$type=slider$cate=5$meta=0$cate=4$show=home$rm=0

AKP’NİN “ORGANİK AYDINLARI” VE HAZİRAN KALKIŞMASI[*]

“Hiçbir sorun, o sorunu yaratan bilinç düzeyiyle çözülemez...” [1] AKP hükümetinin İstanbul’un merkezi meydanı Taksim’de yer alan Ge...


“Hiçbir sorun, o sorunu yaratan
bilinç düzeyiyle çözülemez...”[1]

AKP hükümetinin İstanbul’un merkezi meydanı Taksim’de yer alan Gezi Parkı’nda, XVIII. yüzyılda inşa edilip, 1940’da yıkılan Topçu Kışlasını, AVM ve rekreasyon alanlarına havi bir merkez olarak yeniden inşa etme girişimi üzerine, kentte özellikle son yılların “kentsel dönüşüm” uygulamalarıyla sayıları pek azalmış olan parklardan en önemlisini korumak için ekolojist gençlerin başlattığı ve polisin 29 Mayıs sabahı çoğu kişiyi şaşırtan bir şiddetle bastırmaya kalkıştığı protestolar, Türkiye’de iktidar partisi açısından bir dönüm noktası oluşturacaktı.
Protestolar tüm ülkeye hızla yayılıp şaşırtıcı bir kitlesellik kazanmıştı. İçişleri Bakanlığı’nın (17 Haziran tarihli) açıklamasına göre iki il (Bayburt ve Bingöl) dışında tüm ülkede yapılan gösterilere 2.5 milyon insan katılmıştı.[2] Olaylar Temmuz 2013 başlarında durulduğunda, gerek ulusal, gerekse uluslar arası ölçekte siyasal arena, AKP iktidarı için neredeyse tümüyle değişmişti. AKP iktidarı, her iki alanda da güven kriziyle karşı karşıya kaldı. Uluslararası planda neo-liberal piyasa reformlarına yatkınlığı, Türkiye’yi “Kemalist vesayetçi rejim”den uzaklaştırarak bölge ülkeleri için de örnek oluşturacak “ılımlı, demokratik bir İslâm ülkesi”ne dönüştürme yönelişi, selefi “millî görüş”ün tersine, Batılı demokratik değerlere bağlılığını sıkça ilan edişi ve Türkiye’nin AB’nin tam üyeliğine olan angajmanı, Kürt sorununun çözümüne yönelik girişimleri, ifade ve örgütlenme özgürlüğüne yönelik (çoğunluğu gerçekleşmeyen ve fakat “nedense” Batı dünyası tarafından da sorunsallaştırılmayan) taahhütleri vb. gerekçelerle AKP iktidarını “güvenilir bir ortak” olarak gören Batı dünyası için “Gezi Direnişi” olarak kodlanan kitlesel kalkışma, bir kırılma momenti oldu.
Hiç kuşku yok ki, sembolik bir “kırılma momenti”ydi bu; yoksa Erdoğan hükümetinin Batı ülkeleriyle “balayı” çoktan sona ermiş, hükümetin özellikle “Arap Baharı” sürecinde Ortadoğu/Arap dünyasının radikal Sünni güçlerine verdiği aşikâr destek başta olmak üzere bir dizi gelişme, ABD ve Batı Avrupa devletlerini “ılımlı İslâm” modeli konusundaki kanılarının ne denli isabetli olduğu yolunda kendilerini sorgulamaya başlamasına yol açmıştı.
Ancak güvenlik güçlerinin Batı medyası tarafından genellikle “barışçıl” olarak değerlendirilen Haziran Kalkışması’nı bastırışındaki özgül şiddet, bir bakıma Batılı güçlerin Erdoğan hükümetine karşı biriktirdikleri kuşku ve kaygıların da açığa çıkmasını sağlayan bir moment oldu. Türkiye, direnişçileriyle birden küresel bir ilgi odağı hâline gelmişti. AKP ise Batı medyasında bir “nefret odağı”na dönüştü. Çok değil, bir-iki yıl öncesine dek “ekonomi istikrar”ı sağlamadaki başarısı, “demokrasinin standartlarını yükseltmedeki” performansı ve küresel finansın iştahını kabartan parlak imar projeleriyle alkışlanan iktidar partisi ve lideri “otokratlık, otoriterlik, giderek totaliterlik” eleştirilerinin hedefi hâline gelecekti.
Sorun dışarıdaki bu prestij ve güven kaybıyla da sınırlı değildi. Haziran 2013 kalkışması, içerideki politik gerilimi büyük ölçüde tırmandıracak, parlamento içi ve dışı muhalefetin yükselmesine yol açacaktı. 2013 sonbaharı, siyasal belirsizliklere eklemlenen adı konulmamış bir iktisadî krizle geldi.
Ancak iktidar partisine en ağır darbe, “gizli” koalisyon ortağı Fethullah Gülen cemaatinden gelecekti. ABD’de yaşayan pragmatik-milliyetçi Nurcu dinî lider Fethullah Gülen çevresinde toplanan iş adamları ve bürokratlardan oluşan bu masonik cemaat, AKP iktidarı boyunca hem ticarî hem de siyasal nüfuzunu büyük bir hızla genişletmiş, özellikle medya, eğitim, emniyet ve yargı sektörlerinde kök salmıştı.
Bu verimli ortaklık, görünüşte AKP’nin iktidara geldiği 2002’den bu yana hemen hemen pürüzsüz bir biçimde süregiderken, “iktidar bloku”nun çelişkilerden arî olmadığı, AKP hükümetinin Kasım 2013’de aldığı “dershanelerin kapatılması” kararıyla iyice açığa çıktı. Bu karar, öğrencileri hemen her düzeydeki eğitim kurumlarına hazırlayan dershaneler sektörünün en güçlü eli Gülen cemaatine açık bir savaş ilanıydı. Gülen cemaati, bu adıma, hükümet üyeleri ve üst düzey bürokratları yolsuzlukla suçlayan bir dizi yargı hamlesiyle karşılık verdi, hükümetin buna tepkisi ise, devletin çeşitli kademelerindeki Gülencileri tasfiyesi yolunda radikal bir operasyonun düğmesine basmak oldu.
Dış dünyada hızlı itibar yitimi, içeride güven aşınması, finansal krize eklemlenen siyasal kriz… Özetle, Haziran 2013 kalkışması AKP için “sonun başlangıcı” olmuştur, diyebiliriz.
Haziran 2013 kalkışması, pek çok açıdan irdelendi; “Gezi” literatürü şimdiden kitaplık raflarını doldurdu.
Ben, bu yazıda yıllar boyu iktidar partisine verdikleri destekle maruf yazarların, Haziran 2013 kalkışması karşısındaki tutumlarını irdeleyeceğim. Bu yolla, AKP’nin “organik aydınları”nın zihin haritalarını kısmen de olsa açığa çıkartabilmeyi umuyorum.

AKP’nin “organik aydınlar”ı

AKP iktidarı döneminde medyada köklü dönüşümler yaşanacaktır. İktidar partisi, kitle iletişim araçlarını hem malî hem de siyasal açıdan denetim altında tutmanın öneminin bilincinde olduğunu gösterecek tarzda davranmıştır.
Medyadaki dönüşüm, iki tarzdan gerçekleşmiş gözükmektedir. Bir yandan o güne dek “marjinal” sayılan radikal İslâmî yönelimli medya organları anaakım niteliğini kazanacaktır (Yeni Şafak, Zaman, Türkiye). Yanı sıra, AKP’nin temsilciliğini üstlendiği muhafazakâr Anadolu sermaye grupları, TMSF eliyle anaakım medya organlarını (gazeteler ve TV kanalları) satın alarak o güne dek sınırlı olarak temsil edildikleri görsel ve yazılı medyada hatırı sayılır bir ağırlık kazanacaklardır. Böylelikle, örneğin Uzan ve Ciner gruplarının elindeki medya organları AKP ile organik ilişki içindeki sermaye gruplarına geçecektir.[3] İktidar, bunun yanı sıra, “finansal terbiye” yöntemleriyle doğrudan kontrolü altında olmayan medya organlarını da hizada tutma konusunda çaba gösterecektir.

Tablo 1. İktidar yandaşı/muhafazakâr basın:

GAZETE ADI
2013 TİRAJI
Zaman
1 045 497
Vatan
140 873
Sabah
312 105
Habertürk
191 091
Akşam
186 647
Star
140 873 (2011 rakamı)
Takvim
181 406

Bu yayın organlarından bazıları, doğrudan AKP ile ya da Fethullah Gülen cemaatiyle bağlantılı sermaye gruplarının elindedir. Örneğin Sabah ve Yeni Asır gazeteleri ile ATV kanalı Çalık Grubunun (Türkuaz Medya);[4] Yeni Şafak gazetesi ile TVNet Albayrak grubunun, Türkiye gazetesi ile TGRT Haber TV ve TGRT Belgesel TV, Bugün TV ve Bugün gazetesi İhlas Grubunun, Zaman Gazetesi ile Samanyolu TV, Samanyolu Haber TV, Mehtap TV Fethullah Gülen eğilimli Feza Gazetecilik ve Samanyolu Yayın Grubu’nun, Kanaltürk, Fethullah Gülen eğilimli Koza-İpek Medya Grubunun, TV Star gazetesi ile Kanal 24 Star Medya grubunun, 24 Mayıs 2013 tarihinde TMSF tarafından el konulan Çukurova Holding Medya Grubu ise AKP’li eski bir bakanın yönetimi altındadır ve Akşam, Tercüman ve Güneş gazeteleri ile Sky Türk TV’nin sahibidir.
Diğerleri ise, iktidar partisi ile iyi geçinmeyi çıkarlarına uygun bulan “seküler” yönelimli sermaye gruplarının elindedir: Örneğin, Habertürk gazetesi ile aynı isimli kanalı ve Show TV’yi bünyesinde barındıran Ciner Medya grubu; iktidar partisiyle ilişkileri yakın tutma gayretindeki, NTV, CNBC-e, Star ve e2 TV kanallarının sahibi Doğuş Medya Grubu.
Bu koşullar altında “yandaş medya” büyük bir yaygınlık kazanacak ve Türkiye’deki “anaakım”, 2002’den sonra hızlı bir şekilde dönüşüm geçirerek neo-liberal-İslâmî-muhafazakâr bir hatta yerleşecektir. En çok satan 10 gazete arasında “yandaş” olanların sayısı 2002 yılında 4 iken, bu sayının 2013’te 7’ye çıkmış olması,[5] ideolojik alanda yaşanmakta olan dönüşüme değgin ipuçları vermektedir.
Bu sürece, AKP iktidarına karşı eleştirel tutum izleyen yazar-yorumcuların gazetelerdeki köşelerinden ve TV’deki programlarından uzaklaştırılması eşlik etmiştir. Böylelikle örneğin yalnızca Haziran Kalkışması sonrasında 81 medya mensubu, görevlerinden istifa etmiş ya da uzaklaştırılmşlardır.[6]
Medyadaki bu dönüşüm, daha önce genel kamuoyunca hemen hiç tanınmayan “kamuoyu oluşturucu aktörleri” ortaya çıkarmış, daha doğrusu, “marj”lardan anaakıma taşımıştır: AKP’nin organik aydınları.
Bu “organik aydınlar”ın entelektüel geçmişi, kabaca üç ideolojik-siyasal soykütüğüne doğru izlenebilir:
1. Türkiye’de özellikle İran İslâm devriminin ardından görünür hâle gelen ve 1980-90’lı yıllarda AKP’nin selefi olan (Milli Görüş) MSP-RP-FP-SP hattı çevresinde toplanan siyasal İslâmcılar. Bu aydınlardan bir kısmı, 2000’li yılların başlarında “Batı değerlerine bağlılıkları”nı ilan ederek Milli Görüş’ten kopan Abdullah Gül/Recep Tayyip Erdoğan’ı izleyerek “liberal” bir hatta yerleşmişlerdir.
2. Varlıklarını özellikle Turgut Özal iktidarında hissettirmeye başlayan ve Kemalizm’le bağlantılı olarak değerlendirdikleri askerî vesayet rejiminin tasfiyesine, Türkiye’nin AB’ye girmesine öncelik veren seküler liberaller.
3. Geçmişte MHP ve/veya AP/DYP’yi destekleyip, 1980’lerin sonlarından itibaren neo-liberalizmin savunuculuğuna soyunan seküler-muhafazakâr-milliyetçiler.
Bu bileşim, aslında AKP’yi biçimlendiren “koalisyon”un fikrî-ideolojik bileşenleri konusunda da bir fikir vermektedir. Bir başka deyişle, AKP’nin zihinsel arkaplanı ve birikimi budur. Bu nedenle, iktidar partisi açısından kritik bir nokta, giderek bir “dönüm noktası” oluşturan Haziran 2013 kalkışması karşısında bu bileşenlerin tutumlarını izlemek, ilginç olacaktır. Örnekler ağırlıklı olarak, Fethullah Gülen Cemaatine yakın bir yayın çizgisi izleyen Zaman, ateşli bir AKP savunucusu olan Yeni Şafak ve hükümete destek olmakla birlikte radikal İslâmcı tonu ön plana çıkan Akit gazetelerinden derlenmiş, ancak yeri geldikçe diğer iktidar yanlısı yayın organlarındaki yazarlara da yer verilmiştir.

“Darbe girişimi”

Hemen belirteyim, “organik aydınlar”ın hemen tümü -bazıları ikircimli bir tonla, örneğin başlangıçta olaylara damgasını vuran ekolojik vurguyu destekleyerek de olsa- Haziran kalkışmasının karşısında yer aldılar. Ancak, nedenlerine ilişkin tahlilleri farklıydı. İktidar partisini destekleyen yazarların büyük bölümü, protesto gösterilerinin yerel boyuttan çıkıp ülke çapına yayılma eğilimi gösterdiği andan itibaren olayları, bir “darbe girişimi” olarak okumayı yeğledi. Ancak “darbe”nin failinin kim olduğu konusunda fikirler, net değildi; öyle ya, darbe denildiğinde ilk akla gelen askerler, spektaküler davalarla sindirilmiş, TSK büyük ölçüde iktidarın denetimi altına alınmıştı. O hâlde kimdi “darbe” teşebbüsçüleri? Olayları bir darbe girişimi olarak tanımlayan kimse, bunun adını koyamıyordu; ancak ana muhalefet partisi CHP’ye, kim(ler) olduklarını tam olarak tayin edemedikleri “Kemalistler”e,[7] neo-liberal politikalarından büyük ölçüde nemalanmakla ve son on yılda kârlılıklarını katlamakla birlikte iktidar partisi ile “yaşam tarzı” algısı bir hayli farklı olan (Batıcı/seküler) Marmara sermayesine ve kimlerden oluştuğu asla açıklanmayan “faiz lobisi”ne işaret ediliyordu. Birkaç örnek vereyim:

1- Taksim olayları masumane bir niyetle ortaya çıkmış olsa bile gelinen noktada bu masumiyetten çıktığını ve bir iktidar savaşına dönüştüğünü görmekteyiz. Bunu kemalizmin muhtemel tasfiyesine karşı geliştirilen bir direnç ve kemalizmin mevzi kazanma manevrası olarak okumak da mümkün…
Kürtlerle 30 yıla varan çatışmada bırakınız üslubu, işkenceleri, asimilasyon politikalarını, inkârları vs sorun olarak görmeyen bir kesim nasıl olduysa Gezi Parkı projesi başta olmak üzere 3.Köprü adı, alkol, üç çocuk vs. gibi birtakım düzenlemelerde başbakanın üslubunu ülkenin en ciddi sorunu olarak kamuoyuna takdim etmekte ve onu diktatör ilan etmektedir.[8]

2- “Başbakan Erdoğan, İstanbul’da topladığı AKP MKYK’da Gezi eylemlerini kurmaylarıyla masaya yatırdı: Faiz lobisi ve dış destekçileri hükümete karşı sokakları savaş alanına çevirerek sivil darbe yapmak istedi. Girişim önlendi. Organizatörlerin üzerine gidilecek. Hesabı sorulacak.
Gezi Parkı eylemleri AKP Merkez Karar ve Yönetim Kurulu’nda (MKYK) 5 saat görüşüldü. Toplantıda, Başbakan Erdoğan ve MKYK üyeleri, 12 gündür devam eden ve sokakları savaş alanına çeviren eylemlerin dış destekli sivil bir darbe teşebbüsü olduğunu dile getirdi.”[9]

3- “29-30 Mayıs günleri başlayan Taksim Gezi Parkı eylemleri, başta 3-5 ağacın kesilmesine muhalefet eden 50-60 entel-dantelin eylemi idi. Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in eylem alanına gitmesiyle, olay genişlemeye başladı. Cuma gecesine kadar, her salataya maydanoz olan fantezist entel-dantellerin eğlenceli bir gösterisi olan eylem, Ulusal TV, Halk TV ve Oda TV’nin ajitasyonu ile yön değiştirdi ve “iktidarı devirme” boyutu kazandı. Eyleme yön değiştirtenler İşçi Partililer oldu. Zaten birikmiş olan muhalefet potansiyeli, kendini bu eylemlerle ifade etme imkânına kavuştu. (…)
Amaç belli idi. 27 Mayıs 1960 darbesi öncesinde yaşanan asparagas haberlerle kitle kışkırtılacak ve sokaklara dökülen halk ile darbeye zemin hazırlanacaktı. (…)
Bu kuru kalabalıkta kimler vardı?
Fitili ateşleyen İşçi Partililerdi ama sokaklara ve meydanlara dökülenlerin büyük bir kısmı CHP’liler idi. PKK, TKP, TİKKO, TKPML, DHKP-C gibi marjinal sol gruplar da büyük destek verdi. Pek çok yerde, kontrolsüz MHP’liler de eylemlere katıldı.
(…) Eylemcilerin amacı, o gece orduyu darbeye zorlamaktı. Ama darbecilerin Silivri ve Sincan’da olduklarını unutmuşlardı. Şayet bu darbeciler görevleri başında olsalardı, Cuma gecesi darbe yaparlardı. Darbeciler içerde olunca, sevinçleri kursaklarında kaldı. (…)
Pekiiii!... Olay sadece 3-5 ağaç veya iktidarı devirmek mi idi? Hayır!...
Eylemlerin iki amacı vardı. Biri gelecek yıl yapılacak belediye başkanlığı seçimleri; diğeri de “Taksim’e câmi” projesinin ön yoklaması idi.”[10]

4- “(…) İlk barikatların Nişantaşı’nda kurulmasından anlayabileceğimiz gibi, mevcut durumda hareket geçen kesimler Beşiktaş, Etiler, Nişantaşı, Osmanbey ve Kadıköy gibi orta/üst sınıf Beyaz Türklerin yoğunlukta olduğu yerlerden geliyor. Sultanbeyli, Gaziosmanpaşa, Fikirtepe gibi semtler o yüzden sakin…
Sandıkta asla başarıya ulaşamayacağını gören CHP’nin mezkûr kalkışmaya mihmandarlığına İstanbul sermaye çevrelerini de yazdığımızda, polis müdahalesi bahanesiyle başlayan hareketliliğinin nihai amacının özgürlük idealinin tam tersi istikamete hizmet ettiğini, ülkeyi yönetilemez bir mecraya sürükleyerek demokrasiyi askıya alma girişimi olduğunu teslim etmeliyiz.
Çözüm sürecine ve yeni anayasaya karşı kitleler, özellikle İstanbul çapında ve Ankara-İzmir gibi büyük şehirlerde alanlara koşuyor; bir iç savaş provası sahneleniyor. (…)
Sermaye çevreleri ve medya grupları el ele vermiş, ‘devrimci’leri destekleyip Erdoğan’a diktatör muamelesi çekiyor.”[11]

Bu örneklerden yüzlercesine, AKP yandaşı yayın organlarının arşivlerinde rastlamak mümkün. İşin ilginç yanı, Haziran protestolarının darbeyi hedeflediği söylemleri ayyuka çıkmış olmasına karşın, açılan “Gezi davaları”ndan hiç birinde sanıklara darbecilik suçlaması getirilmiş olmamasıdır.[12]
Her ne ise… “Komplo teorisyenleri”ne göre, “darbe”nin hedefinde, AKP iktidarından çok Recep Tayyip Erdoğan bulunuyordu. Yeni Akit’in liberal yazarı Atilla Yayla’ya göre, “ ‘devrimci’ holdinglerin, faşist finans sermayesi çevrelerinin, şiddete tapan proleter devrimcilerin ve Atatürkçü kitlelerin içinde yer aldığı bir koalisyon”, Gezi olaylarında Başbakan’ı istifaya zorlamayı denemişti; bu yolla, lidersiz kalan AKP’yi denetimleri altına almayı umuyor, ülkeyi şiddet eylemleriyle yönetilmez hâle getirip iktidarı devirmeyi hedefliyorlardı.[13]
“Darbe” kaygısının, Türkiye’deki gösterilerin Mısır ordusunun Müslüman Kardeşler mensubu Cumhurbaşkanı Mursi’ye karşı düzenlediği darbeyle çakışmasıyla bir ilintisi vardır, kuşkusuz. Ancak burada çarpıcı olan, muhayyel “darbe”nin faillerinin günün siyasal havasına göre değişmesidir. Gezi olayları üzerinden aylar geçtikten ve Kasım 2013 itibariyle AKP iktidarı ile Fethullah Gülen Hareketi arasındaki mesafe açıldıkça, “Cemaat” de olası darbe failleri arasında yer alacaktı:

“Hocaefendi, Gezi provokasyonu esnasında tam 11 açıklama yaparak, Gezi eylemcilerine hak veren ifadeler kullanmıştı...
Dershane tartışmasının başlamasıyla birlikte de, Gezi eylemlerinde rol alanların çoğu, Gülen Grubu’na destek vermeye başladı... Dün; Hocaefendi Gezi’cilere destek veriyordu, bugün ise Gezi’ciler, Hocaefendi’ye destek veriyorlar.
Ortaya; Gezi’ciler ve Hocaefendi el ele gibi bir görüntü çıktı... Gerçekten Gezi’ciler ile Cemaat el ele mi?” İnsanlar merak ediyor; “Dershane tartışması” acaba “Gezi kalkışması’nın bir ‘devamı’ mı?”[14]

AKP “intelligentsiya”sında bu algının zamanla kök saldığını görmek, ilginç olacaktır. İktidarın “amiral gemisi” Yeni Şafak, AKP iktidarına karşı, itimini Gülen çevresinden alan malî-hukukî operasyon derinleştikçe, malî skandalları “komplo” söylemi için gömmeye yönelik hücumlarını arttıracaktı. Bu söyleme göre ortada “köprü, kanal, havaalanı” gibi iddialı projelerin sahibi AKP iktidarına karşı bir komplo vardı ve “komplo” çevreleri, Gezi olaylarında başaramadıklarını, Gülen operasyonu ile tamamlamayı denemişlerdi:

Başbakan’a yönelik operasyon sonrasında onlarca iş adamına yapılması planlanan gözaltına almaların ana amacı, Taksim Platformu’nun başaramadığını başarmaktı. Gezi’de akim kalan engelleme böylece yerine getirilecekti. (…)
Bu projelerin büyüklüğü ve etkisi, bu yatırımların ekonomik olduğu kadar, siyasi sonuçları olmasını da gerektirir. Bu nedenle bazı insanların, ülkenin kaderini etkileyecek olaylar pahasına bu projeleri engellemeye kalkışmalarını anlamak zor değil. Zor olan, bu tarz operasyonlara destek veren içimizdeki kişilerin kim olduğunun izahı.[15]

“Dış Mihraklar”

Gezi protestolarının darbe girişimi olduğu konusunda bir konsensüse ulaşmış görünen AKP “intelligentsia”sı, bu girişimin dış güçler tarafından desteklendiği, hatta tetiklendiği konusunda da büyük ölçüde uzlaşmıştı. Maksat, kimilerine göre “Batı’ya ‘hayır’ demeye başlayan İslâm medeniyetine boyun eğdirmek”,[16] kimine göre AKP iktidarına yönelik bir operasyon gerçekleştirmekti:

(…) Oyun gayet açıktı. Bu bir isyan ve Ergenekon ayaklanması.. Ve senaristleri Reyhanlı senaristleri ile aynı. Sandıktan umudunu kesen, 28 Şubat davası ile köşeye sıkışan Ergenekonun avukatlığından Ergenekonun Gladiatörlüğüne soyunan siyasi bir kadro.. Amerikan büyükelçisi de var işin içinde, Le Monde gazetesi de.. Almanya’da var.. Ve tabii onların içerideki uzantıları.. (…) Erdoğan’ın durdurulması gerek. Yoksa barış olacak. Ülke ekonomisi böyle giderse, Türkiye’yi kimse durduramayacak yoksa. Onun için AK Parti’nin bölünmesi gerek. (…) Erdoğan’a karşı, onun şahsında başlatılan topyekûn savaş, Türkiye’ye karşı uluslararası sistem ve yerli işbirlikçilerinin operasyonudur. Bu operasyon Reyhanlının devamıdır. Bu operasyon Ergenekon operasyonudur.”[17]

Ancak AKP destekçisi yazarların kafası, “Gezi Konspirasyonu’nu örgütleyen “dış mihraklar”ın kimliği konusunda pek net değildi. (“Eylem taktikleri Gene Sharp’tan, Yönlendirme ise, Otpor’dan!..Paralar da NED Vakfı’ndan!..Tabiî, bunlara Amerikan CNN televizyonunu, İngiliz BBC televizyonunu, Reuters ajansını ve Almanya’yı da eklemek gerekir.(…)Bu mücadelenin bir tarafında Türkiye vardır, karşı tarafında ise “Faiz lobisi” vardır, ‘Doğalgaz lobisi’ vardır, ‘Alkol lobisi’ ve ‘Yahudi lobisi’ vardır!.. Ve tabiî, ‘iç düşman’lar vardır!..” diyor Akit yazarı Hasan Karakaya![18]) Bir kısım yazar, olayların gerisinde Alman vakıflarının etkinliğini ararken,[19] kimileri ihaleyi Richard Perle’e,[20] George Soros’a çıkarma peşindeydi.[21] “Ermeni lobisi”ne işaret edenler de eksik değildi![22]
Ancak hiç kuşku yok ki en gözde “karanlık güç” Yahudi/İsrail lobisi’ydi. Örneğin, Akit gazetesi yazarı Mehtap Yılmaz’a göre “Gezi olayları, ta Şubat ayında, Washington’daki en etkin İsrail kuruluşu olan American Enterpise Institue’nin ABD’nin ‘NeoCon’larınca kurgulan”mıştı. Bu neocon’lar, Donald Rumsfeld, Paul Wolfowitz, Douglas Feith, William Kristol, Bernard Lewis, Eliot Abrams, Richard Perle, John Bolton’du. Üstelik, “bu karanlık güçler”in yerli destekçileri de vardı; Şubat ayında “Gezi İsyanı”nın planlandığı toplantıya, aralarında Koç ailesinin fertlerinin de bulunduğu altı Türk katılmıştı![23]

Hedef “Büyük Türkiye” miydi?

Peki neydi “faiz lobisi”ni, neoconları, İsrail/Yahudi hatta Ermeni lobisini, bir kesim büyük sermayeyi, George Soros’u, CNN’i, Le Monde’u, Alman vakıflarını, Kemalistleri, Marksistleri, Alevîleri, çevrecileri… eşsiz bir koalisyon hâlinde Başbakan’ı ve AKP hükümetini devirmek için eşi benzerine rastlaması zor bir konspirasyon içine sokan? Yanıtın işareti başbakandan geldi: Gezi Parkı eylemleri “umutların büyüdüğü, Türkiye’nin başarılarına başarılar eklediği, rekorların kırıldığı bir dönemde başlatıl”mış, “samimi vatandaşlarımızın dışında kalan eylemciler, Türkiye’nin en parlak ayını yaşadığı bir dönemde, maalesef çok büyük bir tertibin, çok büyük bir senaryonun parçası ol”muş ve kendi ülkelerini hedef alan saldırıda, bilerek ya da bilmeyerek aktör olarak kullanıl”mışlardı.[24]
Bu “tez”, MÜSİAD tarafından da benimsenip tekrarlanacaktı: Müstakil İşadamları Derneği (MÜSİAD) Muğla Şubesi yönetim kurulu başkanı Sayim Akdeniz, Gezi eylemlerinin Türkiye’nin itibarı kadar gelecek vizyonlarını da olumsuz etkilediğini belirtip ekleyecekti:

Çözüm Süreci, Türkiye’yi, yatırım yapılabilir ülke seviyesine taşıdı. Nükleer Santral, 3. Havalimanı ve 3. Köprü projeleri sevindirici yatırımlar. Tüp Geçit yakında açılıyor. Sırada Kanal İstanbul gibi projeler var. Türkiye, tarihinde ilk defa, kısa vadeli borçlanabilen ülke durumundan, uzun vadeli büyük yatırımlar alan bir cazibe ve güven merkezi durumuna geçiyor. Küresel krizden en az etkilenen ülke olan Türkiye, şimdi dünya piyasaları toparlanmaya çalışırken bu avantajlı pozisyonunu kaybederse, birkaç basamak birden çıkabilecekken, tökezleme riskiyle karşı karşıya kalır. İtibar dediğimiz, gelecek vizyonu dediğimiz budur ve bunu riske atmaya kimsenin hakkı yoktur.[25]

Meclis Anayasa Komisyonu başkanı Burhan Kuzu, topa girmekte gecikmedi: “Bakın şimdi İstanbul’a bir havaalanı yapıyoruz. Bir tanesini söyleyeceğim. Bu dünyanın 3 havaalanından bir tanesi olacak büyüklükte. Almanya’nın Frankfurt şehrindeki havaalanı ikinci üçüncü plana gidiyor. Öyle olunca da bu son Gezi olaylarında, mesela Almanya’nın çok büyük parmağı ve payı var, ajanlarla beraber. Dolayısıyla de bunu söylemekten çekinmiyorum. Piyasada bilgiler bunu doğruluyor. Başka ülkelerde de keza aynı şekilde devam ediyorlar. Kalkınan bir Türkiye istemiyorlar bölgede.[26]
Hâl böyle olunca, yazarlar “korosu”, bu teze dört elle sarıldı:

“Bu Türkiye çok olmuştu, İslâm dünyasında Arap baharıyla birlikte itibarı artmıştı, zenginleşiyordu. IMF’ye posta koymuş, İsrail’i tarihinde ilk defa diz çöktürmüştü. Tam sırasıydı, ağzının payı verilmeliydi. Hazır, Batılı yaşam tarzlarına hayran olanların kalkışması da varken! Tam sırasıydı…”[27]

Abdurrahman Dilipak, ise, “çevrecileri kalkan olarak kullanan” “çapulcular”, yani, “İşçi sınıfının arkasındaki ‘beyaz Türkler’.. Bankacılar, Sermaye grubları.. Marksist grublar, Ergenekoncular, PKK”nin Erdoğan’a neden kızgın olduğunu kendince açıklayacaktı:

“(…) Sen misin ey Erdoğan, terörü bitirmek ve faili meçhullerin hesabını sormak isteyen,
Sen misin uyuşturucu mafiasının işine çomak sokan,
Sen misin IMF’ye borcunu kapatıp, borç verdik diye övünen,
Sen misin İstanbul’a 3. Havaalanı hayali kuran,
Sen misin, Montreux’u by-pass ederek yeni bir boğaz açmaya kalkan,
Sen misin nükleer santral kurmaya kalkan,
Sen misin yeni rafineriler kurmaya kalkan,
Sen misin faiz lobisine, petrol kaçakçılarına, borsa spekülatörlerine meydan okuyan!
Taksim’de birileri bunun hesabını soruyor aslında..
Sen misin anayasa değişikliği yapmak isteyen,
Sen misin İslâm ülkelerini bir araya toplamaya çalışan,
Kelle istiyorlar kelle!
Taksim’de derinlerdeki biri, bu olayları kullanarak bunun hesabını sormak istiyor.
Bu kervana bizim aramızdan katılanlar da var.. İşin en acı tarafı da bu. Bu olaylarda sponsor olan finans, gıda ve servis sağlayan karanlık, örtülü KİT hükmündeki derin sermaye de, bizim arkadaşlarımızla kol kola girmiyor mu? Birtakım tarikatlarla da daha önceden sıcak temas sağlanmış anlaşılan..
İktidara karşı asimetrik bir savaş sürdürülüyor.. Hedef aslında Türkiye!
Sol, Marksist, sosyalist örgütlerin arkasında derin bir yapı var. Bu yapı görünenin tam tersi. Bu yapı AK Parti ile paralel örgütlenme içindeki bir yapı ve finans kapitalin Türkiye’deki merkez üssü..”[28]

Yoksa “Barış süreci” mi?

Ancak sorun salt IMF’ye borcun kapatılması, uyuşturucu mafyasına çomak sokulması, havaalanı, kanal gibi iddialı projeler, nükleer santraller vb.nden ibaret olmamalıydı. “Organik aydınlar”, şer koalisyonunun hedefinin AKP’nin bu kalkınma hamlelerini akamete uğratmaktan ibaret olmadığını sezinlemekte gecikmediler. Hedefte aynı zamanda iktidarın Kürt hareketiyle sürdürdüğü gelgiti bol “diyalog süreci” de vardı!

“Çünkü bunlar iki yüzlü, riyakâr; çünkü bunlar sahtekâr mahlûklardır. Bunlar faiz lobisinin, Neo-Conların, vesayetçi İstanbul sermayesinin işbirlikçisidirler. (…)
Evet, tekrar ediyorum: PKK’yı dağda tutmaya çalıştılar. Olmadı. Taksim Dayanışması’nı Taksim’de tutmak için korkunç bir mahalle baskısı uyguladılar. Olan bitenin özeti bundan ibarettir. Barış sürecini öldürene kadar da durmayacaklar. Bunların demokrasi, barış, özgürlük sözleri yalandır. Çünkü bunlar halkı iç savaşa çağıran kahpe yalancılardır.”[29]

Evet, iktidarın medyasına göre Gezi isyanının gerisindeki karanlık güçler, belirli bir momentte Kürtler’i de ayaklanmaya katmak için çaba göstermeye koyulmuşlardı. Bunun için, Gezi olayları sırasında Lice’de karakol yapılmasını protesto eden Kürtler üzerine askerler tarafından ateş açılmasını ve bir Kürt gencinin yaşamını yitirmesini fırsat bildiler. Daha doğrusu, AKP yandaşı yazarlar, ülke çapında protesto gösterilerine katılanların Medeni Yıldırım’ı sahiplenmesini böyle okuyacaktı:

“(…) tek başına Gezi kalkışması dahi bize çözüm sürecinin ne denli hayati olduğunu gösterdi.
Cumhuriyet tarihi boyunca Kürtlere zulmeden, Şeyh Said’i asıp, Seyit Rıza’yı ipe çeken, Dersim katliamının mimarı, faili meçhullerin müsebbibi olan zihniyet, Lice’deki olaylar sırasında birden bire Kürtlerin hamisi kesilmeye kalkıştı.
‘Türk, bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı’ diyen Mahmut Esat Bozkurt zihniyetinin takipçileri, 27 Mayıs’ta Ankara sokaklarına, ‘Kürdüm diyenin yüzüne tükürün!’ pankartları astıran Cemal Gürsel’in alkışçıları, ellerinde Dersim’de katledilen 13 bin 806 sivilin kanı bulunan zihniyetin kalbinde, Lice ateşi yandı.
Onların sevdiği ne Kürtler, ne de Lice.
Onların derdi, Lice’den Gezi çıkarma.”[30]

Neyse ki Kürt siyaseti bu konuda “sağduyulu” davranmış, “darbeciler”in tahriklerine kapılmamıştı;

“(…) eğer AKP’yi devirmek istiyorsanız daha fazlasını yapmak durumundasınız. ‘Daha fazla yapmanın’ en basit yolu ise muhakkak ki yanınıza Kürt siyasetini almaktan geçiyor. Çünkü bugün hükümeti ‘demokratik’ ve ‘meşru’ kılan en önemli özelliği aldığı yüzde ellilik oydan ziyade, Kürt meselesini barışçı yolla çözme iradesini ortaya koyması. Ne var ki Kürt siyaseti Gezi’den neşet eden ve başkalaşan harekete haklı olarak daha baştan çekinceli baktı. Bu olayların çözüm sürecine karşı olmasa bile, onun aleyhine olduğu kanaati çok yaygındı.”[31]

Bu nedenle de, protestoları hükümete karşı “pozisyonlarını” güçlendirmek için kullanmaları ihtiyatla karşılansa da[32] “takdir”i hak ediyordu:

(…) Kürtler tehlikenin farkındalar.Gezi olayları karşısında sergiledikleri sağduyulu tavır, Lice konusunda ortaya koydukları ihtiyatlı tutum bunu ortaya koyuyor. Lice’den bir Gezi çıkarma hevesine kapılanlara karşı Kürt halkının sağduyulu tavrı, BDP Eş Başkanları Selahattin Demirtaş ile Gültan Kışanak’ın, yaptıkları ‘İhtiyat’ çağrıları her türlü takdirin üzerinde.[33]

Kalkışmanın Aktörleri: Alevîler

Kürtler, daha doğrusu Kürt siyaseti “takdiri hak ediyordu”, ama AKP’nin “organik aydınları” Alevîlere karşı aynı ölçüde “yüce gönüllü” ve mültefit değildi. Çünkü darbeci büyük komplo, Kürtleri “sinsi plan”larına dahil edememişse de, Alevîler üzerinde başarılı olmuştu. Ya da en azından AKP “intelligentsiya”sı bunu böyle okuyordu. Aslında Rotterdam İslâm Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. (?) Ahmet Akgündüz’ün, “Gezi dinsizlerin, sarhoşların, Alevîlerin, Ermenilerin işidir,”[34] hükmü, belki de geniş bir çevrenin yüksek sesle telaffuz etmekten çekindiği bir bilinçaltını açığa çıkarıyordu. Sütçü İmam Üniversitesi’nden bir başka “Prof. Dr.”, Ahmet Eyicil Haziran 2013 olaylarını 1978 hareketlerine benzettiği söyleşisinde bu “bilinçaltı”nı konuşturuyordu:
(…) 78 olaylarının içinde yer alan sol grubun içinde Alevî de var, Ermeni de var, diğer gruplar da var. Şimdiki Gezi olayları içinde de bunlar var. Yani nerede devletin istikrarına olumlu veya olumsuz etki eden bir musibet varsa hemen bunların içinde yer alıyorlar. Ama unutmamak gerekir ki sermayesiz bu olaylar olmaz. Mutlaka bu olayların arkasında sermaye vardır, bürokrasi vardır, idari mekanizma vardır. Terör içten ve dıştan beslenmezse ayakta duramaz. Her iki dönemde yaşanan olayların nedeni aynıdır. (…). Sünniler kendilerini ev sahibi, Alevîleri de kendileri ile yaşayan kardeşleri olarak görüyorlar. Fakat kardeşlik anlaşmasını bozan maalesef ki Alevîler.[35]

Ama herkesin bu denli vulger olması mümkün değil. Direnişin Alevîlerin yoğun olarak yaşadığı mahallelerde yankı bulması, Haziran protestoları sırasında ölen gençlerin hepsinin Alevî olması, bir yandan “darbeciler”in kışkırtmaları, bir yandan da AKP iktidarının Suriye’deki Nusayrî rejime karşı savaşlarında Sünnilere verdiği desteğin Türkiye Alevîlerinde yarattığı huzursuzluğa bağlanarak, “siyaseten uygun”laştırılacaktı. Bir liberal yazar, Etyen Mahcupyan bir başka liberal yazar, Gürbüz Özaltınlı’dan aktarıyor:

“Kürtlerden umut kesilince sokağın kitlesel gücü için elde kalan tek ciddiye alınacak sosyoloji Alevîler çünkü… Her türlü örgütlenmeye, her türlü ‘siyasi talimata’ soğuk bakan ‘gezi gençliğiyle’ bir yere kadar gidilir. O bir ‘imaj maker’ işlevi gördü. Fakat hükümet devirmek, bir liderliği tasfiye etmek çocuk oyuncağı değil. Sağlam öfkelerle yüklü, özgün bir mağduriyet kimliği çevresinde toplanmış inatçı bir sosyolojiye ihtiyaç var. Buna aday iki büyük toplumsal güç vardı bu ülkede: Kürtler ve Alevîler. Kürtlerle dansın muhalefet açısından çok zorlaştığı bir döneme girildi. Alevîler de ayağa kalkmazsa uyduruk ‘sol’ örgütlenmelerle, bin tane pankartın arkasında her telden çalan yüz binde bir marjinallikle sokağı yönetilemez hâle getiremezsiniz.”
Toplumsal zeminin genelini elinden kaçırmakta olan muhalefet acilci bir psikoloji içinde bir toplumsal kırılma arıyor. Asıl kırılmanın laik kesim içinde yaşanması ise tek kelimeyle moral bozucu ve yaklaşan hezimetin habercisi. Son fırsat, iktidarı olabildiğince Sünniliğe sıkıştırmak ve oradan bir Alevî kırılması yaratmak… Üstelik ortada Esed- Nusayrilik- Hatay-Alevîlik türünden, üzerinde ‘çalışılabilecek’ bir zincir de var. Muhalefetin tek umudu AKP’nin bu tuzağa düşmesi… Onlar yem hazırlayıp oltayı salacak, hükümetin de zokayı yutması beklenecek. Ama ya iktidar bu projenin farkındaysa ve gereğini yaparsa? Elimizde yozlaşmış ve yozlaşmayı siyasete dönüştürmüş pespaye bir muhalefet kalacak.[36]

Bir “İslâmcı” yazar, liberal meslektaşlarına arka çıkıyor:

(…) Gelinen noktada, sonbahar sıcağını ateşlemek isteyenlerin, ülkeyi cehennem yerine döndürmek pahasına Ak Parti’den kurtulma hayalleri kuranların ne yazık ki Alevîler üzerinden bir manevra alanı açmak istediği anlaşılıyor.
Gezi eylemleri boyunca en çok ölüm veren bir il, hatta bir mahalle var. Hatay’ın Armutlu mahallesi, son dört ayda üç gencini toprağa verdi: Abdullah Can Cömert, Ali İsmail Korkmaz ve Ahmet Atakan.
(…)Ayrıca Türkiye’nin Suriye politikasına karşı, aralarında büyük ayrılıklar olan Alevî ve Nuseyri inançları söylemsel olarak özdeşleştirilip, mezhepçilik üzerinden bir siyasal aktivizm hattı inşa ediliyor. Ak Parti, Sünni Mübarek, Abidin bin Ali ve Kaddafi’ye yönelik tavrının aynısını Nusayri Esed’e gösterse de mezhepçi bir imaj çalışmasına açık hâle getiriliyor. Alevî meselesini resmî alanda görünür kılan tek iktidar olmasına rağmen, somut adım atmadığı için, Alevîlik zemininin provokasyona açık bir hâle gelmesini önleyemiyor.[37]

Yazarlarımız, Alevîliği “provokasyona açık konuma getiren” koşullar arasında AKP’nin “Alevî açılımı”nı ağırdan almasının payının olduğunu teslim etmektedir etmesine; ama yine de, Alevîlerin kendilerini onca yıldır “öteleyen” resmî ideoloji”den kopamayışları ve her seferinde Kemalist “darbeci”lerin oyunlarına gelmeleri, onları eleştirilerin hedefine yerleştirmektedir:

On yılı aşkın iktidar döneminde birçok alanda çok önemli mesafeler alındı. (…) Ancak, bir kısım âciliyet kesbeden konuların, başlıkların çözüm üretilmedikçe kronikleşen bir yöne evrildiğini görmemek mümkün değil. (…) Son olaylar, ülkemizde Alevîlik sorununun, Alevî-Bektaşi vatandaşlarımızın sorunlarının çözümünde somut adımların yeterince atılmamış olmasının mahzurlarını gün yüzüne çıkardı.
(…) 677 Sayılı Tekke Ve Zaviyelerin Kapatılmasına yönelik kanunun varlığı, yıllardır bu kanunun kaldırılamamış olması, Alevîlerin bir kısmını neredeyse ‘ayrı bir din’ arayışına iten en önemli nedenler arasındadır. Türkiye’de Alevî-Bektâşî kesimin örgütlü yapıları kentleşme sürecinde kendileri için statü arayışındadırlar. Bir yandan resmi ideolojinin temelleri olan inkılap kanunlarının getirdiği engelle karşılaşıp, Devrim kanunu duvarına toslamaları, diğer yandan resmi ideolojiye, cumhuriyet devrimlerine gösterdikleri sadakat birbiriyle çelişir bir durum arz etmektedir.[38]

Alevîlere “buğz” ederken siyasal uygunluk gözetmek, ifadeleri özenle seçmek, allayıp pullamak, “siyaseten doğruluğun” bir gereğidir, kuşkusuz; ama Haziran 2013 kalkışması kahramanları arasında öyle bir grup vardır ki, kimse onlardan söz ederken siyasal nezaket kurallarını gözetmeyi, uslûbuna özen göstermeyi çabaya değer bulmamaktadır. AKP basınından “marjinal sol” damgasını yiyen devrimci militanlar.

Ve “Marjinal sol gruplar”… ve “Vandalizm”!

Kendi deyişleriyle “marjinal sol gruplar”, Başbakan’dan Emniyet teşkilâtına, savcılardan gazete sütunlarına, TV ekranlarından kahvehane sohbetlerine, ılımlı/entelektüelinden eli sopalı fanatiğine, tüm bir iktidar mekanizmasının Haziran kalkışmasının esas faili olarak boy hedefi hâline getirildi. Örneğin C. Savcısı Muammer Akkaş’ın, Gezi Parkı eylemleri sırasında terör propagandası yaptıkları ileri sürülen 36 kişi hakkında hazırladığı iddianamede, şu iddialara yer veriliyordu:

“Başta DHKP-C ve MLKP olmak üzere sol terör örgütleri hem kendilerine ait hem de kendileriyle aynı ideolojideki partilerin internet siteleri aracılığıyla halkı Gezi eylemlerine çekti. İddianamede, örgüt üyelerinin aldıkları karara göre Taksim Dayanışması’nın AK Parti hükümetinin istifasını isteyeceği ve bu isteklerin gerçekleşmemesi durumunda şiddet eylemlerini sürdürecekleri bilgisi yer aldı. Bu kararlarla bağlantılı olarak liselerde faaliyette bulunan terör örgütü Dev-Lis mensuplarının, öğrencileri derse girmeyerek boykot etmesi ve eylemlere bu şekilde destek vermesi çağrısı yaptığı belirtildi.(…)
Gezi olaylarında sopa, taş, sapan, havai fişek ve molotof bombasıyla yapılan saldırılar sonucunda 280 işyeri, 103 polis otosu, 259 özel araç, 1 konut, 1 polis merkezi, 5 kamu binası zarar görürken 915 vatandaş ve 514 güvenlik görevlisi yaralandı.”[39]

“Antikomünizm”, Türk sağının en kadîm ve en işlevsel silahlarından biridir. İktidarların başı ne zaman sıkışsa, genellikle etnik/dinsel/mahallî ya da malî her türlü destekten ya da “pazarlık” temelinden yoksun devrimcileri, radikalleri, sosyalistleri yerleştiregelmişlerdir hedef tahtasına. Bu kural Haziran kalkışmasında da bozulmadı. Aşağıdaki betimlemenin, kadîm antikomünizmi, Türk(iye) neo-muhafazakârlığının antipati duyduğu bilinen tonlarla bezeyiş tarzı, dikkate değer:

“Gezi Parkı eyleminde 13. güne girildi. Parkta sol fraksiyonlar; İşçi Partisi, ESP, TKP, EMEP, Halk Cephesi, DHKP-C gibi reaksiyoner parti, sendika ve örgütler tam manası ile bir propaganda alanı bulmuş. Parktaki panayır havasının aksine barikatlı sokak aralarında bir işgal görüntüsü var.
Örneğin sadece Gümüşsuyu yokuşunda 13 barikat kurulmuş tuğlalar ve demirlerle. Camı, vitrini sprey yazıyla boyanmamış dükkân ve duvar yok gibi. Bu civarda AK Parti ve polis aleyhine ağır küfürler yazılmış. Bir bankanın karşısına seyyar tezgâhı kuran gencin saldırgan üslubu ile susup kalıyor güvenlik görevlisi. ‘Herkesin tezgâh açtığı yerde beni engelleyemezsin’ diyor seyyar satıcı. Maske, sprey boya, düdük satıyor ne de olsa. Güvenlik görevlisinin bile çekineceği bir özgürlük (!) kullanıyor. Kimse restleşmeye gidecek tartışmaya girmiyor bu yüzden. (…)
Esnafta tedirginlik hâkim. Bir taksici Otel rezervasyonları iptal oldu, ilk zaman masumdu belki ama eylemin tadı kaçtı’ diyor. Gezi Parkı’nda muhaliflerin panayırı var sanki. (…) Sol fraksiyonların yanı sıra BDP ve CHP tabanından daha çok Kürt ve Alevî kökenli vatandaşların varlığı göze çarpıyor parkta. Bir de çok sayıda yabancı gazeteci ve turist. Parkın girişi BDP ve PKK sempatizanlarının halay mekânı olmuş. Bayrak direklerindeki Öcalan posteri yüzünden defalarca kavgadan dönülmüş. (…)
Alkol, tepkinin simgelerinden biri ve çokça tüketiliyor, yaş sınırı yok. Çadırlar arasında ağır bir koku var. Sağa sola tuvaletini yapanlar yüzünden duvar dipleri kireçlenmiş. Tuvalet ve geceleri yaşanan hırsızlıklar parkın geçici sakinlerinin en büyük problemi.
Daha çok Cumhuriyet mitinglerinde görmeye alıştığımız kalpaklı Atatürk fotoğrafları basılmış; bayrak ve tişörtler, düdükler 5 ile 15 lira arasında satılıyor. (…)Çoğu aşırı uç örgüt, sendika ve kimi çevrecilerin içinde olduğu muhalifler koalisyonuna dönmüş Taksim.[40]

Canavarlaştırma/ kriminalizasyonun bundan daha veciz bir örneğini bulmak zor: ESP, TKP, EMEP, DHKP-C gibi halkın bilinçaltında yer ettiği varsayılan ürkütücü harfleri birbiri ardına sıralarsınız, bunları “barikat, işgal, saldırganlık, küfür, tedirgin esnaf, iptal olan rezervasyonlar (yani zarar uğrayan milli ekonomi) Kürtler, Alevîler, Öcalan, alkol tüketimi, sidik, hırsızlık ve yeni muhafazakâr sınıfın yeni korku ikonu, ‘kalpaklı Atatürk fotoğrafı’...” sosuna bular, servis yaparsınız. Teslim etmeli ki başarılı bir dehşet salatası! “Seks niye eksik?” diye sorası geliyor insanın!
AKP medyasının Haziran 2013 kalkışmasını değerlendirişindeki en popüler kavramın “Vandalizm” olduğunu söyleyebiliriz. “Vandalizm” Türk sağının geleneksel antikomünist literatürüne bu vesileyle eklenmiş oldu: “Emniyetin göstericilere sert müdahalesini -b.n.) fırsat bilen illegal örgütler ve seçimle kazanamadıkları iktidarı şiddet yoluyla elde etmek isteyen gayrimemnunlar, şehri ve tabiatı koruma şuuruyla başlayan bir hareketi, bir Vandallık histerisine çevirmişlerdir. Çok yazık!”[41] ya da,”Birincisi, illegal örgütlerin ve marjinal grupların eylem ve söylemleri, tırmandırılan şiddet ve vandalizm, halkın gözünü korkuttu. (…) Öldüresiye polise saldıran illegal örgütler, esnafa ve kamu malına zarar veren vandallar, yol kesip taşkınlık yapan partililer, halkın zihnindeki başka hatıraları canlandırdı ve bir tepki oluşturdu,”[42] tarzı söylemlerde olduğu gibi…
İşin ilginç yanı, bu “antikomünizm, Vandallık” söylemlerinin, bugün birbiriyle öldüresiye çatışma içindeki iki tarafça, yani hem AKP hem de Gülen çevresince şevkle benimsenmesi:

“Beri tarafta da birileri… Niye vuruyorlar? Niye öldürüyorlar? Niye zayiata sebebiyet veriyorlar? Ne günahı var o masum insanların ki camlarını kırıyorlar; molotof kokteyli atıyorlar yurtlara, pansiyonlara, evlere, okullara, üniversitelere, hatta banka şubelerine!.. Öyle bir mantıksızlık, gayr-i insanîlik alıp gidiyor. (…)
Fakat, bir yönüyle bizim bir zayıf yanımızı, bazı masum insanların belki zayıf yanları sanılan masum isteklerini istismar etmek isteyen dışta ve içte bir sürü, böyle kulaklarıyla genel havayı almaya çalışanlar da var. (…) Şimdi dünyada bütün medya Türkiye’nin aleyhinde; burada da öyle, başka yerde de öyle, Avrupa’da da öyle.
(…) İşte bir taraftan o masum istekler.. o masum isteklerin içte bazı kimseler tarafından istismar edilmesi, belli ideolojilere kurban edilmesi o masum isteklerin.. başkalarının da bu meseleyi kendi hesaplarına derinlemesine değerlendirmeleri..
(…) Terbiye sistemlerimizi gözden geçirmemiz lazım. Kimler o çocuklar? Kimin çocukları o sokaklarda mantıksızca hareket edenler? Hak davası değil o!”[43]

diyor örneğin, Fethullah Gülen “Hocaefendi”!


Yaşam Tarzı[44]

AKP medyasının Haziran 2013 olayları konusundaki değerlendirmelerin, bağrına yerleştiği geleneksel Türk(iye) sağı söylemlerinden ayrıştığı bir önemli nokta da, olayların ülkenin AKP iktidarıyla birlikte dümen kırdığı “muhafazakâr-dindar” yaşam tarzı ve değerlerine yönelik bir tehdit olarak algılanmasıydı. İslâmcı yazarların çoğuna göre olaylar, dış mihraklar, faiz lobisi, Kemalist darbeciler vb. tarafından tasarlanmış, çevrecilerin kullanıldığı, ‘marjinal sol gruplar’ın ise tetikçiliğini üstlendiği bir komploydu ve Başbakan, AKP iktidarının yanı sıra, ya da bunlarla birlikte, İslâmî kesimi ve onların yaşam tarzını hedef alıyordu. Bir başka deyişle, “Gezi olayları” dindarlara, giderek dine/(Sünni) İslâm’a karşı bir girişimdi.

“Türkiye’de birilerinin meselesi, her ne kadar ‘diktatör’ gibi kimsenin savunmak adına birlikte gözükmek istemeyeceği bir kavramla sarmalandıysa da, Başbakan’ın dindarlığıydı. Ama toplumun baskın bölümü dindar olduğu ve yöneticinin dindarlığına yönelik her itirazın yönetilenin dindarlığına da değeceği düşünüldüğü için, samimi olmak yerine dolaşımı daha kolay, itiraz edilemez sözcükler devreye sokuldu. Bu çatışma değildi yani, çok iyi bildiğimiz bir savaşın ‘barışçıl gösteri’ görünümlü yeni model tezahürüydü… Üstelik topluma karşı samimi de değillerdi, ellerinde patladı.”[45]

Abdurrahman Dilipak ise, bu iddiayı görüyor ve arttırıyordu!

Menderesin mezarı başındaki konuşmamda söyledim. Sirkeci Tren istisyonun yanındaki cami Anadolu pavyonu idi. Yıllarca mihrabında dansöz oynatıldı.. Özal rahmetli onu aslına çevirdi. Orası 2. Viyana kuşatmasını yapan Merzifonlu Kara Mustafa Paşanın kendi adına yaptırdığı cami idi. 500 yıllık bir geçmişi var, ABD tarihi kadar eski bir mabedden söz ediyoruz.. Sen misin Merzifonlu Viyanayı kuşatan, senin camini pavyon yaparız dedi herhâlde biri. Özal bu camiyi açınca da sen misin bu camiyi açan, onun akibetini de biliyorsunuz.. (…) Camiler meyhane çevrildi haberinde yer alan ilanlar önemli. Tekel “Şarap sıhhat ve kuvvet verir” diye reklam yapıyor. Birileri böyle bir toplum hayal ediyordu. Hayalleri çöktü. Sanırım öfkeleri biraz da ondan kaynaklanıyor.. Bu gün birileri taksime cami istemiyor. Fransız konsolosluğu yanındaki teneke minareli camiden de utanmıyorlar herhâlde.. Topçu kışlasını da içinde bir mescid var diye istemiyor olabilirler.. [46]

Haziran Kalkışması’nın “Yaşam tarzı” alanında açığa çıkarttığı bu “fay hattı”, bir bakıma, Başbakan’ın her vesilede tekrar ettiği, “kimsenin yaşam tarzına karışmayacağız” söyleminin boşa düşmesiydi. Başörtülüyle başörtüsüzün, içki içenle içmeyenin, dindar ile sekülerin yan yana, barış içinde yaşayıp gideceğine dair “ılımlı İslâmî” ütopya, herkesin kendi saflarına çekildiği ve savaş pozisyonu aldığı[47] bir iklime dönüşecekti:

“Gezi sürecinde park sosyologları müthiş bir kaynaşmadan bahsederken, park dışındaki hayatta ilk kez bu kadar aleni olarak farklılıklarımızın bir nefret aracı hâline geldiğinin, parktaki buluşmayı idealleştirdikçe dışarıdaki dünyada derinleşen bu uçurumu göremediklerinin, asıl buna bakmak gerektiğinin altını çizdim birçok yazımda. Buluşma ve yüz yüze gelip tanış olma dönemimizde ‘melezleşerek’ birbirimizi dönüştürmüş, belli bir aşamaya gelmiştik. Şimdiye dek bizi kaynaştıran, şimdi bizi çatıştırıyordu. O hâlde yeniden herkesin kendi yaşam biçimine geri dönme ısrarının yeni bir dönemece tekabül ettiğini anlamamız gerekiyordu.”[48]

Bu tartışma hattının en gözde temalarından biri, tahmin edileceği üzere, kadın bedeni oldu. Yazarlar, 28 Şubat sürecine, kamu kurumlarında kadınların başlarını örtmesine yönelik yasaklara sık sık göndermede bulunuyordu.

“Elimde İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi diploması olmasına rağmen yıllardır okulumun kapısından girip diplomamı alamamam kimsenin umurunda olmadı da, bir kadeh içkiyi nereden, hangi saatte satın alıp alamayacakları düzenlendi diye parklara fırladılar. Diplomamı kullanarak hiçbir kamu kuruluşunda, üniversitede, özel sektörde görev alamamam kimseyi ilgilendirmedi de özel hayatımıza müdahale ediliyor diye tencere tava çaldılar.”[49]

ya da, Akit yazarı Ali Karahasanoğlu’nun sözleriyle:

“Başörtü yasağı, bu ülkenin tamamına şamil bir sorun idi. Bugün dahi kısmen de olsa sorun olarak duruyor..
Taksim Gezi Parkı ise, en fazla 500-600 kişinin, zevke bağlı sorunu..(…)
Taksim Gezi Parkı’nın tamamına, karşısındaki otel türü bir bina dikilse bile, hiç kimsenin temel hak ve özgürlükleri kısıtlanmış olmaz.. Başörtü yasağındaki gibi, bütün ülkenin çocuklarının büyük mağduriyetler yaşayacağı bir zulüm gerçekleşmiş olmaz..”[50]

Özellikle gösteriler sırasında “başörtülü kadınların darp edildiği, tacize uğradığına ilişkin söylentiler, TV ekranlarına olduğu kadar, köşe yazılarına da bolca malzeme oldu:

“Şimdi bakıyorum, güzelim ağaçlar kesilerek kondurulmuş karşıdaki görkemli sitenin sakinleri, akşamları tencere tava çalıyor. Şımarıkça, acımasızca… Birileri haydutça yolları kesip başörtülü bir kadını aracından indirip darp ediyor. Birileri o korkunç heyula arabalarının kornalarına basarak eyleme geçiyor akşamları. Bayağı, ikiyüzlü, sahte… (…)Azgın duygular, birikmiş hınçlar, köpürmüş nefretler konuşuyor. İçlerinde ‘aydınlar’, ‘sanatçı’lar, okumuş ‘cici çocuklar’ varmış; yazık! Oysa başka diller gerektirirdi isyan bile. Biraz vicdan isterdi, unutmuşlar…”[51]

Taksim/Gezi’de başlayan “çevre” orijinli tartışma, artık ağaç sökümü ve AVM eleştirisi olmaktan çıktı. Fatma Barbarosoğlu, Nihal Bengisu, Cihan Aktaş, Yıldız Ramazanoğlu, Emine Uçak gibi benim de içinde bulunduğum kadın yazarların; “betonlaşmaya” ve “tüketim çılgınlığına” muhalif tavrımızı, yıllardır okuyorsunuz, yeni bir şey değil. Ama işin, ağaç işi olmadığını kısa sürede hepimiz anladık. (…)
“Taksim’de AVM’ye Hayır” diyen çok renkli kent koalisyonunun yerini, yolda çevirdikleri örtülü kadınları “Türkiye Laiktir Laik Kalacak” nidasıyla pataklayan vandallar aldı. 28 Şubat dejavusu gibi her şey. İzmir’de başörtülü kızlar otobüslerden indirildi, Kadıköy’de lokantalardan, pastanelerden atıldı. Genç ve uzun boylu bir adam dün marketten dönerken, yavaş yürüdüğüm gerekçesiyle omzumdan iteledi; “yolu kapama be, soyları da kurumuyor bunların” dedi, içinde “Tayyip” ve “darağacı” geçen galiz cümleleriyse buraya yazmıyorum...
Haysiyet kırıcı çok feci başka şeylere de maruz kaldı başörtülü kadınlar, yazmaya utanıyorum içlerinde hastanelik olanları var. Bu yaşananlar dehşet verici... Hâlen Taksim’de putları devirmekten bahseden İslâmcı arkadaşlarımız bunlara ne diyor acaba?
(…) Taksim/ Gezi eylemlerinin son minvalde aldığı ulusalcı refleks virajı, barış sürecini zora koşacak bir şekle dönüşmeden aklımızı başımıza devşirmenin zamanıdır.[52]

“Tacize uğrayan, üzerine işenen Müslüman bacılar”, “saldırıya uğrayan bebeler” “camilere ayakkabıyla girip içki-sigara içen, kutsal mekânı kirletenler”… Muhafazakâr yazarlardan bazıları, ölçüyü gerçekten kaçırmışlardı:
İlk günlerde, Taksim Gezi Parkı’nda başlayan eylemin “ağaç duyarlılığı” olduğunu zannetmiş ve bu “masum eylem”e destek vermiştim...
Ne zaman ki; bu eylem “illegal örgütler” tarafından “elegeçirildi” eylem ruhu “rehin” alındı ve Taksim onlar tarafından “işgal” edildi, işte o zaman dedim ki; bunlar “ağaç”tan, “darağacı” çıkarmaya çalışıyor!..
Öyle ya; “Yakıp-yıkma”nın, “vurup-kırma”nın, “kırıp-dökme”nin, “demokrasi ve özgürlük talebi” ile ne ilgisi olabilir?..
Bu, bir “kalkışma”dır!.. Hem de, “Hükümet’e karşı” değil, “devlete karşı bir kalkışma”dır!..
Hatta; “Cami”lere karşı bir kalkışmadır, “başörtülü” hanımlara karşı bir kalkışmadır!
Öyle bir “kin ve nefret” dolular ki, “başörtülü genç bir kadın”ı hakaretler ve küfürler ederek yerlerde sürüklemişler, çok affedersiniz üzerine işemişler, “6 aylık bebeğin arabası”nı parçalamışlar, bebeği de “düşman” olarak görmüşler, onu da yaralamışlardı!..
Bunların, “kapısını kırarak” içeri girip “işgal” ettikleri Bezm-i Alem Valide Sultan Camii’nde “içki” ve “sigara” içtiklerini, “kirlettikleri cami”nin 2 günde zor temizlendiğini biliyor ve o yüzden de bunlara “iki ayaklı hayvanlar” diyordum.[53]

Ama alkol, uyuşturucu vb. “kıyamet alametleri”, muhafazakâr zihniyet için gerçekten de kolay vazgeçilemeyecek, bulunmaz malzemelerdi. Kimi yazarlar, Haziran kalkışmasından İslâmî “dindar nesil” projesinin isabetliliğine işaret etmek üzere yararlandı:

“Alkol uyuşturucu ile Şeytan’a bağımlı hâle getirilen zalim, kapitalist rejimin kurbanları mazlum zavallı gençlere acıyorum. Toplumda itibarsız hâle getirilen, hayattan ve mutluluktan koparılan, neden ve niçin bağırdıklarının farkında olamayan sokağın ve eylemin gençlerine acıyorum. (…)
“Dindar, ahlâklı ve hayâlı bir Nesil” Projesini vakit geçmeden hemen hayata geçirilmesi ve bu uğurda hizmet eden Vakıf, Dernek, Sendika ve diğer sivil toplum örgütlerine daha çok destek verilmesi gerçeğini gösteren Gezi Park’a teşekkür ediyoruz.
Ve Gezi Park’a bu görevi veren, eylemleri bizlere ders kılan, şerri hayra çeviren ve ahtapotların diğer planlarına karşı bu yolla uyanmamızı ve birleşmemizi sağlayan Allah (c.c)’a sonsuz hamd ediyoruz.”[54]

Kimi ise olayların “müminler için bir sınav” olduğunu ileri sürdü: “Suriye meselesi ya da Gezi parkı, ya da maişet sorunları, hepsi aynı külli kurallar çerçevesinde bir imtihan vesilesidir..”[55]

“Gezi’ciler” üzerine tahliller

Öyle gözüküyor ki yandaş medya kalemlerinden bir kısmı, işi “komplo teorileri”, “dış mihrakların kışkırtmalar”ı, “marjinal sol grupların vandalizmi”, “İslâmî hayat tarzına karşı bir saldırı” vb. terimlerle geçiştirmeyi içine sindiremiyor, daha derinlemesine, daha “bilimsel”, daha “sosyolojik” ve/veya “psikolojik” tahlil denemelerine girişiyordu. Ne ki, bu tahlillerin pek azı, “tuzu kuru burjuva ailelerin, yokluk yüzü görmemiş, bulmuş da bunayan çocukları” saptamasından bir adım daha derine inebilmekteydi. (“anarşistler, Hedonistler, Marksistler, Sendikalar”dan söz ediyor örneğin, Abdurrahman Dilipak.[56])
Ve yine örneğin Akit yazarı Prof. Dr. Namık Açıkgöz’e (Muğla Üniversitesi), olayların nedeni “doyumsuzluk”tu:

(…) Mesela bu kuşak bir eve sabit telefon bağlamanın yıllarca sürdüğünü bilmeyen bir kuşaktır. Telefon ihtiyacı olduğunda tak diye parayı basıp (Tabii, çoğu baba parası) alan bir kuşaktır bu kuşak. Hafızası boş bir genç kuşaktır. Bunlar buzdolabının evlerde lüks olduğunu bilmezler. Bu kuşak her şeyi hazır bulmuş ve hazır bulmanın ötesinde bir tatminsizlik yaşayan bir kuşaktır. Bunlar, otobanda 5. vitesle gitmenin lüksünü yaşayan bir kuşaktır. Ama o yolda hiç viraj görmediler; o yolda hiç yokuş görmediler. Ondan önceki kuşaklar bu yollardaki virajları, yokuşları bilen, yani hayatın zorluklarını bilen kuşaklardı. Şimdiki kuşaklar ise bunları görmediği için, istiyorlar ki otobanda 5. vitesle gitmek yetmez hava yastıklı trenler veya hava yastıklı turbo motorlu otolarla gidelim. Bunların beklentileri mevcut reel durumun çok çok üstündedir. (…) Bunlar hızlı tüketimin tatminsizliğiyle kendilerini boşlukta hissedip ütopik amaçları ve hedefleri olan bir gençlerden oluşur ve hâliyle istekleri karşılanamaz.
(…) Gezi Parkına AVM yapılmasaydı da başka bir yere AVM yapılsaydı, bu gençler karşı çıkacak mıydı? Anadolu’da binlerce yere AVM’ler yapılıyor. Türkiye’de 20 yılda alışveriş kültürü değişti. Anadolu’nun her tarafında AVM var ve halk AVM’lere gezinti yerine gider gibi gidiyorlar. ‘Şuraya bir AVM yapılmış; gidelim orada gezelim’ diyen, AVM’lere gidip vitrin seyreden bir Anadolu halkı var. AVM’ler, alışveriş kültürünün değişmesinin getirdiği bir sonuçtur. (…)
(…) Gezi’deki gençliği bir araya getiren en önemli etken -bence- “tepkisel haz”. Daha doğrusu “tepki duyma hazzı”. Bu gençler, “Ben tepki duyarak zevk yaşıyorum” diyor. Kendince bir takım sorunlar biriktiriyor. O biriktirdiği sorunlara karşı bir tepki ortaya koymaya çalışıyor. Belli ki bu on yıllık bir bıkkınlıktır. Daha doğrusu on yıl aynı siyasi iktidarı görmenin bıkkınlığıdır belki de.
(…) Gençler tepkilerini özgürce kullanarak bir “tepki gösterme hazzı”; “otoriteye karşı diklenme hazzı” yaşıyorlar. Bu bir hedonizmdir. Üstelik bu gençlik, hafızası sadece tüketime endekslenmiş bir gençliktir. İnsanlığın derin tecrübesinden maalesef ki habersiz bir gençliktir.
(…) Gezi eyleminde de benim ilk defa ortaya çıkardığım bir tespitim vardır. Burada üç türlü maskeliler vardı: 1) Vendetta maskeliler, 2) Poşulular ve 3) Kırmızı eşarplılar. Kırmızı eşarplıları ve poşuluları tanıyoruz. Poşulular, daha düne kadar PKK’yı sembolize eden eylemcilerdi. Kırmızı eşarplılar da DHKP-C ve benzeri marjinal marksist grupların sembolleriydi. Halk bunları tanıyor. Bu nedenle bunları görünce de şaşmadı. Ama bunların içinde Vendetta maskesi takanlar vardı. Bunlar şehirli çocuklardı. Bu çocuklar daha çok zekâ kullanmaya endeksli olan çocuklardı. Bunları toplum yadırgamadı. Ne zaman ki vandallıklar ortaya çıktı; toplum o zaman bu eylemlerle arasına mesafe koydu. Yoksa zekâ itibariyle ve biraz karikatüristik de olsa komünal yaşamaları sempatik olgulardı. Bunları olumsuzlayamayız.[57]

Ayşe Böhürler’e göre, bu “bulup da bunama” hâlinin ardında, Gezi Parkı’ndaki protestocu gençlerin, AKP iktidarından önceki “yokluk ve yoksulluk” yıllarından haberdar olmamaları yatıyordu:

“Her şeyden önce bu gençler doğdukları andan itibaren 12 Eylül kuşağının apolitikleştidiği bir ortamda bilinçli anne babalar tarafından, otoriter olmayan bir eğitim sistemi ile büyütüldüler. (…). Bir şeyin dikte edilmesinden, kendilerine bağırılarak konuşulmasından, anlam ve mesaj dolu konuşmalardan hoşlanmayan bu gençler özgürlük temelli itaatsizliği ve farklılığı kişilik sahibi olmak olarak gören bir eğitim ve dünya sistemi içinde kimlik kazandılar. Bu nedenle siyasilerin dili bu gençlerde doğru algılanamıyor.
Ayrıca onların hepsi Ak Parti iktidarında çocuktular, öncesini bilmiyorlar. Bu iktidarın sağladığı ortamda özgüvenleri daha da gelişti. Ancak bu ortam onlar için, içine doğdukları doğal koşullar. Bu nedenle ekonomik göstergelerden etkilenmiyorlar. (…). Bu nedenle siyasetin ‘nereden nereye geldik’ ve ‘komplo’ söylemlerinin dışına çıkması gerekiyor. Bu arada olaylara güzelleme yapanlar da kafadan eleştirenler de tam resmi yansıtmıyor.”[58]

Yazarlardan bazıları ise, “tuzu kuru, bulmuş da bunayan çocuk”ları, kendilerinin “yoksul, itilip kakılan, ötelenenler” kampında yer aldığı bir “sınıf mücadelesi”nin “muktedirler” kutbuna yerleştirmekte beis görmemekteydi:

“Devrim mi istiyor sıkkın canın? Ama devrim, can sıkıntısından çıkmaz bilesin.
Kuş tüyü yataklarda yatamazsın devrim istiharesine...
Hayatta bir kez olsun kaybetmeden... Canın cidden yanmadan, acı sana cidden değmeden, canın kanamadan, yarasız beresiz o bebek yüzünle devrime yatamazsın.
Üzgünüm, üzüntün de yetmez.
Ötekine duyduğun nefret, ötekinden tiksinmen, iğrenmen, bulantın, belki tahkim etse de o çok istediğin devrime yine de yetmez.
Yüzünde kahıra, kedere, cefaya dair tek bir çizik bile yokken taktığına bakılırsa o maskeyi, senin derdin isyan değil. Kızacaksın ama söylemeliyim; senin derdin kardeşim, senin derdin korkaklık. Acını örtmek için değil, örtemediğin kinini gizlemek için saklanıyorsun o maskenin altına.
(…) Muktedirlerle olan ilişkini gözden geçir önce: Baba parasıyla gittiğin özel üniversitenin üzerinde yükseldiği onbinlerce ağaç ölüsünü... Sizi güya destekleyen otelin kapısında sizden habersiz dövülmüş yüzlerce dilenciyi... Eylem yaptığın parkta üç kuruş karşılığında kodamanlara satılan küçük kızların hiç işitmediğin lanetini... Sırtınızı sıvazlayan bankaların önünde donarak ölen tinerci çocukların ahını... Antikapitalist cumacıların hutbesine bedava yemek bağlamında giren o büyük marketler zincirinin, kapısında mendil satan emekçi çocuklara zinhar tahammül edemeyen dayakçı bekçilerini düşün... Senin ayağındaki o markalı ayakkabıyla bir ay geçinen emekli Zahide nineyi, Kabataş’ta kıstırıp kemikleri kırılıncaya dövdüğünüz bebekli anneyi, Taksim’de sallandıracağız diye üzerine çullandığınız savunmasız kadınları, alemin annesine, eşine, kızına yönelik baş edilmez tecavüz, taciz saplantınızı... Bir gözden geçir bakalım...
Vendetta Maskesinin ardındaki gürbüz çocuk!
“Hayat tarzımıza karışıyorsunuz” deyip durma bana.
Çünkü sen benim hayatıma kastederken, bunun sana dair bir hak olduğunu iddia edemezsin. Karşındakini imha etme üzerine kuramazsın hayat tarzını çünkü. Benim nefes almam bile batıyor sana maskeli çocuk farkında mısın? Benim evimde, işimde gücümde, okulumda olmamı, sen kendi hayat tarzına el atılmış gibi görüyorsun. Buradan bir devrim çıkmaz. Darbe çıkar, faşizm çıkar, cumhuriyet çıkar, ulus çıkar, kodamanlar arası taksim çıkar, canı sıkkınlar için gezi çıkar. Ama devrim çıkmaz. Haybeye çıkmaz devrim!
(…) Sen piyano çal, bale yap, bira şişelerinden TC’ler yaz, sosyolojik analizlerinle dikkatini çektiğin Paris semaları ve fasih İngilizcenle aksanından hicap hissine gark ettiğin zavallı Zizek de senin olsun...”[59]

Bazı yazarlara göre ise sorun “spor yapılacak alanların yetersizliği”[60] kimine göreyse nüfus yoğunluğuydu!

(…) Belirtmek gerekir ki kent merkezli toplumsal hayat gerilim yüklüdür. Aşırı yoğunlaştırılmış nüfus stres, gerilim ve çatışma potansiyelini barındırıp artırıyor. Belli bir daire içindeki fareler üzerinde yapılan deneyde görülmüştür ki, hayvanların sayısında artış oldukça gerilim ve sürtüşme artmaktadır. İki fare bir arada iken hayvanların davranışları başka, üçe, beşe, ona ve yirmiye çıkarılırken başka oluyor. Belli-sınırlı alanda farelerin sayısı arttıkça stres ve sürtüşme artıyor. 15 milyonluk bir şehirde insanların toplumsal olarak tabii yaşadıkları söylenemez. Gayrı tabii bir izdiham söz konusu, zorunlulukmuş gibi zannettiğimiz bu nüfus kendi içinde şiddet barındırıyor. (…)
Her ülkede tetikleyici unsurlar farklı olsa da patlamalarda zannedildiği gibi örgütlü yapılar, belli bir plan-program dahilinde üzerinde çalışılmış organizasyonların etkisi sınırlıdır. (…) Dış dünyanın ülke içindeki uzantıları (STK’lar, dernekler, örgütler, gizli servisler, ajan provokatörler), siyasi partiler süreç içinde etkili olmaya, patlamaların rantını devşirmeye çalışırlar. Fakat normalde bir araya gelmesi zor olan çok sayıda toplumsal kesim ve grup bir anda kendilerini aynı meydanda (Tahrir veya Taksim) bir arada aynı sloganları atarken bulurlar. Polis aşırı güç kullanır ve protestoya maruz kalan siyasiler veya yöneticiler amirane, mütekebbir ve üstten konuştukça meydanlardaki kalabalıklar çığ gibi büyür.[61]

Bazıları ise, bir “ergenlik isyanı” görmüştü, bir ayı aşkın bir süre boyunca, tüm ülkeyi kasıp kavuran, milyonlarca kişinin katıldığı eylemlerde:

Eylemci gençlerin durumu başka. Bunların tamamına yakını, eski toplumlarda yaşanan “ergenlik sınavından geçme” ritüeli (Dede Korkut’taki Boğaç Han hikâyesini hatırlayalım lütfen.) yaşadılar. Öyle ya!... Koskocaman devletin polisine karşı direnecekler ve bu direnmelerini bir zafer olarak alglayıp hayatlarına bir anlam katmış olacaklar. Hayatlarında sınavlardan başka bir şey başaramamış olan gençlerin, bu tür basit tatminlerle hayatlarına anlam katmaları, felsefî zeminden yoksun, lümpen tavırlardır. Bu gençlerden bazıları, bir yandan eylem yaparken bir yandan da biraları götürdüler. (Bira şişelerini Taksim’de de gördük; Muğla’da da.) İçip içip hükümet devirmek bu olsa gerek.[62]

Sağcı entelektüel Mümtaz’er Türköne ise, Ali Yaşar Sarıbay’a müracaatla, “otoriteyi sorgulayan narsistik kişilik” teorilerine sarılıyordu:

“İktisadî insan”ın yerini bireyciliğin “psikolojik insan”ı alıyor. Narsisizm ve egoizm arasında gidip gelen insan yalnızlaşıyor. Otoriteyi sorgulama, bir özgürlük arayışından çok narsistik kişilik yapısından besleniyor. Sürekli kendisini haklı çıkartan bir tuzağa dönüşüyor. Sonunda duygular ile akıl arasındaki bağ zayıflıyor. Akıl devre dışı kalıyor; çünkü dolaşıma sokulan ambalajlanmış hazır duygu paketleri ihtiyacı karşılıyor. Hangisini seçeceğinize medya veya içinde yer aldığınız arkadaş grubu karar veriyor. Böylece bu hazır duygu paketleri, öfkenin pazarlanması için belirli standartlar oluşturuyor…”[63]

Protestocuları Mısır için sokağa çıkmadıkları için “bencil” bularak ruhunu kurtaran da oldu,[64] onların kendilerince bir “mana” arayışı içerisinde olduğunu söyleyip, özensiz ve toptancı yaklaşımlara karşı uyaranlar[65] da. Ancak sağ basında pek az kişi Gezi Parkı’nı, “özünde, birbirinden çok farklı kesimlerin kendiliğinden bir araya gelmeleriyle oluşan barışçı bir şölen, bir karnaval, bir şenlik olarak bir sivil toplum eylemi” selamlayan Hilmi Yavuz kadar ayrıksı olma “cüretini” gösterecekti.[66]
Sağ basındaki tüm “Gezi tahlilleri” arasında en “özgün” olanı ise, olayları “Mesihçi dinsel bir hareket” olarak tanımlayan “politik-teolojik” (?) tahlillerdi. Dr. Bengül Güngörmez’in kaleminden okuyalım:

“Gezi olaylarında ‘masum’ bir çevre duyarlılığı olarak gelişen kitlesel protesto hareketi, akabinde toplumu bir ‘diktatör’den ‘kurtarma’ operasyonunu içeren devrimci, bir başka deyişle de ‘Mesihçi’ dinsel bir harekete dönüşmüştür. (…) Gezi hareketi apokaliptiktir. Gezi Parkı’nda olup bitenler aslında ‘din savaşlarıdır’
Gezi hadisesinin başladığı ve gerçekleştiği ortamın, yani mekânın sosyolojisi bizim için önemlidir. (…). Neden başka bir yer değil de Taksim? Neden başka yerlerde ağaç kesildiğinde kitlesel olarak kimse ayaklanmadı? Çünkü Taksim, devlet tarafından dokunulmaması, müdahale edilmemesi gereken politik bakımdan ‘kutsal’ bir alandır. Taksim, adeta Gezi eylemcilerinin, yani modern Mesihlerin eylemlerini icra ettikleri kutsal mabetleridir. Bir bakıma Taksim, politik kurtarıcılarımızın, yani Türk solunun ve laikçi ulusalcı kesimin Türkiye’deki Kudüs’üdür. Her 1 Mayıs’ta Taksim’de bildik ritüeller tekrarlanır. Geçmişte Taksim’de ‘şehit’ edilenler törenle anılır. (…)Taksim’i bir mekân olarak kutsallaştıran ve yücelten bu söylem yukarıdaki tezimizi destekler. Ancak bir ‘mabede’ dokunulmaz.[67]
Gezi hadisesi boyunca kullanılan sembollere bir bakalım. Bu semboller hem Gezi Parkı hadisesinin katılımcıları hem sosyal medya hem de entelektüeller tarafından dinsel(leştirilmiş), aşırı derecede kutsanmış sembollerdir; kırmızı elbiseli kadın, Tomanın karşısına kollarını açarak dikilen Siyah elbiseli kadın (neden başka bir renk değil de kırmızı, siyah?), çeşitli bayrakların ve ideolojik sembollerin Taksim’in en önemli ve görünür yerlerine asılması ve bu sembollerin kaldırılmasına karşı şiddetli direniş, altı gencin ölümleri sonrasında adlandırılış biçimi; Direniş şehitleri, Gezi parkı şehitleri… (…)Dini kamusal hayatın dışına sürmek isteyen sekülerizmin bizatihi kendisi bir din değil midir? (…) Nasıl modern devrimci hareketler dinin başka araçlarla devamı ise sekülerizm de bir ‘izm’ olarak yeni bir tür dinselliği üretmektedir, sekülerizm dinler tarihinde bir kesittir ve kendi dini yaşama biçimini de toplumun bütününe ‘normal’ olan bu anlayıştır şeklinde benimsetme iddiasındadır. Bu düşünceden hareketle Gezi hadisesi değerlendirildiğinde onun hakikâtte bir tür dinler savaşı olduğu görülecektir. (…)Gezi olaylarındaki fiziksel şiddet, beraberindeki (Hüsamettin Arslan’ın deyişiyle) sembolik şiddetle (sesli küfürler, küfür içerikli pankartlar, semboller vs.) sağduyuya ve demokratik bilince sahip herkes için kabul edilebilir bir metot değildir. Protestoda atılan sloganlar ve kullanılan semboller demokratik bir protestoyu değil, muhtevası Twitter, yani sosyal medyadan çıkan haberler ile dolu adeta yozlaşmış ‘dinsel bir ayini’ çağrıştırmaktadır. (…) Gezi hareketinin doğası hakkındaki felsefî açıklamalar yetersiz kalmıştır. Bize daha üstten daha genel bir bakış da gereklidir ki ihtiyacımız olan bu bakış siyaset felsefesinin bakışı bir başka deyişle de ‘politik teoloji’nin bakışı olabilir.[68]

Bilimde, felsefede son nokta. “Ya gerisi” mi? Gerisi, “Âkîl İnsan” Hasan Karakaya’nın yaptığı gibi, küfür kıyamet!

Hem “Demokrasi” diyeceksin, hem “Demokratik tepki hakkımı kullanıyorum” diyeceksin, hem de polise taş ve molotof atarken yüzünü “maske” ile gizleyeceksin!..
Ulan “köpek oğlu köpek!”
Ulan pezevenk!..
Ulan kaltak!..
“Demokratik hak”ların “taş”larla, “molotof”larla, “tabanca” ve “bıçak”larla istendiği nerede görülmüş?.
Hem saldırıyorsun, hem de “Anneee!.. Polis beni dövdü” diye ciyaklıyorsun!..
Polis niye dövdü seni?..
Nerede dövdü?..
“Çay bahçesi”nden dönerken mi dövdü, yoksa “kütüphane” veya “piknik”ten dönerken mi?..
Ulan, yolda yürüyen adamı polis niye dövsün, niye tazyikli su sıksın?.
Senin ne “b.k” işin vardı orada?[69]

Ne ki, vurgulamalı: yukarıda da belirttiğim gibi, tüm sağcı-İslâmcı yazarlar, AKP’ye yukarıdaki örnekler kadar “angaje” değildirler. Özellikle solun liberal ya da radikal kanatları ile uzun süreli etkileşime girmiş olmakla, çevrecilik, demokrasi gibi sol değerlere karşı duyarlık geliştirmiş kesimler… Tabir caizse, “hibridler”… Onlar, konumları çerçevesinde “Gezi”deki çevreci ruha sahip çıkmakla birlikte protestoların şiddetini lanetlemekten, hükümete karşı açık bir eleştirelliğe değgin farklı pozisyonlar aldılar bu süreç içerisinde. Bu yazarların büyük bölümünün, Fethullah Gülen cemaatine yakınlığıyla bilinen Zaman gazetesinde yer aldığının altı ise, çizilmeli…

“Hibridler”

Etyen Mahçupyan, Sosyal Araştırmalar Merkezi (SAM)’nin Haziran olayları sırasında “İslâmî orta sınıf” arasında yürüttüğü bir tutum/eğilim araştırmasının, hükümetin olayları yönetiş tarzını eleştiren sınırlı bir kesimin varlığına işaret ettiğini ortaya çıkardığını söylüyor ve bu kesimi laik ve dindar kesimler arasındaki ilişkiler sonucu cemaatçi yapının esnemesine yol açan bir “melezleşme” olarak değerlendiriyor.[70] Bu “melez” kesimin AKP iktidarına yönelik eleştirileri üç başlık altında toplanmakta:
1) Her türlü ekolojik değerden vaz geçen bir “kalkınmacılık” anlayışı doğrultusunda davranması;
2) Polisin olaylara müdahale sırasında “aşırı” güç kullanması;
3) İktidar partisinin, özellikle de başbakanın her türlü eleştiriye kapalı, dediğim dedikçi “mütekebbir” tutumu.
Çoğu Zaman gazetesinde yazan “hibrid” yazarların da özellikle bu üç itiraz çevresinde yoğunlaştığı gözlemlenmektedir:[71]

Türkiye’nin önde gelen kadın aydınları, Taksim Gezi Parkı’nda bulunan ağaçların kesilmesi ve sökülmesine tepkili. Ünlü yazar Sibel Eraslan, parka yapılan müdahaleyi, ağaçların bir bir kesilmesini incitici bulurken, “Bura yeşil alan, kuşların ve karıncaların evi. Alanın yok edilmesi hiç de hoş değil.” diyor.
Ağaçsız dünyanın çorak ve kurak olacağını vurgulayan gazeteci-yazar Cihan Aktaş ise Gezi Parkı gibi şehirli için anlamı olan ortak alanlara dönük projelerde kılı kırk yarmak gerektiğini dile getiriyor.
Gazeteci-yazar Emine Uçak Erdoğan da tüm ağaçlar plana göre kesildiğini belirterek, “Şu aşamada alıştıra alıştıra yapıyorlar. Planda ağaç görünmüyor. Bir şehrin tarihi dokusunu oluşturan ağaçları kestikten sonra yeni ağaçlar dikmekle doku korunmuş olmaz. İstanbul zaten cazibe merkezi ve tarihiyle zaten değerli. Ben yaptım oldu diye yapılması çok yanlış ve bu düzenlemeden İstanbul’la ilgili duyarlılığı olan her kesim rahatsız. Mahkeme kararının da dikkate alınmaması vahim,” ifadelerini kullanıyor.”[72]

Ancak iş, İslâmcı kadın yazarların “çevre duyarlığı”yla da sınırlı değildir. Haziran kalkışması, o güne dek şu ya da bu nedenle iktidarı destekleyen kimi “yandaş” liberal yazarlarda oluşmaya başlayan ciddi rezervleri açığa çıkartmalarına vesile olmuş gözükmektedir:

Daha önce yazar tarafından yine bu köşede (daha çok seküler siyasetin tıkanmışlığını da ortaya seren) “kültür savaşları”ndan bahsedilmişti. (…) 31 Mayıs günü ise polisin şuursuz ve izansız şiddet kullanımıyla bu kültür savaşları boyut ve bağlam değiştirdi. Bu fütursuz şiddet sadece dar ve politik-gündemli bir kalabalığı geniş ve politik-angajmandan uzak bir kalabalığa dönüştürmekle kalmadı, aynı zamanda bu kalabalığın kendi meşruiyetini yarattı. Polisin şuursuz ve izah edilemez şiddeti normal bir zamanda olamayacak ve tolere edilemeyecek bir karşı-şiddeti (vandalizmi, Beşiktaş’taki Başbakanlık binasına taarruzu) karşılayamaz bir hâle düştü.
31 Mayıs günü yekpare bir bütünlük arz etmeyen ama güçlü bir duygudaşlığa sahip AK Parti muhalefeti daha önce haklı/haksız birçok durumda devşirmeye çalıştığı ama büyük ölçüde kendi ahlâki açıkları ve siyasi beceriksizliği sebebiyle sağlayamadığı bir “ahlâki üstünlük”ü kendisinin bile hayal edemeyeceği bir yoğunlukta altın tepside önünde buldu (…)
AK Parti tarafının stratejisi aslında fazlasıyla açık ve düz. 2007 şablonunu bire bir bu sürece uygulamaktan ibaret. Darbe, “azgın azınlık”, darbecilik vs. Aynı şekilde Gezi olayının toplumsal boyutunun mutlak inkârı. Zaten 31 Mayıs günkü kalabalık, sonradan abes olduğu aşikârlaşan şekilde, darbeyle özdeşleştirildi. Bunun abesliğinin ardından ise (tıpkı “sivil vesayet” gibi) kendinden çelişkili sivil darbe kavramı kullanıma sokuldu. (…) Gezi olayının toplumsal boyutunun, Arap Baharı’ndan Occupy hareketine, 2000’lerde yeni bir ideolojik ve kültürel kurguyla ivme kazanan yeni toplumsal hareketleriyle ilintisinin, ezberden reddi ise ciddi entelektüel tıkanıklığın ve tecessüs yoksunluğunun alameti. Bu bir bakıma adeta ulusalcılığın İslâmi hareketin toplumsallığını ve dinamizmini yok sayarak kendini Kemalist ezberlere gömmesini hatırlatıyor. Bu tecessüs yoksunluğunun ise entelektüel sıkışmayı beslediği aşikâr.
Bir tarafta bu yeni temerküz “yeni Türkiye”ye kör topal adapte olmaya çalışır ve (samimi olsun ya da olmasın) onun dilini benimsemeye çalışırken en büyük şansı ise AK Parti’nin “eski Türkiye” dilinden kalma ezberlerine boğulmuş olması. Zira bu süreçte savunmacı hâlde AK Parti entelijansiyası vaat ettiği “yeni Türkiye”nin dilinden uzak, sıkıcı ve ihtiyar bir dil kullanmaya başladı. Bu özellikle AK Parti entelijansiyasının, slogansal dili aynen tekrarlayınca, yurtdışında ve uluslararası basında birden itibarsızlaşmasında açığa çıktı.
Aynı şekilde AK Parti entelijansiyasında komplo teorilerine şaşırtıcı temayül aslında fazlasıyla açıklayıcıdır(…) İnsanlar, ideolojiler ve entelektüeller açıklayamadıkları sosyal olay ve olgularla karşılaşınca dışsal açıklamalara yönelmekte, açıklayamadığını, hatta belki açıklamayı reddettiklerinde “komplo” görmektedir.
(…) Özetle, Gezi olayları 1-) Seküler siyasete neo-ulusalcılıkla iç içe geçmiş olmakla beraber geçmişe değil geleceğe dönük bir tahayyül için ilk kez kayda değer imkânlar sundu 2-) Bunda ise büyük ölçüde ilk kez bu kadar yoğunlaşmış ve billurlaşmış bir şekilde açığa çıkan AK Parti’nin entelektüel/söylemsel sefaleti ve ahlâki açıkları önemli amil oldu.[73]

Ahmet Türk isimli yazar ise, Vakit’te olaylardan Başbakan’ın ve AKP’nin çıkarması gereken dersleri özetlerken, “hibridleşme”nin aynı zamanda iktidar bloğundaki derin çatlaklara denk düştüğünü haber veriyor:

1-) İktidar-Güç-Otorite-zenginlik Müslümanlar için ciddi imtihan araçlarıdır. Kontrol edilemediğinde bünyede deruni bir sarhoşluğa ve bunun neticesi bencil davranış modellerine itebilecek, nalıncı keseri gibi her şeyi kendine yontacak şartlara müptela edebilecek “afetlere” yol açabilir. Güç çürütür! (…)
2-) Ülkede muhalefet boşluğu olduğu doğrudur. (…)
3-). Bu olayların çıkış sebebini ‘salt’ AKP ya da Recep Tayyip Erdoğan düşmanlığı gibi görmek de yaşanan olayları hafife almaktır. (…)
4-) Şehirlerde yaratılan çarpık yapılaşma, şehirlere kimlik katan ruh veren ve kullanım değeri yüksek olan yapıların bahçelerin parkların talan ciddi bir sorundur. Ali Ağaoğlu gibi sonradan görmelerle, “önceden mücahit idiler sonradan müteahhit oldular” dönüşümünün türedi zenginlerinin “aynı algıda buluşması” daha da ciddi bir sorundur! (…)Kent dokusu içerisinde en ufak milli emlak veya kamu malı ya ucuz kiralarla birilerine işletilmesi için peşkeş çekiliyor ya da müteahhitlik sektörünün elinde talan ediliyor!
5-) Hükümet son beş gündür toplumsal ve siyasi karşıtlıkların sokaklarda buluştuğu çok güçlü bir muhalif duruşla ve iddialarla tanıştı. Türkiye’nin yüz yıllık sorunlarını çözeceğim derken, bu ülkenin önemli kesimlerinin kaygılarını arttırmanın bir bedeli olabileceğini hiç düşünmedi!(...) Başbakanın hâlâ azınlık çoğunluk ya da oyun kadar konuş argümanlarına sarılması hem anlamsız hem de karşılıksız bir argümandır…
6-) (…)Türkiye’nin boğazı sıkıldığında elinden herhangi bir şey alınabileceğine ve taviz verebileceğine dair umutları arttıracak ve ‘bölünmeyi’ hızlandıracak, psikolojik kopuş ve sosyal fragmantasyon ortamı gitgide yayılmaya başlandı. Nevruzda “mağlup olmuş bir Türkiye ve muzaffer bir eşbaşkan Öcalan “ görüntüsünü, sahte çekilme komedilerini, bu işlerin pazarlık ve vaatler çerçevesinde geliştiği gerçeği bir saplantı hâline gelmiş bu milletin travmatik hafızası eninde sonunda kusacaktı… Ve kusmaya da devam edecektir.
7-) Yirmiye yakın “en etkin” ulusal kanalı kontrol altına alındığı, “Tayyip Bey bu tip haberlerden rahatsız oluyor “ tırsak kıvama sokulan medya patronları ve yöneticilerin olduğu bu ülkede, Başbakan Erdoğan’ın hâlâ bu olayları bir kaç medyanın kışkırtması olarak kamuoyuna şikâyet etmesi gerçekten şaşılacak bir şey. Tahammülsüzlükle güç sarhoşluğu arasında bir illiyet kurulabilir ama bu kadarı da fazla hani!
8-) (…) Bu ‘Gezi Parkı Olayı’nda olduğu gibi ülkeyi yönetenlerin bilişim çağının teknolojisine sahip olmakla birlikte, onun akışkan doğasının bilgisine sahip olmadıkları açıkça görülmüştür. Onlar interneti ve mobil iletişim teknolojilerini, eskiden sokağı nasıl yönetiyorlarsa, öyle yönetebileceklerini zannetmişlerdir!
9-) Polisin orantısız güç kullanımının en kötü örnekleri bu son olayda uluslar arası topluma da yansıdı.
10-) Bu iş travmatik bir etki bırakır lakin ne bir devrim nede bir demokratik milat ile sonuçlanmaz. (…)’Ortadoğu’ya demokrasi getirenler bize de demokrasi getirmesin’ diyen herkes sakin olmalı, herkes elinden geldiğince çevrenizdekileri sakinleştirmeli.
Hülasa…Farkında değiller ama sokak hareketlerini örgütleyen ve onlara bulunmaz fırsatlar verenler hükümet bizzat kendisidir![74]

AKP’ye tasavvufî bir “rindanelik” salık veren Doç. Uğur Körmeçoğlu ise, Zaman’daki köşesinden Alevî yarasını kaşımanın sakıncalarını dile getirip, Asr-ı Saadet modelinden hüccet getiriyordu:

Her dâim şûrâya açık oluşun, yani ben dedim olacak dememenin tarihte çok daha çarpıcı örnekleri Asr-ı Saadet’te yaşanmıştır. Özellikle Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in, iktidarın kendilerine sunduğu geniş imkânlar karşısında gösterdikleri yine müstağni ve kanatları yerlere kadar indiren tavırları birçok Müslüman lider için nasihat modeli teşkil etmiştir. Yanlış anlaşılmamalı. İktidarın herhangi bir imtihan karşısında yenik düştüğünü söylemek mümkün değildir. Ama imtihan herkes için mevcuttur. Hatta köşe yazarları için de…
(…) Eğer muhafazakâr aydınlar ve başörtülü yazarlar gücün ve maskülinitenin dokunulmazlığı arkasında istisnasız dizilirlerse bunun kimseye faydası dokunmaz, iktidara da faydası dokunmaz, İslâm’a da faydası dokunmaz.
(…) Son iki yıldır tarz-ı hayat çatışmasında var olan tansiyonu düşürecek, yatıştırıcı olacak, kaygıları bertaraf edecek, her kesime güven telkin edecek hatta dinin tasavvufî ideallerinden beslenecek, örneğin herkesi kendi konumuyla kabul edecek ve tanıyacak, diyalog ve uzlaşmanın diliyle konuşacak bir siyasi tavrı benimsemek mümkündür. Yetmez ama evet diyenlere cazip gelen siyasi tavrı yeniden tesis etmek gerekmez mi? Eğer bu iyi niyetli eleştiriye muhafazakâr dindarlığın keskin bir yorumuyla “siz de kim oluyorsunuz” gibi üstün bir havada tutum takınılırsa imtihan meselesi elbette mevzubahis olur.

Doç. Dr. Körmeçoğlu’na göre iktidar Gezi sürecinin başlangıcını işaretleyen çevreci gençlerle diyaloga girmemekle, önemli bir fırsat kaçırmıştır:

(…) Anladık ki ortalama eğitim seviyesi bu kadar yüksek olan, şiddetten, eski tip örgütçülüklerden uzak ve demokratik özgürlüğün ne demek olduğunu bilen bu genç kitle sonradan gelenlerin ajitasyonu karşısında kışkırtmaya uğramayacak kadar ferdî, ve yine eski tüfek organizasyon biçimlerine pabuç bırakmayacak kadar kendilerine yoğunlaşmış bir bilinç içindeydiler. (…) orada hadiseyi kamusal bir duyarlılıkla seslediren çekirdek hareket, aslında olayların daha da büyümesini ve daha da şiddetlenmesini de engellemiş olan kitledir. Baştan beri yeterince anlaşılabilselerdi, onlarla iletişime ve etkileşime geçilebilseydi, ülkedenin demokrasi çıtasını yükseltme imkânı vardı.[75]

Tüm bu itirazların doruk noktası, kuşkusuz, “Emek ve Adalet Platformu” adı altında toplanan bir grup İslâmcı entelektüelin 14 Haziran 2013 tarihinde yayınladığı ve İslâmî cenahta derin sarsıntılara yol açan bildiriydi. Aralarında Cihan Aktaş, Mehmet Bekaroğlu, Ayhan Bilgen, Ali Bulaç, Yıldız Ramazanoğlu gibi isimlerlin yer aldığı imzacılar,[76] bildirilerinde Gezi Parkı’na AVM yapma tasarısı, kentsel yaşam alanlarının rant kaynağı olarak görülmesi, demokrasiyi halkın dört yılda bir sandığa gitmesine indirgeyen, katılımcılığa kapalı, dediğim dedikçi yaklaşım, göstericilere uygulanan polis şiddeti ağır bir dille eleştiriliyor, Müslümanlar İslâm adına bir kesimi semirten, tüketim toplumu modelini yaygınlaştıran iktidar uygulamalarına karşı eleştirel olmaya ve Gezi direnişçilerine empatiyle yaklaşmaya çağrılıyordu. Bildiri, Taksim Platformu’nun şu beş talebiyle sonlanmaktaydı:

“Gezi Parkı, park olarak kalmalı ve yapılaşmaya kapatılmalı; yaşanan şiddetin sorumluları görevden alınmalı; gösterilerde haksız yere tutuklananlar derhâl serbest bırakılmalı; sivil gösterilerde gaz bombası ve benzeri materyal kullanımı yasaklanmalı; Taksim Meydanı ve benzeri mekânlar gösteri ve toplantılar için kullanıma açılmalıdır.”[77]

“Bildiri” tahmin edileceği üzere İslâmî cenahta büyük tepkiler uyandırdı. Genel başkanı Ahmet Faruk Ünsal, İstanbul Şube Başkanı Cüneyt Sarıyaşar ve kimi yönetim kurulu üyeleri “Bildiri”yi imzalayan Mazlum-Der, adeta bir deprem yaşadı; kuruculardan Abdurrahman Dilipak üyeliğini askıya alırken, AKP yanlısı üyeler, yönetimi “İran yandaşı olmak”la suçlayarak dernekten istifa ettiler.[78] İmzacılar, İslâmcı basında topa tutuldu:

“Emek ve Adalet Platformu adı altında bir araya gelen İslâmcı bazı tipler, Gezi Parkı gerekçesiyle başlatılan darbe girşimi ve oligarşinin harekete geçirdiği kitleyi masumca talep olarak yorumlayıp Başbakan’ı suçladılar.(…)
Kemalistlerin baskıcılığını görmeyen, görse de en alt düzeyde gören Mehmet Bekaroğlu’ndan, Andy Warhol yaşasaydı mutlaka literatüre dahil edeceği Hüda Kaya’dan meselenin sadece Gezi Parkı olduğunu zanneden Yıldız Ramazanoğlu’na uzanan isimlerin Gezi Parkı eylemleri ve sonrasında yaşananları “kınadıkları” bildirinin içeriği evlere şenlik! Haklı noktaları yok mu, var elbette. Lakin Müslümanları tezkiyeye davet eden bir bildirinin önce “büyük şeytanları” görmesi ve onlar karşısında en azından beğenmedikleri başbakan kadar dik durması gerekmez miydi? Bu bildiri ve bildirinin altında yer alan isimler dikkate alındığında İslâmcı olarak bilinen entelektüellerin ne kadar kırılgan bir dünyada yaşadıkları rahatlıkla görülebilecektir.[79]

Bu “salvo” etkili olmuş olacak ki, imzacılardan en azından bazıları, akabinde “Gezi’ciler”e karşı daha “ihtiyatlı” bir dile başvurma yoluna gidecekti:

Taksim-Gezi Parkı merkezli kalkışma provası sosyolojik temelini kaybedip belli odaklarla ilişkili örgütlerin alışageldiğimiz şiddet yüklü eylemlerine dönüştü. Bu forma dönüşmesiyle “tehlike”nin de önemli ölçüde ortadan kalktığını söyleyebiliriz. Şimdi olayın çok yönlü boyutları üzerinde soğukkanlı düşünüp gerçekçi analizler yapmanın, doğru sonuçlar çıkarmanın zamanıdır. Kişisel değerlendirmeme göre olayın üç önemli boyutu var: a) Sosyolojik boyut. Bu boyutu 6 Haziran tarihli yazımda bireysel mutsuzlar, gayrı memnunlar, kızgınlar, iyi niyetli çevreciler; orta sınıfın mağduriyetini öne çıkaran çarşı; ve haklı gerekçelerle tedirgin olan Alevîler. b) Siyasi boyut. Eski Türkiye’nin özlemi içinde olan ulusalcıların, örgütlerin, paramiliter güçlerin, Ergenekoncuların AK Parti hükümetine karşı şiddete dayalı yürüttükleri eylemler. c) Küresel boyut. Mısır’dan Brezilya’ya Türkiye’den Endonezya’ya yeryüzü ölçeğinde içten içe başlayan kaynamalar, giderek daha da büyük şiddetle ortaya çıkacak olan kent merkezli sosyal patlamalar. Taksim kalkışmasını kadük hâle getiren önemli faktör (b) şıkkında zikrettiğimiz koalisyonun yürüttüğü şiddet eylemleri, babadan kalma eylem alışkanlıkları; Türkiye’yi tekparti veya 28 Şubat sürecine geri götürme niyetleri; muhafazakâr-dindar geniş çevrelere karşı kontrol edemedikleri öfke ve husumetleri ile iktidarların ancak seçimle/sandıkta tayin edildiği demokrasilerde “sokak gösterileri ve kalkışması”nı kullanmak suretiyle yönetim değişikliğine gitmeleri. Bu geniş halk kitlelerinde büyük kaygılar uyandırdı, dindarlara olan husumetleri açığa çıkanların sokakta başörtülülere başlayan aleni tacizleri Gezi Parkı’nın sosyolojik desteğini zayıflattı, ülkede bir anda “Ne oluyoruz, Türkiye Baas tipi cuntacıların eline mi geçiyor?” diye tehdit algılanmaya başladı. Taksim merkezli kalkışmanın doğrudan R. Tayyip Erdoğan’ı hedef aldığı anlaşıldığında -ki yine 6 Haziran tarihli yazımda bunun altını çizmiştim- işin rengi değişmeye başladı[80]

ya da:

Sözünü söylerken şiddete uğrayan herkes mazlumdur bence. Ama şu anda söylenen “Yaşam hakkımıza saldırı var” ifadesine katılmıyorum, kimsenin giyimine kuşamına bir saldırı yok bugün. Ben, kendi yaşadıklarımızı düşündüğüm zaman tepkileri çok orantısız görüyorum. Dindarların uzaklaştırıldığı kamu alanının yeniden yapılandırılması gerekiyordu ve AK Parti bunu kısmen yaptı.
(…) Türkiye’de de kimse alkole ulaşamadığını söylemesin. Bahsedilen metroda uyarı hadisesi de bütün kamu alanlarında yaşanıyor. İnsanlar el ele tutuşabilir, sarılabilir ama bunun ötesinde ileri birtakım cinsel performansları zorla gözümüze sokmak ve mahremiyetini zorla gözümüze, kamuya dayatmak da şiddetin bir parçası.[81]

ve:

Ben Gezi Parkı eylemlerinin başlangıcının masum olduğunu düşündüğümü her zaman dile getirdim. Bir eylemin istismarcıların eklemlenmesiyle çığırından çıkması, başlangıç sorularının haklı olduğu gerçeğini değiştirmez. Komplo teorileri öne sürülüyor. Doğrudur. Elbette Türkiye çok önemli bir ülke ve üzerinde çok fazla yıkıcı nazar var. Fakat komplo bulguları, masum eylemcilerin gururlarının incinmesinin ve canlarının yakılmasının sebebi olmamalıydı. Bu konuda olağanüstü hassasiyet göstermek bana AK Parti Hükümeti’nin gerçekleşmesi için büyük emek verdiği, hepimiz için kuşkusuz çok kıymetli olan, barış sürecinin korunup gözetilmesi açısından da önemli geliyor.
(…)Taksim’e müze amaçlı Topçu Kışlası yerine orta boy bir cami yapılması bana daha önemli ve anlamlı bir gündem maddesi olarak görünüyor.[82]

Sonuç Olarak

Yukarıda AKP’nin “organik aydınları”nın üç kaynaktan beslendiğini belirtmiştim: “Milli Görüş”e yakın siyasal İslâmcılar, bir kısmı sol kökenli olan seküler liberaller ve seküler muhafazakâr milliyetçiler. Haziran 2013’teki Türkiye’yi sarsan kalkışma karşısındaki pozisyon alışlarının, bu arkaplan(lar)dan beslendiği argüman ve uslûplarından izlenebilmektedir. Dahası, sözkonusu “aydınlar”ın, özellikle Haziran 2013 olayları sırasında alttan alta kendini hissettiren Cemaat-AKP çekişmesi doğrultusunda ayrışmakta olduğu, yazılarda ve pozisyon alışlarda açığa çıkmaktadır: özellikle Fethullah Gülen cemaatine yakın Zaman gazetesi çevresinde toplanan yazarların, daha eleştirel tonlar benimsediği gözlemlenmektedir. Dahası, iktidar karşısında daha eleştirel bir duruş sergileyen yazarlardan bazıları, solun liberal (ve daha ender olarak radikal) kanatlarıyla etkileşim içinde olduklarını dile getirmektedirler.
Ancak daha çarpıcı olanı, bu üç farklı arkaplandan gelen ve iki yöneliş sergileyen yazarların birleştiği ortak temalardır. Bu temalar, ilginç bir tarzda, İslâmcı ya da seküler Türk sağının geleneksel argümanlarıdır. Sıralayayım:
1) Yazarlar Haziran 2013 kalkışmasının etkenlerini, iç dinamiklerden -iktidarın yaşam tarzı dayatmacılığı; Alevîlerin iktidar partisinin özellikle Suriye iç savaşı sürecinde radikalleşen Sünnî akımlarla yakın işbirliği içerisinde olmasından duydukları kaygı; hoyratça uygulanan neo-liberal siyasaların emekçiler arasında yaygınlaştırdığı güvencesizleşme-taşeronlaşma ve artan işsizlik oranları karşısındaki huzursuzluğu; kentsel dönüşüm adı altında sürdürülen yağma; hızlı bir tırmanışa geçen İslâmî-muhafazakâr burjuvaziye sağlanan desteklerin tetiklediği kayırmacılık kaygıları; düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik saldırılar; eğitim sisteminin İslâmî temelde yeniden örgütlenmesi karşısında seküler kuşkular; cezaevi nüfusundaki patlama; Kürt sorununa “çözüm” diye dayatılan savsaklamalar…- kaynaklanmış olabileceğini neredeyse hiç düşünmeden, darbe ya da dış komplo senaryolarına sarılmışlardır.
2) Hükümetin “ülkeyi köprü, havaalanı, otoyollarla donattık, eskiden bakkaldan alışveriş yapılırdı, şimdi AVM’ler dolup taşıyor, IMF’ye borcu kapattık, dünyanın 17. büyük ekonomisi olduk…” ve “Mevcut sorunların üzerine cesaretle giden başkan, Kürt sorununun çözüm süreci, açılımlar, demokratikleşme, vesayet rejiminin tasfiyesi vb.) söylemleri yazarların çoğu tarafından (“hibrid”lerin tutuk itirazları dışında) sorgusuz sualsiz benimsenmektedir. Öyle anlaşılıyor ki, bu “büyük projeler” aracılığıyla toplumsal, ideolojik ya da duygusal bağlarla bağlı oldukları yeni bir sınıfın hızla yükselmesi de…
3) Kalkışma, olayların “sosyolojik boyutları” olduğunu ima etsin etmesin, yazarların büyük bölümünce kimi zaman adı verilerek (“ABD-İsrail”), kimi zaman ise, daha genel bir söylem içerisinde, “Türkiye’nin büyümesini, kalkınmasını, bölgesel bir etkinliğe kavuşmasını istemeyen dış güçler”in etkinliklerine bağlandı. “Komplo” kuramcılığı, Türk sağının özellikle (“Millî Görüş” gibi) “izolasyonist” ve “Bütün dünya bize düşman”cı milliyetçi versiyonlarının gözde söylemidir. Günümüzde anti-Batı söylemlerin, egemen bloğun bölgesel hâkimiyeti hedefleyen “neo-Osmanlıcı” hedefleriyle eklemlendiğini söylemek, yanıltıcı olmaz.
4) Antikomünizm, yazarların büyük bölümünün beslendiği temel kaynaklardan biriydi. “Gezi Parkı’nda önceleri masum ve tartışılabilir çevreci isteklerden hareket eden barışçıl protestoları provoke ederek hükümet karşıtı eylemlere dönüştüren” “polisle çatışan”, “araçları ateşe veren”, “vitrinleri, bankamatikleri tahrip eden”, “elleri molotoflu, yüzleri maskeli” “marjinal sol gruplar” imgesi, sağ basında yer alan neredeyse tüm Gezi değerlendirmelerinin alt-metnini oluşturuyordu. Bu “canavar”ın “anarşinin sokaklarda kol gezdiği” 1980’ler öncesine değgin bilinçaltı imgeleri dürtükleyecek motiflerle bezenmesine özen gösteriliyordu.
5) Yazarların hemen tümü, Haziran kalkışmasını AKP iktidarıyla birlikte gerçekleşen İslâmî değerlere dayalı bir yaşam tarzını kısıtsızca sürdürme olanağına karşı bir tehdit olarak algıladı. 28 Şubat göndermeleri, saldırıya uğrayan, sokaklarda taciz edilen başörtülü kadın rivayetleri sorgusuzca kabullenilirken, göstericilerin sık sık verdiği “dine, dinsel pratiklere saygı” (parkta kılınan namazlar, “yeryüzü sofrası”nda toplu iftar, başörtülülere yönelik tacizleri eleştiren bildiriler vb.) mesajları, genellikle görmezden gelindi.
6) Bununla bağlantılı olarak, İstanbul Gezi Parkı’nda başlayarak kısa sürede tüm ülkeye yayılan protesto gösterileri, AKP’nin organik aydınlarının zihinlerindeki “biz-onlar” kutuplaşmasını su yüzüne çıkardı. Göstericilerin zekâsına yönelik küçümseyici göndermeler, “cahil, aptal, bencil, şımarık” yollu aşağılamalar, park çevresinde protesto gösterilerine eklemlenen “dans, müzik, tiyatro, opera vb.” performansların kriminalize edilişi, “camide içki içildi”, “Park sidik kokuyor”, “çadırlarda ahlâksızlık gırla” yollu söylentilere yazarların dört elle sarılması, bu kutuplaşmanın ne denli sığ önyargılara dayandırıldığını göstermektedir. Darbecilerden, “marjinal sol gruplar”dan, “Vandallardan”, “kışkırtıcı dış mihraklar”dan, “İsrail-ABD parmağı”ndan söz edilmediği yerde sunulan tablo, genel hatlarıyla, bir yanda halkın değerine yabancılaşmış, zengin, şımarık, ahlâk düşkünü, marka giyinen burjuva çocukları, beri yanda ise mazlum, yoksul ve/veya yoksulun hâlinden anlayan/ hayırsever, halkının değerlerine bağlı, geleneklere saygılı, ahlâklı, mutedil halk çocuklarının durduğu bir yarılmadır - Jön Türkler’den bu yana Türk sağının en gözde temalarından biri…
Bu temalar, tekrar edeyim, öteden beri Türk sağının gözde argümanları olagelmiştir. Aralarında anti-Kürt, anti-PKK söylemlerin enderliği ise dikkate değerdir ve AKP’nin organik aydınlarını Türk sağının geleneksel hattından ayıran tek noktadır; ve kanımca AKP iktidarının MİT eliyle Kürt siyasetiyle sürdürdüğü temaslara (ya da yaygın adıyla “süreç”e) zarar vermeme kaygısıyla açıklanacaktır.
* * *
Başlarda Haziran kalkışmasının Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı açısından bir dönüm noktası olduğunu, deyim yerindeyse olayların o güne dek hem uluslar arası hem de ulusal arenada “istikrar kaynağı”, “güçlü” ve “güvenilir” olarak görülen hükümeti bir güven bunalımıyla karşı karşıya bıraktığını belirtmiştim. Sanırım aynı savı, partinin organik aydınları için de söyleyebiliriz. İktidar yanlısı-İslâmcı basında yer alan “Gezi” değerlendirmeleri, bir bölümü akademik unvan sahibi iktidar yanlısı entelijensiyanın yaklaşımındaki sığlık ve yalınkatlığı açığa çıkartmış, “liberal değerlere bağlılık, değişim, empati, kapsayıcılık, demokratlık” iddialarını açığa düşürmüş ve Türk sağının temel argümanlarından vazgeçmedeki gönülsüzlüğünü gözler önüne sermiştir.

14 Şubat 2014 09:05:20, Ankara.

N O T L A R
[*] Sibel Özbudun, Karanlığın Sonu, Ütopya Yay., 2014… içinde…
[1] Albert Einstein.
[2] Tolga Şardan, “2.5 Milyon İnsan 79 İlde Sokağa İndi”, Milliyet, 23 Haziran 2013… http://gundem.milliyet.com.tr/2-5-milyon-insan-79-ilde-sokaga/gundem/detay/1726600/default.htm.
[3] Son yıllarda Türk medyasındaki radikal değişimler konusunda bkz. Rahime Özdurdu, Medyada Sahiplik ve Yoğunlaşma, Oluşturduğu Sorunlar ve Şeffaflığın Sağlanması. Uzmanlık Tezi, Radyo Televizyon Üst Kurulu, Ankara 2011. http://www.rtuk.org.tr/upload/UT/43.pdf
[4] Bu makalenin kaleme alındığı sıralarda Çalık grubu zarar ettiği gerekçesiyle bu yayın organlarını satışa çıkartacak, Başbakan ve oğlunun bu satışa müdahalesi, 2013 sonundan itibaren ülkeyi sarsan skandallara bir yenisini ekleyecektir. Sabah gazetesi ile atv kanalı, Kalyon İnşaat-Kolin ve Limak adlı, güçlü inşaat firmalarının oluşturduğu bir ortaklık tarafından satın alınmıştır.
[5] Barkın Karslı, “Türkiye’nin En Büyük Medya Grubu AKP’dir”, Serbest Siyasa, 15 Temmuz 2013… http://serbestsiyasa.com/?p=3007.
[6] Serkan Ocak, “Ve Can Dündar da Gitti”, Radikal, 2 Ağustos 2013, s.5.
[7] Şu satırlar, Türk sağının “solculuk/devrimcilik=Kemalizm=darbecilik” şeklindeki zihinsel şablonunu yetkin bir tarzda sergilemektedir: “Türkiye’de devrim diyenler, her zaman darbeciliğe davetiyede bulundular. Bunun için ordu göreve diye gösteriler düzenlediler, askeriyenin içinde cuntalar kurdular. Çünkü devrim diyenlerin siyasal soy kütüğünde Kemalizm var. Milli Demokratik Devrim girişimiyle Doğan Avcıoğlu’nun yaptığı budur. Cumhuriyet Mitinglerinde ordu göreve pankartını açanlar bunlar. Devrim, Türkiye’de ihtilal ve darbe çağrısıyla bütünleşir hep…” (Ergün Yıldırım, “Taksim’den Devrim mi Çıkar, Demokrasi mi?”, Yeni Şafak, 9 Haziran 2013, s.17.) Ve: “Devrim! Ne kadar romantik bir kelime, insanı büyüleyen bir mit… İster öğrenci ister general desin; ister sosyalizm için, ister eşitlik, isterse anarşiden kurtulmak için densin; sonuçta devrim Türkiye’de darp etmektir. Yani şiddeti kullanarak değişimi yapmak… Asker şiddeti, öncü şiddeti, cunta şiddeti. Hepsi aynı kapıya çıkar.” (Ergün Yıldırım, “Devrim Geç Kaldı!”, Yeni Şafak, 23 Haziran 2013, s.22.)
[8] Ufuk Coşkun, “Kemalizmin Direnişi”, Yeni Şafak, 19 Haziran 2013, s.17.
[9] Fazlı Şahan, “Sivil Darbe Engellendi”, Yeni Şafak, 9 Haziran 2013, s.15.
[10] Prof. Dr. Namık Açıkgöz, “Taksim Gezi Parkı Eylemlerinin Analizi”, Yeni Akit, 3 Haziran 2013… http://www.habervaktim.com/yazar/59578/taksim-gezi-parki-eylemlerinin-analizi.html
[11] Hilal Kaplan, “Gezi’den Ne Çıkar?”, Yeni Şafak, 17 Haziran 2013… http://yenisafak.com.tr/yazarlar/HilalKaplan/geziden-ne-cikar/38192
[12] Olayların “karanlık çevrelerin, provokatörlerin, darbecilerin vs.” kışkırtmaları sonucu patlak verdiği konusundaki “istihbarat raporları”na rağmen! Örneğin şu haber: “Gezi Parkı’nda ağaçların kesileceği bahanesiyle başlayan, ancak kısa sürede ‘hükümet istifa’ kampanyasına dönüşen eylemlerin ardından ‘çok özel bir ekip’ çıktı. Ülkeyi kaos ortamına sürükleyen olaylarla ilgili ayrıntılı bir inceleme başlatan istihbarat birimleri şok bilgilere ulaştı. MİT, Emniyet ve Jandarma İstihbarat ekiplerince hazırlanan ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a sunulan raporda, Gezi Parkı eylemlerini provoke eden 50 kişilik organizatör grubu isim isim anlatıldı. Aralarında Özel Kuvvetler birimi üyesi askerlerin de olduğu grupta, sanatçı, akademisyen, gazeteci ve işadamlarının da yer aldığı öğrenildi.” (“Gezi’de 50 Provokatör, Sabah, 23 Haziran 2013.)
[13] Atilla Yayla, “Gezi Olayları ve Siyaseti Dizayn Teşebbüsü”, Zaman, 28 Haziran 2013… http://www.zaman.com.tr/yorum_gezi-olaylari-ve-siyaseti-dizayn-tesebbusu_2104988.html,
[14] “Akit Yazarı Karakaya: Gezi’ciler ve Hocaefendi El Ele”, Son Devir, 2 Aralık 2013… http://www.sondevir.com/medya/159269/akit-yazari-karakaya-geziciler-ve-hocaefendi-el-ele.html
[15] Mehmet Ziya Gökalp, “Gezi Olayları ve Son Operasyonun Ortak Noktası”, Yeni Şafak, 15 Ocak 2014, s.9.
[16] Prof. Dr. Sadettin Ökten, “Batı, Gezi’yi Kullanarak Boyun Eğdirmek İstedi”, Yeni Akit, 15 Temmuz 2013… http://www.habervaktim.com/haber/334510/bati-geziyi-kullanarak-boyun-egdirmek-istedi.html
[17] Abdurrahman Dilipak, “Mesele Park Meselesi Değil, Hâlâ Anlamadınız mı?” Akit, 7 Haziran 2013… http://www.habervaktim.com/yazar/59666/mesele-park-meselesi-degil-hala-anlamadiniz-mi.html
[18] Hasan Karakaya, “Gezi Eylemcileri Kullanıldıklarının Farkında mı?” Yeni Akit, 24 Haziran 2013… http://www.habervaktim.com/yazar/59944/gezi-eylemcileri-kullanildiklarinin-farkinda-mi.html
[19] “(…) Akit’in dünkü haberi şöyleydi: ‘Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Gezi parkı olaylarının uluslar arası tezgâh olduğunu, Alevî-Sünni çatışmasının körüklenmeye çalışıldığını belirtmişti. Bunun üzerine istihbarat birimleri hükümetin devrilmesi ya da zayıflatılmasının amaçlandığı olayları yönlendiren kişi ve kurumların Alman vakıflarıyla olan ilişkisini araştırıyor.” (Hasan Karakaya, “Gezi Eylemcileri Kullanıldıklarının Farkında mı?” Yeni Akit, 24 Haziran 2013… http://www.habervaktim.com/yazar/59944/gezi-eylemcileri-kullanildiklarinin-farkinda-mi.html)
[20] “Neo-Con sınıf, Cumhuriyetçi cenah, Pentagon, silah ve petrol lobisinin etkili temsilcilerinden, eski dünyanın bir adamı olan Perle’nin Gezi’de ne işi vardı? Olayları niçin gelip yerinden izlemek istemişti? Yakın zaman sonra uluslararası planların yeni oyunlarını daha iyi görürüz.” (Cem Küçük, “Karanlıklar Prensi Richard Perle’nin Gezi’de ne işi vardı?”, Yeni Şafak, 6 Ekim 2013… http://yenisafak.com.tr/yazarlar/CemKucuk/karanliklar-prensi-richard-perlenin-gezide-ne-isi-vardi/39928)
[21] 2004’teki Turuncu Devrimleri başlatan ve İslâm dünyasını sarsan Arap Baharı’ndan güç devşirmeye çalışan odaklar Gezi’de de harekete geçti. Çevreci kesimlerin toplumsal talebini Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik bir karalama kampanyasına dönüştüren bu odakların başında ise ‘Jadaliyya (Mücadele) dergisi, Georgetown Üniversitesi ve spekülatör George Soros’ üçlüsü geliyor.” (“Şeytan Üçgeni” Yeni Şafak, 9 Haziran 2013… http://yenisafak.com.tr/dunya-haber/seytan-ucgeni-10.06.2013-530641)
[22] “Los Angeles ve San Francisco gibi, Ermeni nüfusun yoğun olduğu California eyaletinde lobi çalışmalarına dönük hareketlilik dikkat çekiyor. Zira Ermeni lobisi, büyük bir trajedinin başlangıç vuruşu olan tehcir kararının 100. yıldönümü yaklaşırken hummalı bir çalışma içinde. 1915’teki sürgün kararının 100. yıldönümü için son iki yıla giriliyor. Ermeni lobisi Yahudi lobileri ile son bir yıl içinde 51 toplantı gerçekleştirdi. Ermeni lobisi 2015 yılı için şimdiden fonlar üzerinden para toplamaya başladı.” (“Kod Adı İstanbul İsyanı”, Yeni Şafak, 16 Haziran 2013… http://yenisafak.com.tr/gundem-haber/kod-adi-istanbul-isyani-16.06.2013-533074.)
[23] Mehtap Yılmaz, “Gezi Senaryosunu Yahudi Lobisi Yazdı, Yahudi Sermayesi Finanse Etti, Bes”, Yeni Akit, 17 Haziran 2013… http://www.habervaktim.com/yazar/59827/gezi-senaryosunu-yahudi-lobisi-yazdi-yahudi-sermayesi-finanse-etti-bes.html
[24] “Erdoğan Yine Direnişçileri Hedef Aldı”, Cumhuriyet, 29 Haziran 2013, s. 6.
[25] “MÜSİAD’dan Gezi Değerlendirmesi”, Yeni Akit, 15 Haziran 2013… http://www.habervaktim.com/haber/330273/musiaddan-gezi-degerlendirmesi.html
[26] Cengiz Ekici, “Burhan Kuzu: Gezi olaylarında Almanya’nın Parmağı Var”, Zaman, 4 Ağustos 2013… http://www.zaman.com.tr/politika_gezi-olaylarinda-almanyanin-parmagi-var_2117076.html
[27] Cem Sancar, “Gezi Parkı Direnişi ya da Özenilmiş Bir Burjuva İsyanı!”, Yeni Şafak, 30 Haziran 2013, s.18. (Yazarın aynı yazıda bu darbe planının farkına varmayan “iyi niyetli, şehirli aydınların” da bir XIX. yüzyıl Bolşevik-Maocu kavramı olan “burjuva -milli- demokratik devrim” yapmaya kalkıştıklarını belirtmesi, ayrıca enteresandır!”)
[28] Abdurrahman Dilipak, “Olay!”, 12 Haziran 2013… http://geziparki-gercekleri.blogspot.com/2013/06/olay-abdurrahman-dilipak.html
[29] Salih Tuna, “Suçüstü Yakalandınız”, Yeni Şafak, 17 Haziran 2013, s.2.
[30] Abdülkadir Selvi, “Öcalan, Gezi’de Ne Gördü?”, Yeni Şafak, 1 Temmuz 2013… http://yenisafak.com.tr/yazarlar/AbdulkadirSelvi/ocalan-gezide-ne-gordu/38398
[31] Etyen Mahçupyan, “Kürt Siyaseti Gezi’ye mi Çıkıyor?”, Zaman, 3 Temmuz 2013… http://www.zaman.com.tr/gundem/kurt-siyaseti-geziye-mi-cikiyor_2106682.html
[32] Gezi, Erdoğan’ın ‘kellesini almaya’ yetmeyince, çekilmeler devam etti. Yalnız PKK ve bileşenlerinin eline de hükümeti reforma zorlamaya yönelik bir fırsat geçmişti. (…) Ne var ki, dağdan ovaya inerek siyaset yapmak istediklerini söyleyen KCK’lılar, hâlâ ovanın değil, dağın diliyle konuşmaya, hükümete ‘son tarih’ler dayatarak sürecin çıkmaza girdiği algısını güçlendirmeye devam ediyorlar. (Hilal Kaplan, “Gezi’den Sonra Çözüm Süreci”, Yeni Şafak, 28 Ağustos 2013, s.14.)
[33] Abdülkadir Selvi, “Öcalan, Gezi’de Ne Gördü?”, Yeni Şafak, 1 Temmuz 2013… http://yenisafak.com.tr/yazarlar/AbdulkadirSelvi/ocalan-gezide-ne-gordu/38398
[34] “Gezi; Dinsizlerin, Sarhoşların, Alevîlerin, Ermenilerin İşi”… http://www.gazeteyenigun.com.tr/gundem/120839/gezi;-dinsizlerin-sarhoslarin-alevilerin-ermenilerin-isi. Rektör, şöyle devam ediyor: “Hükümetle görüşmek için teşkil edilen komisyona bakarsanız anlayacaksınız: Cami düşmanı mimarlar, komünist sendika liderleri, Müslümanları katleden Esadçılar, Alevîlikten nasibi olmayan ve o adı kullanan dinsizler. Yani kısaca Avrupai hayat yaşayan ailelerin çocukları, Ermeniler gibi Türk ve Müslüman olmayan aile çocukları olması dikkat çekmektedir... Avrupalılar ve buna ilaveten Amerika ve İsrail. Avrupa şu anda, belki Gezi’deki serseriler muvaffak olur diye bayram yapıyor.”
[35] Mehmet Özmen, “78 Olayları ile Gezi Aynı Zihniyetin Ürünü”, Akit, 23 Kasım 2013… http://www.yeniakit.com.tr/aktuel/78-olaylari-ile-gezi-ayni-zihniyetin-urunu-h7502.html
[36] Etyen Mahçupyan, “Gezi Artık Bir Proje”, Zaman, 26 Eylül 2013… http://www.zaman.com.tr/gundem/gezi-artik-bir-proje_2142153.html
[37] Hilal Kaplan, “Gezi ve Alevîler”, Yeni Şafak, 15 Eylül 2013… http://yenisafak.com.tr/yazarlar/HilalKaplan/gezi-ve-aleviler/39567
[38] Müfit Yüksel, “Gezi’ Olayları Çerçevesinde Alevîlik Sorunu” Yeni Şafak, 22 Haziran 2013… http://yenisafak.com.tr/yazarlar/MufitYuksel/gezi-olaylari-cercevesinde-alevilik-sorunu/38268
[39] Elif Eşit -Mahmut Kurnaz, “DHKP-C’den Gezi Talimatı: Eyleme Devam”, Zaman, 5 Ocak 2014… http://www.zaman.com.tr/gundem_dhkp-cden-gezi-talimati-eyleme-devam_2191524.html
[40] Muhammed Fatih Uğur, “Gezi Parkı’nda Kim Neye Direniyor?”, Zaman, 10 Haziran 2013… http://www.zaman.com.tr/gundem_gezi-parkinda-kim-neye-direniyor_2098841.html
[41] Beşir Ayvazoğlu, “Gezi’deki Ağaçlar”, Zaman, 6 Haziran 2013… http://www.zaman.com.tr/ kultur/gezideki-agaclar_2097534.html
[42] Yasin Doğan, “Gezi Olayları Niye Tutmadı?”, Yeni Şafak, 26 Haziran 2013… http://yenisafak.com.tr/yazarlar/YasinDogan/gezi-olaylari-niye-tutmadi/38318
[43] “Fethullah Gülen Hocaefendi, Gezi Parkı Olaylarını Nasıl Değerlendirdi?”, 6 Haziran 2013… http://www.zaman.com.tr/gundem_fethullah-gulen-hocaefendi-gezi-parki-olaylarini-nasil-degerlendirdi_2097682.html
[44] Sabah yazarı Haşmet Babaoğlu, “Artık anlamak gerekir ki, Türkiye’de ‘laiklik sorunu ve hayat tarzı tartışması’ aslında ‘sınıf çatışması’nın üzerine serilmiş şık bir örtüdür,” diyor (Haşmet Babaoğlu, “Sosyolojiymiş!”, Sabah, 20 Haziran 2013, s.19.).
[45] Özlem Albayrak, “Gezi: Çatışma mıydı?”, Yeni Şafak, 22 Eylül 2013, s.17.
[46] Murat Gerger, “Abdurahman Dilipak’tan Sert Gezi çıkışı: Bizimkileri de Kullanıyorlar”, Timeturk,18 Haziran 2013… http://www.timeturk.com/tr/2013/06/18/abdurahman-dilipak-tan-ser-gezi-cikisi-bizimkileri-de-kullaniyorlar.html
[47] “Komşu komşuya karşı bu kadar bariz nefreti nasıl oldu da biriktirdi? Beni asıl dehşete düşüren şey budur. Yoksa ulusalcı refleksi de, siyasi restleşmeleri, politik kıskançlıkları da ezbere biliyoruz hepimiz. Bilemediğimizse şu; üst kattaki komşumuzun ‘Türkiye laiktir laik kalacak’ nidalarıyla ölesiye parçaladığı tencerenin anlamı ne?
Nefretle savaşmak zor. Sakin olmak, sabırlı durmak, vakarı kaybetmemek gibi kendi kendimize verdiğimiz umudun yanısıra... Allah’tan da yardım umuyorum ben. İyi’lik için çaba kadar dua da gerekiyor...
NOT: Bu gece Miraç Gecesi, sulh ve selamet için dua edelim.” (Sibel Eraslan, “Kapı komşuma haddimi bildirdim”, Star,05 Haziran 2013 http://www.ilkehaber.com/yazi/kapi-komsuma-haddimi-bildirdim-7671.htm)
[48] Leyla İpekçi, “Gezi’yle Çatırdayan ‘Tahammüller İttifakı’na Öneri”, Zaman, 8 Ekim 2013… http://www.zaman.com.tr/gundem/geziyle-catirdayan-tahammuller-ittifakina-oneri_2148730.html
[49] Süheyla Beydili, “Gezi Parkı: Arkadaşlar ve ötekiler”, Zaman, 14 Temmuz 2013... http://www.zaman.com.tr/yorum_gezi-parki-arkadaslar-ve-otekiler_2110289.html
[50] “Akit Yazarından Taksim Eylemcilerine Hodri Meydan”, Haber7.com, 10 Haziran 2013… http://www.haber7.com/gazeteler/haber/1036870-akit-yazarindan-taksim-eylemcilerine-hodri-meydan
[51] Ali Çolak, “Gezi Yazısı”, Zaman, 8 Haziran 2013… http://www.zaman.com.tr/kultur/gezi-yazisi_2098317.html
[52] Sibel Eraslan, “Gezi Parkı Çözüm Sürecini Etkiler mi?”, Star, 7 Haziran 2013… http://haber.stargazete.com/yazar/gezi-parki-cozum-surecini-etkiler-mi/yazi-760490
[53] Hasan Karakaya, “Dünden İtibaren Gezi Parkı’nın Büyüsü Bozulmuştur!”, Yeni Akit, 16 Haziran 2013… http://www.habervaktim.com/yazar/59822/dunden-itibaren-gezi-parkinin-buyusu-bozulmustur.html
[54] Şevki Yılmaz, “Teşekkürler Gezi Park!” Yeni Akit, 14 Haziran 2013… http://www.habervaktim.com/yazar/59782/ tesekkurler-gezi-park.html
[55] Abdurrahman Dilipak, “Son Olaylar Karşısında Tevhidi Duruş!”, Yeni Akit, 5 Haziran 2013… http://www.habervaktim.com/yazar/59636/son-olaylar-karsisinda-tevhidi-durus.html
[56] Abdurrahman Dilipak, “Gezi Parkı’nda Fikir Gezintileri”, 10 Haziran 2013… http://www.habervaktim.com/yazar/59715/gezi-parkinda-fikir-gezintileri.html
[57] “Akit Yazarı Gezi Parkı’nda”, Akit, 18 Temmuz 2013… http://www.habervaktim.com/haber/335185/akit-yazari-gezi-parkinda.html
[58] Ayşe Böhürler, “Gezi’de Gördüklerim”, Yeni Şafak, 15 Haziran 2013… http://yenisafak.com.tr/yazarlar/AyseBohurler/gezide-gorduklerim/38157
[59] Sibel Eraslan, “Vendetta Maskesinin Ardındaki Gürbüz Çocuk”, Star, 21 Haziran 2013… http://haber.stargazete.com/yazar/vendetta-maskesinin-ardindaki-gurbuz-cocuk/yazi-764321
[60] “AK Parti iktidarında kalkınan Türkiye’de, özgürlüklerine düşkün, teknolojiyi satın alıp kullanabilen bir kitle oluşmuştur ve büyük kısmı İstanbul’da yaşamaktadır. Gençlerin enerjilerini harcayabilecekleri, sağlıklı ve mutlu bir yaşam için gerekli sporlarını yapabilecekleri yerler yeterli değildir. Ayrıca olaylar akademik yılın sonuna geldiği için bir senenin ders yükü altında bunalmış olan öğrenciler için de, olaylara katılmak bir heyecan olmuştur. Yani birçok faktör, ortamı mesajın yayılmasına uygun hâle getirmiştir.” (Tarık Arıcı, “Bir ‘Salgın’ın Anatomisi: Gezi Parkı Olayları”, Zaman,7 Temmuz 2013… http://www.zaman.com.tr/yorum_gezi-parki-olaylari_2108160.html)
[61] Ali Bulaç, “Mesele, Park Meselesi Değil!”, Zaman, 3 Haziran 2013… http://www.zaman.com.tr/ali-bulac/mesele-park-meselesi-degil_2096444.html
[62] Prof. Dr. Namık Açıkgöz, “Taksim Gezi Parkı Eylemlerinin Analizi”, Yeni Akit, 3 Haziran 2013… http://www.habervaktim.com/yazar/59578/taksim-gezi-parki-eylemlerinin-analizi.html
[63] Mümtaz’er Türköne, “Gezi’nin Sosyolojisi”, Zaman, 2 Temmuz 2013… http://www.zaman.com.tr/mumtazer-turkone/gezinin-sosyolojisi_2106253.html
[64] “Fakat havadan nem kaparak Taksim’e koşan Gezi ruhu, nedense Mısır için sokağa çıkıp iki slogan atamadı. Katliam karşısında kan dondurucu bir duyarsızlık ve soğukluk sergiledi. Gezi ruhunu bu kadar allayıp pullamanın, pazarlamanın gerçekçi olmadığı böylece anlaşılmış oldu. (…) ‘Demokrasi’, ‘adalet’, ‘özgürlük’ gibi değerleri dilinden düşürmeyenler, Mısır’daki katliama uzak durarak, bu değerlere ne kadar ‘uzak’ olduklarını bizlere gösterdiler.” (Kurtuluş Tayiz, “Ey Gezi Ruhu…”, Akşam, 21 Ağustos 2013, s.14.)
[65] Örneğin: Ali Saydam, “Gezi Ruhu Neden Mısır İçin Sokaklara Çıkmaz?”, Yeni Şafak, 20 Ağustos 2013, s.16.
[66] Hilmi Yavuz, “Gezi Parkı: Karnavaldan Sivilleşmeye”, Zaman, 16 Haziran 2013… http://www.zaman.com.tr/hilmi-yavuz/gezi-parki-karnavaldan-sivillesmeye_2101042.html
[67] Dr. Bengül Güngörmez, “Modern Mesihler: Gezi Hadisesinin Politik Teolojisi (1)”, Yeni Şafak, 13 Aralık 2013… http://yenisafak.com.tr/yorum-haber/modern-mesihlergezi-hadisesinin-politik-teolojisi-1-10.01.2014-593076
[68] Dr. Bengül Güngörmez, “Modern Mesihler: Gezi Hadisesinin Politik Teolojisi (2)”, Yeni Şafak, 14 Aralık 2013… http://yenisafak.com.tr/yorum-haber/modern-mesihler-gezi-hadisesinin-politik-teolojisi-2-14.01.2014-593427
[69] Hasan Karakaya, “Türkiye, Brezilya, Mısır... Her Soruya Bir Cevabım Var!”, Akit, 2 Temmuz 2013… http://www.habervaktim.com/yazar/60093/turkiye-brezilya-misir-her-soruya-bir-cevabim-var.html
[70] Etyen Mahcupyan, “Melezleşme ve Gezi”, Zaman,7 Kasım 2013… http://www.zaman.com.tr/gundem/melezlesme-ve-gezi_2163360.html
[71] Başından itibaren Gezi Parkı’ndaki direnişte aktif biçimde yer alan İhsan Eliaçık ve Antikapitalist Müslümanlar grubu, AKP’ye sempatiyle bakan sağcı-İslâmcı entelijensiya üzerinde yoğunlaşan bu yazının kapsamı dışındadır.
[72] “Taksim Gezi Parkı’na Kadın Duyarlılığı”, Zaman, 29 Mayıs 2013… http://www.zaman.com.tr/gundem_taksim-gezi-parkina-kadin-duyarliligi_2095154.html
[73] Doğan Gürpınar, “‘Bir Gezi Var Gezi’den İçeri’: Gezi Savaşları”, Zaman, 19 Ağustos 2013... http://www.zaman.com.tr/yorum_bir-gezi-var-geziden-iceri-gezi-savaslari_2120822.html
[74] Ahmet Türk, “İktidarın ‘Gezi Parkı Travması’ ve Alması Gereken Dersler”, Yeni Akit, 3 Haziran 2013… http://www.habervaktim.com/yazar/59593/iktidarin-gezi-parki-travmasi-ve-almasi-gereken-dersler.html
[75] Uğur Kömeçoğlu, “Sosyoloji, Gezi ve İmtihan Meselesi”, Zaman, 25 Haziran 2013… http://www.zaman.com.tr/yorum_sosyoloji-gezi-ve-imtihan-meselesi_2103913.html)
[76] İmzacıların listesi: Fatma Akdokur - Cihan Aktaş - Ümit Aktaş - Mehmet Bekaroğlu - Ayhan Bilgen - Osman Bostan - Ali Bulaç - Sadi Celil Cengiz - Mehmet Bülent Deniz - Mehmet Efe - Hikmet Eren - Alper Gencer - Ömer Faruk Gergerlioğlu - Cihangir İslâm - Kadrican Mendi - Beytullah Emrah Önce - Ali Öner - Ahmet Örs - Yıldız Ramazanoğlu - Cüneyt Sarıyaşar - Abdülaziz Tantik - Ahmet Faruk Ünsal - Halil İbrahim Yenigün.
[78] “Mazlum-Der’de Gezi Parkı Çatlağı”, Radikal,19 Haziran 2013.
[79] “İşte Oligarşiye Destek Çıkan İslâmcılar”, Haber 10, 21 Haziran 2013… http://www.haber10.com/haber/381226/
[80] Ali Bulaç, “Üçüncü Hamle”, Zaman, 23 Haziran 2013… http://www.zaman.com.tr/ali-bulac/ucuncu-hamle_2104593.html
[81] Hazal Özvarış, “Yıldız Ramazanoğlu: Divan Oteli’nin Sahibi Olsam Ben De Kapılarımı Sığınanlara Açardım...” T24, 24 Haziran 2013… http://t24.com.tr/haber/yildiz-ramazanoglu-divan-otelinin-sahibi-olsam-ben-de-kapilarimi-siginanlara-acardim/232598. Hakkını teslim etmek gerek, Yıldız Ramazanoğlu, bu söyleşide AKP ve başkanının tahammül sınırlarını zorlayacak pek çok şey söylüyor. Ancak, söyleşide de dile getirdiği, “bildiri” sonrası “rastladığı hakaretler, tehditkâr cümleler”in bu söyleşideki “suret-i haktan”cı tutumunu desteklemiş olması olasılığı yüksek… Dahası, Ramazanoğlu, birkaç gün sonra, Zaman’da şunları da yazacaktı: “Harekete geçen insani itirazlar kalpleri umutlandırmıyor, Gezi’dekiler mesela, Sırrı Sakık’ın da işaret ettiği, sandıkta yenişemedikleri iktidar partisini farklı yollarla nasıl devirebiliriz diye harekete geçen adamlardan berîyiz diye haykırsaydı keşke. Eylemcilerdeki İslâm karşıtlığı ürkütüyor ekranlardan bile. Buyurganlığa karşı ses çıkaranların buyurganlığı, seçilmiş insanlara karşı kullanılan dayatmacı ve emir kipindeki cümleler dünyadaki hakiki iyilik zincirine eklemlenmekten uzak bir harekete işaret ediyor. Özellikle de Ankara eylemcilerinin yüzlerinde okunan gücü ele geçirme ve kendi tahakkümünü kurma arzusu insanda yılgınlık yaratıyor…” (Yıldız Ramazanoğlu, “Yeni Dünyada Gezi Alemi”, Zaman, 3 Temmuz 2013… http://www.zaman.com.tr/yorum_yeni-dunyada-gezi-alemi_2106681.html)
[82] “Cihan Aktaş Topçu Kışlası Yerine Cami Yapılmasını Önerdi”, Akşam, 22 Haziran 2013… http://www.aksam.com.tr/guncel/cihan-aktas-topcu-kislasi-yerine-cami-yapilmasini-oneriyor/haber-218405

Yorum Ekle

BLOGGER

|/fa-clock-o/ Başlıklar$type=list-tab$c=5$date=1$au=0$page=1$sn=1

/fa-star-o/ Öne Cıkanlar$type=list-tab

/fa-comments/ Yorumlar$type=list-tab$com=0$c=5$src=recent-comments$pages=1

/fa-history/ Arşivden $type=list-tab$source=random-posts$author=0$c=5

/fa-users/ TAKIP ET

Ad

“HOŞGÖRÜDEN EŞİTLİĞE: TÜRKLERLE ERMENİLER ARASINDAKİ GÜÇ İLİŞKİLERİNİ BİR SİVİL HAKLAR MODELİ ARACILIĞIYLA DEĞİŞTİRMEK,1,“KOBANÊ’NİN ‘BİZ’İMLE NE ALÂKÂSI VAR?,1,“NEFRET SUÇLARI” VE “ZEHİRLİ KAN” ÜZERİNE,1,1 MAYIS 2015’DE İSTİKAMET(İMİZ) -2014’TE OLDUĞU GİBİ!- TAKSİM,1,1 MAYIS 2016 DERS(LER)İ,1,1 MAYIS’A GİDERKEN: AKP KADINLAR İÇİN NE YAPTI,1,1 mayis,14,100. YAŞINDA EKİM DEVRİMİ’NİN ANIMSATTIKLARI,1,100’E 1 KALA ERMENİ GERÇEĞİNİN TOPOĞRAFYASI,1,12 eylul,4,12 EYLÜL 2010 SONRASI,1,12 EYLÜL KİME KARŞIYDI?,1,12 EYLÜL YARGILANDI… MI?,1,12 EYLÜL’Ü YARGILAMAK...,1,1915- HRANT VE ADALET,1,1968’İN 50. YILINDA SARI YELEKLİLER,1,2013,1,2014,1,2014 İÇİN 2013’ÜN 1 MAYIS DERSLERİ,1,2015,1,2015 1 MAYIS’INDAN 2016’YA YİNE YENİDEN ISRARLA TAKSİM,1,2016,1,2018,1,2019: YERKÜREDE VE COĞRAFYAMIZDA İŞÇİ SINIFI(MIZ),1,23 NİSAN BİTTİ ‘KUTLU DOĞUM’ VERELİM,1,24 HAZİRAN SEÇİM(LER)İ VE TAVIR(IMIZ),1,7 HAZİRAN 2015 SEÇİMLERİ’NE DAİR -GEREKÇELİ- TAVRIMIZ,1,7 HAZİRAN’DAN 1 KASIM’A HDP NOTLARI,1,8 mart,3,A-UTOPYA’YA UNUTULMAZ BİR YOLCULUK,1,ABD EMPERYALİZMİ VE VENEZÜELLA 2019,1,AÇIK SÖZLÜ OLMAK İYİDİR (7 HAZİRAN SONRASINA DAİR DEĞERLENDİRME),1,ADALET: ANTROPOLOJİK BİR BAKIŞ,1,afis,1,AFRİN (VE SURİYE’N)İN ÖTESİDİR,1,AFRİN (VE SURİYE),1,AKADEMİNİN ÖZGÜRLÜĞÜ İÇİN,1,akademisyen,2,AKADEMİSYEN SORUMLULUĞU,1,AKLIMIZDA TAŞIYORUZ SİZLERİ,1,akp,36,AKP İKTİDARI VE GÜNDELİK HAYATIN İSLÂMİLEŞTİRİLMESİ,1,AKP İSLÂM FAŞİZM ve KADINLAR,1,akp.kriz,1,AKP’NİN ‘KÜLTÜR POLİTİKALARI’?,1,AKP’NİN “DERİN DEVLET”İ,1,AKP’NİN “KINDER KUCHE KIRCHE”Sİ,1,AKP’NİN “MUHAFAZAKÂR”LIĞI NEYE DENK DÜŞER,1,AKP’NİN “ORGANİK AYDINLARI” VE HAZİRAN KALKIŞMASI,1,AKP’NİN BAŞKAN”LIĞI,1,AKP’NİN EĞİTİM SİSTEMİ Mİ DEDİNİZ,1,AKP’NİN EĞİTİM SİSTEMİ: MİLLİYETÇİ MANEVİYATÇI VE PİYASACI,1,AKP’NİN EĞİTİM SİSTEMİYLE İMTİHANI,1,AKP’NİN KADINLARA KARŞI SAVAŞI: MADAM GİBİ ÖLMEK,1,AKP’NİN MUHAFAZAKÂRLIĞI İSLÂMCILIĞI NEOLİBERALİZMİ VE KADINLAR,1,aktuel,4,aktüel,2,ALEVÎLİK VE SINIF MÜCADELESİ: KÜLTÜR VE EKONOMİ POLİTİK,1,aleviler,1,amerika,2,ANADOLU’NUN “YA BASTA”SI,1,antropoloji,10,ANTROPOLOJİ: NASIL VE NİÇİN,1,arkeoloji,1,ARSIV,1,ATAERKİ” ÜZERİNE,1,ATAERKİL PAZARLIK BOZULDU,1,AVM’LER,1,AVRUPA BİRLİĞİ: ÇOKKÜLTÜRCÜLÜĞÜN “KRİZİ”,1,aydinlar,9,aydinlar devrimciler,27,AYŞE ÖĞRETMEN “DAVA”SININ ANIMSATTIĞI,1,Barış Bildirimi metni,1,baris,7,basin,3,BAŞKALDIRIDIR MİZAH YA DA HİÇ!,1,BE ZİMAN JÎYAN NA BE,1,BEJDAR’IN TUTSAK ALINAMAYAN ŞİİRLERİ,1,BEKLE BİZİ -YENİDEN- TAKSİM,1,BELLEKLE GELECEĞİN KARŞILAŞMASI,1,bilim,3,BİR “ELEŞTİRİ”YE KISA KENAR NOTLARI,1,BİR “İMKÂNSIZ AŞK” HİKÂYESİ: “AKADEMİ VE ÖZGÜRLÜK,1,BİR “PRAKSİS ANTROPOLOJİSİ” İÇİN,1,BİR AYDIN(LIK) HÂLİ FİKRET BAŞKAYA,1,BİR DAHA ASLA DİYEBİLMEK İÇİN: GÖZALTINDA KAYIPLAR,1,BİR İKTİDAR (YENİDEN-)ÜRETME ARACI OLARAK MOBBİNG[*],1,BİR İKTİDAR ARACI OLARAK KORKU,1,BİR KEZ DAHA “TERÖR” MÜ,1,BİR KİMLİK SİYASETİ OLARAK MİLLİYETÇİLİK VE IRKÇILIK,1,BİR MİLAT: REFERANDUM VE SONRASI,1,BİYOLOJİ KADER Mİ? ya da “FITRAT”A DAİR,1,BİZİM DELİLERİMİZ,1,BM DB VE IMF’NIN DILINDE KADIN YOKSULLUĞU,1,bölge,3,BU 12 EYLÜL REJİMİ… BURADAN ÇIKIŞ YOK,1,BU NE ŞİDDET BU CELÂL? (YA DA “GULYABANİ” KİM),1,BUGÜN ADNAN YÜCEL KONUŞACAĞIZ,1,CELLATLARIN DÖKTÜKLERİ KAN,1,cevre,14,CHARLIE HEBDO’YA SALDIRI TE’VİLLERİ VE TAVRIMIZ,1,chd,1,cinayetler,12,CUJUS REGIO EJUS RELIGIO,1,CUMHURBAŞKANLIĞI SİSTEMİ VEYA BU KADAR YETKİYİ BABANIZA VERİR MİYDİNİZ,1,Çile'nin Antropolojisi: Bir Anı Bir Gözlem ve Bir Tahlil Girişimi,1,ÇOCUKLAR ÖLMESİN DEMEK TERÖR SUÇU MU,1,ÇOCUKLARININ ETİYLE BESLENEN ÜLKE,1,ÇÖZÜMÜN SOSYO-EKONOMİK YANI,1,DAĞLAR ERİRSE – ZEVEBÂN,1,DAİMA YAŞAYACAKTIR İSMİYLE MÜSEMMA YAŞAR KEMAL,1,DARBE GİRİŞİMİ VE SONRASI,1,dava,13,davalar,1,DELİ DUMRUL’UN “KENTSEL DÖNÜŞÜM”Ü ya da YOLSUZLUK RANTIN İKİZ KARDEŞİDİR,1,DEMİRİN TUNCUNA İNSANIN...,1,demokrasi,2,DEMOKRATİKLEŞ-ME PAKETİ,1,dersim,2,devlet,12,DEVLETİN ERKEKLERİ YA DA KADINA ŞİDDET NASIL ÖNLENMEZ,1,DEVLETİN KÜRTAJI: ROBOSKÎ,1,DEVLETLÛLAR,1,devrim,9,DİĞERLERİ VE KENT HAKLARI…[*],1,dinler,7,DİNLER İSLÂM VE KADIN BEDENİ,1,dinleti,1,DİRENEN DAMAR[*] ÇÜRÜMEYEN,1,direnis,3,dunya,5,dünya,56,düsünce özgürlügü,2,EGEMENLERİN “PYRRHUS ZAFERİ”: F-TİPİ,1,egitim,12,EKİM DEVRİMİ SOSYALİZM KADINLARIN KURTULUŞU,1,ekoloji,10,ekonomi,7,elestiri,1,ELEŞTİRİ HAYATTIR; YAŞATIR,1,emek,15,emekciler,3,EMEKÇİLER İŞSİZLER YOKSULLAR NEREDE,1,emperyalizm,8,EMPERYALİZM- T. “C” VE AFRİN,1,enternasyonalizm,1,ENTERNASYONALİZM ÜZERİNE NOTLAR,1,ERCAN BİNAY’DAN (BAFRA T TİPİ) MEKTUP VAR: ABDULLAH KALAY’A ÖZGÜRLÜK,1,ermeniler,4,ESKİ(MEYEN)/ YENİ TÜRKİYE”DE BARIŞ (MI),1,etnoloji,2,EVET ÇIKSA DA “HAYIR”,1,EVLAT YOLDAŞ,1,fasizm,6,FAŞİZM VE KADINLAR,1,felsefe,1,feminist,1,FİDEL İÇİN SANCAĞI YARIYA İNDİRMEYİN DAHA DA YÜKSELTİN,1,FRIEDRICH ENGELS VE AİLENİN,1,genclik,2,GERÇEKTEN DE NEDİR TERÖR,1,GÖBEKLİTEPE BİZE NEYİ ANLATIYOR,1,güncel,4,gündem,11,GÜNDEM’E DÜNE VE BUGÜNE DAİR,1,HAFIZASINI YİTİRMEYEN “DERSİM’E AĞIT,1,hakkinda,1,HÂL ÜLKEYİ KUTUPLAŞTIRIYOR,1,HÂL VE GİDİŞ(İMİZ),1,HANGİMİZ ÖZGÜRÜZ Kİ,1,hareketler,1,Hasta Tutsak Abdullah Kalay 2. Heyet Raporuna Rağmen Tahliye Edilmiyor!‏‏,1,HAVADIR SUDUR ATEŞTİR YANİ HAYATTIR GRUP YORUM,1,HER GÜN DÖRT İŞÇİ BEŞ KADIN,1,HER KÖYDE BİR “KÖPEK” VARDIR,1,HİÇLEŞTİRİLME KAYGISINDAN ÖFKEYE SARI YELEKLİLER,1,HRANT,1,hrant dink,4,hrant dink'in katline 2015 perspektifinden bakmak,1,hukuk adalet,33,IŞILTILI VE “TEHLİKELİ” BİR KADIN: SUAT DERVİŞ,1,IŞİD VE İSLÂMCI “FEMİNİSTLER”,1,ibrahim kaypakkaya,1,İFADE ÖZGÜR(LÜĞÜ) MÜ,1,İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ VAZGEÇİLEMEZ ÖNCELİKLİ DEĞERDİR,1,iktidar,10,iletisim,2,inanc,7,insan haklari,1,isci-sendika,11,islam,14,islam.ortadogu,1,İSLÂMCI-MUHAFAZAKÂRIN ZİHİN HARİTASINDA BİR GEZİNTİ: “NASIL BİR KADIN(LIK),1,İSTANBUL SEÇİMİ - BİR DEĞERLENDİRME,1,isyan,15,İŞÇİ SINIFI 2017 1 MAYIS(’IMIZ) VE KATLİAMIN 40. YILINDA TAKSİM,1,İŞÇİ SINIFININ KADINLAŞMASI,1,İTİRAZ VE ELEŞTİRİ “HAZIROL”DA DURMAZ,1,İYİ Kİ YAŞADILAR İYİ Kİ YAZDILAR,1,KADIN(LAR) VE DEVRİM(LER),1,KADINLAR KAPİTALİZM FAŞİZM VE AKP,1,KADINLAR GERÇEKTEN DE “SINIFLAR-ÜSTÜ” MÜ,1,KADINLAR İÇİN OLABİLECEK EN KÖTÜ ALAŞIMIN ORTASINDAYIZ,1,KADINLARA KENTLERE GECELERE DAİR,1,KADINLARIN KURTULUŞU: MARKSİZM’SİZ OLUR MU,1,kadin,57,kadinlar,11,KALBİM(İZ) CİZRE’DEDİR,1,kapitalizm,22,KAPİTALİZM KÜLTÜR DİRENİŞ,1,KAPİTALİZMİN KENDİNİ İMHASI: NEOLİBERALİZM,1,kart,1,katlamlar,1,katliamlar,7,KELLE FIYATINA HÜRRIYET ESIRLIK BEDAVA,1,KENTİ (YOKSULLARINDAN) TEMİZLEMEK,1,KEŞFEDİLMEMİŞ GELECEĞİN BİÇİMLENMESİ İÇİNDİ SAMİR AMİN,1,kitap,35,KOBANÊ BİZİMDİR BİZ KOBANÊ’YİZ,1,KOLEKTİF BİR DEVLET CİNAYETİ: HRANT DİNK,1,komünizm,5,kriz,53,KRİZ SAVAŞ VE İŞÇİ SINIFI ÜZERİNE GÖRÜŞLER,1,KRİZDEN İNSAN MANZARALARI[*],1,KÜLTÜR “YERLİ VE MİLLİ” MİDİR?YA DA NEDİR,1,kültür sanat,29,KÜRESEL KÜLTÜR” MÜ,1,kürt sorunu,1,laiklik,1,LAİKLİK Mİ HANGİSİ,1,latin amerika,11,LATİN AMERİKA: SAĞIN GERİ DÖNÜŞÜ - 1/ BREZİLYA ÖRNEĞİ,1,LATİN AMERİKA: SAĞIN GERİ DÖNÜŞÜ-2/ PARAGUAY: “TEKNİK DARBE,1,LATİN AMERİKA’DA BARIŞ SÜREÇLERİ,1,LATİN AMERİKA’DAN “BARIŞ SÜREÇLERİ”: EL SALVADOR ÖRNEĞİ,1,LATİN AMERİKA’NIN DESAPARECIDO’LARI,1,leninizm,3,LÜZUM” ÜZERE: BİR KEZ DAHA İSTANBUL SEÇİMİ,1,MAĞLUP MU DENİR ŞİMDİ ONLARA?,1,MARKSİST-LENİNİST ROMAN YAZARI : VEDAT TÜRKALİ,1,marksizm,5,MARKSİZM + V. İ. LENİN = EKİM DEVRİMİ (NOTLARI),1,MARKSİZM AİLE AŞK CİNSELLİK ÜZERİNE SÖYLEŞİ,1,MARKSİZM VE KADIN ÜZERİNE,1,Marksizm ve Kadın: Emek Aşk Aile,3,MARKSİZM VE KADINLARIN KURTULUŞU,1,MARX’IN DÜŞÜNCE DÜNYASINA BİR SEYAHAT: ETNOLOJİ DEFTERLERİ,1,MARX’TAN ÖĞRENEN BİR ÇUKUROVALI: OKTAY ETİMAN,1,MASKELİ FAŞİZM: “POPÜLİST AŞIRI SAĞ,1,medya,1,MEVTAYI İYİ BİLMEZDİK,1,milliyetci,2,mizah,2,MURAT’IN DÜŞÜ LAMBORGHİNİLER VE DÜNYAYI DEĞİŞTİREBİLMEK,1,mücadele,13,MÜCADELE BOYU BİR YAŞAM: SCHAFIK JORGE HANDAL,1,MÜCADELEYE DEVAM”[1] “BU DAHA BAŞLANGIÇ,1,NE OLDU O “İMTİYAZSIZ SINIFSIZ KAYNAŞMIŞ KİTLE”YE,1,NEO-FAŞİZM(LER) “FEMİNİST” Mİ,1,NEO-LİBERAL TÜRKİYE’DE MUHAFAZAKÂRLAŞMA/ DÜŞKÜNLEŞME DİYALEKTİĞİ,1,NEO-LİBERAL TÜRKİYE’NİN “EN ALTTAKİLER”İ: İŞÇİ SINIFI KÜRTLEŞİRKEN,1,neoliberal,11,newroz,1,NİCE ONYILLARA ‘YENİKAPI’LI YOLDAŞLAR,1,O GÜN BU ÜLKEDE. O GÜN O ALANDA,1,OĞLUM(UZ) ÖLÜMSÜZDÜR,1,ohal,4,OKTAY AĞABEY(İMİZ,1,ONLAR ÇALIP ÇIRPTIKÇA BİZ YOKSULLAŞIYORUZ,1,ORÇUN,1,ortadogu,8,ORTADOĞU’DA BİR KARABASAN: IŞİD,1,OSMANLI’YI “İHYA” ETMEK: AKP’NİN TÖRENLERİ,1,OTUZÜÇ KOR DÜŞTÜ YÜREĞİMİZE…,1,ÖFKELENİNCE ÇOK GÜZEL OLUYORSUN TÜRKİYE,1,ÖFORİNİN ORTASINDA,1,ÖĞRETTİKLERİ HATIRLATTIKLARIYLA GREİF DİRENİŞİ,1,ÖLÜMSÜZ ABİ(MİZ) OKTAY ETİMAN,1,ÖRGÜTLÜ MÜCADELE ETİĞİ VE SOSYALİST DEMOKRAS,1,öteki,26,ÖZEL MÜLKİYETİN DEVLETİN KÖKENİ ÜZERİNE,1,ÖZERKLİKÇİ ANAYASA SONRASINDA BOLİVYA DERSLERİ,1,ÖZGECAN’IN KATLİNİN AKP’YLE NE İLGİSİ VAR,1,özgeçmis,1,özgürlük,3,panel,3,PARANOYA VE MEGALOMANİNİN (“YENİ”) REJİMİ,1,PARİS KATLİAMI “BARIŞ SÜRECİ” VE HESAPLAŞMA,1,politika,12,POPÜLER KÜLTÜRE ELEŞTİREL BAKIŞLAR - KISA BİR TARİHÇE,1,postmodernizm,1,protesto,2,RECEP’İN TÜRKÜ(/ŞİİR)LERİ,1,referandum,3,rejim,1,roboski,1,ROBOSKİ’NİN KANAYAN KARANFİLİ,1,röportaj,12,SAHİ “VESAYET (REJİMİ)” KALKTI MI,1,SAHİCİ OLMAK,1,savas,3,savas-baris,1,SAVAŞ ŞIDDET ÜZERINE EKONOMI-POLITIK VE ANTROPOLOJIK NOTLAR,1,SAYGI VE HAYRANLIKLA ÇHD GENEL KURULU’NA,1,secim,18,secimler,4,seçim,5,SEÇİMLERİN SONRASINDA,1,seminer,1,sempozyum,1,SEN ÇÜRÜMENİN RESMİNİ ÇİZEBİLİR MİSİN ABİDİN?YA DA MEMLEKETTEN EĞİTİM MANZARALARI,1,SEN MİSİN “BARIŞ” DİYEN,1,sibel özbudun,1,sinifsal bakis,10,SİVAS KATLİAMI O GÜN ORADA BİTMEDİ,1,siyonizm,4,SİYONİZM ANTİ-SEMİTİZM VE BİR “MUGALATA” ÜZERİNE,1,SOMA “SON” OLSUN; AMA DEĞİL,1,sosyal bilimler,4,SOSYAL BİLİMLER: BİR ŞEY YAPMALI,1,sosyalizm,12,SOYKIRIM ÜZERİNE RESMÎ SÖYLEMLER ya da T.C. SOYKIRIMI NEDEN TANIMALIDIR,1,SOYKIRIMA TANIKLIK(LAR),1,soykirim,2,söylesi,1,söyleşi,2,SÖYLEŞİ: OKURYAZARLIK ÜZERİNE,1,suriye,2,SURUÇ’UN İŞARET ETTİĞİ,1,SUSMA SUSTUKÇA SIRA SANA MUTLAKA GELECEK,1,SUSMA! SUSTUKÇA SIRA SANA GELECEK,1,SUYUN DELİ DUMRULLARI: ÖZELLEŞTİRMELER,1,SÜREKLİLEŞTİRİLEN OHAL VE,1,ŞİDDET Mİ MEŞRUİYET YİTİMİ Mİ,1,ŞİDDET NEDEN KAPİTALİZMİN “OLMAZSA OLMAZI”DIR,1,taksim,3,tanitim,12,TANTALOS’U YARATMAK,1,tarih,15,tck,2,tck301,1,temel demirer,17,tercüme,2,terör,1,TIMEO HOMINEM UNIUS LIBRI/ TEK KİTAPLI İNSANDAN KORKARIM,1,TOTALİTARYANİZMİ SOKAKTA ALT EDEBİLMEK,1,TOTALİTERLEŞMEYE İHVAN’LAŞMAYA KARŞI,1,TÖREN ULUS-DEVLET İKTİDAR[*],1,Turkey a Beauty When Angry,1,tüketim,1,Türk Akademiası: Gerçekten kadınlar için Bir Cennet mi,1,TÜRK HALKI BARIŞÇI MI,1,TÜRK(İYE) İSLÂMI’NDA KADIN OLMAK,1,türkiye,79,ULAŞ ULAŞ’TIR,1,UNUTMAYACAĞIZ UNUTTURMAYACAĞIZ: ŞAHİT OL ANKARA GARI,1,UNUTULMAMASI GEREKENLER,1,üniversite,6,ÜNİVERSİTEYİ ÖLDÜRMENİN SEKİZ YOLU (YA DA ÜNİVERSİTE PİYASAYA NASIL ENTEGRE OLUR,1,VAHŞETİN ALTERNATİFİ VAR ELBETTE,1,VAR OLANDAN KOPMAK İÇİN YEREL SEÇİM VE SORU(N)LARI,1,VENEZÜELLA VE EMPERYALİZM KONUSU,1,VESAYET REJİMİ” ÖLDÜ YAŞASIN “İLERİ DEMOKRASİ,1,video,24,VURUN “ÖTEKİ”NE,1,YA SEV YA TERKET: BİR BİAT ARACI OLARAK MOBBİNG,1,YA SOSYALİZM YA BARBARLIK,1,YANIT: OLAN VE GELEN[*],1,YARGI BAĞIMSIZLIĞI” MI DEDİNİZ,1,yasam,18,YENİ TOPLUMSAL HAREKETLER NE KADAR “YENİ”,1,yeni yil,2,YENİ YÖK YASA TASLAĞI ÜZERİNE: PİYASA ÜNİVERSİTEYİ YUTARKEN,1,YENİDEN HAYKIRABİLMEK: “YERİMİZ MUTFAK DEĞİL DÜNYA,1,YERELİ BİRLİKTE YÖNETMEK - NASIL BİR DÜNYA İSTİYORSAK ÖYLE BİR YEREL YÖNETİM,1,YILDIZLARIN GÜNCESİNİ TUTAN ADAM: CENGİZ GÜNDOĞDU,1,yök,3,yönetim,1,YÜREĞİMİZDE,1,ZAPATİSTALARIN 33. YILI: BİR DEĞERLENDİRME,1,ZEYTİNLİĞİ ZİNDAN YAPAN SİSTEMATİK ZULME DİRENENLER,1,ZİNDAN(LAR)IN TÜRKÇESİ,1,ZORUNLU BİR AÇIKLAMA (II)… VE BİR EKLEME,1,
ltr
item
sibel🍂özbudun: AKP’NİN “ORGANİK AYDINLARI” VE HAZİRAN KALKIŞMASI[*]
AKP’NİN “ORGANİK AYDINLARI” VE HAZİRAN KALKIŞMASI[*]
sibel🍂özbudun
https://sibelozbudun.blogspot.com/2015/08/akpnin-organik-aydinlari-ve-haziran.html
https://sibelozbudun.blogspot.com/
https://sibelozbudun.blogspot.com/
https://sibelozbudun.blogspot.com/2015/08/akpnin-organik-aydinlari-ve-haziran.html
true
1739006321341950428
UTF-8
Loaded All Posts Not found any posts Diger daha fazla Yanıtla Cancel reply Sil Ana Sayfa Sayfa Posta Hepsini Gör BUNA BENZER Etiket Arsiv Ara Bütün Yayinlar İsteğiniz gönderi bulunamadı Ana Sayfaya Dön Sunday Monday Tuesday Wednesday Thursday Friday Saturday Paz Pts Sal Car Per Cum Cmt January February March April May June July August September October November December Oca Sub Mar Nis May Haz Tem Agu Eyl Eki Kas Ara simdi 1 dakika önce $$1$$ minutes ago 1 saat önce $$1$$ hours ago dün $$1$$ days ago $$1$$ weeks ago more than 5 weeks ago Followers Follow THIS CONTENT IS PREMIUM Please share to unlock Copy All Code Select All Code All codes were copied to your clipboard Can not copy the codes / texts, please press [CTRL]+[C] (or CMD+C with Mac) to copy