, Afrika (ve kimi Güneydoğu Asya) krallıkları ile antik Yakın Doğu krallıkları arasındaki farklılıkların ifadesinde işlevsel olduğu ƶlçüde, bu ayrıma müracaat etmekte bir beis yoktur.
[4] Oysa kralın güçlü dedesi Sargon ve halefleri, Rimush ve Manishtusu sar kissati (“evrenin kralı”) sanıyla anılmaktaydı.
[5] Aktaran: Michalowski (2012: 34)
[6] Sümer mitolojisine gƶre krallık, Tufan’dan sonra gƶkyüzünden inmiştir. Bkz. Pritchard (der.) (1973: 28-29).
[7] Ɩlümden sonra apotheosis’e uğrayan Roma imparatorları divus adıyla anılırken, Roma tanrıları “deus” olarak adlandırılmaktaydı. Yalnızca bu bile, Romalıların ƶlü imparator ile tanrı arasındaki “fark”ın bilincinde olduklarını ve imparatorun “tanrı”lığının bir imalat olduğunu gƶstermektedir. Price (1992: 79) da divi’nin dei’yle aynı muameleyi (kurban sunuları, tapınaklar vb.)gƶrmesine karşın, ancak tanrıların “ata” kabul edildiğini, divi’ye bƶyle bir ayrıcalığın tanınmadığını belirtir.
[8] “Tanrılar korkusunu arkalarına alan tiranlarınız ve krallarınız tapınak hazinelerini yağmalıyor; yasak, sürgün ve cinayetlerle kentleri aristokrasilerinden yoksun bırakıyor; ahlĆ¢ksız bir şiddetle kadın ve kızları onurundan ediyor, onlara Indigetes [atasal tanrılar] ve divi adını veriyorsunuz; en derin nefretle kovalamanız gerekenleri tahtırevanlarla, sunaklarla, tapınaklarla ve başka kültlerle onurlandırıyor, doğumgünlerini oyunlarla kutluyorsunuz. (Oracula Sibyllina viii. 392-401. Akt. Price 1992: 99).
[9] Nelson (1992: 142) Papa’nın bu ritüeli, tahta geƧmenin merkezĆ® ayinini oluşturduğu Bizans’tan esinlenmiş olabileceğini kaydediyor. Ancak taƧ kuşanma, kesinlikle Yeni Ahit’e dayandırılan bir edimdir.
[10] Bkz Karpat (2001).
[11] “Kemalist laiklik modeli hem otoriter hem de antidemokratiktir. Türk devleti İslĆ¢m’ “yukarıdan” siyasallaştırmıştır, yani, onun üzerinde yorum tekeli ve denetim sağlamıştır. AmaƧ nüfusu sekülerleştirmek, farklı mümin cemaatlerini türdeşleştirmek, ve cumhuriyetƧi, laik, etno-milliyetƧi (“Türkleştirici) bir devlet İslĆ¢mı’nı yaygınlaştırarak ülkenin teritoryal bütünlüğünü sağlamaktır.” (Karakaş 2007: 3)
[12] Nitekim dinin devletin denetimi altında tutulması gereği ve bunun yararları bizzat Diyanet sƶzcüleri tarafından da dile getiriliyor. Nasıl mı? İşte Alevi-Bektaşi Dernekleri Federasyonu eski genel başkanı Turan Eser’in Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) hakkında Ankara 17. İdare Mahkemesi’nde aƧtığı davada, DİB’in savunması:
“Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB), Ankara 17. İdare Mahkemesi’ne verdiği yanıtta cemevi dememeye ƶzen gƶstererek kurumun Atatürk’ün sağlığında laiklik ilkesinin gereği olarak kurulduğunu ifade etti. Yanıtta laiklik ilkesinin bir ƶzelliğinin de devlete din hürriyeti üzerinde denetim yetkisi tanıyan bir nitelik taşıdığı belirtilerek dini denetim altında tutmanın devletin işi olduğu ifadelerine yer verildi.
DİB’nın kurulmasının tarihi nedenlerin gerƧeklerin ve ülke koşullarıyla gereksinmelerinin doğurduğu bir zorunluluk sonucu olduğu belirtilen yanıtla hĆ¢len 1924 savaş koşullarının devam ettiği kaydedilerek kurumun dini bir teşkilat değil idari bir teşkilat olduğu, dinin devletƧe denetiminin yürütülmesinin Türk milletinin Ƨağdaş uygarlık seviyesine erişmesi ve yücelmesine hizmet ettiği iddia edildi. Yanıtta, Diyanet’in gücünün tartışılmayacağını vurgulanarak bunun bir Anayasa hükmü olduğunu 2280 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun 89. Maddesinde yer alan bir ifadeyle DİB’in yerinin korunması iƧin siyasi parti kapatabileceği ifade edildi.” (Esra KoƧak, “Diyanet’ten Atatürk’lü Cevap”, Birgün, 18 Ocak 2013)
[13] Bu eğilim, en azından yakın zaman ƶncesine dek Batı dünyasından gƶzlemcilerin gƶrüşlerini de ifade etmekteydi. Ɩrnek iƧin bkz. Karakaş (2007), Steinbach (2011).


KAYNAKLAR
Amin, Samir (2006). Modernite Demokrasi ve Din. Kültüralizmlerin Eleştirisi. TOFV/Ɩzgür Üniversite, Ankara, 2006.
Bloch, Maurice (1992). “The ritual and royal bath in Madagaskar: the dissolution of death, birth and fertility into authority”, Rituals of Royalty, D. Cannadine ve S. Price (der.) Cambridge University Press.
Frankfort, Henri (1948). Kingship and the Gods: A Study of the Near Eastern Religion as the Integration of Society and Nature. University of Chicago Press.
Garster, T. H. (der.)(1964). The New Golden Bough. A New Abridgment of the Classic Work by Sir James George Frazer. Chicago: Mentor Books.
Gilbert, Michelle (1992). “The person of the king: ritual and power in a Ghanaian state. Rituals of Royalty, D. Cannadine ve S. Price (der.) Cambridge University Press.
- (2012) “The Sacralized Body of the Akwapim King”, Religion and Power, Nicole Brisch (der.), The Oriental Institute of the University of Chicago.
de Heusch, Luc (2009). Pouvoir et Religion (Pour rĆ©concilier l’Histoire et l’anthropologie) CNRS Editions, Paris.
Houtart, François (2006). Sociología de la Religión, Editorial de Ciencias Sociales, La Habana.
Karakaş, Cemal (2007). Turkey: Islam and Laicism Between the Interests of State, Politics and Society, PRIF Reports no. 78. Peace Research Institute, Frankfurt.
Karpat, Kemal H. (2001). The Politicization of Islam. Reconstructing Identity, State, Faith and Community in the Late Otoman State. Oxford University Press.
Kepel, Giles (1993). The Revenge of God: The Resurgence of Islam, Christianity and Judaism in the Modern World. Polity Press.
McCaffrey, Enda (2009). The Return of Religion in France: From Democratisation to Postmetaphysics. Palgrave McMillan.
Michalowski, Piotr (2012). “The Mortal Kings of Ur: A Short Century of Divine Rule in Ancient Mesopotamia. Religion and Power, Nicole Brisch (der.), The Oriental Institute of the University of Chicago.
Nasr, Sayyed Vali Reza (2001). Islamic Leviathan. Islam and the Making of State Power. Oxford University Press.
Nelson, Janet L. (1992). “The Lord’s anointed and the people’s choice: Carolingian royal ritual.” Rituals of Royalty, D. Cannadine ve S. Price (der.) Cambridge University Press.
Price, Simon (1992). “From noble funerals to divine cult:the consecration of Roman Emperors”, Rituals of Royalty, D. Cannadine ve S. Price (der.) Cambridge University Press.
Pritchard James B. (der.) (1973). The Ancient Near East, An Anthology of Texts and Pictures. Princeton University Press.
RiviĆØre, Claude (2005). Socio-anthropologie des religions, Armand Colin.
Selz, Gebhard J. (2012). “The Divine Prototypes”, Religion and Power, Nicole Brisch (der.), The Oriental Institute of the University of Chicago.
Steinbach, Udo (2011). “State and Religion in Turkey”. J. Namour (der.) State And Religion. Comparing Cases of Changing Relations. A conference report. Beyrut: Friedrich Ebert Stiftung.
Ullmann, Walter (1969). The Carolingian Rennaissance and the Idea of Kingship, Londra, Methuen.
Winter, Irene J. (2012). “Touched by the Gods: Visual Evidence fort he Divine Status of Rulers in the Ancient Near East”, Religion and Power, Nicole Brisch (der.), The Oriental Institute of the University of Chicago.

Yorum Ekle

BLOGGER

|/fa-clock-o/ Başlıklar$type=list-tab$c=5$date=1$au=0$page=1$sn=1

/fa-star-o/ Ɩne Cıkanlar$type=list-tab

/fa-comments/ Yorumlar$type=list-tab$com=0$c=5$src=recent-comments$pages=1

/fa-history/ Arşivden $type=list-tab$source=random-posts$author=0$c=5

/fa-users/ TAKIP ET

Ad

“HOŞGƖRÜDEN EŞİTLİĞE: TÜRKLERLE ERMENİLER ARASINDAKİ GƜƇ İLİŞKİLERİNİ BİR SİVİL HAKLAR MODELİ ARACILIĞIYLA DEĞİŞTİRMEK,1,“KOBANÊ’NİN ‘BİZ’İMLE NE ALƂKƂSI VAR?,1,“NEFRET SUƇLARI” VE “ZEHİRLİ KAN” ÜZERİNE,1,1 MAYIS 2015’DE İSTİKAMET(İMİZ) -2014’TE OLDUĞU GİBİ!- TAKSİM,1,1 MAYIS 2016 DERS(LER)İ,1,1 MAYIS’A GİDERKEN: AKP KADINLAR İƇİN NE YAPTI,1,1 mayis,16,100. YAŞINDA EKİM DEVRİMİ’NİN ANIMSATTIKLARI,1,100’E 1 KALA ERMENİ GERƇEĞİNİN TOPOĞRAFYASI,1,12 eylul,4,12 EYLÜL 2010 SONRASI,1,12 EYLÜL KİME KARŞIYDI?,1,12 EYLÜL YARGILANDI… MI?,1,12 EYLÜL’Ü YARGILAMAK...,1,1915- HRANT VE ADALET,1,1968’İN 50. YILINDA SARI YELEKLİLER,1,2013,1,2014,1,2014 İƇİN 2013’ÜN 1 MAYIS DERSLERİ,1,2015,1,2015 1 MAYIS’INDAN 2016’YA YİNE YENİDEN ISRARLA TAKSİM,1,2016,1,2018,1,2019: YERKÜREDE VE COĞRAFYAMIZDA Ä°ÅžĆ‡Ä° SINIFI(MIZ),1,23 NİSAN BİTTİ ‘KUTLU DOĞUM’ VERELİM,1,24 HAZİRAN SEƇİM(LER)İ VE TAVIR(IMIZ),1,7 HAZİRAN 2015 SEƇİMLERİ’NE DAİR -GEREKƇELİ- TAVRIMIZ,1,7 HAZİRAN’DAN 1 KASIM’A HDP NOTLARI,1,8 mart,3,A-UTOPYA’YA UNUTULMAZ BİR YOLCULUK,1,abd,1,ABD EMPERYALİZMİ VE VENEZÜELLA 2019,1,AƇIK SƖZLÜ OLMAK İYİDİR (7 HAZİRAN SONRASINA DAİR DEĞERLENDİRME),1,ADALET: ANTROPOLOJİK BİR BAKIŞ,1,afis,1,AFRİN (VE SURİYE’N)İN ƖTESİDİR,1,AFRİN (VE SURİYE),1,AKADEMİNİN ƖZGÜRLƜĞƜ İƇİN,1,akademisyen,2,AKADEMİSYEN SORUMLULUĞU,1,AKLIMIZDA TAŞIYORUZ SİZLERİ,1,akp,37,AKP İKTİDARI VE GÜNDELİK HAYATIN İSLƂMİLEŞTİRİLMESİ,1,AKP İSLƂM FAŞİZM ve KADINLAR,1,akp.kriz,1,AKP’NİN ‘KÜLTÜR POLİTİKALARI’?,1,AKP’NİN “DERİN DEVLET”İ,1,AKP’NİN “KINDER KUCHE KIRCHE”Sİ,1,AKP’NİN “MUHAFAZAKƂR”LIĞI NEYE DENK DĆœÅžER,1,AKP’NİN “ORGANİK AYDINLARI” VE HAZİRAN KALKIŞMASI,1,AKP’NİN BAŞKAN”LIĞI,1,AKP’NİN EĞİTİM SİSTEMİ Mİ DEDİNİZ,1,AKP’NİN EĞİTİM SİSTEMİ: MİLLİYETƇİ MANEVİYATƇI VE PİYASACI,1,AKP’NİN EĞİTİM SİSTEMİYLE İMTİHANI,1,AKP’NİN KADINLARA KARŞI SAVAŞI: MADAM GİBİ ƖLMEK,1,AKP’NİN MUHAFAZAKƂRLIĞI İSLƂMCILIĞI NEOLİBERALİZMİ VE KADINLAR,1,aktuel,4,aktüel,3,ALEVƎLİK VE SINIF MÜCADELESİ: KÜLTÜR VE EKONOMİ POLİTİK,1,aleviler,1,amerika,3,ANADOLU’NUN “YA BASTA”SI,1,antropoloji,10,ANTROPOLOJİ: NASIL VE NİƇİN,1,arkeoloji,1,ARSIV,1,ATAERKİ” ÜZERİNE,1,ATAERKİL PAZARLIK BOZULDU,1,AVM’LER,1,AVRUPA BİRLİĞİ: ƇOKKÜLTÜRCÜLƜĞƜN “KRİZİ”,1,aydinlar,9,aydinlar devrimciler,32,AYŞE ƖĞRETMEN “DAVA”SININ ANIMSATTIĞI,1,Barış Bildirimi metni,1,baris,9,basin,3,BAŞKALDIRIDIR MİZAH YA DA HİƇ!,1,BE ZİMAN JƎYAN NA BE,1,BEJDAR’IN TUTSAK ALINAMAYAN ŞİİRLERİ,1,BEKLE BİZİ -YENİDEN- TAKSİM,1,BELLEKLE GELECEĞİN KARŞILAŞMASI,1,bilim,3,BİR “ELEŞTİRİ”YE KISA KENAR NOTLARI,1,BİR “İMKƂNSIZ AŞK” HİKƂYESİ: “AKADEMİ VE ƖZGÜRLÜK,1,BİR “PRAKSİS ANTROPOLOJİSİ” İƇİN,1,BİR AYDIN(LIK) HƂLİ FİKRET BAŞKAYA,1,BİR DAHA ASLA DİYEBİLMEK İƇİN: GƖZALTINDA KAYIPLAR,1,BİR İKTİDAR (YENİDEN-)ÜRETME ARACI OLARAK MOBBİNG[*],1,BİR İKTİDAR ARACI OLARAK KORKU,1,BİR KEZ DAHA “TERƖR” MÜ,1,BİR KİMLİK SİYASETİ OLARAK MİLLİYETƇİLİK VE IRKƇILIK,1,BİR MİLAT: REFERANDUM VE SONRASI,1,BİYOLOJİ KADER Mİ? ya da “FITRAT”A DAİR,1,BİZİM DELİLERİMİZ,1,BM DB VE IMF’NIN DILINDE KADIN YOKSULLUĞU,1,bƶlge,3,BU 12 EYLÜL REJİMİ… BURADAN ƇIKIŞ YOK,1,BU NE ŞİDDET BU CELƂL? (YA DA “GULYABANİ” KİM),1,BUGÜN ADNAN YÜCEL KONUŞACAĞIZ,1,CELLATLARIN DƖKTÜKLERİ KAN,1,cevre,15,CHARLIE HEBDO’YA SALDIRI TE’VİLLERİ VE TAVRIMIZ,1,chd,1,cinayetler,13,CUJUS REGIO EJUS RELIGIO,1,CUMHURBAŞKANLIĞI SİSTEMİ VEYA BU KADAR YETKİYİ BABANIZA VERİR MİYDİNİZ,1,Ƈile'nin Antropolojisi: Bir Anı Bir Gƶzlem ve Bir Tahlil Girişimi,1,ƇOCUKLAR ƖLMESİN DEMEK TERƖR SUƇU MU,1,ƇOCUKLARININ ETİYLE BESLENEN ÜLKE,1,ƇƖZÜMÜN SOSYO-EKONOMİK YANI,1,DAĞLAR ERİRSE – ZEVEBƂN,1,DAİMA YAŞAYACAKTIR İSMİYLE MÜSEMMA YAŞAR KEMAL,1,DARBE GİRİŞİMİ VE SONRASI,1,dava,13,davalar,1,DELİ DUMRUL’UN “KENTSEL DƖNĆœÅžĆœM”Ü ya da YOLSUZLUK RANTIN İKİZ KARDEŞİDİR,1,DEMİRİN TUNCUNA İNSANIN...,1,demokrasi,4,DEMOKRATİKLEŞ-ME PAKETİ,1,dersim,2,devlet,12,DEVLETİN ERKEKLERİ YA DA KADINA ŞİDDET NASIL ƖNLENMEZ,1,DEVLETİN KÜRTAJI: ROBOSKƎ,1,DEVLETLƛLAR,1,devrim,11,DİĞERLERİ VE KENT HAKLARI…[*],1,dinler,7,DİNLER İSLƂM VE KADIN BEDENİ,1,dinleti,1,DİRENEN DAMAR[*] ƇƜRÜMEYEN,1,direnis,3,dunya,6,dünya,63,düsünce ƶzgürlügü,2,EGEMENLERİN “PYRRHUS ZAFERİ”: F-TİPİ,1,egitim,12,EKİM DEVRİMİ SOSYALİZM KADINLARIN KURTULUŞU,1,ekoloji,10,ekonomi,7,elestiri,1,ELEŞTİRİ HAYATTIR; YAŞATIR,1,emek,19,emekciler,3,EMEKƇİLER İŞSİZLER YOKSULLAR NEREDE,1,emperyalizm,9,EMPERYALİZM- T. “C” VE AFRİN,1,enternasyonalizm,1,ENTERNASYONALİZM ÜZERİNE NOTLAR,1,ERCAN BİNAY’DAN (BAFRA T TİPİ) MEKTUP VAR: ABDULLAH KALAY’A ƖZGÜRLÜK,1,ermeniler,4,ESKİ(MEYEN)/ YENİ TÜRKİYE”DE BARIŞ (MI),1,etnoloji,2,EVET ƇIKSA DA “HAYIR”,1,EVLAT YOLDAŞ,1,fasizm,7,FAŞİZM VE KADINLAR,1,felsefe,2,feminist,1,FİDEL İƇİN SANCAĞI YARIYA İNDİRMEYİN DAHA DA YÜKSELTİN,1,FRIEDRICH ENGELS VE AİLENİN,1,genclik,3,GERƇEKTEN DE NEDİR TERƖR,1,GƖBEKLİTEPE BİZE NEYİ ANLATIYOR,1,güncel,9,gündem,12,GÜNDEM’E DÜNE VE BUGÜNE DAİR,1,HAFIZASINI YİTİRMEYEN “DERSİM’E AĞIT,1,hakkinda,1,HƂL ÜLKEYİ KUTUPLAŞTIRIYOR,1,HƂL VE GİDİŞ(İMİZ),1,HANGİMİZ ƖZGÜRÜZ Kİ,1,hareketler,2,Hasta Tutsak Abdullah Kalay 2. Heyet Raporuna Rağmen Tahliye Edilmiyor!‏‏,1,HAVADIR SUDUR ATEŞTİR YANİ HAYATTIR GRUP YORUM,1,hayat,1,HER GÜN DƖRT Ä°ÅžĆ‡Ä° BEŞ KADIN,1,HER KƖYDE BİR “KƖPEK” VARDIR,1,HİƇLEŞTİRİLME KAYGISINDAN ƖFKEYE SARI YELEKLİLER,1,HRANT,1,hrant dink,4,hrant dink'in katline 2015 perspektifinden bakmak,1,hukuk adalet,35,IŞILTILI VE “TEHLİKELİ” BİR KADIN: SUAT DERVİŞ,1,IŞİD VE İSLƂMCI “FEMİNİSTLER”,1,ibrahim kaypakkaya,1,İFADE ƖZGÜR(LƜĞƜ) MÜ,1,İFADE ƖZGÜRLƜĞƜ VAZGEƇİLEMEZ ƖNCELİKLİ DEĞERDİR,1,iktidar,10,iletisim,2,inanc,7,insan haklari,1,isci-sendika,12,islam,14,islam.ortadogu,1,İSLƂMCI-MUHAFAZAKƂRIN ZİHİN HARİTASINDA BİR GEZİNTİ: “NASIL BİR KADIN(LIK),1,İSTANBUL SEƇİMİ - BİR DEĞERLENDİRME,1,isyan,15,Ä°ÅžĆ‡Ä° SINIFI 2017 1 MAYIS(’IMIZ) VE KATLİAMIN 40. YILINDA TAKSİM,1,Ä°ÅžĆ‡Ä° SINIFININ KADINLAŞMASI,1,İTİRAZ VE ELEŞTİRİ “HAZIROL”DA DURMAZ,1,İYİ Kİ YAŞADILAR İYİ Kİ YAZDILAR,1,KADIN(LAR) VE DEVRİM(LER),1,KADINLAR KAPİTALİZM FAŞİZM VE AKP,1,KADINLAR GERƇEKTEN DE “SINIFLAR-ÜSTÜ” MÜ,1,KADINLAR İƇİN OLABİLECEK EN KƖTÜ ALAŞIMIN ORTASINDAYIZ,1,KADINLARA KENTLERE GECELERE DAİR,1,KADINLARIN KURTULUŞU: MARKSİZM’SİZ OLUR MU,1,kadin,64,kadinlar,11,KALBİM(İZ) CİZRE’DEDİR,1,kapitalizm,26,KAPİTALİZM KÜLTÜR DİRENİŞ,1,KAPİTALİZMİN KENDİNİ İMHASI: NEOLİBERALİZM,1,kart,1,katlamlar,1,katliamlar,8,KELLE FIYATINA HÜRRIYET ESIRLIK BEDAVA,1,KENTİ (YOKSULLARINDAN) TEMİZLEMEK,1,KEŞFEDİLMEMİŞ GELECEĞİN BİƇİMLENMESİ İƇİNDİ SAMİR AMİN,1,kitap,35,KOBANÊ BİZİMDİR BİZ KOBANÊ’YİZ,1,KOLEKTİF BİR DEVLET CİNAYETİ: HRANT DİNK,1,komünizm,6,kriz,57,KRİZ SAVAŞ VE Ä°ÅžĆ‡Ä° SINIFI ÜZERİNE GƖRĆœÅžLER,1,KRİZDEN İNSAN MANZARALARI[*],1,KÜLTÜR “YERLİ VE MİLLİ” MİDİR?YA DA NEDİR,1,kültür sanat,30,KÜRESEL KÜLTÜR” MÜ,1,kürt sorunu,1,laiklik,1,LAİKLİK Mİ HANGİSİ,1,latin amerika,13,LATİN AMERİKA: SAĞIN GERİ DƖNĆœÅžĆœ - 1/ BREZİLYA ƖRNEĞİ,1,LATİN AMERİKA: SAĞIN GERİ DƖNĆœÅžĆœ-2/ PARAGUAY: “TEKNİK DARBE,1,LATİN AMERİKA’DA BARIŞ SÜREƇLERİ,1,LATİN AMERİKA’DAN “BARIŞ SÜREƇLERİ”: EL SALVADOR ƖRNEĞİ,1,LATİN AMERİKA’NIN DESAPARECIDO’LARI,1,leninizm,4,LÜZUM” ÜZERE: BİR KEZ DAHA İSTANBUL SEƇİMİ,1,MAĞLUP MU DENİR ŞİMDİ ONLARA?,1,MARKSİST-LENİNİST ROMAN YAZARI : VEDAT TÜRKALİ,1,marksizm,6,MARKSİZM + V. İ. LENİN = EKİM DEVRİMİ (NOTLARI),1,MARKSİZM AİLE AŞK CİNSELLİK ÜZERİNE SƖYLEŞİ,1,MARKSİZM VE KADIN ÜZERİNE,1,Marksizm ve Kadın: Emek Aşk Aile,3,MARKSİZM VE KADINLARIN KURTULUŞU,1,MARX’IN DĆœÅžĆœNCE DÜNYASINA BİR SEYAHAT: ETNOLOJİ DEFTERLERİ,1,MARX’TAN ƖĞRENEN BİR ƇUKUROVALI: OKTAY ETİMAN,1,MASKELİ FAŞİZM: “POPÜLİST AŞIRI SAĞ,1,medya,1,MEVTAYI İYİ BİLMEZDİK,1,milliyetci,2,mizah,2,MURAT’IN DĆœÅžĆœ LAMBORGHİNİLER VE DÜNYAYI DEĞİŞTİREBİLMEK,1,mücadele,17,MÜCADELE BOYU BİR YAŞAM: SCHAFIK JORGE HANDAL,1,MÜCADELEYE DEVAM”[1] “BU DAHA BAŞLANGIƇ,1,NE OLDU O “İMTİYAZSIZ SINIFSIZ KAYNAŞMIŞ KİTLE”YE,1,NEO-FAŞİZM(LER) “FEMİNİST” Mİ,1,NEO-LİBERAL TÜRKİYE’DE MUHAFAZAKƂRLAŞMA/ DĆœÅžKÜNLEŞME DİYALEKTİĞİ,1,NEO-LİBERAL TÜRKİYE’NİN “EN ALTTAKİLER”İ: Ä°ÅžĆ‡Ä° SINIFI KÜRTLEŞİRKEN,1,neoliberal,12,newroz,1,NİCE ONYILLARA ‘YENİKAPI’LI YOLDAŞLAR,1,O GÜN BU ÜLKEDE. O GÜN O ALANDA,1,OĞLUM(UZ) ƖLÜMSÜZDÜR,1,ohal,4,OKTAY AĞABEY(İMİZ,1,ONLAR ƇALIP ƇIRPTIKƇA BİZ YOKSULLAŞIYORUZ,1,ORƇUN,1,ortadogu,10,ORTADOĞU’DA BİR KARABASAN: IŞİD,1,OSMANLI’YI “İHYA” ETMEK: AKP’NİN TƖRENLERİ,1,OTUZƜƇ KOR DĆœÅžTÜ YÜREĞİMİZE…,1,ƖFKELENİNCE ƇOK GÜZEL OLUYORSUN TÜRKİYE,1,ƖFORİNİN ORTASINDA,1,ƖĞRETTİKLERİ HATIRLATTIKLARIYLA GREİF DİRENİŞİ,1,ƖLÜMSÜZ ABİ(MİZ) OKTAY ETİMAN,1,ƖRGÜTLÜ MÜCADELE ETİĞİ VE SOSYALİST DEMOKRAS,1,ƶteki,29,ƖZEL MÜLKİYETİN DEVLETİN KƖKENİ ÜZERİNE,1,ƖZERKLİKƇİ ANAYASA SONRASINDA BOLİVYA DERSLERİ,1,ƖZGECAN’IN KATLİNİN AKP’YLE NE İLGİSİ VAR,1,ƶzgeƧmis,1,ƶzgürlük,5,panel,3,PARANOYA VE MEGALOMANİNİN (“YENİ”) REJİMİ,1,PARİS KATLİAMI “BARIŞ SÜRECİ” VE HESAPLAŞMA,1,politika,13,POPÜLER KÜLTÜRE ELEŞTİREL BAKIŞLAR - KISA BİR TARİHƇE,1,postmodernizm,1,protesto,2,RECEP’İN TÜRKÜ(/ŞİİR)LERİ,1,referandum,3,rejim,1,roboski,1,ROBOSKİ’NİN KANAYAN KARANFİLİ,1,rƶportaj,12,SAHİ “VESAYET (REJİMİ)” KALKTI MI,1,SAHİCİ OLMAK,1,savas,4,savas-baris,1,SAVAŞ ŞIDDET ÜZERINE EKONOMI-POLITIK VE ANTROPOLOJIK NOTLAR,1,SAYGI VE HAYRANLIKLA ƇHD GENEL KURULU’NA,1,secim,18,secimler,4,seƧim,5,SEƇİMLERİN SONRASINDA,1,seminer,1,sempozyum,1,SEN ƇƜRÜMENİN RESMİNİ ƇİZEBİLİR MİSİN ABİDİN?YA DA MEMLEKETTEN EĞİTİM MANZARALARI,1,SEN MİSİN “BARIŞ” DİYEN,1,sibel ƶzbudun,1,sinifsal bakis,11,SİVAS KATLİAMI O GÜN ORADA BİTMEDİ,1,siyonizm,4,SİYONİZM ANTİ-SEMİTİZM VE BİR “MUGALATA” ÜZERİNE,1,SOMA “SON” OLSUN; AMA DEĞİL,1,sosyal bilimler,4,SOSYAL BİLİMLER: BİR ŞEY YAPMALI,1,sosyalizm,14,SOYKIRIM ÜZERİNE RESMƎ SƖYLEMLER ya da T.C. SOYKIRIMI NEDEN TANIMALIDIR,1,SOYKIRIMA TANIKLIK(LAR),1,soykirim,2,sƶylesi,1,sƶyleşi,2,SƖYLEŞİ: OKURYAZARLIK ÜZERİNE,1,suriye,2,SURUƇ’UN İŞARET ETTİĞİ,1,SUSMA SUSTUKƇA SIRA SANA MUTLAKA GELECEK,1,SUSMA! SUSTUKƇA SIRA SANA GELECEK,1,SUYUN DELİ DUMRULLARI: ƖZELLEŞTİRMELER,1,SÜREKLİLEŞTİRİLEN OHAL VE,1,ŞİDDET Mİ MEŞRUİYET YİTİMİ Mİ,1,ŞİDDET NEDEN KAPİTALİZMİN “OLMAZSA OLMAZI”DIR,1,taksim,3,tanitim,13,TANTALOS’U YARATMAK,1,tarih,19,tck,2,tck301,1,teknoloji,1,temel demirer,17,tercüme,2,terƶr,1,TIMEO HOMINEM UNIUS LIBRI/ TEK KİTAPLI İNSANDAN KORKARIM,1,TOTALİTARYANİZMİ SOKAKTA ALT EDEBİLMEK,1,TOTALİTERLEŞMEYE İHVAN’LAŞMAYA KARŞI,1,TƖREN ULUS-DEVLET İKTİDAR[*],1,Turkey a Beauty When Angry,1,tüketim,1,Türk Akademiası: GerƧekten kadınlar iƧin Bir Cennet mi,1,TÜRK HALKI BARIÅžĆ‡I MI,1,TÜRK(İYE) İSLƂMI’NDA KADIN OLMAK,1,türkiye,85,ULAŞ ULAŞ’TIR,1,UNUTMAYACAĞIZ UNUTTURMAYACAĞIZ: ŞAHİT OL ANKARA GARI,1,UNUTULMAMASI GEREKENLER,1,üniversite,6,ÜNİVERSİTEYİ ƖLDÜRMENİN SEKİZ YOLU (YA DA ÜNİVERSİTE PİYASAYA NASIL ENTEGRE OLUR,1,VAHŞETİN ALTERNATİFİ VAR ELBETTE,1,VAR OLANDAN KOPMAK İƇİN YEREL SEƇİM VE SORU(N)LARI,1,VENEZÜELLA VE EMPERYALİZM KONUSU,1,VESAYET REJİMİ” ƖLDÜ YAŞASIN “İLERİ DEMOKRASİ,1,video,26,VURUN “ƖTEKİ”NE,1,YA SEV YA TERKET: BİR BİAT ARACI OLARAK MOBBİNG,1,YA SOSYALİZM YA BARBARLIK,1,YANIT: OLAN VE GELEN[*],1,YARGI BAĞIMSIZLIĞI” MI DEDİNİZ,1,yasam,22,YENİ TOPLUMSAL HAREKETLER NE KADAR “YENİ”,1,yeni yil,2,YENİ YƖK YASA TASLAĞI ÜZERİNE: PİYASA ÜNİVERSİTEYİ YUTARKEN,1,YENİDEN HAYKIRABİLMEK: “YERİMİZ MUTFAK DEĞİL DÜNYA,1,YERELİ BİRLİKTE YƖNETMEK - NASIL BİR DÜNYA İSTİYORSAK ƖYLE BİR YEREL YƖNETİM,1,YILDIZLARIN GÜNCESİNİ TUTAN ADAM: CENGİZ GÜNDOĞDU,1,yƶk,3,yƶnetim,1,YÜREĞİMİZDE,1,ZAPATİSTALARIN 33. YILI: BİR DEĞERLENDİRME,1,ZEYTİNLİĞİ ZİNDAN YAPAN SİSTEMATİK ZULME DİRENENLER,1,ZİNDAN(LAR)IN TÜRKƇESİ,1,ZORUNLU BİR AƇIKLAMA (II)… VE BİR EKLEME,1,
ltr
item
sibelšŸ‚Ć¶zbudun: “CUJUS REGIO, EJUS RELIGIO!” [*] [1]
“CUJUS REGIO, EJUS RELIGIO!” [*] [1]
sibelšŸ‚Ć¶zbudun
https://sibelozbudun.blogspot.com/2013/12/cujus-regio-ejus-religio-1.html
https://sibelozbudun.blogspot.com/
https://sibelozbudun.blogspot.com/
https://sibelozbudun.blogspot.com/2013/12/cujus-regio-ejus-religio-1.html
true
1739006321341950428
UTF-8
Loaded All Posts Not found any posts Diger daha fazla Yanıtla Cancel reply Sil Ana Sayfa Sayfa Posta Hepsini Gör BUNA BENZER Etiket Arsiv Ara Bütün Yayinlar İsteğiniz gönderi bulunamadı Ana Sayfaya Dön Sunday Monday Tuesday Wednesday Thursday Friday Saturday Paz Pts Sal Car Per Cum Cmt January February March April May June July August September October November December Oca Sub Mar Nis May Haz Tem Agu Eyl Eki Kas Ara simdi 1 dakika önce $$1$$ minutes ago 1 saat önce $$1$$ hours ago dün $$1$$ days ago $$1$$ weeks ago more than 5 weeks ago Followers Follow THIS CONTENT IS PREMIUM Please share to unlock Copy All Code Select All Code All codes were copied to your clipboard Can not copy the codes / texts, please press [CTRL]+[C] (or CMD+C with Mac) to copy