“ İçsiz cevizi hafifliği ele verir.” [1] “ AKP ve kültür politikaları ?” konusunda yazı istediğinde, bir an durakladım… “AKP ve An...
“İçsiz cevizi
hafifliği ele
verir.”[1]
“AKP ve kültür politikaları?” konusunda
yazı istediğinde, bir an durakladım… “AKP ve Anayasa değişikliği”, “AKP ve neo-liberalizm”,
“AKP ve emek haklarının gaspı”, “AKP ve özelleştirme”, “AKP ve işsizlik”, “AKP
ve mahalle baskısı”, “AKP ve neo-Osmanlıcılık”, vs., vs., daha da
çoğaltılabilir… velhasıl onlarca, belki de yüzlerce başlık altında
irdelenebilecekken “Kültür Politikaları” şıkkı (dikkat, “Kültür” demiyorum…) gerçekten
de AKP ile en son yan yana getirilebilecek başlıklardan biri gibi duruyor…
“Kültür
politikaları” anlayışını “Batılılaşma” fikri üzerine inşa etmiş bir devlette bu
kalem, gerçekten de muhafazakârlığını (Sünnî) İslâm’a referansla anlamlandıran
ve/fakat “çağdaş demokratik değerler platformunda siyaset yapmayı
benimse”diğini[2]
ilan eden, yani, genel hatlarıyla, İslâmî hat izleyen seleflerinin aksine Batı
dünyasından bir kopuşu değil, “kendi değerlerini muhafaza ederek” bir
entegrasyonu hedefleyen[3] bir parti için en mayınlı alanlardan biri olsa
gerek… Ne de olsa, çoğunluğu İmam-Hatip zihniyetli bir kadroyla, operayı,
baleyi, senfoni orkestrasını, tiyatroyu, resmi, heykeli vb. “yönetmek”
durumunda olmak, oldukça “nazik” bir konum…
“İslâmî
çıkışlı” olmayan sağ-muhafazakâr iktidarlar, daha önce çokça “hamaset”e
dayanarak götürüyorlardı maçı: 29 Mayıs’lardaki mehteran gösterileri, Devlet
Tiyatrolarında Necip Fazıl oyunları, Türk Tarih Kurumu’nun Osmanlı-Türk
kültürü, Kültür Bakanlığı’nın Türk-İslâm sentezi konulu yayınları, 19 Mayıs
gösterilerinde kız öğrencilerin uzayan etek boyları, arkeolojik kazılarda
Selçuklu-Osmanlı eserlerinin öne çıkartılarak İslâm-öncesi uygarlıkların göz
ardı edilmesi, “maneviyatçı” yazarlar “taltif” edilirken “solcu” addedilenlerin
unutuluşa terki… Tüm bunları yaparken ne iç iktidar odakları, ne de Batı
dünyası tarafından “İslâmcı/Şeriatçı” olarak damgalanmayacaklarını bilmenin
gönül rahatlığı içerisinde, zücaciyeci dükkânına dalmış bir filin pervasızlığıyla
davranabilmekteydiler…
AKP’nin
“kültür politikaları” (böyle bir şeyden söz edilebilecekse şayet), kanımca bu
“hareket serbestîsi”ne sahip değil. Birbiriyle bağlantılı birkaç nedenden
dolayı. Öncelikle, “İslâmcıların en
liberali, liberallerin en İslâmcısı” AKP iktidarının küresel neo-liberal
sisteme bir dizi taahhüdünden dolayı…
Yanlış
anlaşılmasın, “küresel neo-liberal sistem” açısından kültür ve sanatın
“piyasaya tahvil edilebilirliği”, onun kalitesinin, estetik değerinin, ya da
“Batı standartlarına uygunluğu”nun çoktan önüne geçmiş durumda. Bir başka
deyişle, bir sanat yapıtının neo-liberal sistem açısından değeri, ille de onun
Batı Avrupalı sanat ölçütlerinin incelikleriyle uyarlı olmasını, hatta sanat
eseri sayılmasını dahi gerektirmiyor. “Pazarlanabilir” olması yeter… (Michael
Jackson’un eldiven tekinin, Hong Kong’da düzenlenen bir müzayedede 420 bin
dolara satıldığı[4]
anımsansın! Ya da şimdi adını unuttuğum bir ABD’li ressamın, salt tuval üzerine
çizdiği ABD doları resimleriyle ün yaptığı…)
[İki genç
iktisatçı, Yar. Doç. Dr. Aylin Seçkin
ile Dr. Erdal Atukeren’in 13 ressamın 1030 resmini temel alarak bir
endeks oluşturdukları “Türk Sanat
Ekonomisi” konulu çalışmaları -salt akıl edilmiş olmasıyla dahi- bu konuda
çarpıcı bir örnek oluşturuyor. Hürriyet
gazetesindeki söyleşilerinde, “Biz sanat eleştirmeni değiliz,” diyorlar.
“Arzı, talebi olan, parayla dönen bir piyasayı analiz ettik.” Seçkin ile
Artukeren’in oluşturdukları endeks ise, resmin eskiliği-yeniliği, tuval
malzemesi, çizim/boyama malzemesi, boyutu, sergilendiği galeri, ressamın
yaşayıp yaşamadığı vb. değerleri kapsamakta ve spekülatörleri etkileyen
faktörleri (iktisadî kriz gibi) gözönünde bulundurmakta! (Örneğin, yazarlar, 11
Eylül’den sonra ABD’de İslâm temalı resimlerin “piyasasının düştüğü”
saptamasını yapıyorlar.)[5]]
Sorun şurada
ki, “pazarlanabilirlik”, genellikle zevkleri, Batılı kültür-sanat gelenekleri
ortamında biçimlenmiş bir “müşteri” kitlesini ima etmekte. Bu da, “sanat
alıcıları”nın en zenginlerinin Batı dünyasında ya da Batı “kültürü”ne uyarlı
çevrelerde bulunması anlamına geliyor…
Bu durum,
(içeriğini kendisinin de pek net bir biçimde dolduramadığı “çokkültürcülük”
taahhütleriyle birlikte) AKP’yi, kendi zihinsel şablonlarına uygun olmasa da “piyasa”sı
olan sanatçılara mecbur bırakıyor: Orhan Pamuk’a, Adalet Ağaoğlu’na, Yılmaz
Erdoğan’a, Sezen Aksu’ya örneğin… Tabii onları, bozacının “liberal” şahitliğine
koşmak gibi “küçük” bir kurnazlığa başvurmak kaydıyla…
Bir başka
deyişle, AKP’nin “kültür politikaları”nın temelini, partinin yürekten
benimsediği ve Türk siyaset sahnesinde koşulsuz kayıtsız temsilciliğine
soyunduğu neo-liberal yönelimler oluşturuyor. Bu nedenle değil midir ki,
“Kültür” ve “Turizm” bakanlıkları bu partinin iktidarı sırasında usta bir
hamleyle birleştirilip, bilinçaltlarına kültürün “turistik” bir “şey”, bir
girdi olduğu yolunda bir müdahalede bulunuluyor. Bu nedenle değil midir ki, AKM
ve Muhsin Ertuğrul sahnesi Taksim-Harbiye arasına konuşlanacak bir “Kongre ve
Kültür Vadisi”ne kurban edilmek isteniyor. Bu nedenle değil midir ki İstanbul’un
“Avrupa Kültür Başkenti” ilan edildiği 2010 takvimi balonlu, ateşli, havaî
fişekli, Tarkan’lı, Mercan Dede’li, sema’lı, baleli muhteşem bir “görsel
kitsch”le açılıyor. Bu nedenle değil midir ki, akçalı “sanat projeleri” ile
ilgili yolsuzluk haberlerinin medyaya yansımadığı gün geçmiyor.[6] Ve bu
nedenle değil midir ki Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul Ayasofya Müzesi,
Topkapı Sarayı Müzesi-Harem Dairesi, Efes başta olmak üzere 48 müze ve
örenyerini özelleştirme kararı alıyor…
İkinci nokta
ise, yükselen AKP burjuvazisinin, beslendiği Sünnî-muhafazakâr geleneğin
kültürel/sanatsal çoraklığı karşısında, artık “mürekkep yalamış”, “kültür-sanat
işlerine bulaşmış” ağızlar aracılığıyla dile getirmeye başladığı “yeni
özlemler”… Sanatsal-kültürel alanda da “görünür”, “beğenilir” olma, vasatın
üzerinde estetik mikyaslar oluşturabilme arzusu… Bu konuda, İstanbul Büyükşehir
Belediyesi danışmanlarından, Zaman yazarı
Prof. İskender Pala’nın “itiraflar”ı oldukça aydınlatıcı:
“Hele bir bakınız!.. (…) Hükümet olsun,
AK Partili belediyeler olsun, sanatsal etkinliklerinde kendi kimliklerini
temsil konumundan uzakta değiller midir? Buna rağmen o çevrelere
yaranabildikleri söylenebilir mi? Sebep basit! Geldiği gelenek tamam yüz elli
yıldır kültür ve sanatı bir kenara bırakmış vaziyette. Bu yüzden hükümetin
kültür sanat vizyonu sol gelenekten bir sayın bakana teslim edilmiş durumdadır.
Neden mi? Cevap basittir; bu ülkede muhafazakarlar zengin de, patron da, bilim
adamı da oldular, iktidar bile oldular, ama bütün bunlar olurken kültürlerini
ıskaladılar, (…) sanatçı olamadılar. Onlar da haklıydılar; daha yakın zamana
kadar başlarını doğrultup ayakta durma mücadelesi vermekle meşgul idiler.
Yıllardır yaklaştırılmadıkları semtlerde işlerin nasıl yürüdüğünü öğrenmekle
meşgul idiler. (…) Ama atılım sonuç verdi; bir iç dinamik, bir azim kapladı
içlerini ve büyük adamlar olup büyük büyük mevkilere geldiler. Yavaş yavaş
devleti ve kurumlarını tanıdılar. Çok geçmedi, güvenin sahibi oldular. Bunu güç
sahibi olmak izledi. Velhasıl çok şey oldular ve elbette çok oldular. Yazık ki
bu arada kültürel anlamda kendileri olmayı unuttular. Bu yüzden bu toprakların
öz kültürünü devşirecek yaklaşımlardan uzakta kaldık. Zengin giyindik ama
zarafet gösteremedik, pahalı evlerde oturduk ama zevksiz döşedik.
Gönüllerimizde oluşan açlıkları tiyatroya giderek, galeri gezerek, sanat eseri
üreterek değil de ailecek alışveriş merkezlerinde eğleşerek gidermeye çalıştık.
Amerikan filmleri seyredip hamburger yiyerek gidermeye çalıştık. Aile ortamında
bu ay hangi sanatsal etkinliklerin gündemde olduğu da, hangi kitabın okunması
gerektiği de asla sohbet veya tartışma konusu olmadı. Vah ki kendimizi yeniden
inşa edesiye kadar da olmayacak!..”[7] (…)
“Kendimize bir bakalım. Uzak
geçmişimizdeki yüksek sanat ve kültür zeminini göremesek de yakın geçmişimizde
televizyona yahut sinemaya bir günah kutusu olarak baktığımızı hatırlayalım.
Çocuklarımızın henüz bir dizi film senaristi, bir oyuncu, bir film yapımcısı,
bir film müziği bestecisi olamayışlarının ilk sebebi işte budur. Çağın
gelişmelerine ayak uydurmak yerine onu bir dayatma kabul edip kabuğuna çekilmek
böyle bir sonuç doğurmuştur. Pek çok aile reisinin zihninde çocuğunu bir
konservatuara yazdırmak hâlâ cazip bir fikir değildir. Dahası, kültür sanatı
desteklemek gibi bir davranış biçimine de aşina olamayız. (…)
Gazetelere şu yolda ilan veresim
geliyor: Çocuklarını konservatuarda okutacak anneler, babalar aranıyor. Sağ
ayağın sancılarını dindirecek sinemacı gençler aranıyor. Bu gençlerin
çekecekleri filme sponsor olacak patronlar aranıyor. Gençlere her yönden destek
verecek burjuvalar aranıyor. Sinemayı günah saymayacak din adamları aranıyor.
Kendi geleceğine yatırım yapacak bürokratlar aranıyor!”[8]
Bir yandan
kendi “kültürel-sanatsal mündericatı”ndan tatmin olmayan bir “yükselen sınıf”,
neo-İslâmcı burjuvazi, bir yandan neo-liberal piyasanın basıncı, bir yandan
kendi “muhafazakâr” tabanının, kültür-sanat
işleri daire başkanlığına din öğretmenlerinin atanması, Faisal Finans
danışmanlarının sanatçı kadrosundan maaşa bağlanması,[9] çeşitli oyunların yasaklanması[10] ya da
sansürlenmesi[11]
gibi sonuçlara yol açan siyasal ve kliyentalist talepleri…
AKP’yi,
kültür-sanat alanında, körebe oyunundaki ebeye çeviriyor.
Şivan Perver
ile Mehmet Akif Ersoy’un, Pir Sultan ile Şeyhülİslâm Ebusuud’un, Necip Fazıl
ile Nazım Hikmet’in adının aynı solukta sıralanabilmesinin hikmeti (!) tam da
bu…
9 Eylül 2010
17:07:42, Ankara.
N O T
L A R
[*] Evrensel
Kültür, No:226, Ekim 2010…
[1]
Şeyh Sadi Şirazi.
[2]
Adalet ve Kalkınma Partisi Programı’ndan.
[3]
“Partimiz, milli kültürümüzdeki esas yapıyı, üslubu koruyarak evrensel
değerlerle milli kültür arasındaki etkileşimi en üst noktaya çıkarmayı
amaçlamakta, gerçek bir çağdaş kültür atmosferi oluşturmanın bu yoldan
geçtiğine inanmaktadır. Bu iki alanı, çatışma konusu olmaktan çıkarıp, her iki
unsurun zenginliklerinden birlikte yararlanmak Partimizin kültür politikasının
temelidir.” (AKP Programı’ndan)
[4]
“Michael Jackson’un Eldivenine 420 Bin Dolar”, Radikal, 22 Kasım 2009.
[5]
Ayten Serin, “İki İktisatçıdan Türk Resim Piyasası Analizi”, Hürriyet, 22 Nisan 2008.
[6]
Ve soruyor, AB’nin sponsorluk hizmetleri konusunda bilgi vermek üzere
oluşturulmuş internet sitelerinden biri: “Sizin hâlâ bir AB projeniz yok mu?” (http://www.abvizyonu.com/etiket/kultur-sanat-projeleri)
[7]
İskender Pala, “Kültürel Meselelerimiz - 1 Bir Çatışma Zemini Olarak Kültür”, Zaman, 20 Ekim 2009.
[8]
İskender Pala, “Kültürel Meselelerimiz - 2 Sinema”, Zaman, 27 Ekim 2009.
[9] “İşgalin adı kondu” (http://www.tiyatrom.com/idris_gulluce.htm)
[10]
Yılmaz Okumuş’un yazıp Haldun Açıksözlü’nün sergilediği “Laz Marks” isimli
oyunun İdil ve Cizre’deki temsillerinin engellenmesi gibi. (Bkz. Türkiye
Tiyatrolar Birliği, “Tiyatroya Engellemeler Türkiye’nin Ayıbı olmaya Devam
Ediyor”, http://turkiyetiyatrolarbirligi.blogspot.com/2010/04/tiyatroya-engellemeler-turkiyenin-ayb.html#more)
[11]
Örneğin, Trabzon Devlet Tiyatrosu tarafından sergilenen “Düğün ya da Davul”
oyunundaki kimi repliklerin yasaklanması (bkz. “Tiyatro oyuncularına Erdoğan
sansürü!”, Medyafaresi, http://www.medyafaresi.com/haber/12053/guncel-tiyatro-oyuncularina-erdogan-sansuru-hangi-replikler-yasaklandi.html)
Konu dışında bir yorum olacak ama yazılarınızı beğenerek takip ediyorum...
YanıtlaSil