SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER “İnsan olduğunuzu hatırlayın. Geriye kalan her şeyi unutsanız da olur.” (A. Einstein.) AKP iktidar...
SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER
“İnsan olduğunuzu hatırlayın.
Geriye kalan her şeyi unutsanız da olur.”
(A. Einstein.)
AKP iktidarının T.C.’nin “tabu”larının yerini değiştirme, bir “kutsal”ı bir diğeriyle ikame etme niyeti nicedir belliydi. Devletin “kırmızı çizgiler”i hissettirmeden kaydırılmaktaydı bir süredir. Kemalist rejimin “Türklük”, “Atatürk”, “laiklik”, “bayrak”, “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü” vb. vb. yıllardır “dokunanı yakan” tabular, “vesayet rejiminden kurtuluyoruz; özgürleşiyoruz!” nidalarıyla iktidarın elinde giderek flulaşırken yerlerini iki yeni “tabu” dizisine bırakmaktaydı: “Cumhurbaşkanı’na hakaret” ve “halkın bir kesiminin benimsediği dini değerler”e hakaret…
Yargılanma yaşının bir süredir ilkokul öğrencilerine dek düştüğü “Cumhurbaşkanına hakaret”i şimdilik bir kenara bırakalım; ancak diğeri, özellikle İslâmcı militanların Paris’teki Charlie Hebdo katliamından bu yana, belirgin ve tehlikeli bir hız kazandı. Derginin katliam sonrasındaki ilk sayısında yayınlanan Muhammed Peygamber’e ait olduğu belirtilen -yaşlı ve üzgün bir Arap erkeği biçimindeki, doğrusu içinde bir “hiciv” unsuru barındırmayan- karikatür, İslâm coğrafyasında olduğu gibi Türkiye’de de kızılca kıyametlerin kopmasına yol açtı… başta cumhurbaşkanları olmak üzere AKP ricali birer birer karikatürü yayınlayan internet sitelerini ve başta Cumhuriyet olmak üzere yayın organlarını hedef gösteren açıklamalarda bulundular. Cumhuriyet gazetesinin dağıtımı engellendi; köşelerinde Charlie Hebdo’nun kapağını yayınlayan köşe yazarları, Ceyda Karan ve Hikmet Çetinkaya hakkında soruşturma açıldı. Ve yine Cumhurbaşkanı başta olmak üzere AKP ricali bize “ifade özgürlüğünün sınırsız olmadığı/ olamayacağı; dinsel değerler söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünden söz edilemeyeceği” hususunda ayar çekti. “Durumdan vazife çıkartan” “sivil toplum” ise boş durmadı; Kouachi Kardeşler ve Coulibaly için gıyabî cenaze namazları, Cumhuriyet gazetesi önünde “Hepimiz Kouachi’yiz!” kıvamında gösteriler, ve kanımızca en çarpıcısı, bu gösterilerde taşınan, “Ensar Kardeşlik Platformu” imzalı “İfade hürriyetinin sınırı yoksa, bizim sınırsız eylem yapma hürriyetimize kendinizi hazırlayın” yazılı pankarttı.
İfade özgürlüğü “peygambere hakaret ettirmeyiz”, “dinsel değerlere dokundurtmayız” gerekçeleriyle sınırlandırılmaya başladığında, bunun sınırının tayin etmek, imkânsızdır… “Halka açık yerde alkol tüketmek”, “Ramazan’da alenen yemek yemek”, kadınların kol ve bacaklarını teşhir etmesi…” hatta başörtüsünün altında bir tutam saçın gözükmesi”… Bunların her biri, bağlamı geldiğinde “halkın bir kesiminin benimsediği dini değerlere hakaret” olarak algılanabilecektir; İslâm coğrafyası, bunun örnekleri bakımından fazlasıyla zengindir…
İşin vahim yönü, “halkın kutsal değerlerine dokunma” tabusunun, “halkın değerleriyle barışmak”, “Jakobenlikten uzak durmak” ya da “postmodernitenin bir gereği” olarak sosyalist/devrimci çevrelerin en azından bir bölümünde de sorgusuz kabul görmesidir.
Oysa bu yaklaşım bir kez kabul edildikten sonra, “kutsal” ile “kutsal-olmayan” arasındaki ontolojik eşitsiz ilişki (çünkü adı üstünde, “kutsal”, “dokunulmaz olan”dır; “eleştiri üstü”dür; olduğu gibi kabullenilmelidir…) zihinlerde kurumsallaşacak ve “kutsal-olmayan”, “bulaşıcı” olan “kutsal” karşısında sürekli bir zemin kaybına uğrayacaktır. (“Kutsallık” bulaşıcıdır ve alanını sürekli genişletir: peygamber kutsal sayılıyorsa eğer, kullandığı gündelik nesneler de kutsaldır; soyu da kutsaldır; onun kelamını taşıyan/aktaran da kutsaldır; buyrukları da kutsaldır...) Böylelikle “dokunulmaz olan”ın alanı sürekli genişlerken, ifade, eleştiri ve itiraz özgürlüğünün alanı da giderek daral(tıl)ır.
Nitekim iş güvenliği konusunu abartmanın Allah’ın iradesine karşı çıkmak olduğu yolunda söylemler dolaşıma girdi, çoktan… Ya da bir başka, çarpıcı örnek: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 16 Türk devletini temsil ettiği iddia edilen grotesk giysili muhafızları konusunda esprili “tweet”iyle hepimizi gülümseten Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi dekanı Profesör Dr. Hasan Herken, görevinden istifa etmek zorunda bırakıldı… Giderek gülümsemeyi unutan bir ülke hâline getiriliyor, Türkiye…
Şunu bir kez daha ve hep vurgulamak gerek: “Allah, peygamber, dini değerler” ya da herhangi başka bir “kutsal”… tarih boyunca egemenlerin kitleleri yönetmelerinde, bastırıp sindirmelerinde son derece değerli araçlar olagelmiştir.
Friedrich Nietzche’in ifadesiyle, “Fanatizm, ezik ve silik kişilerde aşısı tutan biricik irade gücü”dür; ve herkesi susturup, dogmasıyla sınırlama, “hazırol”a geçirme dayatmasıyla karakterize olur…
Bunun tek “gerekçe”si, “Benim kutsalım”dan başkası değildir.
“Benim kutsalım” için “ben”den başkası yoktur; her şey “benim tektipim”dir; bu da farklılığın, ötekininin, çoğulculuğun nihayet e erdirilmesidir.
Zaten itiraz, eleştiri ve bunların ifadesi tam da bunun için “olmazsa olmaz”dır.
İtirazın, eleştirinin “kutsalı” da, korkusu da yoktur, olamaz da.
“Kutsal”dan ve korkudan arî itiraz ve eleştiri için, egemen(lik) karşısında “Hayır”, elbette “Evet”ten önce gelir.
Çünkü “Kara Panter” Assata Shakur’un ifadesiyle, “Dünyada, tarihte hiç kimse özgürlüğünü kendisine zulmedenlerin ahlâklarına hitap ederek ele geçirememiştir.”
Şurası çok açık: İtiraz ve eleştirinin ifadesi, emir ve dogmasını dayatan(lar) karşısında, ortalamacı bir reel politikerlikle savunulamaz. Bunun nedeni de A. Einstein’ın, “Eğer bir adam marşla uyum içinde yürüyebiliyorsa o değersiz bir yaratıktır. Kendisine yalnızca bir omurilik yeterli olabileceği hâlde her nasılsa yanlışlıkla bir beyni olmuştur onun. Uygarlığın bu kara lekesi en kısa sürede yok edilmelidir. Emirle gelen kahramanlıktan, bilinçsiz şiddetten, aptalca yurtseverlikten tüm bunlardan nasıl da nefret ediyorum,” deyişinde gerekçelendirilir…
Bu bağlamda, Karl Marx’ın “Var olan her şeyin acımasız eleştirisini kastediyorum. Hem eleştirinin varacağı sonuçlardan, hem de iktidarlarla çatışmaktan korkmamak anlamında acımasız eleştiriden bahsediyorum…” deyişi, devrimciler, sosyalistler için hayatî önem taşımaktadır.
Dogmalar karşısında şimdi, sadece ama sadece kırılmayı da göze alarak dik durma zamanıdır. Hem de Paulo Coelho’nun, “Bugün cesaret edemediğin için yapamadığın şeyleri, yarın zamanın olmadığı için yapamayabilirsin,” uyarısını kulağımıza küpe ederek!
18 Ocak 2015 22:08:09, Ankara.
Yorum Ekle