“Bugün kanıtlanmış olan, bir zamanlar yalnızca hayal edilmişti.” [2] - Referandum sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Şaşırtı...
“Bugün kanıtlanmış olan,
bir zamanlar
yalnızca hayal edilmişti.”[2]
- Referandum sonuçlarını nasıl
değerlendiriyorsunuz? Şaşırtıcı mı, yoksa tahminlerinize denk düşen bir tablo
mu?
Sibel Özbudun
(SÖ): Doğrusunu isterseniz buna yakın bir sonuç bekliyordum. Bu bakımdan,
kişisel olarak şaşırdığımı söyleyemem.
Ama yine de,
sonuçları açısından Türkiye’de önemli değişimlere (ya da, daha doğru bir
deyişle, “başkalaşımlara”) ve onların öngörülmesi zor sonuçlarına yol açacak
bir tablo bu.
Öncelikle, referandum, AKP açısından bir net
bir “güvenoyu” anlamına geliyor. Kaldı ki, ortalama seçmen de bunu böyle
algıladı. Oy verenlerin büyük bölümünün “neyi” oyladığını bilmeden, “Recep
Tayyip’e yandaş” ve “Recep Tayyip’e karşı” oy kullandığı, sandık başlarında
yapılan sondajlarda da ortaya çıkıyor.
Eğer durum
böyleyse, evet, hayır ve boykot oylarının yerleştiği harita, bir
parçalanmışlığı gözler önüne sermekte: Mevcut tanımıyla laiklik yandaşı “Hayır”cılar
(ki bunlar arasında CHP oylarının arttığı, MHP’nin ise gerilemede olduğu
anlaşılıyor), Anadolu maneviyatçılığı/muhafazakârlığını temsil eden “Evet”çiler…
ve farklı oranlarda da olsa, “Boykot” çağrısına tepki veren Kürt coğrafyası…
Referandum “zaferi”nin
AKP’ye sağladığı yargı üzerinde manevra kabiliyeti de göz önünde
bulundurulduğunda, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bu parçalı manzarayla eski
yöntemlerle başa çıkamayacağı daha da açıklık kazanıyor. “Birlik ve beraberliği”
asgarî hasarla sağlamak, artık her şeyden çok, bu üç parçanın “konsensüsü”nü
gerektiriyor - ki bu da bana bir hayli kuşkulu gözüküyor…
- Kürt illerindeki sonuçları baz alırsak;
nasıl bir durum analizi yaparsınız? Kürt illerindeki boykot oranını nasıl
karşılıyorsunuz?
SÖ: Ahmet
Kardam’ın, seçimin hemen ertesinde Kürt illeri ve boykota ilişkin bir
değerlendirmeyi elektronik ortamda inceleme fırsatım oldu. Kardam Kürt
coğrafyasını “çekirdek”, “çeper” ve “göç alan” olmak üzere üç kategoride ele
alıyor ve boykot oranının “çekirdek iller”de (Ağrı, Diyarbakır, Dersim Hakkari,
Mardin, Urfa, Van, vb.) yüzde 52’yi [tabii, Hakkâri, Diyarbakır, Şırnak ve
Batman’ın bu çekirdek içerisinde bir “çelik çekirdek” oluşturduğunu göz ardı
etmemek gerek…] bulduğunu, “çeper” illerde (Adıyaman, Antep, Elazığ, Erzurum, Hatay,
Malatya vb.) ise yüzde 21.8 dolaylarında olduğunu vurguluyor.
Bu ayırımın akla yakın olduğu kanısındayım,
kanımca BDP’nin çağrısının daha etkin olduğu “çelik çekirdek” dışında, bu
oranlar AKP’nin (ya da Fethullah Gülen’in mi demeli) bölgede hiç de
azımsanmaması gereken bir etkiye sahip olduğunu göstermekte.
AKP, bu
referandumla birlikte, Türkiye’nin merkezî gücü olmaya talip olduğunu ilan
etmiş oldu. “Kürt sorunu”nun ise önündeki en çetrefilli sorunlardan birini,
hatta birincisini oluşturduğu, malum. Bölgeden aldığı “evet” oyları, önümüzdeki
günlerde AKP’nin Kürt coğrafyasına müdahalesinin zeminini oluşturacak.
-Kürt halkı, referandumu anayasa değişikliği
biçiminde görmekten ziyade; demokratik özerklik tartışmalarını esas alarak,
oylamada boykot tercihini kullandı fakat bir yanıyla da özerkliğe ‘evet’ demiş
oldu; hem statükocu hem de gerici ilan ettiği çevrelerden sıyrılarak. Bu
hususta, Kürtlerin demokratik özerkliğe ciddi bir düzeyde destek çıkması,
önümüzdeki süreçte Türk devletinin ne gibi adımlarda bulunmasını gerektirir?
SÖ: Sorunuzu
fazla “iyimser” ve fazlasıyla “yönlendirici” bulduğumu belirtmeme izin verin.
Malum, “özerklik” tartışmasının Kürt coğrafyasında dolaşıma girmesi bir hayli
yeni. Kürt halkının “özerklik” için oy kullandığı söylemine ikna olmak, şimdilik
“zor”. Ancak, şunu diyebiliriz: Kürt halkı çekirdekte çoğunluk itibariyle,
çeper illerde ise daha düşük oranlarda BDP’ye desteğini sürdürmekte ve Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’ne itiraz etmektedir.
Her durumda,
yukarıda sözünü ettiğim parçalı tablo nedeniyledir ki, işler Türk devleti
açısından eskisinden çok daha zorlu olacak. Geleneksel monolitik (tekçi) yapıyı
sürdürmek, hem Kürt talepleri artık geriye dönüşsüz bir noktaya geldiğinden,
hem de monolitizm söylemini fazlaca “iplemeyen” yeni bir fraksiyon, Anadolu
burjuvazisinin temsilcisi AKP devlet yönetiminde merkezî bir konum kazandığı
için…
- Türk devleti, referandum sonuçlarını
boykotu da hesaba katarak iyi okumazsa, 20 Eylül’ün ardından eylemsizlik de son
bulmuş oluyor. Bu kapsamda, önümüzdeki sürece ilişkin değerlendirme ve
beklentileriniz nedir?
SÖ: Ben AKP’nin
bir yandan Avrupa Birliği Muktesebatı temelinde, (yani “bireysel haklar”
bazında) bir çözüme daha yatkın bir “pazarlığı” sürdürmeye yönelik çabaları
derinleştirirken, bir yandan da Güney Kürdistan yönetimi ile müzakereler ve en
çok da son 5-10 yılda yaratmayı başardığı “Beyaz Kürtler” aracılığıyla Kürt
ulusal hareketini kuşatma, yalıtlamaya ağırlık vereceğini düşünüyorum. Ancak
Kürtlere yönelik her attığı adım, aynı tabanı paylaştığı statükocu güçler
(özellikle de MHP) tarafından büyük yaygarayla karşılanacağı ve seçmen tabanını
riske atacağı da unutulmamalı. Bir başka deyişle, AKP’nin “pazarlık” gücü
sınırlı... Burada önemli olan, Kürt ulusal hareketinin ve onun siyasal temsilcisi
BDP’nin duruşu. AKP ile “müzakere”ye dayalı bir reel-politiker duruşun,
yıllardır inanması güç acılara büyük bir özveriyle katlanan Kürt halkının
indinde, onları “AKP’li/Kürt politikacılar”dan farksız kılacağını düşünüyorum.
-Kürt illerinde ‘evet’ oyunun yoğun olarak
çıkması, biraz da boykotun etkisiyle yaşandı. BDP’ye yönelik bazı kesimlerden
bu kapsamda eleştiriler geliyor. Ancak sonuçta Kürtlerin ille de belirli
güçlere (AKP, veya CHP-MHP) yedeklenmesini beklemek, haksızlık değil mi? Siz,
bu eleştirileri yerinde buluyor musunuz?
SÖ: Türkiye’de eli kalem tutan kesim ya da
politikacılar arasında -en çok da liberal (sahte-) “dost”ların katkısıyla, bir
tavır oluştu - herkes Kürtlerin nasıl davranması, ne yapması gerektiği
konusunda ahkam keserken, kimsenin aklına -birkaç medyatik “Beyaz Kürt”: Altan
Tan, Muhsin Kızılkaya, Mehmet Metiner, vb. dışında- Kürtlerin fikrini sormak
gelmiyor.
Bu, tipik bir sömürgeci veya oryantalist tavrı!
Tabii ki, Kürtlerin oy verme ya da vermeme, ya da, daha genel anlamıyla nasıl
yaşamak istedikleri, kaderlerini tayin konusunda hak ve yetkileri, yalnızca
kendilerine aittir. Bu eleştirileri ciddiye almamak gerekir bence…
-Eklemek istedikleriniz...
SÖ: Biliyorsunuz,
referandumda boykot, sosyalist solun bir kesiminin de tavrıydı. Onlar, egemen
blokun iki fraksiyonu arasındaki kayıkçı kavgasına “Taraf” olmayı reddederek
hem liberal, hem de “ulusal” sol ile sınırlarını bir kez daha teyit ettiler.
Suyun Batı yakasında “boykot”, (anaakım medya tarafından göz ardı edilen) önemli
bir ahlâksal duruşa denk düşmekteydi. Ve, aslına bakılırsa, ister ne tarafa oy
vereceğini kestiremediği, ister ortada oylanmaya değer bir şey olmadığını
düşündüğü için oy kullanmaya gerek duymayan (bunları “boykotçular” olarak
nitelemenin zorlama olduğu kanısındayım) yüzde 20’den iri bir kesimin varlığı, “boykot”un
iyi izah edilememiş, ama nesnel bir dayanağı olduğunu gözler önüne sermekte.
Suyun batı yakasında yüzde 20’lik bir “yabancılaşmışlar” kitlesi ile
referandumdan çıkacak “Evet”in hükümetin neo-liberal girişimlerini dizginsiz
bırakacağı kaygısıyla “Hayır” oyu kullananların varlığı, bu “ahlâksal duruş”u “siyasal
bir duruş”a tercüme edilebilir kılmaktadır.
Bu ülkede hem statüko güçlerine hem de neo-liberal
(Fethullahçı) İslâmcılara meydan okuyan bir sosyalist hareket ile Kürt ulusal
Hareketinin elele vermesi, hepimizin özlemini çektiği kökten değişimlerin
ebesinin bedenlenmesi anlamına gelir…
14 Eylül 2010
17:48:33, Ankara.
N O T
L A R
[1] Yeni
Özgür Politika, 25 Eylül 2010… Kaldıraç, No:114, Ekim 2010…
[2] William
Blake.
Yorum Ekle