$type=slider$cate=5$meta=0$cate=4$show=home$rm=0

AVRUPA BİRLİĞİ: ÇOKKÜLTÜRCÜLÜĞÜN “KRİZİ"

“Testide ne varsa, dışa o sızar.” [1] Bu satırların yazarının ilkgençlik yıllarının bir kaçı, Paris’te öğrencilik yaparak geçti. O...



“Testide ne varsa,
dışa o sızar.”[1]

Bu satırların yazarının ilkgençlik yıllarının bir kaçı, Paris’te öğrencilik yaparak geçti. O zamanlar (1970’lerin ikinci yarısı) “çokkültürcülük” kavramı bugün olduğu kadar popüler değildi; belki daha dile dahi getirilmemişti; ancak, o zamanlar Fransa’nın en büyük iki işçi sendikaları konfederasyonundan biri olan CGT’nin sıkça düzenlediği devasa gösterilerde Fransız ve göçmen işçilerin birlikte haykırdıkları “Français, Immigrés, même patron même combat!” (“Fransızlar, göçmenler, aynı patron, aynı mücadele”) sloganı hâlâ kulaklarımda çınlıyor. “Karakafalılar”a karşı, ülkeden ayrılışımdan kısa süre sonra boy vermeye başlayan ırkçı saldırılara karşı dile getirilen, (Türkiye’de de bir dönem geniş bir popülarite kazanan) “Touche pas mon pot!” (“Arkadaşıma dokunma”) uyarısı da, sanırım aynı “kardeşleşme” tahayyülünün bir başka uzantısıydı.
Bir zamanlar sokaklarında ırkçılık, yabancı düşmanlığı karşıtı sloganların yankılandığı Paris’te, bugün Fransa yurttaşı da olsalar, Kuzey Afrika ve Orta Doğu kökenlileri “pislik” olarak nitelemekte beis görmeyen, “neredeyse ırkçı” olarak tanımlanan “Milli Kimlik Bakanlığı” projesinin sahibi, eski içişleri bakanı Nicolas Sarkozy’nin cumhurbaşkanlığı seçimleri zaferini kutlayan şenliklerin düzenlenmesi, gerçekten hüzün verici olduğu kadar düşündürücü.
Ama dilerseniz, düşünmeye başlamadan önce, Avrupa Birliği ülkelerinde yükselen “ırkçılık” ve “yabancı düşmanlığı” ile ilgili, Türkiye basınından rastgele derlenmiş birkaç veriyi anımsayalım. Ve fazla zaman almamak için örneklerimizi AB’nin “motoru” konumundaki üç ülke, İngiltere, Fransa ve İngiltere’yle sınırlandıralım… Önce AB “geneli” üzerine birkaç veri:
* Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden aşırı sağcı ve ırkçı partiler, Avrupa Parlamentosu’nda grup kurmak çabalarını nihayet “başarıyla” sonuçlandırdı. AP’de aşırı sağcı grup için Fransa’dan Ulusal Cephe, Belçika’dan Vlaams Belang (Flamanların Menfaati), Avusturya’dan Özgürlük Partisi, İtalya’dan Fiamma Tricolore Sosyal Hareketi ve Kuzey Birliği ile Polonya’dan Aileler Birliği gibi partiler destek veriyor.
Şimdiye dek AP’de siyasi grup kuracak çoğunluğa ulaşamayan aşırı sağcı ve ırkçı milletvekilleri, 1 Ocak’ta AB’ye üye olan Romanya ve Bulgaristan’ın aşırı sağcı milletvekillerinin desteğiyle bu hedeflerini gerçekleştirebildi. Grubun liderliğini Fransa’nın aşırı sağcı partisi Ulusal Cephe’nin başkanı Jean-Marie Le Pen’in yardımcısı Bruno Gollnisch yapacak. Muhtemel üyelerden biri de İtalyan diktatör Mussolini’nin torunu Alessandra Mussolini...
Yeni gruba “Anavatanların Avrupası” veya “Kimlik, Egemenlik ve Gelenek” adı verileceği bildirildi. Grup, altı ülkeden 20 vekili buluşturuyor. Fakat, Polonyalı Aileler Birliği, Belçikalı Vlaams Belang ile Avusturyalı ırkçı lider Jörg Haider’in eski başkanı olduğu Özgürlükler Partisi’nin katılacağı grubun üye sayısının 40’ı aşacağı belirtiliyor.
* Irkçılığa Karşı Avrupa Ağı (ENAR), 2005’de Avrupa’da ırkçılığın korkutucu boyutlara ulaştığını duyurdu. ENAR, ırkçılığın hedefinde göçmenler ve Müslümanların bulunduğunu açıkladı.
* Avrupa Komisyonu girişimiyle, Haziran 2006’da gerçekleştirilip, Ocak 2007’de yayımlanan Avrobarometre araştırması ise, AB ülkeleri sakinlerinin yüzde 64’ünün, yaşadıkları ülkede etnik kökene dayalı ayrımcılığın yaygın olduğu kanaatinde olduğunu gösteriyor.
* AB bünyesinde yapılan bir başka araştırmaya göre, Müslümanlar Avrupa’da doğmuş olsalar da eğitim, iş hayatı ve mülk edinmede büyük ayrımcılığa maruz kalıyorlar. “AB’de Müslümanlar-Ayrımcılık ve İslâmofobi” başlıklı araştırma, Avrupa’da yaşayan Müslüman göçmelerin eğitim, konut ve iş bulma gibi konularda “büyük bir ayrımcılıkla karşı karşıya oldukları”nı ortaya koyuyor.
* Yine AB’ye bağlı ‘Avrupa Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı İzleme Merkezi’nin (EUMC) 2005 yılı raporuna göre AB ülkeleri arasında en çok ırkçılık olayları İngiltere’de yaşanıyor. Raporda, 2003-2004 yılları arasında İngiltere’de 52 bin 694 ırkçılık olayı yaşandığı kaydediliyor ve bunun, 25 AB üyesi arasında rapor edilen en fazla ırkçı olay sayısı olduğu belirtiliyor.
* İngiltere’de beyaz okullarda okuyan her üç öğrenciden biri, bir ırkın bir başka ırktan üstün olduğuna inanıyor. The Guardian’ın haberine göre, İngiltere İçişleri Bakanlığı’nın talebi ile Lancaster Üniversitesi tarafından başlatılan araştırmaya göre, beyaz öğrencilerin okullarındaki her üç öğrenciden biri, bir ırkın diğerinden daha üstün olduğuna inanıyor. Bu oran Asyalı Müslüman öğrencilerin okuduğu okullarda ise onda bir oranında seyrediyor.
* Yine İngiltere’de halkın yüzde 57’si, Müslümanların topluma uyum için daha çok çaba harcaması gerektiğine inanıyor. Yine The Guardian’ın anketine göre, İngilizlerin yüzde 22’si, Müslümanların uyum için gerekli çabayı harcadığını düşünüyor. Ankete katılanların yüzde 53’ü, eski Dışişleri Bakanı Jack Straw’un, “Müslüman kadınların peçelerini çıkarması gerektiği” görüşünü desteklerken, yüzde 36, bu görüşü yanlış bulduğunu belirtti.
The Guardian’da yer alan bir başka habere göre ise, üniversitelerin, “aşırıcıların taraftar bulma merkezi” hâline geldiğini düşünen Britanya hükümetinin, yükseköğretim kurumlarına gönderdiği resmi yazıda, “aşırıcılara ya da terörist faaliyetlere destek verdiğinden şüphe edilen Asyalı ya da Müslüman öğrencilerin, öğretim elemanları ve üniversite çalışanlarınca izlenmesi ve rektörlüğe bildirilmesinin” istendiği öğrenildi. ‘Öğretmenlere Müslüman öğrenciler konusunda casusluk teklif ediliyor’ başlıklı haberinde, özellikle aşırı İslâmi unsurlarla ilişkisi olduğundan şüphelenilen öğrencilerin takip edileceğini, bu konudaki genelgenin üniversitelere gönderileceğini yazdı.
* İngiltere’ye yerleşmek isteyen yabancılar artık “İngilizlik”lerini sınavla kanıtlamak zorundalar... İngiltere’de 2 Nisan 2007’de başlatılan uygulamaya göre süresiz vize için başvuruda bulunanlar “Birleşik Krallık’ta yaşam” adı verilen 24 soruluk bir teste girerek, İngilizce’nin yanı sıra İngiltere hakkındaki yeterliliklerini göstermek zorundalar. Bu soruları İngilizlerin çoğunun cevaplayamayacağını öne süren basın, uygulamayla alay ediyor![2]
* Ve nihayet İngiltere Başbakanı Tony Blair, son dönemde artan bıçaklı ve silahlı cinayetleri, “siyah kültürüne” bağlayarak ırkçı bir çıkış yapıp, “Londra’daki cinayetlere, fakirlik değil tipik siyah kültürü neden oluyor. Son dönemdeki şiddet olayları, genel suç artışının parçası gibi değil siyah gençlere özgü olarak görülmeli. İnsanlar, siyaseten doğruculuğu bırakmalı ve şiddetin, bunu siyah çocuklar yapmıyormuş gibi davranarak durdurulmayacağını kabul etmeli,” dedi...
* Fransa’da düzenlenen bir kamuoyu araştırması, bu ülkedeki siyahların yarısından fazlasının, kendilerine ayırımcılık yapıldığını düşündüğünü ortaya koydu. Le Parisien gazetesinin araştırmasına göre, ülkede yaşayan Afrika ve Karayib kökenlilerin yüzde 56’sı ayırımcılıktan mağdur olduğunu düşünüyor...
* SOS Racisme hareketinin Fransız istihbaratına karşı açtığı davada, ceza yasasında kişilerin etnik kriterlere göre sınıflandırılmasının yasak olmasına rağmen istihbaratın hazırladığı raporda suçlu olarak görülen kişilerin hangi ulustan olduğu değil, hangi etnisite ve ırka sahip olduğunun belirtildiğine dikkat çekildi. SOS Racisme davayı, 25 Şubat 2006’ta Le Monde gazetesinde çıkan bir haber üzerine açtı. Haberde gazete, 24 hassas bölgede 436 ‘elebaşının’ etnik kökenlerinin listelendiği 6 Ocak 2005 tarihli bir istihbarat raporunu ortaya çıkarmıştı...
* Almanların yüzde 58’i İslâm ve Batı kültürü arasındaki farklılıkların çatışmalara yol açacağına inanıyorken; Stern dergisi, ülkede 1990 yılından beri ırkçı saldırılarda ölen kişilerden 46’sının resmini yayımladı. Dergi, 1990’lı yılların başlarında artan ırkçı saldırılarda bugüne kadar 88 kişinin öldüğünü yazdı.
* Bir araştırmaya göre, Almanya halkının yüzde 79’u, topluma uyum sağlamayan yabancıların sınır dışı edilebilmesi için yasal düzenlemelerden yana olduğunu belirtmekte.
Ayrıca Bielefeld Üniversitesi’nin “Çatışmaları ve Şiddeti Araştırma Enstitüsü” tarafından gerçekleştirilen bir başka araştırmaya göre, Almanya’da yabancı düşmanlığı da yüzde 48.5 oranında.
* Potsdam kentinde, Etiyopya kökenli bir Alman vatandaşına yapılan saldırının ırkçı olmadığını ileri süren, Hıristiyan Demokrat Birlik’çi Brandenburg İçişleri Bakanı Jörg Schönbohm, ayrıca binlerce insanı toplama kamplarında yok eden Nazilere sahip çıktı...
* Almanya’da vatandaşlığa başvuran yabancılar için zorlu sınav hazırlıkları yapan eyalet yönetimleri, sonunda Alman dili ve kültürü kursu mecburiyetinde uzlaştı. İçişleri Bakanı Wolfgang Schauble başkanlığında toplanan 16 eyaletin içişleri bakanları, aylar süren tartışmaları noktaladı: Artık vatandaş olmak isteyen yabancılarda Alman dili, tarihi, kültürü ve değerlerine dair temel bilgi aranacak, bunun için vatandaşlık kurslarına katılmaları talep edilecek; böylece vatandaşlığa geçiş uygulamaları da, tek tip hâle getirilecektir...
* Almanya’da terör uzmanı olarak tanınan yazar Udo Ulfkotte’nin, 2008’de Hamburg’da yapılacak eyalet meclisi seçimlerine, yeni kuracağı İslâm karşıtı “Anti-İslâm” partisiyle katılacağı açıklayıp, amaçlarının Almanya’yı İslâmiyet baskısından kurtarmak olduğunu belirtti...
* Almanya ordusunda bir eğitmenin, askeri eğitim sırasında bir askeri “ABD’nin New York kentindeki Bronx mahallesinde siyahlarla karşılaştığını düşün” diyerek motive ettiğini gösteren video kaydı ortaya çıktı... Kayıtta eğitmen, “Bronx’tasın. Bir kamyondan üç siyah adam inip annene küfrediyor. Harekete geç” diyor. Asker de, makineli tüfeğini birkaç kez ateşledikten sonra İngilizce birçok küfür savuruyor. Eğitmen ise askere daha yüksek sesle küfretmesi emri veriyor...
* * * * *
Dediğim gibi, bunlar son birkaç ay içerisinde Türkiye basınında yer alan haberler arasında rastgele yapılmış bir derlemenin verileri… Ancak, siyasetbilimci Martin Jacques’in “Avrupa’da sağın yükselişinin, etnik-dini azınlıklar açısından ‘düşük yoğunluklu bir iç savaş’ süreci başlatma tehlikesi”nden[3] söz ettiği bir ortamda, kıta ölçeğinde ırkçılık ve yabancı düşmanlığının kaygı verici bir tırmanışa geçtiğini göstermek için bu kadarı dahi yetiyor.
İşin düşündürücü yanı, bu gelişmelerin, “kültürel çeşitlilik” ve “çokkültürcülük” söylemlerinin yaygınlık kazandığı bir sürece, yani 1990 - 2000’li yıllarda yaşanması.
Evet, asimilasyoncu entegrasyona karşı, ulus-devletler içerisindeki de facto kültürel çeşitliliğin kabul ve teşvikine dayalı, ve entegrasyonu bu çeşitliliği eritmeksizin sağlamayı öngören bir siyasa yönelimi olarak “çokkültürcülük”, devreye girmesinden kısa bir süre sonra AB ülkelerinin çoğunda bugün hem siyasal iktidarlar, yönetimlerden, hem de tabandan gelen bir karşı-saldırıyla karşı karşıyadır, ve bu karşı-saldırı, onun geleceğini belirsizleştirmektedir. Dolayısıyla bu durumda çokkültürcülüğün “krizi”nden söz etmek, abartı olmayacaktır.
Bu bizi, mevcut krizi karşılama kapasitesi ve içkin zaafları tartışmaya yöneltmelidir. Bu tebliğin amacı da, özetle, budur…
Çokkültürcülük, bilindiği üzere liberal ideoloji çerçevesinde biçimlenmiş bir yaklaşımdır (Parekh 2002). Ancak, sosyalist politikaların gerilemesinin ardından, kimlik söylemlerinin öne çıkmasıyla, Avrupa siyasal dizilimindeki “sol” oluşumlar [Kagarlitsky’ye (2000: 43) göre “kapitalizme eleştirel yaklaşan, ancak kitlesel işçi hareketleriyle birleşmeye isteksiz” kesimler] tarafından hızla benimsenmiştir. [Somersan (2004: 118) çokkültürcülüğün sol versiyonları arasında, “direnişçi”, “kritik (=eleştirel)”, “ütopik”, “putkırıcı”, “postmodern”, “isyankâr”, “çoksesli” ve “çokmerkezli” çokkültürcülük anlayışlarını sayıyor.]
Liberal ya da radikal versiyonlarının çoğulluğu, çokkültürcülüğün kurumsal uygulamalarını sorunsallaştırırken, AB bağlamında bu alandaki çerçeve yasayı oluşturan “Ulusal Azınlıkların Korunmasına İlişkin Çerçeve Sözleşme”[4] ve “Bölgesel Diller veya Azınlık Dilleri Avrupa Şartı”,[5] “çokkültürcülük”ü bir “olgu” kabul etmekle birlikte onu tanımlama girişiminden uzak durmaktadır. Oldukça ihtiyatlı bir dille kaleme alındığı gözlemlenen[6] Çerçeve Sözleşme, devletlerin “genel entegrasyon politikaları gereğince aldıkları önlemleri saklı tut”makta (md. 5/2- İnanç 2004: 78); mezkûr hakların “Devletlerin egemen eşitliği, ülkesel bütünlüğü ve politik bağımsızlığına aykırı” doğrultuda kullanılamayacağının altını çizmektedir (md. 20, 22). Öte yandan göçmenler, her iki bildirgede de dışta bırakılmışlardır.
Avrupa “çokkültürcülüğü”nün çerçevesini oluşturan her iki bildirge de, devletlere kültürel çeşitliliğin yaşama geçmesi açısından oldukça geniş bir alan bırakmaktadır. “Çokkültürcülük”ün uygulanışı, böylelikle pratikte her devletin kendi tercihlerine bırakılmıştır ve devletler, bu konuda kendi tarihsel/sömürgeci deneyimlerinden tevarüs ettikleri dağarcık doğrultusunda uygulamalarda bulunmaktadır. Söz konusu olan, “ulusal azınlıklar” değil de, haklarında pek az Avrupa-ölçekli düzenleme bulunan göçmenler olduğunda, bu durum daha da vurgulu hâle gelir.
Nitekim, örneğin Melotti (1997: 75-83), “özdeşleşmiş türdeş bir toplum tahayyülü başat”olduğu, “ulusal azınlıklar ya da yerel etnik grupların varlığını tanımayan, resmî kurumlarla yurttaşlar arasında tikelci dolayımlara olanak vermeyen”, “göçmenlerin ve diğer azınlıkların, ‘état-nation’ (devlet-ulus) ideolojisiyle biçimlenmiş Fransız kültürüne asimilasyonunu öngören” Fransa’nın “doğrudan yönetim ve asimilasyonculukla karakterize olan” sömürgecilik deneyiminin aksine, pragmatik bir siyasal kültürün damgasını vurduğu Britanya’da, “toplumsal düzenlemelerin ağırlıklı olarak yerel yönetimlerce yürütüldüğünü, aracı toplumsal formasyonlar, özellikle de etnik ve dinsel cemaatlerin temsilcilerinin, yerel düzlemde cemaat içi, cemaatler arası ve resmî kurumlarla ilişkilerde etkin olduğunu”, “göçmenlerin ‘iyi İngilizler’ olmaları beklentisinin bulunmadığını, yasalara uymalarının yeterli görüldüğünü” vurgular. Melotti’ye göre bu pragmatik, adem-i merkeziyetçi, tikelci stratejiler, Britanya sömürgeciliğinin “dolaylı yönetim” geleneğinin bir uzantısıdır. Etnik temelli bir ulusçuluğun egemen olduğu Almanya’da ise, Alman kökenliler dışındaki göçmenler “konuk” kabul edilmekte, kalıcı yerleşim teşvik edilmemektedir. Bu bakımdan, göçmenlere yönelik politikalar, onları asimile etmeye değil, (bir gün ülkelerine dönecekleri varsayımıyla) dil ve kültürlerini korumaya yöneliktir. Alman kökenli olmayan göçmenlerin ısrarla ‘konuk’ sayılmaları, göç fiiliyatının reddi, göçün sürdüğü onlarca yıl boyunca sorunların da birikmesine yol açacak, bu durum karşısında, kimi politika değişikliklerine gidilecektir: 1999 Mayısı’nda yurttaşlık hakkını jus sanguinis (yurttaşlığı ‘Cermen ırkı mensubu olmaya’ bağlayan kan hukuku)’den jus soli (yurttaşlık için Almanya toprakları üzerinde doğmuş olma koşulu getiren ‘toprak hukuku’)’ye geçiş, bu bağlamda değerlendirilmelidir.[7]
Öyle görülüyor ki, AB “çokkültürcülüğü”, “ulusal azınlıklar” ile “göçmenler” arasındaki, (çokkültürcülük savunucularının gözünden genellikle kaçmakla birlikte devletlere göç/göçmen politikaları konusunda geniş bir manevra alanı sağlayan) farkta “infilak etmektedir”… Sözleşme ve Şart, “ulusal azınlıklar”a sınırlı ve muğlak da olsa kimi kültürel güvenceler sağlasa da, bu “yeni” yönelişin göçmenlere yayılması konusunda herhangi bir güvence oluşturmamaktadır. Göçmen politikaları böylelikle konjonktüre tabi olarak gevşetilip sertleştirilebilmektedir. Son yıllarda, neo-liberal istihdam ve sosyal güven(siz)lik siyasalarının ve 11 Eylül’ün getirisi “Medeniyetler Çatışması” retoriğinin de desteğiyle genel eğilimin artan ölçüde sertleşme yönünde olduğu gözlemlenmektedir. Dahası, seçim sonuçları ve çeşitli anketler, bu sertleşmenin AB ülkelerinin kamuoyunca da onaylandığını ortaya koymaktadır. Ve bunda şaşılacak bir şey yoktur.
Yoktur, çünkü, “post-endüstriyel” olarak nitelenen Kuzey ülkelerinde, üretimde, istihdamda gerçekleştirilen ÇUŞ eksenli yapısal dönüşümler, geniş kitlelerde, orta-alt ve alt sınıflarda yaygın bir güvensizlik duygusuna yol açmaktadır. “Medeniyetler çatışması” retoriğinin toplumsal taban bulması, kamuoyu içerisine nüfuz eden ırkçı, ayırımcı tutumlar, bu duyguyla yakından ilişkilidir. Sennett’in (2002) de vurguladığı üzere,
“…sermayenin, günümüz ekonomisinin bütün dünyaya yayılmış dalgalı denizlerinde ‘hızlı kâr’ın dışında başka bir amacı yok; şirketlerini piyasadaki anlık değişimlere müdahale edecek biçimde esnekleştirip, yeniden yapılandırıyor. Kişilerden sürekli kendisini yenilemesini, seyyar olmasını, risk almasını, rekabet becerisini geliştirerek yırtıcı bir karakter edinmesini, takım çalışmasında uyumlu olmasını bekliyor. Ancak eski kapitalizmin rutin ve monoton yapısına karşı savunulan bu politikaya yakından bakıldığı zaman sadece eski iktidar yapılarının rengini değiştirdiği görülüyor. Çalışanlar için esnekliğin anlamı ise yaşam boyu iş güvencesinin yok olması; sürekli iş ve şehir değiştirerek yön duygusunu yitirmek; istikrarlı işlerin yerini geçici projelere bırakması ve bir işten diğerine, dünden yarına sürüklenen yaşam parçacıklarından beslenen, rekabetin körüklediği ‘güvensizlik’ ve ‘kayıtsızlık’ duygusu... Ve bir de karakter aşınması...” (akt.: Anavarzalı, 2003)
Esnek üretim, yoğun ve yıpratıcı rekabet koşulları, sosyal güvenlik sisteminde gerçekleştirilen aşınmalar, üretken sektörlerin büyük bölümünün işgücünün ucuz ve örgütsüz olduğu Güney ülkelerine kaydırılması, istihdam güvencesinin yok edilmesi, dahası AB ülkelerinin çok düşük ücretlerle ve ağır koşullarda, kayıtdışı olarak çalışmaya hazır göçmenlerin istilasına uğraması (bu, AB’nin “Batı”sı için “Polonyalı muslukçu sendromu” biçimini almakta), 11 Eylül’le birlikte Kuzey medyasını teslim alan “İslâmofobi”yle birleştiğinde, böylesi bir reaksiyona davetiye çıkartır gözüküyor.
Böylelikle “çokkültürcü söylem”, iş güvencesini yitiren, geleceğinden kaygılı, yarışın dışına düşme endişesi içerisinde yaşayan AB halkları ve “karakafalılar” şahsında olası tepkilere kolay bir hedef bulan sağ, aşırı-sağ politikacılar nezdinde geçersizleşmektedir.
* * * * *
Sanırım bu geçersizleşme, bizlere “çokkültürcülük” (ve de genel anlamıyla “kültür/kültürel kimlik”) konusunda yeni bir değerlendirmenin olanağını da sunuyor.
En azından antropologları ilgilendirdiği kadarıyla kültür kuramlarını, kabaca üç eksen üzerine yerleştirilmek, mümkün gözüküyor. Bunlardan ilki maddeci–idealist (ya da ideationist) yaklaşımlar arasındaki ayırımdır.
Bilindiği üzere, maddeci paradigmaya bağlanan yaklaşımlara göre, kültür türevsel bir görüngüdür: ya toplumsal yapının (yapısal işlevselcilik), ya sosyo-ekonomik koşulların, üretim tarzının, insan praksisinin (Marksist antropoloji) ya biyo-psikolojik gereksinimlerin (işlevselcilik, sosyobiyoloji), ya insan-çevre etkileşiminin (yeni evrimcilik, ekolojik antropoloji) vb. türevi. Her durumda, kültür, insana, daha doğrusu insan zihnine “dışsal” olan görüngülerin insan(ların) zihinlerine dayattığı biçimlenişlerdir. Maddeci paradigmaya yaslanan kültür kuramları, kültürü ya da kültürel görüngüleri, yalıtılmış bir alan olarak değil, dışsal (iktisadî-siyasal, biyo-psikolojik, toplumsal-yapısal, çevresel vb.) bağlantıları içerisinde ele almaktadır.
Buna karşılık, fikirsel ya da idealist yaklaşımlarsa, insanların yaşamın gerçeklerini öznel olarak nasıl algıladıklarının da yaşamın nesnel gerçekliği kadar önemli olduğunu savunurlar. İdealist (ya da fikirsel) yaklaşımlar kültürel algı ve kategorileştirmelerin kendilerine özgü bir yaşamı olduğunu ve maddi güçlerce etkilenmekten çok bunları etkilediklerini söylemektedir. Bu yaklaşım(lar)a göre, fikirler ve zihinsel örgütleniş, içerik ve yapı kültürü tanımlamakta ve insanları diğer hayvanlardan ayırmaktadır (yapısalcılık, bilişsel antropoloji). Ya da, bir “anlamlar sistemi/ağı” olarak kültür, insan(lar)a bir yandan hayatı anlamlandırıp yorumlayacağı ontolojik bir çerçeve sunmakta, bir yandan da onun için bir davranış rehberi oluşturmaktadır (yorumsamacılık).
İkinci eksen ise, senkronik-diyakronik yaklaşımlar arasındaki kutuplaşmasıdır.
Bilindiği üzere senkronik yaklaşımlar, toplum ve/veya kültürlerin verili bir momentteki durumlarının incelenmesini temel alırlar. 19. yüzyıldaki “evrimci” yönelişe tepki olarak, 20. yüzyıl Avrupa antropolojisi, toplumların ya da kültürel görüngülerin tarihsel izini sürmenin ya da onların “gelişme yasalarını” araştırmanın abesle iştigal olduğu vurgusuyla, dikkatini toplumların hâl-i hazırdaki durumlarının incelenmesi üzerine odaklaşmıştır. Bu yaklaşım, ahistoriktir; toplumsal ya da kültürel değişimle ilgili değildir, ya da arızî olarak ilgilenir.
Buna karşılık diyakronik yaklaşımlar, toplumsal dinamikle ilgilidir, toplumları ve kültürlerini tarihsel süreçler (ve karşılıklı bağıntılılıklar) içerisinde ele alıp nasıl değiştiklerini açıklama görevini önlerine koyarlar.
Ve nihayet, kültürü açıklamada uyum ve çatışma perspektifleri üzerinde durulmalıdır.
“Uyum perspektifi” toplumları birbirleriyle uyum içerisinde ve birbirlerini ve içinde yer aldıkları geniş bağlamı, yani toplumu destekleyecek tarzda işleyen kurumlardan oluşur tarzda tahayyül etmektedirler. Bu anlayışa göre kültür, bu işleyişi sağlayan norm ve kodların aktarıldığı locus’u sağlamaktadır. Ve doğası gereği uyumsaldır, uyuma yöneliktir.
Buna karşılık çatışma perspektifi, kültürün içine yerleştiği toplumun çatışkılı bir kendilik olduğu önkabulünden kalkınır. Toplumlar çıkarları birbiriyle çelişen, çatışan kesimlerden, toplumsal gruplardan oluşmuştur: sınıflar, cinsiyet-yaş-statü grupları vb. vb. Kültür kaynaklara erişimi eşitsiz olan bu grupların çatışmalarını yansıtmakta, hatta bizatihi bu çatışkıların gerçeklendiği alanlardan birini teşkil etmektedir. Çatışmacı perspektifler, konumlanışlarına göre kültürü toplumsal çatışkıların çözümlendiği ya da sürdürüldüğü alan olarak tanımlarlar.
Kanımca “çokkültürcülük” kavramının içkin zaafı, “kültür” daha doğrusu “kültürel kimlik” kavramının kurgulanışında idealist, senkronik ve uyumsal yaklaşımın, bir başka deyişle “kültüralist” bir çerçevenin (Özbudun 2007) başat olmasından kaynaklanmaktadır. Appadurai’nin (1998) “primordialist” olarak tanımladığı bu kurgu, etnik ve/veya kültürel grupları birbirleriyle tarihsel, coğrafi, kültürel, ırksal vb. bağları olan ve bu zeminde “ortaklaşan”, ortak bir hâlet-i ruhiyeyi sürdüren gruplar olarak tanımlamaktadır. Bu “içsel” uyum fikri, konjonktür elverdiğinde “dışa” yönelik düşmanlığın ve “kültürler arası” çatışmaların da zeminini oluşturacaktır.
Çokkültürcülük fikri, en azından, AB ülkelerinde kurumsal uygulamalarda başat gözüken liberal versiyonlarıyla, kültürel kimliğin “bu” yorumunu benimser gözükmekte, kültürlerin iktisadî-siyasal-toplumsal bağlamlarda sürekli olarak üretilen ve yeniden üretilen “mamûller” olduğunu[8] gözden kaçırmaktadır.
Kültürlerin, (çokkültürcülük kavrayışına göre birbirlerine zarar vermeksizin bir arada yaşama yetisine sahip,) a priori, değişimsiz, uyumlu, içe kapalı değer sistemleri olarak algılanışı, etnik azınlıklar, göçmen grupları vb. kültürel grupların bazı temsilcilerinin (ve de ırkçı ideologların[9]) “cemaat” tahayyüllerine denk düşebilir, ancak “çokkültürcülük” söylemi ile ırkçı yükselişin neden atbaşı gittikleri konusunda bize bir fikir vermektedir. [10]
Bir örnek olarak Hint kökenli liberal çokkültürcülük kuramcısı Parekh’in (2002: 337-38) “çokkültürlü bir toplumun azınlıkların hangi değer ve adetlerini hangi sınırlar içerisinde hoş göreceğine nasıl karar vereceği sorusunu”n yanıtlarını araştırırken sıraladığı olgular dizisini verelim:
1.      Kadınları sünnet etmek
2.      Çok eşlilik
3.      Müslüman ve Yahudilerin hayvan kesme yöntemi
4.      Görücü usulü evlilikler
5.      Yakın akraba evlilikleri
6.      Erginleme ayinlerinde uygulanan bedensel mutasyonlar ve yaralamalar
7.      Müslüman kızların beden eğitimi derslerinden çekilmesi
8.      Müslüman kızların başörtüsü/türban giymesi
9.      Sihlerin türbanlarını çıkartmayı reddetmesi
10.  Çingene ve Amishlerin çocuklarını okula göndermeyi reddedişi
11.  Hinduların ölülerini yakması
12.  Kadınların düşük konumu…
Parekh, bu etnik simgeleri a priori, değişime kapalı, mutlak bir kimliğin gösterenleri olarak ele alırken, hiç kuşku yok ki “geniş toplum”u “hoşgörü ve diyaloga” çağırıyor. (Bu çağrı, tabii, kabule olduğu kadar, redde de açıktır…) Ancak esas sorulması gereken soruyu, yani bir topluluğun bu gibi gösterenleri neden ve hangi koşullarda katı kimlik sınırlayıcılarına dönüştürdüğünü sormuyor.
Bu soruyu, hiç kuşkusuz ki sormak gerekir. Sorunun yanıtı ise, herhangi bir etnik grubun eşitsiz, hiyerarşik bir dizilim içerisinde yer aldığı, ayırımcılığa uğradığı ve/veya kaynaklara erişiminin iktisadî-siyasal sistem tarafından sınırlandırıldığı durumlarda yani “madûn” konumda olduğunda kimliğine daha fazla sarılma, sınırlarını daha fazla vurgulama eğiliminde yatmaktadır.[11] [“Kültürler arasında ne zaman çelişkili ve eşitsiz bir karşı karşıya geliş yer alsa, işgal, sömürgecilik veya iletişimin gelişkin biçimleriyle de olsa, kültürel kimlik ortaya çıkar” diyor Larrain (1995: 197)]. Bir başka deyişle, etnik gösterenleri vurgulama, cemaatler arasında sınır çizme ya da kendini “geniş toplum”dan ayırma eğilim ya da kararı, bir etnik grubun mensupları tarafından tek başına alınmış bir karar değil, madûn grupla hâkim grup arasındaki etkileşimin niteliği tarafından belirlenen, yani etkileşimsel ama eşitsiz bir süreçtir.
Kagarlitsky’nin (2000) de dikkati çektiği üzere, günümüzün “kimlik tartışmaları”nın pek azı, toplum içerisinde servet ve iktidar gibi kritik kaynakların dağılımı sorunuyla ilgilenmekte, bir başka deyişle etnisite ile sınıf arasındaki ilişkileri sorgulamaya/kurmaya gönüllü gözükmemektedir. Oysa etnisitenin görünür olduğu (ya da az-çok gerilimli bir bagaj oluşturduğu) her durum, aynı zamanda eşitsiz iktisadî-siyasal ilişkilerin damgasını taşır. Böylelikle örneğin, günümüzde Belçika’da “etnik sorun”dan söz edildiğinde, Valonlar ile Flamanlar arasındaki sorunlar değil, Belçikalılarla Orta Doğu’lu, Afrikalı, Asyalı göçmenler arasındaki sorunlar akla gelmektedir. Şu hâlde kültür ve kültürel kimliği, bünyesinde biçimlendikleri iktisadî-siyasal ilişkilerden yalıtlayarak, örneğin ayırt edici bir paylaşılan gösterenler/simgeler dizini olarak ele alan bir “çokkültürcülük” yaklaşımı, farklı kültürlerin barış içerisinde bir arada yaşayabilmesinin önkoşulunu oluşturan, kaynakların eşitlikçi paylaşımı sorunu üzerinden atlıyor, demektir.
Bu saptama bizi etnisite ile sınıf,[12] kültür ile ekonomi-politik arasındaki ilişkiler üzerinde düşünmeye olduğu gibi, kültürün dinamik, değişken, etkileşimsel özelliklerini vurgulamaya da çağırmaktadır. Hiçbir kültürel grubun tecrit bir yaşam sürdürmediği, her bir topluluk için bir ya da daha fazla “öteki”nin varlığı, kültür bilimleriyle uğraşanlar açısından bir kaziyedir. Küreselleşme süreçlerinin farklı kültürlerin mensupları arasındaki doğrudan ya da dolaylı temas, ilişki ve bağıntılılıkları şimdiye dek görülmemiş ölçüde yoğunlaştırdığı da öyle… Bu nedenledir ki günümüzde antropolojik ilgi, odağına sabitlerden çok değişkenlikleri, “iç”lerden çok sınır alanlarını, tecritten çok etkileşimleri, nüfuz edilmezliklerden çok geçirgenlikleri yerleştirmektedir.
Temas/etkileşim alanları, kültürler arası farklılıkların da tanımlandığı, değerlendirildiği ve yeniden üretildiği alanlardır. Mevcut ve/veya kışkırtılan önyargılar, ayırımcılık, kişi ve grupları “farklılıklarını” aşırı değerlendirmeye yöneltebileceği gibi (Bu bakımdan AB ülkelerinin göçmenlerine yurttaşlık statüsü tanırken, hatta giderek oturma izinlerini uzatırken, onları ev sahibi ulus-devletin tarihi, kültürel özellikleri konusunda bilgi testlerine tabi tutup, yurttaşlarının “göçmen”in kültürü, tarihi, dünya görüşü vb. konusunda bilgilenmesini beklememesi ile Kürtlere ‘Türkçe öğretemedik” diye hayıflanan bir Türk’ün birkaç sözcük de olsa Kürtçe öğrenmemek konusundaki ısrarcı tutumu arasında bir fark yoktur!); fark(lılıklar)ı zenginlik olarak algılayan bir dünya görüşünden beslenen tutumlar, onları bir gerilim kaynağı olmaktan çıkartır, kültürler arasındaki alış-verişi değer katar, insanların önlerindeki seçenekleri çoğaltır, onları donanım açısından zenginleştirir. Bir başka deyişle kültürün(ün) mensupları açısından tek-tipleştirici bir cendere mi, yoksa kişileri tinsel açıdan zenginleştiren bir kaynak mı olacağı, büyük ölçüde kültürler, daha doğrusu onların taşıyıcısı olan gruplar arasındaki etkileşimin niteliğince belirlenmektedir.
Vurgulanması gereken bir başka nokta da, kültürel grupların çelişkilerden arî, uyumlu kendilikler olmadığıdır. Nihaî olarak bir kültürün taşıyıcıları, aktarıcıları vb. insanlardır, üretim-bölüşüm ilişkileri içerisindeki, kaynaklara erişmeye, çıkarlarını yaşama geçirmeye çalışan insanlar. Kapitalizm koşullarında insanlar arasındaki ilişkilerde rekabet ve çatışma, normdur. Özellikle “etnik/kültürel cemaatler” söz konusu olduğunda gözden kaçan, bunların iktidar, iktisadî konum, otorite, toplumsal statü vb. açısından farklılaşmış, ve çatışmalı kendilikler olduğudur.
Azınlık grubunun içinde yer aldığı geniş toplum tarafından dışlanarak kendi içine kapanmak durumunda kalması “geleneksel” iç hiyerarşilerin de pekiştiği bir mekân olarak etnik cemaatlerin oluşmasına katkıda bulunmaktadır. Böylesi durumlarda genellikle “dışarısı” ile müzakereleri yürüten konumdaki (dinsel ya da seküler) önderler, simsarlar otorite konumlarını pekiştirirken, cemaatin “güçsüzleri”ni (kadınlar, gençler, çocuklar…) bastırmanın zeminini oluşturmaktadır. “Dışarısı” ile gerilimli ilişkiler, iktisadî-siyasal çelişkilerin “Medeniyetler/Dinler çatışması” olarak serimlendiği çatışkı ortamları, “cemaat”in en “özsel” özelliklerinin (genellikle dinsel referanslar) bu simsarlar eliyle seçilip vurgulanması ve “cemaat”in diğer üyeleri üzerinde bir baskı unsuru olarak kullanılmasını getirebilir. İçerisinde yaşanan ülke tehlike ve bilinmezliklerle dolu bir “düşman toprağı” olarak algılandığı ve/veya temsil edildiği sürece, kadınların çalışması, gençlerin eşlerini özgürce seçmesi, kız çocukların sokağa çıkması vb. dışarıdan içeriye yönelik tehditler olarak algılanır ve “cemaat” içeri doğru büzülerek muhafazakârlık dozajını durmaksızın arttırır.[13]
Gerçekte, en azından göçmenler söz konusu olduğunda, “cemaatleş(tir)me” süreçlerinin kapitalizm açısından yararları, tartışmasızdır. Wallerstein (1995: 106-107), göçmenlerin kendi kültürlerinde sosyalleştirilmelerini sağlayan çokkültürcü uygulamaların, (talepkârlık düzeyi düşük, uysal, düşük ücretlere ve elverişsiz çalışma koşullarına razı bir işgücü biçimlendirmedeki ve bunun ülke içerisindeki ücretlerini aşağıya çekmedeki rolüyle-b.n.) kapitalizmin hiyerarşik gerçekliğinin meşrulaştırılmasına nasıl katkıda bulunduğuna işaret eder.
Öte yandan, sosyal dayanışmada refah devletinin rollerinden bazılarını üstlenebilen cemaat yapısının sosyal harcamaları düşürücü rolü, etniler arası rekabetin (örneğin ABD’de) sistemi dinamize edici yönleri de vurgulanmalıdır. Bunun yanı sıra, etnik gösterenleri aracılığıyla (başörtüsü, etek altı pantolon, kurban kesimi, sarık, mangal, bıyık, sakal…) sınırlarını çizerek görünür hâle gelen “etnik cemaat” kriz durumlarında öfkeli kitlelere hedef gösterilebilecek uygun bir “günah tekesi” oluşturmaktadır…
* * * * *
Şu hâlde aynı topraklar üzerinde birbirine kapalı bir cemaatler dizilimi kurgusu olarak çokkültürcülük tasarımı, ekonomi-politikten çok kültüre, değişimden çok duraganlığa vurgu yaptığı, cemaat-içi hiyerarşi ve baskıları ilişkinsiz saydığı ölçüde, kültürlerin barışçıl biraradalığından çok, çatışmayı körüklemekte, farklı kültürel grupların ötekileştirilmesine yol açmakta ya da en azından bunu engellemede yetersiz kalmaktadır.
“Çokkültürcülüğün krizi” olarak saptanabilecek durum üzerine irdelemeleri, alternatif bir kavrayış konusunda ipuçları sunması açısından, farklı bir coğrafyadaki, Latin Amerika ülkelerindeki ilginç gelişmelerle değgin kimi gözlemlerle tamamlamakta yarar var.
1980 ve 90’lı yıllar çok sayıda Latin Amerika ülkesinin Anayasal ya da yasal düzlemde yerlilerine yönelik bir dizi reform gerçekleştirmesine sahne oldu. Böylelikle, örneğin Peru 1979’da, Brezilya 1988’de, Kolombiya 1991’de, Ekvator 1998’de ve Venezüella 1999’da ulusun çok-etnili ve çoğul kültürlü karakterini ilk kez tanıyan yeni Anayasaları kabul ettiler. Bolivya ve Ekvator ise benzer hükümler içeren yeni Anayasaları hazırlama süreçlerine girdiler. Yanı sıra, bir çok ülke, ILO’nun, yerli halkların teritoryal ve özerklik haklarını tanıyan 169 sayılı Konvansiyonu’nu (1957) onaylayarak iç hukuk normu hâline getirdi.
Böylelikle Latin Amerika devletlerinin önemli bir bölümü, en önemlileri arasında devredilmez toprak hakları [Kolombiya’da 600 000 yerli için 27 milyon hektar toprak; Brezilya’da nüfusun % 0,2’sini geçmeyen bir yerli nüfusu için özellikle Amazon bölgesinde 100 milyon hektar yerli cemaatlere dağıtıldı (Gros 2000: 124)]; iki-dilli ve kültürlerarası eğitim, pek çok ülkede geleneksel yerli otoritelerinin tanınması ve (evrensel insan haklarını ihlal etmediği sürece) cemaat içerisinde örfi hukukun geçerliliğinin kabulü, çevre ve kaynakların korunmasına ilişkin haklar olmak üzere bir dizi “kolektif hak”kı tanıyarak yaşama geçirme taahhüdünde bulundu.
AB ülkeleri için tahayyül edilemez bir radikallikteki, ulus-devlet paradigmasına köklü bir meydan okuma oluşturan bu yeni yöneliş, kısmen, 1980’li yıllardan sonra giderek özgücü bir yönelişe giren yerli mücadelelerine bir yanıttır. Ancak, “küresel etken”, daha fazla etkin olmuşa benzemektedir. “Yerli talepleri”, Latin Amerika’nın, gerilla hareketleri ve askerî rejimler altında geçen onlarca yılın ardından 1980’li yılların sonlarında ve özellikle 1990’lardaki “demokratikleşme” ve “pasifikasyon” süreçlerine müdahil olan devletler (ABD ve AB ülkeleri), BMÖ, bağlı kurumları, Dünya Bankası ve bölgesel kalkınma bankaları ve kimi uluslar arası STÖ’ler arasında uluslar arası ölçekte “rezonans” bulmuşa benzemektedir.
Öte yandan, küresel etken, bununla da sınırlı değildir. LA’nın “plurikültürelleşmesi” ve “multietnikleştirilmesi” neo-liberalizm bağlamından ayrı düşünülemez. Bu süreçte, kreditör konumundaki Kuzey ülkelerinin ve onların şirketlerinin, kıta devletlerinin yozlaşmış devlet bürokrasilerini by-pass ederek doğrudan cemaatlerle müzakere etmeyi daha “rasyonel” bulmalarının payı vardır.[14]
Öte yandan, bu düzenlemeler, “refah devleti”nin yüksek maliyetinden kurtulabilmek için adem-i merkezîleşmeye sıcak bakan Latin Amerika hükümetlerine de cazip gelmiştir. Çünkü borç krizini aşabilmek ve yeni krediler bulmak için benimsemek durumunda kaldıkları “yapısal uyum programları”, çoğunlukla kamu sektörlerinin özelleştirilmesini, sosyal harcamaların daraltılmasını öngörmektedir. Yerli cemaatlere tanınan özerklik ise, başarısızlığa uğrayan kırsal kamusal politikaların özerk(leştirilmiş) cemaatlerin sırtına yıkılarak özelleştirilmesi tarzında yorumlanmıştır, borçlu ve krediye muhtaç ülke yönetimleri tarafından. Böylelikle cemaatler kendi topraklarının yönetimi, eğitim ve sağlık gibi alanların düzenlenmesi konusunda başlarının çaresine bakmaya terk edilirken (bu, genellikle uluslararası STÖ’lerden maddî destek biçimini almaktadır), bir yandan DB, IMF gibi uluslar arası kreditör kuruluşlara, bir yandan da onlar üzerinde basınç uygulayan Kuzeyli “sivil toplum”a göz kırpılmaktadır. Rodríguez (2003: 72, 73)’in Ekvator için yaptığı, “İktisadi neo-liberalizm ile siyasal adem-i merkezileşme arasında bir eklemlenme söz konusudur. Bu nedenledir ki, başta yerliler olmak üzere kimi toplumsal hareketlerin yurttaşlık haklarına ilişkin temalar gündeme gelebilirken, işçi hakları sorunu devre-dışı bırakılabilmiştir,” yolundaki saptama, Latin Amerika geneli açısından da bağlamsallaştırılabilir.
Ancak neo-liberal uygulamaların kaynakları ve yaşam koşulları üzerindeki yıkıcı etkilerini kavramakta gecikmeyen Latin Amerika yerli hareketleri, ekonomi politik ile kültürü, sınıf ile etnisiteyi özgün biçimlerde kaynaştıran muhalefet siyasalarına yönelerek tepki vereceklerdir bu duruma. Günümüzde, yeni “yerli cemaati”, deyim yerindeyse “küresel köy”ün küresel “muhalifleri”ne dahil olmuştur. Yerli örgütleri bir yandan “tikel kültürel değerler” ve “kimlik” dilini ustaca kullanırken, bir yandan da yerel, ulusal, bölgesel, kıtasal hatta küresel ölçekli ittifak stratejileri izlemekte, kültürel taleplerle iktisadi-siyasal-toplumsal nitelikli talepleri özgün biçimlerde kaynaştırmakta,[15] asla “kültürel özselcilik” olarak nitelenemeyecek melezlenmeleri üretebilmektedir[16]… “Kimlik”, ellerinde bir içeri büzüşme vesilesi değil, bir açılma, etkileşim, sinerji aracı, neo-liberal siyasalara ve küresel kapitalizme karşı ittifak ve alternatif arayışlarının dinamik bir değerine, canlı bir “eğreltilemeler kaynağı”na dönüşmüştür. Bir Aymara sosyologun şu sözleri, kültürün küresel ölçekli bir antikapitalist stratejiye dahil edilişinin ilginç bir örneğini oluşturmaktadır:
“Günümüzde neo-liberalizme karşı çıkmak, anıtsal bir meydan okumadır, ancak hem ekolojik, hem iktisadî hem de toplumsal açıdan sürdürülebilir yaratıcı alternatif öneriler geliştirmeye yetili olmamız gerekiyor. Toplumun gelecekteki biçimlenişinin felsefi yönelişi yaşam paradigması olarak Aymaraların Suma Qamaña’sı, Quichwaların Sumaj Kawsay’ı, Guaranílerin Ňande Reko’su üzerine düşünebilmeli. Bu öteki kozmovizyonun bizi kapitalist materyalin büyümesi aracılığıyla “kalkınma” ve “ilerleme” yoluna itebileceği söylenebilir. Yine de, tinsel boyuta ne olacak? Burada iki uygarlık-kültürel matrisi herkesin refah ve uyumunu sağlamak üzere diyaloga doğru eklemleyip etkileşime sokacak ustalık ve zekâya sahip olabilmeliyiz.”[17]
* * * * *
Kültürel çeşitliliğin geleceği üzerine düşünürken AB ve Latin Amerika ülkeleri arasında ayrıntılı bir karşılaştırma yapmak, ilginç olurdu. Ancak buna ne zaman, ne de bağlam elveriyor. Yine de, burada sözkonusu edilebildiği kadarıyla dahi tezat, çarpıcıdır: Neo-liberal siyasaların yönlendiriciliğinde etnik unsurların “cemaatleşmesi”nin önünü açan iktidarlar karşısında, “kolektif kimlik” kurgusundan beslenen, ancak onu aşarak kendi “sınırlarını” anti-noliberal ittifaklar çerçevesinde geçirgenleştiren “etnik” kendiliklerin “kültürleraraslık”ı (interculturalism) ile, “kültürler”i sabit, geçirimsiz kendilikler olarak tasarlayan, ancak iktisadî-siyasal yapısı bağlamında onları belirli bir hiyerarşi dizilimine tabi tutan ve bu hiyerarşi içerisinde, hoşgörü ve diyaloga dayalı bir yan yana yaşama tarzı geliştirmelerinden öte beklentisi olmayan, dolayısıyla “kriz” anlarında kültürler-arası çatışmaya açık (ya da en azından bu çatışmaları engelleyecek donanımlar karşısında kayıtsız) “çokkültürcülük” arasındaki tezat.
İktisadî-siyasal bağlamla eklemlenebilen kültür, Latin Amerika (yerli, siyah ve Avrupa kökenli) madûnları arasında kardeşleşme sürecinin aslî unsuruna dönüşürken, AB’nin “çokkültürcülüğü”nün tökezleyen görüntüsü, bu proje üzerinde yeniden düşünmeye çağırıyor bizleri…

N O T L A R
[*] Kaldıraç, No:108, Mart 2010…
[1] Mevlana.
[2] Testteki bazı sorular şöyle: “1880-1910 arasında zulümden kaçarak göç eden Yahudiler hangi ülkelerden gelmişlerdir?”; “İskoçya’nın kuzey sahiliyle İngiltere’nin güney sahili arasındaki mesafe ne kadardır?”; “İskoçya’da bir eve yeni yılın ilk konuğu olarak geliyorsanız ne getirmeniz beklenir?” (“İngilizler Bile Bu Sınavdan Zor Geçer”, Cumhuriyet, 3 Nisan 2007, s.11.)
[3] The Guardian, 4 Mayıs 2007. Aktaran: Nuray Mert, “Sarkozy’nin Zaferi”, Radikal, 15 Mayıs 2007, s.6.
[4] Framework Convention for the Protection of National Minorities, Kabul tarihi: 1 Şubat 1995; Yürürlük: 1 Şubat 1998.
[5] European Charter for Regional or Minority Languages, Kabul tarihi: 5 Kasım 1992; Yürürlük: 1 Mart 1998. (Her iki bildiri için bkz. İnanç 2004).
[6] Sözleşmede, “taraflar… gerektiğinde… mümkün olduğunca… çaba gösterirler/kaçınırlar” gibi muğlak ifadeler oldukça fazla. (Bkz. İnanç 2004: 75-86).
[7] Bu konuda ayrıca bkz. Kastoryano (2000: 17-23; 59-94)
[8] Bu görüş, en azından Hobsbawm ve Ranger’ın Invention of Tradition’undan bu yana toplum ve kültür bilimlerin gündemindedir. Bkz. Hobsbawm ve Ranger (1983); ve bu tezin “yerel” kimi uyarlamaları konusunda Hawaii “ulusalcılığı” için bkz. Linnekin (1983); Maoriler için bkz. Hanson (1989); Quebec “milliyetçiliği” için bkz. Handler ve Linnekin (1984); ve, Ainu “etnik yeniden inşaı” için bkz. Friedman (2002: 240-241)
[9] “Avrupa ve ABD’deki sağcı ırkçılar, faşistler ve köktenci hareketler hiç kuşku yok ki, davranışlarında, açıkça nefret ettikleri ırksal azınlıklardan daha primordiyal gözükmekteler,” diyor Appadurai (1998: 143).
[10] Nitekim, “çokkültürcülük” kavramının, “kültürler”i (ya da etnisite’yi) özselleştirerek sabitlediği, durumsal, dinamik, değişken, süreçselci, etkileşimsel vasıflarını gözardı ederek şeyleştirilmelerine, kültürel sınırların fetişleştirilmesine yol açtığı eleştirileri yakın zamanlarda sıkça dile getirilmeye başlanmış ( Çağlar 1997; Bauman 1999); “çokkültürcülük” kavramı yerine “kültürlerarasılık”ı kullanma yolundaki vurgular artmıştır (Kentel, tarihsiz).
[11] Tabii bunun tersinin geçerli olduğu, ezilen grupların kimliklerini gizleme/reddetme eğilimini benimsedikleri durumlar da var. Ancak çağımızın başat yönelişi yeniden dağıtım müzakerelerinde etnisitenin vurgulanması yönünde seyrediyor…
[12] İlk biçiminde, iş akti feshedilen göçmenlerin derhâl sınırdışı edilmesi önlemini içeren Fransız “Entegrasyon ve Göçmenlik Yasa tasarısı”, komisyondaki kimi hafifletmelere rağmen, sanırım “etnisite ile sınıf” arasındaki ilişkiyi, en açık biçimde gözler önüne seren örneklerden birini oluşturuyor. Tasarının gerisindeki mantığa göre, (göçmen) işçi, ancak artı-değer üreticisi olduğu ölçüde (“topraklarımızda” yaşamaya layık olacak bir) değer kazanırken, artı-değer üreticisi olmaktan çıktığında, “etnikleş(tiril)erek” değer yitirmektedir İnsel’in (2006) deyişiyle, “Gerçekten de, güçsüz konumda olan kesimin haklarını daha da azaltmak, bunlar üzerinde daha büyük bir güvensizlik baskısı yaratmak ve bunun sonucunda ortaya çıkacak sorunların güvenlik devleti yöntemleriyle bastırmaya girişip, toplumun gelecekten endişeli kesimlerinin yabancı korkusunu körüklemek olarak özetlenecek bir siyasal strateji bugün Fransız sağına hâkim durumda.”
[13] Abdurrahman Karataş, H.Ü. Antropoloji Bölümü için hazırladığı, Almanya’daki Türk ve Kürt göçmenler arasındaki alan araştırmasına dayalı yüksek lisans tezi çalışmasında, kadınlara yönelik baskıların cemaatleşme eğilimindeki İslâmî çevrelerde daha yüksek düzeyde seyrettiğine dair şu gözlemlerde bulunmakta: “Kadının ücretli bir işte çalışmasının onu özgürleştirdiğine yönelik sorularımıza İslâmî çevreden gelen genel bir cevap, ‘evinin kadını’nı Alman kadını ile kıyaslayarak, Alman çalışan kadının olumsuzlanması olmuştur. Bu kesime göre; Alman kadını bir köle gibi çalışmakta, aileye ve çocuğa önem vermemekte, kadının kocasına ve ailesine yabancılaşmasına neden olmakta ve kadına bu zögürlüklerin verilmesi kadının kocasını aldatmasına kadar gitmektedir. (…) Söz konusu çevrelerde kadının, orijin bölgeye göre daha çok kontrol edilmesi gerektiği, çevrede bulunan her şeyin bu yapıyı kolayca yıkabileceği tehdidine karşı, daha sıkı önlemlerin alınması anlamına gelir. Kızların evlilik konusunda tercihlerinde serbest bırakılmasının aileyi parçalayacağı düşüncesi hâkimdir. (…) Evlilik konusunda kızın rızasının önemli vurgulanmakla birlikte önemli olanın aile babasının rızası olduğuna inanılmaktadır.” (Karataş 2006: 157-58.)
[14] “(Kolombiya’da - b.n.) çoğu biyoenerjik kaynakların sınai işletmesi, madencilik, ve petrol büyük şirketlerin, ÇUŞ’ların, ağırlıklı olarak yerli topraklarında geçen oyuna dahil olmasını getirmektedir. Bunlar ulusal örgütlerle müzakerelere girişmektense, yerel cemaat önderleriyle muhatap olmayı yeğliyorlar.” (Jackson 2002: 95)
[15] Latin Amerika’nın çeşitli yerli örgütlerinin düzenledikleri kıta ölçekli zirvelerin deklarasyonları, bu konuda ilginç örneklerle doludur. Örneğin bkz.http://icci.nativeweb.org/cumbre2004/kito.html, http://www.cwis.org/fge/ swsf.htm, http://www.cumbrecontinentalindigena.org/declaracion.php.
[16] Latin Amerika yerli hareketleri, kültürel gruplar arasındaki etkileşimi önvarsayan “kültürlerarası(lık)” terimini, kültürlerin geçirimsiz, sabit bir tarzda bir arada bulunmasını çağrıştıran “çokkültürcülük”e yeğler gözükmekteler: “Kültürlerarasılık başka bir şeydir ve çelişki olmaksızın Garcia Canclini ya da Lyotard ve Vatimo’nun estetik övgüleri ya da ludik patlamasıyla karıştırılamaz. Yerli halklar küreselleşme çapında örgütsel biçimlerini, etnik-kültürel sadakatlerini terk etmeksizin dünyasallaştırmadan direniş seçeneğine sahip olmadıklarının farkındadırlar. Devlete aidiyetlerini kabul etmekte ve bu yolla öteki toplumla bağlantı kurmakta, ama özerklik ve milliyet talebinden -bu da alternatif uygarlık yollarını oluşturmakta- vazgeçmemekteler.” (Rodríguez 2003: 108)
[17] Yampara (2006).

YARARLANILAN KAYNAKLAR
Anavarzalı, A. (2003) “Richard Sennet Bir Yaramıza Parmak Basıyor: Karakter Aşınması”, Cumhuriyet Kitap, 691.
Appadurai, A. (1998). Modernity at Large, Cultural Dimensions of Globalization. Minneapolis: University of Minnesota Press.
Baumann, G. (1999). The Multicultural Riddle. Rethinking National, Ethnic, and Religious Identities. New York ve Londra: Routledge.
Çağlar, A. (1997). “Hyphenated Identities and the Limits of Culture”. The Politics of Multiculturalism in the New Europe. Racism, Identity and Community. T. Modood & P. Werbner (eds.) Londra ve New York: Zed Books. (169-185).
Friedman, J. (2002). “Globalization and Localization”, The Anthropology of Globalization. A Reader. Inda, J. X. ve R. Rosaldo (der.), Malden, Mass. ve Oxford: Blackwell Publishers.
Gros, C. (2000). Políticas de la Etnicidad: Identitad, Estado y Modernidad. Instituto Colombiano de Antropología e Historia, Bogotá.
Handler R. ve J. LIinnekin (1984). “Tradition, Genuine or Spurious”, Journal of American Folklore, 97, 385: 273-290.
Hanson, A. (1989). “The Making of the Maori: Culture Invention and its Logic”, American Anthropologist, 91: 890-902.
Hobsbawm E. ve T. Ranger (eds.) (1983). The Invention of Tradition, Cambridge: Cambridge University Press.
İnanç, Z. (2004) (der.). Uluslar arası Belgelerde Azınlık Hakları. Ankara: Ütopya.
İnsel, A. (2006). “Atılabilir Genç, Atılabilir Yabancı”, Radikal İki, 30 Nisan 2006.
Jackson, J. J. (2002). “Contested Discourses of Authority in Colombian National Indigenous Politics: The Summer 1996 Takeovers”, Kay B. Warren ve Jeane E. Jackson (eds.) Indigenous Movements, Self-Representation and the State in Latin America. Austin: University of Texas Press.
Kagarlitsky, B. (2000). The Return of Radicalism: Reshaping Left Institutions. Londra: Pluto.
Karataş, A. (2006). Almanya’daki Türkiyeli Göçmenler Özelinde Asimilasyon ve Entegrasyon. H. Ü. Sosoyal Bilimler Enstitüsü, Antropoloji Anabilim Dalı. (Y. lisans tezi)
Kentel, F. (tarihsiz). “Kültürel Kimlik, Çokkültürlülük ve Avrupa Deneyimi”, İHD Diyarbakır Şubesi, Çokkültürlülük Konferansı (27-28 Kasım 2005, Diyarbakır).
Kastoryano, R. (2000). Kimlik Pazarlığı. Fransa ve Almanya’da Devlet ve Göçmen İlişkileri. İstanbul: İletişim.
Larrain, J. (1995). İdeoloji ve Kültürel Kimlik. İstanbul: Sarmal.
Linnekin, J. S. (1983). “Defining Tradition: Variations on the Hawaiian Identity”, American Ethnologist, 10, 2: 241-252.
Melotti, U. (1997). “International Migration in Europe: Social Projects and Political Cultures”. The Politics of Multiculturalism in the New Europe. Racism, Identity and Community. T. Modood & P. Werbner (eds.) Londra ve New York: Zed Books. (73-92)
Özbudun, S. (2007). “Kültüralizm Üzerine Notlar”, İnsancıl 2007:3, 6-11.
Parekh, B. (2002). Çokkültürlülüğü Yeniden Düşünmek. Kültürel Çeşitlilik ve Siyasi Teori. Ankara: Phoenix.
Rodríguez, R. U. (2003). Educación indígena y proyecto civilizatorio en Ecuador. Quito: Universidad Andina Simon Bolivar, Abya Yala, Corporación Editora Nacional.
Sennet, R. (2002), Karakter Aşınması, İstanbul: Ayrıntı, 2002.
Somersan, S. (2004). Sosyal Bilimlerde Etnisite ve Irk. İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Wallerstein, I. (1995). “Halklığın İnşası: Irkçılık, Milliyetçilik ve Etniklik”. E. Balibar ve I. Wallerstein (der.), Irk, Ulus, Sınıf – Belirsiz Kimlikler. İstanbul: Metis, 91-108.
Yampara, S. (2006). “Testimonio de una experiencia educativa andina”, pukara, 1: 6.

Yorum Ekle

BLOGGER

|/fa-clock-o/ Başlıklar$type=list-tab$c=5$date=1$au=0$page=1$sn=1

/fa-star-o/ Öne Cıkanlar$type=list-tab

/fa-comments/ Yorumlar$type=list-tab$com=0$c=5$src=recent-comments$pages=1

/fa-history/ Arşivden $type=list-tab$source=random-posts$author=0$c=5

/fa-users/ TAKIP ET

Ad

“HOŞGÖRÜDEN EŞİTLİĞE: TÜRKLERLE ERMENİLER ARASINDAKİ GÜÇ İLİŞKİLERİNİ BİR SİVİL HAKLAR MODELİ ARACILIĞIYLA DEĞİŞTİRMEK,1,“KOBANÊ’NİN ‘BİZ’İMLE NE ALÂKÂSI VAR?,1,“NEFRET SUÇLARI” VE “ZEHİRLİ KAN” ÜZERİNE,1,1 MAYIS 2015’DE İSTİKAMET(İMİZ) -2014’TE OLDUĞU GİBİ!- TAKSİM,1,1 MAYIS 2016 DERS(LER)İ,1,1 MAYIS’A GİDERKEN: AKP KADINLAR İÇİN NE YAPTI,1,1 mayis,14,100. YAŞINDA EKİM DEVRİMİ’NİN ANIMSATTIKLARI,1,100’E 1 KALA ERMENİ GERÇEĞİNİN TOPOĞRAFYASI,1,12 eylul,4,12 EYLÜL 2010 SONRASI,1,12 EYLÜL KİME KARŞIYDI?,1,12 EYLÜL YARGILANDI… MI?,1,12 EYLÜL’Ü YARGILAMAK...,1,1915- HRANT VE ADALET,1,1968’İN 50. YILINDA SARI YELEKLİLER,1,2013,1,2014,1,2014 İÇİN 2013’ÜN 1 MAYIS DERSLERİ,1,2015,1,2015 1 MAYIS’INDAN 2016’YA YİNE YENİDEN ISRARLA TAKSİM,1,2016,1,2018,1,2019: YERKÜREDE VE COĞRAFYAMIZDA İŞÇİ SINIFI(MIZ),1,23 NİSAN BİTTİ ‘KUTLU DOĞUM’ VERELİM,1,24 HAZİRAN SEÇİM(LER)İ VE TAVIR(IMIZ),1,7 HAZİRAN 2015 SEÇİMLERİ’NE DAİR -GEREKÇELİ- TAVRIMIZ,1,7 HAZİRAN’DAN 1 KASIM’A HDP NOTLARI,1,8 mart,3,A-UTOPYA’YA UNUTULMAZ BİR YOLCULUK,1,ABD EMPERYALİZMİ VE VENEZÜELLA 2019,1,AÇIK SÖZLÜ OLMAK İYİDİR (7 HAZİRAN SONRASINA DAİR DEĞERLENDİRME),1,ADALET: ANTROPOLOJİK BİR BAKIŞ,1,afis,1,AFRİN (VE SURİYE’N)İN ÖTESİDİR,1,AFRİN (VE SURİYE),1,AKADEMİNİN ÖZGÜRLÜĞÜ İÇİN,1,akademisyen,2,AKADEMİSYEN SORUMLULUĞU,1,AKLIMIZDA TAŞIYORUZ SİZLERİ,1,akp,36,AKP İKTİDARI VE GÜNDELİK HAYATIN İSLÂMİLEŞTİRİLMESİ,1,AKP İSLÂM FAŞİZM ve KADINLAR,1,akp.kriz,1,AKP’NİN ‘KÜLTÜR POLİTİKALARI’?,1,AKP’NİN “DERİN DEVLET”İ,1,AKP’NİN “KINDER KUCHE KIRCHE”Sİ,1,AKP’NİN “MUHAFAZAKÂR”LIĞI NEYE DENK DÜŞER,1,AKP’NİN “ORGANİK AYDINLARI” VE HAZİRAN KALKIŞMASI,1,AKP’NİN BAŞKAN”LIĞI,1,AKP’NİN EĞİTİM SİSTEMİ Mİ DEDİNİZ,1,AKP’NİN EĞİTİM SİSTEMİ: MİLLİYETÇİ MANEVİYATÇI VE PİYASACI,1,AKP’NİN EĞİTİM SİSTEMİYLE İMTİHANI,1,AKP’NİN KADINLARA KARŞI SAVAŞI: MADAM GİBİ ÖLMEK,1,AKP’NİN MUHAFAZAKÂRLIĞI İSLÂMCILIĞI NEOLİBERALİZMİ VE KADINLAR,1,aktuel,4,aktüel,2,ALEVÎLİK VE SINIF MÜCADELESİ: KÜLTÜR VE EKONOMİ POLİTİK,1,aleviler,1,amerika,1,ANADOLU’NUN “YA BASTA”SI,1,antropoloji,10,ANTROPOLOJİ: NASIL VE NİÇİN,1,arkeoloji,1,ARSIV,1,ATAERKİ” ÜZERİNE,1,ATAERKİL PAZARLIK BOZULDU,1,AVM’LER,1,AVRUPA BİRLİĞİ: ÇOKKÜLTÜRCÜLÜĞÜN “KRİZİ”,1,aydinlar,9,aydinlar devrimciler,27,AYŞE ÖĞRETMEN “DAVA”SININ ANIMSATTIĞI,1,Barış Bildirimi metni,1,baris,7,basin,3,BAŞKALDIRIDIR MİZAH YA DA HİÇ!,1,BE ZİMAN JÎYAN NA BE,1,BEJDAR’IN TUTSAK ALINAMAYAN ŞİİRLERİ,1,BEKLE BİZİ -YENİDEN- TAKSİM,1,BELLEKLE GELECEĞİN KARŞILAŞMASI,1,bilim,3,BİR “ELEŞTİRİ”YE KISA KENAR NOTLARI,1,BİR “İMKÂNSIZ AŞK” HİKÂYESİ: “AKADEMİ VE ÖZGÜRLÜK,1,BİR “PRAKSİS ANTROPOLOJİSİ” İÇİN,1,BİR AYDIN(LIK) HÂLİ FİKRET BAŞKAYA,1,BİR DAHA ASLA DİYEBİLMEK İÇİN: GÖZALTINDA KAYIPLAR,1,BİR İKTİDAR (YENİDEN-)ÜRETME ARACI OLARAK MOBBİNG[*],1,BİR İKTİDAR ARACI OLARAK KORKU,1,BİR KEZ DAHA “TERÖR” MÜ,1,BİR KİMLİK SİYASETİ OLARAK MİLLİYETÇİLİK VE IRKÇILIK,1,BİR MİLAT: REFERANDUM VE SONRASI,1,BİYOLOJİ KADER Mİ? ya da “FITRAT”A DAİR,1,BİZİM DELİLERİMİZ,1,BM DB VE IMF’NIN DILINDE KADIN YOKSULLUĞU,1,bölge,3,BU 12 EYLÜL REJİMİ… BURADAN ÇIKIŞ YOK,1,BU NE ŞİDDET BU CELÂL? (YA DA “GULYABANİ” KİM),1,BUGÜN ADNAN YÜCEL KONUŞACAĞIZ,1,CELLATLARIN DÖKTÜKLERİ KAN,1,cevre,12,CHARLIE HEBDO’YA SALDIRI TE’VİLLERİ VE TAVRIMIZ,1,chd,1,cinayetler,12,CUJUS REGIO EJUS RELIGIO,1,CUMHURBAŞKANLIĞI SİSTEMİ VEYA BU KADAR YETKİYİ BABANIZA VERİR MİYDİNİZ,1,Çile'nin Antropolojisi: Bir Anı Bir Gözlem ve Bir Tahlil Girişimi,1,ÇOCUKLAR ÖLMESİN DEMEK TERÖR SUÇU MU,1,ÇOCUKLARININ ETİYLE BESLENEN ÜLKE,1,ÇÖZÜMÜN SOSYO-EKONOMİK YANI,1,DAĞLAR ERİRSE – ZEVEBÂN,1,DAİMA YAŞAYACAKTIR İSMİYLE MÜSEMMA YAŞAR KEMAL,1,DARBE GİRİŞİMİ VE SONRASI,1,dava,13,davalar,1,DELİ DUMRUL’UN “KENTSEL DÖNÜŞÜM”Ü ya da YOLSUZLUK RANTIN İKİZ KARDEŞİDİR,1,DEMİRİN TUNCUNA İNSANIN...,1,demokrasi,1,DEMOKRATİKLEŞ-ME PAKETİ,1,dersim,2,devlet,12,DEVLETİN ERKEKLERİ YA DA KADINA ŞİDDET NASIL ÖNLENMEZ,1,DEVLETİN KÜRTAJI: ROBOSKÎ,1,DEVLETLÛLAR,1,devrim,8,DİĞERLERİ VE KENT HAKLARI…[*],1,dinler,7,DİNLER İSLÂM VE KADIN BEDENİ,1,dinleti,1,DİRENEN DAMAR[*] ÇÜRÜMEYEN,1,direnis,3,dunya,5,dünya,53,düsünce özgürlügü,2,EGEMENLERİN “PYRRHUS ZAFERİ”: F-TİPİ,1,egitim,12,EKİM DEVRİMİ SOSYALİZM KADINLARIN KURTULUŞU,1,ekoloji,10,ekonomi,7,elestiri,1,ELEŞTİRİ HAYATTIR; YAŞATIR,1,emek,15,emekciler,3,EMEKÇİLER İŞSİZLER YOKSULLAR NEREDE,1,emperyalizm,7,EMPERYALİZM- T. “C” VE AFRİN,1,enternasyonalizm,1,ENTERNASYONALİZM ÜZERİNE NOTLAR,1,ERCAN BİNAY’DAN (BAFRA T TİPİ) MEKTUP VAR: ABDULLAH KALAY’A ÖZGÜRLÜK,1,ermeniler,4,ESKİ(MEYEN)/ YENİ TÜRKİYE”DE BARIŞ (MI),1,etnoloji,2,EVET ÇIKSA DA “HAYIR”,1,EVLAT YOLDAŞ,1,fasizm,6,FAŞİZM VE KADINLAR,1,felsefe,1,feminist,1,FİDEL İÇİN SANCAĞI YARIYA İNDİRMEYİN DAHA DA YÜKSELTİN,1,FRIEDRICH ENGELS VE AİLENİN,1,genclik,2,GERÇEKTEN DE NEDİR TERÖR,1,GÖBEKLİTEPE BİZE NEYİ ANLATIYOR,1,güncel,3,gündem,11,GÜNDEM’E DÜNE VE BUGÜNE DAİR,1,HAFIZASINI YİTİRMEYEN “DERSİM’E AĞIT,1,hakkinda,1,HÂL ÜLKEYİ KUTUPLAŞTIRIYOR,1,HÂL VE GİDİŞ(İMİZ),1,HANGİMİZ ÖZGÜRÜZ Kİ,1,hareketler,1,Hasta Tutsak Abdullah Kalay 2. Heyet Raporuna Rağmen Tahliye Edilmiyor!‏‏,1,HAVADIR SUDUR ATEŞTİR YANİ HAYATTIR GRUP YORUM,1,HER GÜN DÖRT İŞÇİ BEŞ KADIN,1,HER KÖYDE BİR “KÖPEK” VARDIR,1,HİÇLEŞTİRİLME KAYGISINDAN ÖFKEYE SARI YELEKLİLER,1,HRANT,1,hrant dink,4,hrant dink'in katline 2015 perspektifinden bakmak,1,hukuk adalet,31,IŞILTILI VE “TEHLİKELİ” BİR KADIN: SUAT DERVİŞ,1,IŞİD VE İSLÂMCI “FEMİNİSTLER”,1,ibrahim kaypakkaya,1,İFADE ÖZGÜR(LÜĞÜ) MÜ,1,İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ VAZGEÇİLEMEZ ÖNCELİKLİ DEĞERDİR,1,iktidar,10,iletisim,2,inanc,7,insan haklari,1,isci-sendika,11,islam,14,islam.ortadogu,1,İSLÂMCI-MUHAFAZAKÂRIN ZİHİN HARİTASINDA BİR GEZİNTİ: “NASIL BİR KADIN(LIK),1,İSTANBUL SEÇİMİ - BİR DEĞERLENDİRME,1,isyan,15,İŞÇİ SINIFI 2017 1 MAYIS(’IMIZ) VE KATLİAMIN 40. YILINDA TAKSİM,1,İŞÇİ SINIFININ KADINLAŞMASI,1,İTİRAZ VE ELEŞTİRİ “HAZIROL”DA DURMAZ,1,İYİ Kİ YAŞADILAR İYİ Kİ YAZDILAR,1,KADIN(LAR) VE DEVRİM(LER),1,KADINLAR KAPİTALİZM FAŞİZM VE AKP,1,KADINLAR GERÇEKTEN DE “SINIFLAR-ÜSTÜ” MÜ,1,KADINLAR İÇİN OLABİLECEK EN KÖTÜ ALAŞIMIN ORTASINDAYIZ,1,KADINLARA KENTLERE GECELERE DAİR,1,KADINLARIN KURTULUŞU: MARKSİZM’SİZ OLUR MU,1,kadin,55,kadinlar,11,KALBİM(İZ) CİZRE’DEDİR,1,kapitalizm,19,KAPİTALİZM KÜLTÜR DİRENİŞ,1,KAPİTALİZMİN KENDİNİ İMHASI: NEOLİBERALİZM,1,kart,1,katlamlar,1,katliamlar,7,KELLE FIYATINA HÜRRIYET ESIRLIK BEDAVA,1,KENTİ (YOKSULLARINDAN) TEMİZLEMEK,1,KEŞFEDİLMEMİŞ GELECEĞİN BİÇİMLENMESİ İÇİNDİ SAMİR AMİN,1,kitap,35,KOBANÊ BİZİMDİR BİZ KOBANÊ’YİZ,1,KOLEKTİF BİR DEVLET CİNAYETİ: HRANT DİNK,1,komünizm,4,kriz,49,KRİZ SAVAŞ VE İŞÇİ SINIFI ÜZERİNE GÖRÜŞLER,1,KRİZDEN İNSAN MANZARALARI[*],1,KÜLTÜR “YERLİ VE MİLLİ” MİDİR?YA DA NEDİR,1,kültür sanat,29,KÜRESEL KÜLTÜR” MÜ,1,kürt sorunu,1,laiklik,1,LAİKLİK Mİ HANGİSİ,1,latin amerika,11,LATİN AMERİKA: SAĞIN GERİ DÖNÜŞÜ - 1/ BREZİLYA ÖRNEĞİ,1,LATİN AMERİKA: SAĞIN GERİ DÖNÜŞÜ-2/ PARAGUAY: “TEKNİK DARBE,1,LATİN AMERİKA’DA BARIŞ SÜREÇLERİ,1,LATİN AMERİKA’DAN “BARIŞ SÜREÇLERİ”: EL SALVADOR ÖRNEĞİ,1,LATİN AMERİKA’NIN DESAPARECIDO’LARI,1,leninizm,2,LÜZUM” ÜZERE: BİR KEZ DAHA İSTANBUL SEÇİMİ,1,MAĞLUP MU DENİR ŞİMDİ ONLARA?,1,MARKSİST-LENİNİST ROMAN YAZARI : VEDAT TÜRKALİ,1,marksizm,5,MARKSİZM + V. İ. LENİN = EKİM DEVRİMİ (NOTLARI),1,MARKSİZM AİLE AŞK CİNSELLİK ÜZERİNE SÖYLEŞİ,1,MARKSİZM VE KADIN ÜZERİNE,1,Marksizm ve Kadın: Emek Aşk Aile,3,MARKSİZM VE KADINLARIN KURTULUŞU,1,MARX’IN DÜŞÜNCE DÜNYASINA BİR SEYAHAT: ETNOLOJİ DEFTERLERİ,1,MARX’TAN ÖĞRENEN BİR ÇUKUROVALI: OKTAY ETİMAN,1,MASKELİ FAŞİZM: “POPÜLİST AŞIRI SAĞ,1,medya,1,MEVTAYI İYİ BİLMEZDİK,1,milliyetci,2,mizah,2,MURAT’IN DÜŞÜ LAMBORGHİNİLER VE DÜNYAYI DEĞİŞTİREBİLMEK,1,mücadele,12,MÜCADELE BOYU BİR YAŞAM: SCHAFIK JORGE HANDAL,1,MÜCADELEYE DEVAM”[1] “BU DAHA BAŞLANGIÇ,1,NE OLDU O “İMTİYAZSIZ SINIFSIZ KAYNAŞMIŞ KİTLE”YE,1,NEO-FAŞİZM(LER) “FEMİNİST” Mİ,1,NEO-LİBERAL TÜRKİYE’DE MUHAFAZAKÂRLAŞMA/ DÜŞKÜNLEŞME DİYALEKTİĞİ,1,NEO-LİBERAL TÜRKİYE’NİN “EN ALTTAKİLER”İ: İŞÇİ SINIFI KÜRTLEŞİRKEN,1,neoliberal,10,newroz,1,NİCE ONYILLARA ‘YENİKAPI’LI YOLDAŞLAR,1,O GÜN BU ÜLKEDE. O GÜN O ALANDA,1,OĞLUM(UZ) ÖLÜMSÜZDÜR,1,ohal,4,OKTAY AĞABEY(İMİZ,1,ONLAR ÇALIP ÇIRPTIKÇA BİZ YOKSULLAŞIYORUZ,1,ORÇUN,1,ortadogu,8,ORTADOĞU’DA BİR KARABASAN: IŞİD,1,OSMANLI’YI “İHYA” ETMEK: AKP’NİN TÖRENLERİ,1,OTUZÜÇ KOR DÜŞTÜ YÜREĞİMİZE…,1,ÖFKELENİNCE ÇOK GÜZEL OLUYORSUN TÜRKİYE,1,ÖFORİNİN ORTASINDA,1,ÖĞRETTİKLERİ HATIRLATTIKLARIYLA GREİF DİRENİŞİ,1,ÖLÜMSÜZ ABİ(MİZ) OKTAY ETİMAN,1,ÖRGÜTLÜ MÜCADELE ETİĞİ VE SOSYALİST DEMOKRAS,1,öteki,25,ÖZEL MÜLKİYETİN DEVLETİN KÖKENİ ÜZERİNE,1,ÖZERKLİKÇİ ANAYASA SONRASINDA BOLİVYA DERSLERİ,1,ÖZGECAN’IN KATLİNİN AKP’YLE NE İLGİSİ VAR,1,özgeçmis,1,özgürlük,2,panel,3,PARANOYA VE MEGALOMANİNİN (“YENİ”) REJİMİ,1,PARİS KATLİAMI “BARIŞ SÜRECİ” VE HESAPLAŞMA,1,politika,11,POPÜLER KÜLTÜRE ELEŞTİREL BAKIŞLAR - KISA BİR TARİHÇE,1,protesto,2,RECEP’İN TÜRKÜ(/ŞİİR)LERİ,1,referandum,3,rejim,1,roboski,1,ROBOSKİ’NİN KANAYAN KARANFİLİ,1,röportaj,12,SAHİ “VESAYET (REJİMİ)” KALKTI MI,1,SAHİCİ OLMAK,1,savas,3,savas-baris,1,SAVAŞ ŞIDDET ÜZERINE EKONOMI-POLITIK VE ANTROPOLOJIK NOTLAR,1,SAYGI VE HAYRANLIKLA ÇHD GENEL KURULU’NA,1,secim,17,secimler,4,seçim,5,SEÇİMLERİN SONRASINDA,1,seminer,1,sempozyum,1,SEN ÇÜRÜMENİN RESMİNİ ÇİZEBİLİR MİSİN ABİDİN?YA DA MEMLEKETTEN EĞİTİM MANZARALARI,1,SEN MİSİN “BARIŞ” DİYEN,1,sibel özbudun,1,sinifsal bakis,8,SİVAS KATLİAMI O GÜN ORADA BİTMEDİ,1,siyonizm,2,SİYONİZM ANTİ-SEMİTİZM VE BİR “MUGALATA” ÜZERİNE,1,SOMA “SON” OLSUN; AMA DEĞİL,1,sosyal bilimler,4,SOSYAL BİLİMLER: BİR ŞEY YAPMALI,1,sosyalizm,10,SOYKIRIM ÜZERİNE RESMÎ SÖYLEMLER ya da T.C. SOYKIRIMI NEDEN TANIMALIDIR,1,SOYKIRIMA TANIKLIK(LAR),1,soykirim,2,söylesi,1,söyleşi,2,SÖYLEŞİ: OKURYAZARLIK ÜZERİNE,1,suriye,2,SURUÇ’UN İŞARET ETTİĞİ,1,SUSMA SUSTUKÇA SIRA SANA MUTLAKA GELECEK,1,SUSMA! SUSTUKÇA SIRA SANA GELECEK,1,SUYUN DELİ DUMRULLARI: ÖZELLEŞTİRMELER,1,SÜREKLİLEŞTİRİLEN OHAL VE,1,ŞİDDET Mİ MEŞRUİYET YİTİMİ Mİ,1,ŞİDDET NEDEN KAPİTALİZMİN “OLMAZSA OLMAZI”DIR,1,taksim,3,tanitim,11,TANTALOS’U YARATMAK,1,tarih,14,tck,2,tck301,1,temel demirer,17,tercüme,2,terör,1,TIMEO HOMINEM UNIUS LIBRI/ TEK KİTAPLI İNSANDAN KORKARIM,1,TOTALİTARYANİZMİ SOKAKTA ALT EDEBİLMEK,1,TOTALİTERLEŞMEYE İHVAN’LAŞMAYA KARŞI,1,TÖREN ULUS-DEVLET İKTİDAR[*],1,Turkey a Beauty When Angry,1,tüketim,1,Türk Akademiası: Gerçekten kadınlar için Bir Cennet mi,1,TÜRK HALKI BARIŞÇI MI,1,TÜRK(İYE) İSLÂMI’NDA KADIN OLMAK,1,türkiye,77,ULAŞ ULAŞ’TIR,1,UNUTMAYACAĞIZ UNUTTURMAYACAĞIZ: ŞAHİT OL ANKARA GARI,1,UNUTULMAMASI GEREKENLER,1,üniversite,6,ÜNİVERSİTEYİ ÖLDÜRMENİN SEKİZ YOLU (YA DA ÜNİVERSİTE PİYASAYA NASIL ENTEGRE OLUR,1,VAHŞETİN ALTERNATİFİ VAR ELBETTE,1,VAR OLANDAN KOPMAK İÇİN YEREL SEÇİM VE SORU(N)LARI,1,VENEZÜELLA VE EMPERYALİZM KONUSU,1,VESAYET REJİMİ” ÖLDÜ YAŞASIN “İLERİ DEMOKRASİ,1,video,24,VURUN “ÖTEKİ”NE,1,YA SEV YA TERKET: BİR BİAT ARACI OLARAK MOBBİNG,1,YA SOSYALİZM YA BARBARLIK,1,YANIT: OLAN VE GELEN[*],1,YARGI BAĞIMSIZLIĞI” MI DEDİNİZ,1,yasam,17,YENİ TOPLUMSAL HAREKETLER NE KADAR “YENİ”,1,yeni yil,2,YENİ YÖK YASA TASLAĞI ÜZERİNE: PİYASA ÜNİVERSİTEYİ YUTARKEN,1,YENİDEN HAYKIRABİLMEK: “YERİMİZ MUTFAK DEĞİL DÜNYA,1,YERELİ BİRLİKTE YÖNETMEK - NASIL BİR DÜNYA İSTİYORSAK ÖYLE BİR YEREL YÖNETİM,1,YILDIZLARIN GÜNCESİNİ TUTAN ADAM: CENGİZ GÜNDOĞDU,1,yök,3,yönetim,1,YÜREĞİMİZDE,1,ZAPATİSTALARIN 33. YILI: BİR DEĞERLENDİRME,1,ZEYTİNLİĞİ ZİNDAN YAPAN SİSTEMATİK ZULME DİRENENLER,1,ZİNDAN(LAR)IN TÜRKÇESİ,1,ZORUNLU BİR AÇIKLAMA (II)… VE BİR EKLEME,1,
ltr
item
sibel🍂özbudun: AVRUPA BİRLİĞİ: ÇOKKÜLTÜRCÜLÜĞÜN “KRİZİ"
AVRUPA BİRLİĞİ: ÇOKKÜLTÜRCÜLÜĞÜN “KRİZİ"
sibel🍂özbudun
https://sibelozbudun.blogspot.com/2012/12/avrupa-birligi-cokkulturculugun-krizi.html
https://sibelozbudun.blogspot.com/
https://sibelozbudun.blogspot.com/
https://sibelozbudun.blogspot.com/2012/12/avrupa-birligi-cokkulturculugun-krizi.html
true
1739006321341950428
UTF-8
Loaded All Posts Not found any posts Diger daha fazla Yanıtla Cancel reply Sil Ana Sayfa Sayfa Posta Hepsini Gör BUNA BENZER Etiket Arsiv Ara Bütün Yayinlar İsteğiniz gönderi bulunamadı Ana Sayfaya Dön Sunday Monday Tuesday Wednesday Thursday Friday Saturday Paz Pts Sal Car Per Cum Cmt January February March April May June July August September October November December Oca Sub Mar Nis May Haz Tem Agu Eyl Eki Kas Ara simdi 1 dakika önce $$1$$ minutes ago 1 saat önce $$1$$ hours ago dün $$1$$ days ago $$1$$ weeks ago more than 5 weeks ago Followers Follow THIS CONTENT IS PREMIUM Please share to unlock Copy All Code Select All Code All codes were copied to your clipboard Can not copy the codes / texts, please press [CTRL]+[C] (or CMD+C with Mac) to copy